III. DAVA HUKUKİ TEMELDEN YOKSUNDUR
1. Bu davada ?odak? olma şartları gerçekleşmemiştir
1982 Anayasasında yapılan değişikliklerle siyasi partilerin kapatılması zorlaştırıldığı halde, Adalet ve Kalkınma Partisinin kapatılmasının talep edilmesi Anayasa ile temelden çelişmektedir. Nitekim, zorlama bir mantıkla hazırlanan iddianamede, eylemlere dayalı olarak odaklaşmanın gerçekleştiği hiçbir şekilde ortaya konulamamıştır. Partililere ait, her biri tek başına açıkça ifade özgürlüğü kapsamında bulunan düşünce açıklamaları delil olarak sunulmak suretiyle odaklaşma koşulunun sağlandığı izlenimi verilmek istenmektedir. Bu nedenle, dava bir siyasi parti kapatma davası olmaktan ziyade, adeta bir ifade özgürlüğü davası niteliğine bürünmüştür. Dolayısıyla, bu davada Anayasaya aykırı eylemlerin odağı olma koşulu kesinlikle gerçekleşmemiştir. Şöyle ki:
(a) Yukarıda açıklandığı üzere, siyasi parti özgürlüğünü genişletmeye ve partilerin kapatılmasını zorlaştırmaya yönelik anayasa değişikliklerinden sonra siyasi partilerin sadece beyanlardan dolayı ?odak? haline gelmesi mümkün değildir. Anayasanın 69 uncu maddesinin altıncı fıkrası, bir siyasi partinin odak olabilmesi için Anayasaya aykırı eylemlerin varlığını şart koşmaktadır. Oysa, partimiz hakkında açılan davada sunulan deliller arasında laikliğe aykırı herhangi bir ?eylem? bulunmamaktadır.
(b) Kaldı ki, iddianamede ?laikliğe aykırı eylemler? olarak sıralanan hususlar, laikliğe aykırı bir nitelik taşımamaktadır. Bu durum karşısında iddianame ile kurgulanan tez bütünüyle çökmektedir.
(c) Parti üyelerine ait olduğu belirtilen ?eylemler?in parti yetkili organlarınca benimsendiğine dair deliller sunulamamıştır.
(d) Parti yetkili organları olarak Anayasada ?partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulu? sayılmıştır. Anayasada sayılan yetkili organlardan sadece Genel Başkan ?tek kişi?dir, diğer organlar ?kurul? niteliğindedir. Kurul niteliğindeki organların eylemlerinden söz edebilmek için bu kurullarca alınmış kararların bulunması zorunludur. Halbuki, iddianamede sunulan deliller arasında tek bir kurul kararı dahi bulunmamaktadır.
UYARI MAKANİZMASI ÇALIŞTIRILMADI
Siyasi Partiler Kanunu?nun 102 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre de, ?parti genel başkanı dışında kalan parti organı, mercii veya kurulu tarafından Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan hükümlere aykırı fiilin işlenmesi halinde, fiilin işlendiği tarihten başlayarak iki yıl geçmemiş ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı söz konusu organ, mercii veya kurulun işten el çektirilmesini yazı ile o partiden ister.? Oysa, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı iddianamede yer verdiği ve ?eylem? olarak nitelendirdiği hususların hiçbirisi için partimizden SPK m.102/2 ile getirilen ?işten el çektirme? başvurusu yapmamıştır. Bu durum da partimizin hiçbir yetkili organ, mercii veya kurulunun Anayasaya aykırı eylemlerinin bulunmadığını göstermektedir. Dolayısıyla yetkili organların eylemleri olarak geriye sadece AK Parti Genel Başkanının ?ifadeleri? kalmaktadır ki, bunların da ?laikliğe aykırılık? oluşturmadığı aşağıda ayrıntılı örneklerle açıklanacaktır.
(e) Genel olarak bireyler bakımından düşünce özgürlüğü kapsamında kabul edilen ifadeler, siyasi parti mensuplarınca kullanıldığında bunların kapatma nedeni olarak görülmesi ifade özgürlüğüyle ve onun özel bir kullanım biçimi olan siyasi parti özgürlüğüyle bağdaşmamaktadır. Herhangi bir kişinin serbestçe söyleyebileceği bir sözü bir siyasinin evleviyetle söyleyebilmesi gerekir. Özgürlükçü ve çoğulcu demokrasilerde bundan daha doğal bir şey olamaz. Aksi halde, farklı toplumsal görüş ve talepleri siyasi alana taşımak için kurulan siyasi partiler işlevsiz kalacaktır.
