Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 'Kayıp Trilyon' davasıyla ilgili olarak, Cumhurbaşkanı Gül hakkında, 'mevcut anayasal sistem gereğince, iddia olunan eylemlerin kanıt ve unsurları tartışılmaksızın, yasal imkansızlık nedeniyle soruşturma yapılmasına gerek olmadığına' karar verdi.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı,Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında yürüttüğü soruşturmayı tamamladı.
Cumhuriyet Savcısı Kürşat Kayral tarafından yürütülen soruşturma sonunda Gül hakkında, kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi.
Kararda, 'Cumhurbaşkanı'nın, seçilmeden önce işlemiş olduğu kişisel suçlarından dolayı Anayasada bir hüküm yer almadığı gibi TBMM İç Tüzüğü'nde de bir düzenlemenin mevcut olmadığı, demokratik rejimlerde Devlet Başkanının dokunulmazlığının kabul gören bir imtiyaz şeklinde oluştuğu' kaydedildi.
1982 Anayasası'nın 105'inci maddesine göre Cumhurbaşkanı'nın sorumsuzluğunun 'esas', sorumluluğunun ise 'istisna' olarak getirildiği belirtilen kararda, 1961 Anayasası'nın 99'uncu maddesi ve 1982 Anayasası'nın 105/3'üncü maddeleri ile 'Cumhurbaşkanı'nın sadece vatana ihanetten dolayı sorumlu tutulabileceğinin', 105/1-2'nci madde fıkralarında ise 'görevi ile ilgili işlemlerden dolayı sorumsuzluğunun düzenlendiği' ifade edildi.
Kararda, 'Bunun haricinde, Cumhurbaşkanı'nın, Cumhurbaşkanlığı makamına seçilmesinden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülürse tutulma, sorguya çekilme, tutuklama ve yargılama yollarına maruz kalıp kalmayacağının madde metninde bulunmadığı' belirtildi.
Kararda, şunlar kaydedildi:
'Anayasa'nın 148/3'üncü maddesinde belirlenen Anayasa Mahkemesi'nin 'görev ve yetkileri' başlıklı bölümünde, Anayasa Mahkemesi'nin; Cumhurbaşkanı'nı,Yüce Divan sıfatıyla yargılaması hususu belirtilmiş ise de görevy önünden düzenlenen bu maddenin 105'inci maddede belirlenen görev sorumsuzluğu göz önüne alındığında sadece 105/3'üncü maddesinde geçen vatana ihanet suçlamasına ilişkin yargılamayı kapsadığı anlaşılmakta olup, kişisel suçlardan yargılamayı içermediği, bu bağlamda Anayasal sistem içerisinde Cumhurbaşkanı'nın 'vatana ihanet' haricinde kalan bir suçtan dolayı yargılama mercinin de düzenlenmemiş olduğu belirlenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında; Cumhurbaşkanı seçilen milletvekilinin varsa partisiyle ilişkisinin kesilmesi ve milletvekilliğinin sona ermesi, görevinin özelliğinin doğal gereği olup, milletvekilliğinin sona ermesinin, dokunulmazlık dışında kalacağı anlamına gelmediği, açıkça bu sözcüğün Anayasa'da yer almamasının, Anayasa'nın 104'üncü maddesinde sayılan yetkileri kullanan,
Milletvekillerinden çok daha önemli konumda olan Cumhurbaşkanı'nın dokunulmazlığının bulunmamasının düşünülemeyeceği ve bu hususun olsa olsa etik nezaket gereği ile bu makamın, ülkede sıkıntılar baş gösterdiğinde, oluşan problemleri; ciddi, herkesin inanacağı ve kabul edebileceği şeklinde çözebilecek son makam olacağı düşüncesiyle muhafaza ve koruma düşünceleri altında yapılan, Anayasa koyucunun tasarrufu olarak vücut bulduğu, 1982 Anayasası'nın, 1924 Anayasası düzenlemesinden ayrılarak 105'inci madde ile yaptığı Cumhurbaşkanı'nın sorumluluğu ve sorumsuzluğu tanımlamasının mutlak olup, başka kanunlar veya diğer dokunulmazlıklar açısından kıyas yoluna açık bulunmadığı,
