9 Haziran gecesi yayınlanan Teke Tek programına katılan Özgür-Der üyesi Nuray Canan Bezirgan ve Kevser Çakır, programı sunan Fatih Altaylı'nın kasıtlı sorusuna 'Humeyni'yi seviyoruz; Atatürk'ü sevmiyoruz!' şeklinde cevap vermişlerdi. Bunun üzerine başta Hürriyet, Vatan, Milliyet vb gazeteler olmak üzere medyanın kişileri lince tabi tutması ve tehditler savurması Özgür-Der tarafından bir açıklamayla protesto edildi.
Altaylı'nın Tek'e Tek programına katılan öğrencilerin şahsiyetlerini tahkire varan haberlere öğrencilerin üyesi oldukları Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği (ÖZGÜR-DER)'den bir basın açıklamasıyla cevap geldi. Başörtülü katılımcılar'a sorulan kimi cevaplar hem sunucu Fatih Altaylı hem de kimi medya organlarınca suç olarak gösterilmişti.
Özgür-Der, 9 Haziran gecesi Kanal 1 televizyonunda Fatih Altaylı?nın sunduğu Teke Tek adlı program sonrası medyaya yansıyan linç boyutundaki tepkiler üzerine bir basın açıklaması yaptı.
Özgür- Der Genel Merkezi'nden yapılan açıklamasının tam metni:
Kimi Sevip Kimi Sevmeyeceğimize Medya Zaptiyeleri mi Karar Verecek?
Düşünce ve inanç özgürlüğünün çokça dillendirildiği ama sıkça ve sistematik bir biçimde de ihlal edildiği bir ülke Türkiye. Resmi ideolojik dogmaların sadece resmi düzeyde değil, toplumsal alanda da otoriter-tahakkümcü bir zihniyete kaynaklık etmesinin değişik yansımalarıyla her gün karşılaşıyoruz. 9 Haziran gecesi Kanal 1 televizyonunda Fatih Altaylı'nın sunduğu Teke Tek adlı program sonrası medyaya yansıyan tepkileri de bu olgunun somut göstergesi olarak değerlendiriyoruz.
Resmi ideoloji ve medya lincine hayır
Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı ile birlikte daha da derinleştirdiği başörtüsü sorununun değerlendirildiği söz konusu programa derneğimiz mensupları da katılmıştı. Nuray Canan Bezirgan ve Kevser Çakır adlı iki arkadaşımız program süresince, başörtüsü yasağı adı verilen ilkel dayatmanın nasıl bir hukuksuzluk ve zulüm örneği olduğunu bizzat kendi yaşadıkları üzerinden ayrıntılarıyla aktardılar. Ne var ki, malum medya her zaman yaptığı üzere programda dile getirilen insan hakları ihlallerini, başörtülü bayanların gasp edilen eğitim ve çalışma haklarına dair taleplerini gündemleştirmek yerine; Fatih Altaylı'nın Atatürk ve Humeyni hakkında sorduğu sorulara arkadaşlarımızın verdiği cevaplar üzerinden polemik yapmayı tercih etti.
Bugün değişik basın yayın organlarında yer alan haber ve yorumlara baktığımızda arkadaşlarımızın sözleri üzerinden açıkça kışkırtıcı, mahkum edici, rendice edici bir üslup sergilendiğini ve adeta bir linç kampanyası yürütüldüğünü gözlemliyoruz. 'Ne işleri var Atatürk Türkiyesi'nde bu yobazların?' mantığıyla harekete geçen ve hakaretin, suçlamanın, iftiranın türlü çeşidini sergileyen; anlamak, tartışmak yerine kestirmeden mahkum etmeyi alışkanlık haline getirmiş; hatta hızını alamayıp bizleri ülkeyi terk etmeye çağıran, işi 'defolun' buyruklarına kadar vardıran bir yayın anlayışının sefaletine şahit oluyoruz.