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ PARTİ YÖNETİCİLERİ İÇİN DAHA ÖNEMLİ
Nitekim AİHM, İncal/Türkiye kararında, demokratik bir toplumun temel unsuru olan ifade özgürlüğünün siyasi partiler ile partilerin aktif üyeleri açısından özellikle önemli olduğunu, siyasilerin ifade özgürlüğünü sınırlamaya yönelik müdahalelerin daha sıkı bir denetime tabi olması ve otoritelerin siyasilerden gelen eleştirilere daha çok tahammül etmeleri gerektiğini belirtmiştir (par.46). Aynı şekilde Castells/İspanya kararında da AİHM, ifade özgürlüğünün özellikle halkın taleplerini dile getiren seçilmiş siyasi temsilciler bakımından daha önemli olduğunu, bu nedenle de siyasilerin ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerde daha dikkatli olunması gerektiğini vurgulamıştır (par.42).
Kaldı ki bu bağlamda iddianamede de, ?Siyasi partiler, demokratik bir rejimde hak ve özgürlüklerden en çok yararlanması gereken örgütlerdir. Bu durum siyasi partiler için daha geniş bir faaliyet alanını ortaya çıkarmaktadır? ifadesine yer verilmiştir. (s.21). Ancak aynı iddianamede daha sonra paradoksal biçimde, son derece yalın ve basit düşünce açıklamaları kapatmaya delil olarak gösterilmektedir. Bu tür düşünce açıklamalarına dayanarak bir siyasi partinin kapatılmasının talep edilmesi bile tek başına özgürlükçü demokratik rejimin ne derece ciddi bir tehlike ile karşı karşıya bulunduğunu gözler önüne sermektedir. Oluşturduğu mantık kurgusu ile iddianame, demokratik bir ülkede siyasi parti özgürlüğünün özünü ortadan kaldırması ve siyasi partileri gerçek işlevinin dışına çıkardığını göstermesi bakımından da bir ibret vesikasıdır.
BEYANLAR DEMOKRASİNİN GEREĞİ
İddianamede partililerin Anayasaya aykırı eylemleri olarak nitelendirilen beyan ve faaliyetlerin neredeyse tamamı, aykırılık oluşturmak bir yana, insan haklarına bağlı demokrat bir partinin savunması gereken düşünce ve politikalardan oluşmaktadır. ?Anayasaya aykırı eylem? olarak iddianameye konulan ifadelerde insan haklarına, demokrasiye, laikliğe ve hukuk devletine vurgu yapılmaktadır. Kaldı ki, bu nitelikte olmayan, başkalarının katılmayacağı ya da hoş görmeyeceği düşünce açıklamaları dahi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınan ?ifade özgürlüğü? kapsamında değerlendirilmelidir.
2. Partimizin laikliğe aykırı hiçbir eylem ve söylemi bulunmamaktadır
2.1 AK Partinin Laiklik Anlayışı
Bu davanın açılmasının temel nedenlerinden biri, iddianamede savunulan laiklik anlayışı ile partimizin laiklik anlayışı arasındaki farklılıktır. Buradan hareketle laikliğin gerekleri konusunda da farklı görüşler ortaya çıkabilmektedir. İddianamede laiklik tek boyutlu bir kavram olarak görülmekte ve bireylerin benimsemesi gereken ?bir uygar yaşam biçimi? ve ?yaşam felsefesi? şeklinde takdim edilmektedir. Bu yaklaşıma göre, laiklik ?toplumların düşünsel ve örgütsel evrimlerinin son aşaması?dır. Laikliğin bu yorumu 19.yüzyıl pozitivizminin katı ?ilerlemeci? anlayışına dayanmaktadır.
Buna karşılık, AK Partinin laiklik anlayışı, çağdaş demokratik toplumların özgürlükçü laiklik anlayışıyla tamamen uyumlu bir yaklaşımı yansıtmaktadır. Partimizin savunduğu laiklik anlayışı, başkalarının temel hak ve özgürlüklerine asla bir tehdit içermemektedir. Aksine, bu anlayış tüm bireylerin farklı inanış ve yaşam biçimleriyle barışçıl bir şekilde bir arada yaşamasını öngörmektedir. Buna rağmen, iddianame partimizin demokratik ve özgürlükçü laiklik anlayışını ve onun gereklerini laikliğe aykırılık olarak göstermeye çalışmaktadır. Buna delil olarak da, Başbakan?ın laikliğin bir din olmadığı, dine alternatif olarak sunulmasının yanlış olduğu ve bireylerin değil devletin laik olabileceği yönündeki bazı sözleri kullanılmaktadır (s.28, 30).