Cumhurbaşkanı seçilinmesinden önce veya sonra görevle ilgili olmayan kişisel suçlardan dolayı Cumhurbaşkanı'nın sorumluluğu ve yargılanması ile yargılama yer, usul ve şekil şartlarıyla zaman aşımının nasıl ve ne şekilde uygulanacağı hususunda hiçbir Anayasal düzenlemenin mevcut olmadığı, Anayasanın 105'inci maddesinin 1'inci fıkra hükmünden Cumhurbaşkanı'nın vatana ihanet dışında kalan diğer görev suçlarından sorumlu olmadığının açıkça anlaşıldığı halde, kişisel suçlardan dolayı sorumlu olup olmadığı,
Eğer sorumlu ise yargılamanın nasıl ve ne zaman yapılacağı hususunda açık bir belirsizlik olduğu, tersine yorum tekniği ile vatana ihanet suçu haricinde yargılaması mümkün bulunmayan Cumhurbaşkanı'nın, kişisel suçlarla ilgili doktrinde tartışılan cezai sorumluluğun ise yorumsal kıstaslarla doldurulmasının ve muğlak yargılama teknikleri ve makamları ihdas edilmesinin mümkün bulunmadığı tespit edilmiştir.'
Kararda, 'Mevcut Anayasal sistem gereğince, Türkiye Cumhuriyeti 11'inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında iddia olunan eylemlerin kanıt ve unsurları tartışılmaksızın, yasal imkansızlık nedeniyle soruşturma yapılmasına gerek olmadığına CMK'nın 172'nci maddesi gereğince karar verildi' denildi.
'Gül hakkkında fezleke tanzim edilmişti'
Kararda, 'Anayasa'da, Anayasa Mahkemesi'nin; cumhurbaşkanını, Yüce Divan sıfatıyla yargılaması hususu belirtilmiş ise de bu maddenin vatana ihanet suçlamasına ilişkin yargılamayı kapsadığı anlaşılmakta olup, kişisel suçlardan yargılamayı içermediği, bu bağlamda anayasal sistem içerisinde cumhurbaşkanını 'vatana ihanet' haricinde kalan bir suçtan dolayı yargılama merciinin de düzenlenmediği belirlenmiştir' denildi.
Kararda, Necmettin Erbakan ve 78 arkadaşı hakkında kamu davası açıldığı, dava tarihinde Fazilet Partisi Kayseri Milletvekili görevinde bulunan Abdullah Gül hakkında, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebiyle TBMM Başkanlığı'na sunulmak üzere fezleke tanzim edildiği belirtildi.
Soruşturma dosyasının Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilmesi nedeni ile TBMM Başkanlığı'nca iade edildiğine yer verilen kararda, şöyle denildi:
'Yapılan incelemede; fezleke düzenlenmesi döneminde milletvekili, bilahare Cumhurbaşkanlığı görevinde bulunulmasında; yasama sorumsuzluğu, yasama dokunulmazlığı ile Cumhurbaşkanının göreviyle ilgili olmayan kişisel suçlarından dolayı sorumluluğu ve yargılanması, hukuksal sonuçlarının irdelenmesi gerektiği,
Bütün demokratik ülkelerde, yasama meclisi üyelerine, yasama fonksiyonlarını gereği gibi yerine getirilebilmelerini sağlamak amacıyla diğer vatandaşlara göre farklı bir statü getirilerek, kamu yararı gereği yasama ayrıcalıkları tanındığı, mutlak ve sürekli bir koruma sağlayan, yasama dokunulmazlığından farklı bir kritere sahip olan yasama sorumsuzluğunun amacının; söz ve düşünce hürriyetlerini korumak, yasama görevinin korkusuzca ve tam bir serbesti içerisinde yerine getirilmesini sağlamak olduğu tespit edilmiştir.'
1924 ve 1961 Anayasalarının geleneği devam ettirildi
Kararda, 1982 Anayasası'nda, 1924 ve 1961 Anayasalarının geleneği devam ettirilerek, 'seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclis'in kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz...' hükmünün içerildiğine dikkat çekildi.
