Battal Doğan*
İnsanlar dünyada yeterince gıda olmadığı için değil, alım güçleri ve paraları olmadığı için, yani yoksul oldukları için açlık riski altında hayatlarını sürdürüyorlar. Yaşanan adaletsizliğin, eşitsizliğin ve dengesiz gıda dağılımının sebeplerini ve müsebbiplerini araştırmak ve bilmek, açlık sorununu çözmede yerinde ve sağlıklı bir yaklaşım olacaktır.
Petrolü kontrol ederseniz ulusları kontrol edersiniz;
gıdayı kontrol ederseniz insanları kontrol edersiniz.
Henry Kissinger
Yeryüzünde, matematiksel olarak herkese yetecek miktarda gıda üretiliyor. Tarımın makineleşmeyle geliştirilmesi, verimin arttırılmasına yönelik bilimsel araştırmalar ve sulu tarımın yaygınlaşmasıyla insanlık tarihinde öncesi görülmemiş bir gıda üretim ve bolluğu söz konusudur. Hatta kişi başına düşen gıda miktarının yaklaşık 2,5 kg olduğu göz önünde bulundurulursa, açlığı bir kenara bırakın, insanlar dengeli beslenecek ve belki de aşırı kilolarından yakınacaklardı. Fakat, gerçekler ve mevcut durum bunun tam tersidir. Yeryüzünde yetersiz beslenen insan sayısı 888.280.854; bir gün içinde açlıktan ölen insan sayısı 17.330; bu yıl açlıktan ölen insan sayısı 4.178.911?dir. Diğer yandan, şu anda yeryüzünde 1.122.995.850 insan aşırı kilolarından şikayetçiyken, obezite hastalığına yakalananların sayısı da 334.610.467?dir. Neticede insanlar, dünyada yeterince gıda olmadığı için değil, alım güçleri ve paraları olamadığı için, yani yoksul oldukları için açlık riski altında hayatlarını sürdürüyorlar; yani bir yandan bazı insanlar açlıktan ölürken, diğer yandan bazıları da obez hastalığına yakalanıyor. Durum böyleyken yaşanan bu adaletsizliğin, eşitsizliğin ve dengesiz gıda dağılımının sebeplerini ve müsebbiplerini araştırmak ve bilmek, açlık sorununu çözmede yerinde ve sağlıklı bir yaklaşım olur.
Doğal afetler ve savaşlar, açlığın tarihsel olarak bilinen ve kabul edilen sabit nedenleri arasında yer alır. Fakat bu yazıda, gıda ürünlerinde yaşanan küresel fiyat artışlarının sebepleri ele alınacaktır. Bu bağlamda açlığın nedenlerini iki gruba ayırmak mümkündür. Her iki nedenler grubu arasında en belirgin özellik, birinci grupta yer alan nedenlerin bölgesel, ikinci grupta yer alanlarınsa küresel etkisinin olduğudur.
2006 yılında tarım ürünlerinin tümünde başlayan fiyat artışları, 2008 yılına gelindiğinde astronomik rakamlara ulaştı. Örneğin, 2006?da gıda ürünlerinde yaşanan %9?luk artışın 2007 yılında %40?lara ulaştığı kaydedildi. 2008 Ocak ayında Amerikan buğdayının ihracat fiyatı 375 dolar/ton iken mart ayında 440 dolar/ton bir yükseliş kaydetti. Tayland pirincinin ocak ayı ihracat fiyatı 365 dolar/ton iken, mayıs ayında bu rakam 562 dolar/ton gibi bir artış gösterdi. Son 36 ayda buğdayın fiyatında %181?lik fiyat artışı yaşanırken, genel olarak gıda ürünlerinde %83?lük bir artış gözlendi. Bu küresel astronomik fiyat artışları, günde üç öğün yemek yiyenleri iki öğüne, iki öğün yiyenleri tek öğüne, tek öğün yiyenleri de açlığa mahkum etti.
Bu, ani olmayan, beklenen fiyat artışlarından en çok etkilenen ülkeler, güney yarım kürede yer alan ve gelişmekte olan ülkeler oldu. Bu ülkelerin bir diğer ortak özelliği, ekvator hattına yakın ya da hattın güneyinde yer alan ülkeler olmalarıdır. Bir diğer ifadeyle, bu ülkeler ekilebilen arazilerin sınırlı olduğu, doğal su kaynaklarının yetersiz olduğu ve nüfusun kalabalık olduğu ülkelerdir. Endonezya, Çin, Mısır, Peru, Yemen, Tunus, Haiti, Bolivya, Hindistan, Kamerun, Senegal, Moritanya ve Bangladeş gibi ülkeler söz konusu özelliklerin en az birine sahiptir. Dünya açlık haritası incelendiğinde, son döneme kadar, bu ülkelerin açlıkla başarılı bir mücadele verdikleri görülecektir. Ancak son fiyat artışları, bu ülkelerdeki orta sınıfı olumsuz bir şekilde etkileyerek açlık sınırına getirmiştir. Zaten protesto gösterilerini düzenleyen ve sokağa dökülen de bu orta tabaka olmuştur. Açlıklarına açlık katılanlarsa bu protesto gösterilerini sessizce izlediler. Fiyat artışlarından etkilenen gelişmiş ülkelerin tüketicileri de süpermarketlerde dudaklarını ısırarak mutfaklarına Haitili aç çocukların posterlerini astılar. Bu yeni küresel açlık dönemini açan aktörler ve faktörler kimlerdir ve nelerdir?