FARKLI İNANÇLAR MODERNLİĞİN GEREĞİ
Modern laiklik anlayışı, farklı din ve inançları sosyolojik bir gerçeklik olarak kabul ederek, onların bir arada barışçıl beraberliğini sağlamayı hedefleyen siyasi bir ilkedir. Bu nedenle laiklik bireyi değil, devleti muhatap alır. Nitekim, Anayasamızın 2 nci maddesinde değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek bir ilke olan laiklik, Devletin bir niteliği olarak sunulmuştur. Anayasanın 24 üncü maddesindeki din istismarı yasağının amacı da, esasen Devletin laik niteliğinin aşındırılmasını engellemektir. Devletin temel niteliklerinden biri olarak laiklik, toplumdaki her türlü inanç ve düşünce karşısında eşit mesafede durmayı gerektirmektedir. Partimizin bu laiklik anlayışı Anayasanın 2 nci maddesinin gerekçesinde de ifadesini bulmuştur. Bu maddenin gerekçesine göre ?Hiçbir zaman dinsizlik anlamına gelmeyen lâiklik ise, her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dinî inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı bir muameleye tâbi kılınmaması anlamına gelir.?
Bu anlamda laiklik, çağdaş demokrasilerin benimsediği temel ilkelerden biri olan devletin tarafsızlığının din-devlet ilişkilerine yansımasını ifade etmektedir. Devletin inançlar karşısında tarafsız kalabilmesi, siyasi ve hukuki düzenini herhangi bir dinin esaslarına dayandırmaması ile mümkündür. Bu, laik düzende din işleri ile devlet işlerinin ayrılmasına işaret etmektedir. Kısacası, çağdaş laiklik anlayışı bir yandan devlet düzeninin dini kurallara dayanmamasını, diğer yandan da devletin bireylerin sahip olduğu din ve vicdan özgürlüğünü güvenceye almasını gerektirmektedir. İktidarımız süresince laikliğin bu iki temel ayağını aksatacak herhangi bir icraatın içinde olmadık, bundan sonra da olmayacağız.
Partimizin bu laiklik anlayışı parti programında da ifadesini bulmaktadır. Programdaki ilke ve esaslara başta Genel Başkan olmak üzere tüm partililer her zaman uymuşlardır. Genel Başkan Erdoğan, ?Tüzük ve program dışındaki veya bunlara aykırı yaklaşımların partide yer bulamayacağını? defalarca belirtmiştir. Programın ?Temel Haklar ve Siyasi İlkeler? bölümünde şu ifadeler yer almıştır (EK-1 , AK Parti Programı):
?Düşünce ve ifade özgürlükleri uluslararası standartlar temelinde inşa edilecek, düşünceler özgürce açıklanabilecek, farklılıklar birer zenginlik olarak görülecektir.
Partimiz, dini insanlığın en önemli kurumlarından biri, laikliği ise demokrasinin vazgeçilmez şartı, din ve vicdan hürriyetinin teminatı olarak görür. Laikliğin, din düşmanlığı şeklinde yorumlanmasına ve örselenmesine karşıdır.
Esasen laiklik, her türlü din ve inanç mensuplarının ibadetlerini rahatça icra etmelerini, dini kanaatlerini açıklayıp bu doğrultuda yaşamalarını ancak inançsız insanların da hayatlarını bu doğrultuda tanzim etmelerini sağlar. Bu bakımdan laiklik, özgürlük ve toplumsal barış ilkesidir.
Partimiz, kutsal dini değerlerin ve etnisitenin istismar edilerek siyaset malzemesi yapılmasını reddeder. Dindar insanları rencide eden tavır ve uygulamaları ve onların, dini yaşayış ve tercihlerinden dolayı farklı muameleye tabi tutulmalarını anti-demokratik, insan hak ve özgürlüklerine aykırı bulur. Öte yandan dini, siyasi, ekonomik veya başka çıkarlara alet etmek veya dini kullanarak farklı düşünen ve yaşayan insanlar üzerinde baskı kurmak da kabul edilemez.?
LAİKLİK ODAĞI İDDİASI DELİLDEN YOKSUN
İddianamede partimizi laiklik aleyhine fiillerin odağı olarak göstermek için kullanılan söylem ve eylemlerin hiçbiri, laiklik ilkesine aykırı değildir. Örneğin, Türkiye?nin Yugoslavya?ya benzetilmesi karşısında Başbakanın ?Yüzde 99?u Müslüman bir ülke Türkiye?de din bir çimentodur? sözü laiklik aleyhine bir söylem olarak takdim edilmektedir (s.29). Bu söz, Türkiye?nin sosyolojik ve kültürel gerçekliğine ilişkin bir tespitten ibaret olup, ülkemizin asla bir Yugoslavya olmayacağına işaret etmektedir. Bir ülkede yaşayan insanların ortak değer olarak bir dine mensup olduklarını ve bu değerin de en önemli birleştirici unsurlardan biri olduğunu ifade etmenin laiklikle çelişen hiçbir yönü bulunmamaktadır. Farklı etnik kimlikler temelinde bölünmez bütünlüğe tehditlerin yöneldiği bir ülkede, bu tür birleştirici olgusal gerçeklikleri ifade eden bir siyasi liderin laiklik karşıtlığıyla suçlanmasını anlamak ve bunu laikliğin çağdaş yorumuyla bağdaştırmak mümkün değildir.