Bu hususun Anayasa'nın 83/1'inci maddesinde yapılan yasama sorumsuzluğu tanımının yaptırımsal yönü olduğuna yer verilen kararda, yasama dokunulmazlığının milletvekillerini asılsız ve zamansız ceza kovuşturmalarına ve tutuklanmalarına karşı koruyan bir müessese kavramında olup, sorumsuzluk cezalandırılmamayı ifade ederken, dokunulmazlığın, cezalandırmanın ertelenmesini içerdiği dile getirildi.
Cumhurbaşkanı'nın sorumluluğu ve sorumsuzluğu
Anayasa'ya göre, 'Devletin başı' konumunda bulunan Cumhurbaşkanı'nın bu sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milleti'nin birliğini temsil ettiği, temsil ve gözetme görevleri ile Anayasa'nın uygulanması ve devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını içeren, Anayasa'nın 104'üncü maddesinde tanımlanan yasama, yürütme ve yargıya ilişkin görevleri bulunduğu belirtilen kararda, Cumhurbaşkanı'nın sorumluluğu ve sorumsuzluğunun Anayasa'nın 105'inci maddesinde düzenlendiği aktarıldı.
Kararda şöyle devam edildi:
'Buna göre; Cumhurbaşkanı'nın, Anayasa ve diğer kanunlarda Başbakan ve ilgili bakanın imzalarına gerek olmaksızın tek başına yapabileceği belirtilen işlemleri dışındaki bütün kararları, Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır; bu kararlardan Başbakan ve ilgili bakan sorumludur.
Cumhurbaşkanı'nın resen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa Mahkemesi dahil yargı mercilerine başvurulamaz. Cumhurbaşkanı, vatana ihanetten dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılır.'
'Dokunulmazlık kabul gören bir imtiyaz'
Söz konusu düzenlemede; Cumhurbaşkanı'nın, seçilmeden önce işlemiş olduğu kişisel suçlardan dolayı Anayasa'da bir hüküm yer almadığı gibi TBMM İç Tüzüğü'nde de bir düzenlemenin mevcut olmadığı, demokratik rejimlerde devlet başkanının dokunulmazlığının 'kabul gören bir imtiyaz' şeklinde oluştuğu aktarıldı.
Kararda, '1924 Anayasası'nın 41'inci madde 2'nci fıkrasında, Cumhurbaşkanı'nın kişisel olarak işlediği suçlardan ötürü sorumluluğunda, anayasanın milletvekili dokunulmazlığı ile ilgili maddelerine göre hareket edileceğinin açıkça düzenlendiği, ancak 1961 ve 1982 Anayasalarının bu hususta herhangi bir düzenleme içermediği, gerek 1961 Anayasası'nın 99'uncu maddesi ve gerekse 1982 Anayasası'nın 105'inci maddesinde Cumhurbaşkanı sorumsuzluğu düzenlemesi yapılıp, Cumhurbaşkanı'nın yasama dokunulmazlığından ya da Cumhurbaşkanı dokunulmazlığından yararlanıp yararlanmayacağının ayrıca öngörülmediği, 1982 Anayasası'nın 105'inci maddesine göre Cumhurbaşkanı'nın sorumsuzluğunun esas, sorumluluğunun ise istisna olarak getirildiği' kaydedildi.
Kararda, 1961 Anayasası'nın 99'uncu maddesi ve 1982 Anayasası'nın 105/3'üncü maddeleri ile 'cumhurbaşkanının sadece vatana ihanetten dolayı sorumlu tutulabileceğinin', 105/1-2'nci madde fıkralarında ise görevi ile işlemlerden dolayı sorumsuzluğunun düzenlendiği, bunun haricinde, cumhurbaşkanın, cumhurbaşkanlığı makamına seçilmesinden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülürse tutulma, sorguya çekilme, tutuklama ve yargılama yollarına maruz kalıp kalmayacağının madde metninde bulunmadığı belirtildi.