Öncelikle, temelde düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde ele alınması gereken bir konunun bu şekilde bir suçlama malzemesine dönüştürülmesinin yanlışlığının, kabul edilmezliğinin altını çizmek isteriz. İki genç bayana yönelik bu öfkenin, bu saldırganlık dürtüsünün kaynağında resmi ideolojinin tahammülsüzlük anlayışının bulunduğu açıktır.
Bu insanlar ne yapmışlar, ne söylemişler de bu kadar büyük bir öfkeye muhatap olmaktalar? 'Humeyni'yi sevip, Atatürk'ü sevmemek' yasadışı bir eylem ya da gayri ahlaki bir tutum mudur? Bu iki genç bayandan ne yapmaları isteniyor? Kemalist politikacılar gibi ikiyüzlü mü davransalardı? Kameraların çekim yaptığını unutarak Hz. Peygamber hakkında hakaretamiz ifadeler kullanıp, sonra halkın karşısında dini değerlere saygılıyız yalanına sarılanları mı örnek alsalardı? Hayır! Bu ikiyüzlülüğe, bu gayri ahlaki tutuma asla prim vermeyiz! Çift dillilik bizlerin tavrı olamaz.
Tarihin şahitlik ettiği en görkemli halk hareketlerinden birine önderlik etmiş Ayetullah Humeyni'yi sevmek neden yanlış olsun? Sömürücüler lehine bir tür uyuşturucu fonksiyonu yüklenmiş İslami sembol ve kurumların asli kimliğine kavuşturulması ve Kur'an'ın yeniden hayata rehberlik etmesi sürecinde etkili bir örneklik yapmış; İran coğrafyasında emperyalizmi bozguna uğratan İslam devriminin bu öncü ismine elbette saygı duyuyoruz.
Öte yandan yaşadığımız ülkede her şeyiyle Batı modelinin esas alınması temelinde gerçekleştirilen ve baskıcı yöntemlerle yürütülen İslami kimlikten uzaklaştırılma ve ulusal-laik kimlik inşa sürecinin mimarı olan Atatürk'ün düşünce dünyası ile sahip olduğumuz kimliğimizin hiçbir noktada uzlaşmadığını inkar etmemiz nasıl mümkün olabilir?
Hakaret etmiyoruz. İftira atmıyoruz. Zaten inancımız hiç kimsenin dinine, kutsalına hakaret etmemize izin vermez. Buna Atatürk ve Atatürkçülük de dahildir. Bununla birlikte benimsemediğimiz, reddettiğimiz, İslami kimliğimiz ve anlayışımızla çeliştiğini düşündüğümüz hiçbir şahsı ya da ideolojiyi sevmemiz de bizden beklenmemelidir. Hele hele dayatmalarla, baskılarla, gözdağı vererek, tehdit ederek yapılıyorsa, bunun çok daha büyük bir yanlış olduğu ve asla etkili olamayacağı da ayrıca bilinmelidir.
Hem size ne oluyor ki; kainatı yoktan var eden, bize sahip olduğumuz her türlü nimeti bahşeden Rabbimizin gönderdiği kitapları, resulleri dahi sevmeye kimse zorlanmamışken, bu tamamen kişinin kendi tercihine bırakılmışken; 'Atatürk olmasaydı siz burada olamadınız, isminiz şu olmazdı, camilerde namaz kılınmazdı vs.' türünden absürtlüklerle insanların duygu ve düşüncelerini baskı altına almaya, yönlendirmeye çalışıyorsunuz? Zorla, tehditle, gözdağıyla insanların kimi sevip kimi sevmeyeceklerini belirlemeye kalkmak düpedüz bir saçmalıktır.
Bu saçmalıklara, dayatmalara boyun eğmeyeceğimizi yineliyor; kimsenin kimseyi devletin yasal veya ideolojik aygıtlarının baskısıyla sevmek -ya da sevmemek- zorunda bırakılmadığı bir ülke özlemimizin bir kere daha altını çiziyoruz.
Özgür-Der
İlgili Diğer Haberler:
Nuray Canan'ın başörtüsü öyküsü
Yeni 28 Şubat'ın provası mı?