'Türk halkının yüzde 99'unun Müslüman olması'na yapılan vurgu, çok farklı siyasiler, gazeteciler, yazarlar ve akademisyenlerce benimsenen ve yerli ya da uluslararası bilimsel metinlerde de yer alan 'sosyolojik bir tespit' olarak kullanılmaktadır.
Ayrıca, Başbakanın söz konusu konuşmasının bağlamları dikkatle incelendiğinde, bu konuşmaları, çeşitli kesimlerce toplumumuzda oluşturulmasından kaygı duyulan ?Alevi-Sünni çatışması? gibi konular gündeme geldiğinde ifade ettiği ve Müslüman olan-olmayan ayrımıyla hiç alakası olmayan, vatandaşlarımız arasında mezhep ve görüş çatışmasının körüklenmesine karşı birleştirici bir tutum olarak dillendirdiği görülecektir. Zaten bunu destekleyen onlarca konuşmasında Başbakan, AK Partinin 'din eksenli bir parti olmadığını' açıkça ifade etmiştir (EK ? 2)
Diğer yandan, iddianamede Genel Başkana atfedilen ?Türkler, laikliğin Anglo-sakson yorumunu daha uygun buluyor? sözü de laikliğe aykırı gösterilmeye çalışılmaktadır (s.34). Aslında, bu bile tek başına iddianamedeki laiklikle ilgili argümanların tutarsızlığına açık bir örnek teşkil etmektedir. İddianame, bir yandan partimizi Türkiye?yi ?şeriat devletine dönüştürme?yi amaçlamakla itham ederken, diğer yandan Anglo-Sakson laiklik yorumunu daha uygun bulduğumuzu ifade etmektedir. Bu bir çelişkidir, zira hiçbir Anglo-Sakson ülkesi teokratik bir devlet sistemine sahip değildir.
Kaldı ki, Kıta Avrupası ülkeleri içinde laikliği en katı şekilde uygulayan Fransa?da bile ?laisizm? ve ?laiklik? kavramları birbirinden ayrılmaktadır. Laisizm bir fikir akımı, laiklik ise hukukî ve siyasi bir ilkedir. Laisizmin, toplumun tüm faaliyet alanlarını kilise etkisi ve dini normlardan arındırmayı amaç edinmesine karşılık, laiklik bunu sadece devletin görev alanına inhisar ettirmiştir. Oysa, Türkiye?de bu farklılık yeterince bilinmemekte ve çoğu zaman ikisi birbirine karıştırılarak biri öbürünün yerine ikame edilmektedir ki, kavram kargaşasına yol açan nedenlerden biri de budur.
AVRUPA KONSEYİ HATIRLATMASI
Kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi?ne bağlı Parlamenterler Meclisi?nin 1993 yılında aldığı 1202 sayılı karar da Avrupa ortak mekanına hakim olan laiklik anlayışını yansıtmaktadır. ?Demokratik Toplumlarda Dini Hoşgörü? başlığını taşıyan bu kararda birey-toplum ve din ilişkilerine dair şu tespitlerde bulunulmaktadır:
- Din, bireyin kendisi ve yaratıcısıyla olduğu kadar, dış dünya ve içinde yaşadığı toplumla da ilişkilerini zenginleştirici bir işlev görür.
- Batı Avrupa farklı dini inançların hoşgörü içerisinde birlikte yaşayabildiği bir seküler demokrasi modeli geliştirmiştir.
- İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (m.18) ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (m.9) tarafından güvence altına alınan ve insan onurundan kaynaklanan din özgürlüğünün kullanılması, özgür ve demokratik bir toplumu gerektirmektedir.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, bu tespitlerin ardından, Bakanlar Komitesi, Avrupa Topluluğu (Birliği) ve üye devletlere yasal güvenceler konusunda da şunları tavsiye etmektedir:
- Din, vicdan ve ibadet özgürlüğünü güvence altına almaya yönelik düzenlemeler yapılmalıdır.
- Giyim, yiyecek ve dinsel günlerin kutlanması gibi konularda farklı dini uygulamalar için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
Görüldüğü gibi, AK Partinin dinin birey, toplum ve devlet ile ilişkisine bakışı, Avrupa ülkelerindeki hakim anlayışla uyum içindedir. Dolayısıyla, bu bakış açısını yansıtan beyanların laiklik ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmek, çağdaş demokrasilerdeki anlayıştan habersiz olmak anlamına gelir.