'Dokunulmazlığın Cumhurbalkanı'ndan esirgendiğini düşünmek yanlış'
Kararda şöyle devam edildi:
'Doktrindeki büyük bir kısım görüşün, cumhurbaşkanına, milletvekili dokunulmazlığının hükümlerinin uygulanması gerektiği, zira Anayasa'nın milletvekillerine hatta TBMM dışından atanan bakanlara dahi tanıdığı dokunulmazlık kalkanını Cumhurbaşkanı'ndan esirgediğini düşünmenin son derece yanlış olduğudur.
Ancak burada çıkan sonucun; cumhurbaşkanının kişisel suçundan görev süresi içerisinde herhangi bir yargı organı huzuruna çıkarılamayacağı, yasama dokunulmazlığı hükümleri çerçevesinde görev süresi sonunda yargılanabileceği hususunda ise; Anayasa'nın 105'inci maddesinde bu konuda bir açıklık içermediğinden, Anayasa'da yer almayan hükümlerin kıyas yoluyla uygulanmasının da mümkün bulunmadığı, dava zaman aşımlarının ise ne zaman duracağı ve nasıl devam edeceği konularında da yasal düzenleme veya Anayasal bir hükmün mevcut olmadığı tespit edilmiştir.'
Bunun aksine, cumhurbaşkanının hangi suçtan ve nasıl yargılanacağının ise Anayasa'da istisnai olarak getirilip, yapılacak tüm usulü işlemlerinin belirtildiği, buna rağmen vatana ihanet olarak nitelendirilen suçun tanım ve unsurlarının dahi yapılmayarak bunun takdirinin, bu konudaki suçlamayı yapacak TBMM'ye bırakıldığı belirtilen kararda, şunlar kaydedildi:
'Anayasa'nın 148/3'üncü maddesinde belirlenen Anayasa Mahkemesi'nin 'görev ve yetkileri' başlıklı bölümünde, Anayasa Mahkemesi'nin; Cumhurbaşkanı'nı, Yüce Divan sıfatıyla yargılaması hususu belirtilmiş ise de görev yönünden düzenlenen bu maddenin 105'inci maddede belirlenen görev sorumsuzluğu göz önüne alındığında sadece 105/3'üncü maddesinde geçen vatana ihanet suçlamasına ilişkin yargılamayı kapsadığı anlaşılmakta olup, kişisel suçlardan yargılamayı içermediği, bu bağlamda Anayasal sistem içerisinde Cumhurbaşkanı'nın 'vatana ihanet' haricinde kalan bir suçtan dolayı yargılama merciinin de düzenlenmemiş olduğu belirlenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında; Cumhurbaşkanı seçilen milletvekilinin varsa partisiyle ilişkisinin kesilmesi ve milletvekilliğinin sona ermesi, görevinin özelliğinin doğal gereği olup, milletvekilliğinin sona ermesinin, dokunulmazlık dışında kalacağı anlamına gelmediği, açıkça bu sözcüğün Anayasa'da yer almamasının, Anayasanın 104'üncü maddesinde sayılan yetkileri kullanan,
Milletvekillerinden çok daha önemli konumda olan Cumhurbaşkanı'nın dokunulmazlığının bulunmamasının düşünülemeyeceği ve buhususun olsa olsa etik nezaket gereği ile bu makamın, ülkede sıkıntılar baş gösterdiğinde, oluşan problemleri; ciddi, herkesin inanacağı ve kabul edebileceği şeklinde çözebilecek son makam olacağı düşüncesiyle muhafaza ve koruma düşünceleri altında yapılan, Anayasa koyucunun tasarrufu olarak vücut bulduğu,
1982 Anayasası'nın, 1924 Anayasası düzenlemesinden ayrılarak 105'inci madde ile yaptığı Cumhurbaşkanı'nın sorumluluğu ve sorumsuzluğu tanımlamasının mutlak olup, başka kanunlar veya diğer dokunulmazlıklar açısından kıyas yoluna açık bulunmadığı, Cumhurbaşkanı seçilinmesinden önce veya sonra görevle ilgili olmayan kişisel suçlardan dolayı Cumhurbaşkanı'nın sorumluluğu ve yargılanması ile yargılama yer, usul ve şekil şartlarıyla zaman aşımının nasıl ve ne şekilde uygulanacağı hususunda hiçbir Anayasal düzenlemenin mevcut olmadığı,
Anayasanın 105'inci maddesinin 1'inci fıkra hükmünden Cumhurbaşkanı'nın vatana ihanet dışında kalan diğer görev suçlarından sorumlu olmadığının açıkça anlaşıldığı halde, kişisel suçlardan dolayı sorumlu olup olmadığı, eğer sorumlu ise yargılamanın nasıl ve ne zaman yapılacağı hususunda açık bir belirsizlik olduğu, tersine yorum tekniği ile vatana ihanet suçu haricinde yargılaması mümkün bulunmayan Cumhurbaşkanı'nın, kişisel suçlarla ilgili doktrinde tartışılan cezai sorumluluğun ise yorumsal kıstaslarla doldurulmasının ve muğlak yargılama teknikleri ve makamları ihdas edilmesinin mümkün bulunmadığı tespit edilmiştir.