1. Amerikalıların ve Avrupalıların biyoyakıt üretimine geçmesi
Bio-yakıt genel bir terim olup organik maddelerden elde edilen tüm yakıtları tanımlar. En yaygın türleri bio-etanol ve bio-dizeldir. Bio-etanol buğday, mısır ve şeker kamışı gibi şekere doymuş ürünlerden elde edilir. Yeni nesil araçların çoğu, motorlarında herhangi bir değişiklik yapmadan, %10 etanol karışımı benzinle çalışabiliyor. Hatta son yıllarda sadece etanolla çalışan araçlar da üretildi. Bio-dizel ise başta soya fasulyesi, hurma ve ayçiçeği yağından elde edilmekte. Dizel araçların motorlarında değişiklik yapmadan kullanılabilir. Yükselen petrol fiyatlarına alternatif bir enerji kaynağı olarak düşünülen biyoyakıtlar Amerika?da ve Avrupa kıtasında son yıllarda dev sektörler haline geldi. 2006 yılının sonunda ABD?de 116 etanol rafinerisi tam kapasite ile üretim yaparken, 73 rafineri de yapım aşamasındaydı. 2007 yılında 6,5 milyar varil etanol üreten ABD, 2008 yılında etanol üretimini dokuz milyar varile çıkarmayı hedefliyor. Mısır üreticilerini teşvik ve destekleme kararı alan Bush yönetimi, bu sektörü çiftçiler için daha cazip kıldı. Daha önceleri buğday üretimine tahsis edilen araziler, destekleme politikalarıyla daha kârlı hale gelen mısır üretimine ayrıldı. Bu da, dünya buğday ve mısır pazarlarında fiyatların tırmanmasına neden oldu. Avrupa kıtasında da bio-dizel üretimi 2005 yılında 890 milyon galona ulaştı ki bu, dünya bio-dizel üretiminin %80?ini oluşturur. Neticede, kimilerinin benzin depolarını kimilerinin de karınlarını doyurmaya çalıştığı ucube bir çağda yaşıyoruz.
2. Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF)?nun gelişmekte olan ülkelere dayattığı ekonomik politikalar
IMF ve Dünya Bankası?nın gelişmekte olan ülkelere şartlı olarak yapısal uyumlandırma veya yatırım kredileri sağladıkları bilinen bir gerçektir. Bu şartların başında da uluslararası sermaye ve malların serbest dolaşımını sağlamak için gümrük tarifelerinin kaldırılması gelir. Öne sürdükleri bir diğer şart da özelleştirme politikalarıyla devletin tüm sektörlerden elini çekmesine yöneliktir. Bu şartlara imza atarak kredi alan Üçüncü Dünya Ülkeleri genellikle bu yapısal uyumlandırma politikalarına ve yeni ekonomik düzene uyum göstermede zorlanmış ve beklenilen kalkınmayı da sağlayamamıştır. Kredi borçlarını ödeyebilmek için de ihracata yönelik tarıma geçilmiştir. Buğday ve mısır gibi gıda ürünlerinin yerini pamuk ve kahve almıştır. Gıda ürünlerinde yaşanan son küresel fiyat artışlarından etkilenen birçok ülke, gıda ürünlerinin ihracatını ya sınırladılar ya da tamamen yasaklayarak soruna çözüm aradılar. Örneğin Çin, pirinç ve mısır ihracatını, Hindistan süt tozunun ihracatını yasakladı. Etiyopya ise temel gıda ürünlerinin çoğuna ihracat yasağı getirirken Mısır, pirinç ihracatını yasakladı. Fas buğday ithalatına uygulanan %130?luk gümrük vergisini %2,5?e indirmek zorunda kaldı. Neticede, IMF ve Dünya Bankası?nın gelişmekte olan ülkelere yönelik ekonomik politikaları sert bir dille eleştirilirken, yaygın olarak dile getirilen tek şey: ?Sunduğu ilaç hastalıktan da kötü.?
Gıda krizine nasıl müdahale edilmeli
İlk olarak kısa vadede, gelişmekte olan ülkelerin hükümetleri fakir insanlar için sosyal koruma ve yardım programlarını yaygınlaştırmalıdır. Fiyat artışlarından doğrudan etkilenen yoksullara acil gıda yardımları ulaştırılmalıdır. İkinci olarak, gelişmiş ülkeler, dünya gıda pazarını altüst eden biyoyakıt üretimini durdurmalıdır. Üçüncü olarak, IMF ve Dünya Bankası, gelişmekte olan ülkelerin borçlarını şartsız olarak silmelidir. Son olarak da, uzun vadede, gelişmekte olan ülkeler tarıma yönelik kalkınma politikaları geliştirmelidir.
Kaynak: Düşünce Gündem Dergisi