2.2. Laiklik, Başörtüsü ve İfade Özgürlüğü
İddianamenin partimizi laiklik aleyhtarı olarak takdim ederken kullandığı en temel argüman üniversitelerde başörtüsü serbestisine ilişkin söylem ve eylemlerdir. Bu konuda partimiz mensuplarının değişik tarihlerde basına yansıyan sözleri ve nihayet Parlamentonun kabul ettiği Anayasa değişiklikleri yeterli ?delil? olarak gösterilmektedir.
Bu iddiaya yönelik cevabımız üç noktada toplanmaktadır. Birincisi, yükseköğretim kurumlarında kız öğrencilerin başörtüsü ile öğrenim görebilmesine ilişkin görüşlerin laiklikle ilişkilendirilmesi isabetli değildir. İkincisi, bu görüşün laikliğe uygun ya da aykırı olup olmadığından bağımsız olarak, iddianamede delil olarak sunulan sözlerin tamamı ifade özgürlüğü kapsamında herkesin rahatça dile getirdiği sözlerdir. Üçüncüsü, Parlamentoda gerçekleşen Anayasa değişikliği ve bu yöndeki kanun teklifleri birer yasama işlemi olması nedeniyle partimize değil, yasama organına isnat edilebilecek eylemlerdir.
2.2.1 Üniversitelerde başörtüsü serbestliği bireysel özerkliğin ve özgürlüğün gereğidir
Yükseköğretim kurumlarında başörtüsü serbestliğinin laiklikle ilişkilendirilmesi, kavramsal ve ampirik olarak doğru değildir. Yukarıda açıklandığı üzere, laiklik bir toplumda tüm inanç ve görüşler karşısında devletin tarafsızlığını gerektirmektedir. Devlet, başkalarına zarar vermediği takdirde, bireylerin kişisel tercihlerine saygı duymak zorundadır. Üniversite çağına gelmiş reşit bir öğrenci bireysel tercihleri nedeniyle başını örtmek istediğinde buna engel olunması onun özgürlük ve özerkliğine yönelik bir müdahale anlamına gelecektir. Laik devlet, yetişkin insanları kendileri için neyin doğru ya da yanlış olduğuna karar verebilecek, dolayısıyla tercihlerini ifade edebilecek özerk bireyler olarak görmek durumundadır. Bu nedenle, laiklik, bireysel tercihlerde bulunma ve kendi yaşam biçimini belirleyebilme gücüne sahip bireylerin oluşturduğu özgür ve çoğulcu bir toplum için elverişli bir ortam sunmaktadır. Bireysel tercihleri hiçe sayan kısıtlamalar, toplumun birbirinden farklı inanç, düşünce ve yaşam biçimlerine sahip bireyleri içerdiği, dolayısıyla çeşitli olduğu gerçeğini de dikkate almamaktadır. Farklılıkların bir arada yaşatılmasını hedefleyen demokratik bir ülkede üniversite öğrencilerinin şu ya da bu nedenle tercih ettikleri bazı kıyafetleri yasaklamak, çoğulculuğu, birlikte yaşama arzusunu, hoşgörü ve diyalogu ortadan kaldırabilecek bir uygulamadır. Laik bir düzende yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafetin yasaklanmaması, bireysel özgürlüklere, eşitlik ilkesine ve farklı tercihlere saygının bir gereğidir.
Cumhuriyetimizin temel ideali, tüm bireylerin ve özellikle genç kızların modern eğitim sisteminin kazanımlarından faydalanmasıdır. Unutulmamalıdır ki, Türkiye'de 'eğitim ve öğretimin birliği' (Tevhid-i Tedrisat) esastır. Bu nedenle başörtülü genç kızların devlet tarafından çerçevesi belirlenen üniversite eğitimi alması, böylece çağdaş bilgilerle donanmaları Cumhuriyetin kazanımı olacaktır. Bugün modern toplum tüm bireylerin, özellikle de kadınların modern eğitim alması sayesinde inşa edilmekte ve sürdürülmektedir. Bu noktada gerçek bir Cumhuriyetçi bakış açısı, bir kısım kız öğrencilerin başörtüleri sebebiyle modern eğitim sisteminden dışlanmasını değil, modern eğitim sistemine dâhil edilmelerini gerektirir. Böylece bu toplum kesimlerini ve yetiştirecekleri nesilleri toplumsal hayatın merkezi süreçlerine katmak ve dışlanmalarını önlemek, modern devlet düzeni ve toplum hayatı için kazanımdır. Unutulmamalıdır ki, modern eğitim sistemi içine dâhil edilemeyen toplumsal kesimlerin, marjinal ya da radikal bazı fikirler karşısında bağışıklıkları zayıftır. O nedenle başörtülü olarak eğitim sistemi içinde yer almak ve çağdaş toplum yapısının gereklerine uygun bilgilerle donanmak isteyen kişilerin taleplerinin karşılanması laiklik ilkesini zayıflatan değil, güçlendiren bir yaklaşımdır.