Tarihsel irdelenen süreçte, yenilenen Anayasalarda, Anayasa koyucusunun iradesinin cumhurbaşkanının kişisel suçlarından sorumlu olmadığı yönünde bir akış ortaya getirdiği, 1961 Anayasası'nın 'sorumsuzluk' başlıklı 98'inci maddesinin açıkça 'Cumhurbaşkanı görevi ile ilgili işlemlerden sorumlu değildir' hükmünü içermesine karşılık 1982 Anayasası'nın 'sorumluluk ve sorumsuzluk' başlıklı 105'inci maddesi hükmünün yalnızca vatana ihanetten sorumluluğu düzenlediği,
Bu nedenle 1961 Anayasası düzenlemesinden 'eğer sorumsuzluk yalnızca göreve ilişkin suçlarda söz konusuysa kişisel suçlardan sorumluluk esastır' çıkarımı yapılabilirse de 1982 Anayasası'nın, görev suçu-kişisel suç ayrımı yapmaksızın sorumluluk halini sadece vatana ihanet suçuyla sınırlandırmış olması karşısında, Cumhurbaşkanı'nın kişisel suçlardan sorumlu olmadığı rahatlıkla ileri sürülebilecek ve bu düzenlemenin 1961 Anayasası'nın tam aksi yönde yorumlanmasının çıkarımını ortaya getirecektir.
Zira Cumhurbaşkanı'nı vatana ihanet gibi siyasi nitelikli önemli bir suçtan yargılayabilmek için bile TBMM'nin üye tam sayısının üçte birinin teklifi ve en az dörtte üçünün vereceği olumlu karar çoğunluğunu arayan Anayasanın, 'Anayasa, hukukun üstünlüğü, demokrasi, Atatürk ilkeleri, laiklik ve Cumhuriyet ilkeleri açısından taraf olan ve bu konularda Türkiye Cumhuriyeti'nin başı olan Cumhurbaşkanı' hakkında, Türk Ceza Kanunu veya özel ceza yasalarında yaptırım altına alınan bir suçtan, herhangi bir özel yargılama yönteminin uygulanmadığı bir soruşturmayı veya kovuşturmayı amaçladığını düşünmesinin mümkün bulunmadığı tespitedilmiştir.'
Kararda, 'Mevcut Anayasal sistem gereğince, Türkiye Cumhuriyeti 11'inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında iddia olunan eylemlerin kanıt ve unsurları tartışılmaksızın, yasal imkansızlık nedeniyle soruşturma yapılmasına gerek olmadığına CMK'nın 172'nci maddesi gereğince karar verildi' denildi.
Kapatılan Refah Partisi'nin son genel başkanı Necmettin Erbakan, 'Kayıp Trilyon' davasında 'özel belgede sahtecilik' suçundan yargılandığı mahkemece 2 yıl 4 ay hapse mahkum edilmiş, hapis cezasının infazı olarak 11 aylık cezayı konutunda çekmesine karar verilmişti. Erbakan cezasını geçen ay çekmeye başlamıştı.
Başsavcı: Gül yargılanamaz
'Kayıp trilyon' davasında Cumhurbaşkanı Gül hakkında takipsizlik kararı verildi.
18 Yıl Önce Güncellendi
2008-06-17 22:27:00
Haber Ara