RADİKALLERE SET ÇEKMEK, ÜNİVERSİTELERİ HERKESE AÇMAKLA OLUR
Üniversite eğitimi din ve devlet işlerinin ayrılması ilkesinin kaynağı olan seküler bir yapıya sahiptir. Bu yapı içinde din ve vicdan hürriyetinden faydalanarak başörtüsü örten, vatandaşlık görevlerini yerine getiren kişilerin modern eğitim hizmeti alma taleplerinin karşılanması siyasi açıdan ayrıştırıcı değil, topluma entegre edici bir yaklaşımdır. Çağdaş devlet düzeni açısından tehdit unsuru içeren radikal ve marjinal fikirlere set çekilmesi, ancak toplumun mümkün olan en geniş kesiminin eğitim sistemi içine dâhil edilmesi ve demokratik prensipler ışığında bunun azamileştirilmesi ile mümkündür.
Diğer yandan, üniversitelerde kılık ve kıyafete yönelik kısıtlamaların laikliğin gereği olduğu görüşü ampirik olarak da doğru değildir. Laiklik ilkesinin şu ya da bu ölçüde benimsendiği demokratik ülkelerin hiçbirinde yükseköğretim kurumlarında başörtüsü yasağının bulunmadığı bir gerçektir. İlköğretim ve lise düzeyindeki devlet okullarında başörtüsünü yasaklayan Fransa?da dahi üniversite düzeyinde böyle bir yasak bulunmamaktadır. Bu bağlamda iddianamede partimizin bu gerçeklere ilişkin ifadeleri ?yanıltıcı? olarak nitelendirilmekte ve ?Avrupa?da en fazla Müslüman nüfus barındıran devletlerden Fransa?da türbanı okullarda ve kamusal alanda yasaklamıştır? denmektedir (s.114). Oysa gerçekte ?yanıltıcı? olan partimizin görüşleri değil, Başsavcının bu iddiasıdır. Fransa?da sadece ilk ve ortaöğretim düzeyindeki devlet okullarında başörtüsü sınırlaması söz konusudur. Üniversite düzeyinde ise böyle bir sınırlama bulunmamaktadır.
Fransa?da başörtüsü dâhil dini sembollerin eğitim kurumlarında kullanılması hakkında 2003 yılında oluşturulan Stasi Komisyonu bir rapor hazırlamıştır. Bu rapor çerçevesinde 10 Şubat 2004 günü çıkarılan yasayla, ilk ve orta dereceli devlet okullarında öğrencilerin bir dini eğilimi açıkça ortaya koyan işaretleri taşımaları ve kıyafetleri giymeleri yasaklanmıştır. Üniversitelerle ilgili olarak, Stasi Komisyonu önceliğin öğrencilerin dini, siyasi ve felsefi inançlarını ifade etme hakkına verilmesi gerektiğini kabul etmiştir. Nitekim, devlet okulları dışında ve üniversitelerde başörtüsü yasağı bulunmamaktadır.
Kısacası, Türkiye?nin Avrupa Birliği?ne tam üyeliği için çalışan bir siyasi partinin Avrupa?nın hiçbir ülkesinde bulunmayan bir yasağı kaldırmaya çalışmasını laiklikle ilişkilendirerek Anayasaya aykırı saymak doğru bir yaklaşım değildir.
2.2.2 Kılık ve kıyafet serbestliğine ilişkin sözler ifade özgürlüğü kapsamındadır
Anayasamızın 2 nci maddesine göre Cumhuriyetin değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek niteliklerinden biri de ?demokratik devlet?tir. Demokrasinin temeli de ifade özgürlüğüdür. Sözün özgür olmadığı yerde hiç kimse özgür değildir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de ifade özgürlüğü ile ilgili ilkeleri ortaya koyduğu Handyside kararında ifade özgürlüğünün demokrasiler için önemini açıkça belirtmiştir. Mahkeme, bu kararında daha sonra ifade özgürlüğüyle ilgili verdiği hemen her kararında tekrarladığı şu hususları vurgulamıştır:
- İfade özgürlüğü, demokratik toplumun asli temellerindendir, toplumun ilerlemesinin ve bireyin gelişmesinin temel şartlarından birini oluşturur.
- İfade özgürlüğü, demokratik toplumun vazgeçilmez özelliklerinden olan çoğulculuk, hoşgörü ve geniş görüşlülüğün gereğidir.
- İfade özgürlüğünün sağlayacağı özgür siyasi tartışma, Sözleşmenin bütününe egemen olan demokratik toplum kavramının özünü oluşturur.
- İfade özgürlüğü sadece genel kabul gören, zararsız veya önemsiz fikir ve haberler için değil; fakat aynı zamanda devlete veya toplumun bir kısmına aykırı gelen, kural dışı, şaşırtıcı veya endişe verici olan fikir ve haberler için de geçerlidir.
TOPLUM BAŞÖRTÜSÜNE KARŞI DEĞİL
Üniversitelerde kılık ve kıyafet serbestliği konusunda kişilerin ve siyasi partilerin farklı düşünmeleri son derece normaldir. Partimiz her fırsatta bu meselenin gerginliğe yol açmadan toplumsal ve kurumsal mutabakatla çözümlenmesi gerektiğine işaret etmiştir. Bu konuda yapılan kamuoyu yoklamalarında toplumun yaklaşık yüzde sekseninin bu yasağın kalkması yönünde görüş bildirdiği de bilinmektedir. Demokratik bir toplumda siyasi partilerin toplumsal sorunlara barışçıl çözüm önerileri sunması ve bu konuda harekete geçmesi onların varlık nedenidir. Bir siyasi partiyi bundan dolayı suçlamak demokratik anlayışla bağdaşmamaktadır. Bu, siyasi alanda tüm partilerden ve siyasilerden aynı görüşü savunmalarını istemek olur ki, çoğulcu demokrasilerde bu mümkün değildir. Nitekim açılan bu dava ile adeta, laikliğin iddianamede ortaya konulan yorumunun bütün siyasi partilere kabul ettirilmeye çalışılması amaçlanmaktadır.
Oysa siyasi partiler, toplumsal meseleler hakkında farklı düşündükleri ve farklı çözüm önerileri sundukları için birden fazladırlar. Üniversitelerde başörtüsü yasağını savunan siyasi partiler vardır ve muhtemelen bundan sonra da olacaktır. Ancak partimiz ve diğer birçok siyasi parti ise bu yasağın kalkması gerektiğini dile getirmiştir. Toplumsal sorunlar karşısında sergilenen bu tür farklı görüş ve duruşlar, ifade ve örgütlenme özgürlüklerini anlamlı kılan en önemli unsurdur. İddianamede öyle bir anlayış benimsetilmeye çalışılmaktadır ki, laiklik ilkesi bağlamında bazı hususların talep edilmesi bir yana, laiklikle ilgili bazı sorunların varolduğuna işaret etmek, bu konularda farklı bir fikir beyan etmek hatta laiklikle ilgili bazı konuları konuşmak bile laikliğe aykırı eylemler olarak sunulmaktadır.
Halbuki siyasi parti kararlarında AİHM, demokrasinin ifade özgürlüğüne dayandığını ve bu bağlamda ülke sorunlarını şiddete başvurmaksızın, diyalog yoluyla çözme fırsatı sunduğunu belirtmiştir. Mahkeme?ye göre, toplumun bir bölümünün meselelerini kamuya açık bir şekilde tartışan ve ilgili tarafları tatmin etmeye yönelik demokratik kurallara uygun çözüm önerileri bulmak amacıyla siyasi alanda faaliyet gösteren bir siyasi partinin engellenmesi hiçbir şekilde haklılaştırılamaz. (TBKP/Türkiye, par.57).
Partimizin üniversitelerde kılık ve kıyafet serbestliği konusundaki görüş ve politikalarının Anayasa Mahkemesi?nin içtihadına aykırı olduğu, dolayısıyla bu yöndeki eleştirilerin güçler ayrılığı ilkesini hiçe saydığı yönündeki görüşün de hiçbir dayanağı bulunmamaktadır. Başbakanın toplumsal gerilimden uzak durmayı ve uzlaşmayı öne çıkardığı şu konuşması bile iddianamede ?delil? olarak kabul edilmiştir: ?Emredici bir hüküm getirseydi, tüm AB ülkelerinde uygulanması gerekirdi. Avrupa'da ve dünyada genel olarak üniversitelerde başörtüsü yasağı yok. AİHM?in Türkiye'ye özgü şartlar nedeniyle böyle bir karar aldığını düşünüyorum. Böyle bir yasak Anayasa?da yok. Sadece Anayasa Mahkemesi?nin bir yorumu var. Yasama yeni bir yasa çıkarırsa, Anayasa Mahkemesi durumu gözden geçirmek zorundadır, bu yorum da kalıcı değildir. Yasa çıkarabiliriz. Ama arzumuz bu sorun toplumsal gerilime yol açmasın ve özgürlükler noktasında çözülsün.? (s.43).
SAVCI YARGI KARARLARININ ELEŞTİRİLEMEZ OLDUĞUNA İNANANIYOR
Bu ve benzeri ifadelerin iddianamede yer alması, yargı kararlarının adeta eleştirilemez olduğuna dair bir inancı yansıtmaktadır. Nitekim, partimiz yetkililerinin bazı mahkeme kararlarını eleştirmesi ?çoğulcu demokrasinin güçler ayrılığı ilkesine dayandığı gerçeğini adeta reddederek totaliter bir anlayışın savunuculuğunu? yapmak olarak nitelendirilmiştir (s.135). Halbuki, yargı kararlarının bağlayıcı olması onların eleştirilemeyeceği anlamına gelmez. Çoğulcu demokrasilerde bilhassa siyasi partiler bu kararları eleştirebilir ve en önemlisi bu kararların değişmesi için faaliyette bulunabilirler. Esasen bunun aksini düşünmek mümkün değildir. Mahkeme kararları eleştirilemez kabul edildiğinde hukukun gelişmesi ve kuralların yeni gelişmeler ışığında yorumlanması imkanı kalmayacaktır. Bu da hukuku statik bir hale getireceği gibi, demokratik bir ülkede siyasi partileri işlevsiz kılacaktır.
Nitekim, bazı yargı mensuplarımız da özellikle Anayasa Mahkemesi kararlarının eleştiriye açık ve değişebilir nitelikte olduğunu vurgulamışlardır. Sözgelimi, 2006 yılında Anayasa Mahkemesi?nin 44.Kuruluş Yıldönümü töreninde yapılan açış konuşmasında dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı H.Tülay Tuğcu aynen şunları söylemiştir. (EK ? 3)
?Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin ve bağlayıcı olması, onların eleştirilemez olduğu anlamına gelmemektedir. Diğer deyişle, mahkeme kararlarına uyma yükümlülüğü, söz konusu kararları eleştirme hakkını ortadan kaldırmamaktadır. Bir hukuk devletinde, yargı kararlarının da eleştirilebilmesi doğaldır. Mahkeme kararlarının oybirliği ile alınmadığı durumlarda, azlık oyu kullanan üyelerin düşüncelerinin de bu anlamda karşı hukuki düşünceyi oluşturduğu açıktır. Anayasa Mahkemesi?nin işin esasına girerek reddettiği konularda on yıl geçtikten sonra tekrar başvuruda bulunulabilmesi, Anayasa Mahkemesi kararlarının eleştiriye açık ve değişebilir nitelikte olduğunun bir diğer kanıtıdır.
Bir hukuk devletinde, mahkeme kararlarının gerek akademik çevrelerde, gerekse uygulayıcılar tarafından ele alınıp incelenmesi gerekli ve yararlıdır. Bu tür eleştirilerin yargıya yeni ufuklar açma olasılığı her zaman vardır.?
Nitekim Anayasa Mahkemesi, siyasi parti kapatma davalarında laikliğin gerekleri konusunda birbirinden farklı yorumlar yapabilmiştir. Örneğin, Özgürlük ve Demokrasi Partisi, 'Devlet din işlerine karışmayacak, din cemaatlere bırakılacaktır' biçimindeki program hükmüne dayanılarak kapatılmıştır (E. 1993/1, K. 1993/2, K.T. 23.11.1993). Ancak, daha sonra Demokratik Barış Hareketi Partisi davasında, yine parti programındaki Diyanet İşleri Başkanlığının bir Devlet kurumu olmaktan çıkarılmasını amaçlayan hükümden dolayı kapatma talebi reddedilmiştir (E. 1996/3, K. 1997/3, K.T. 22.5.1997). Bu durum, Anayasa Mahkemesi?nin laiklik yorumunun da sürekli bir değişim ve gelişim içerisinde olduğunu göstermektedir.
Bu bağlamda partimizin genel başkanı ve üyelerinin değişik tarihlerde başörtüsünün yükseköğretim kurumlarında serbest bırakılmasına yönelik konuşmalarının, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu konuşmaların hiçbiri, yerleşik mahkeme içtihatlarının tanınmaması ya da bunların bağlayıcılığının reddedilmesi olarak görülemez. Kaldı ki, bu konuda birçok siyasi parti görüş açıklamış, hatta sorunun çözümüne yönelik girişimlerde bulunmuşlardır.
Strasbourg organlarının üniversitelerde başörtüsü meselesiyle ilgili kararlarına da yer verilen iddianamede, adeta bu konuda son noktanın konduğu ileri sürülmektedir. Bu görüş, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi?nin hak ve özgürlükleri koruma konusunda asgari standartları getirdiği ve bunun üzerinde bir korumanın taraf devletlerce sağlanmasının mümkün olduğu gerçeğini görmezlikten gelmektedir. Nitekim Sözleşme?nin 53 üncü maddesine göre, ?Bu Sözleşme hükümlerinden hiçbiri, herhangi bir Yüksek Sözleşmeci Taraf?ın yasalarına ve onun taraf olduğu başka bir Sözleşme?ye göre tanınabilecek insan haklarını ve temel özgürlükleri sınırlayamaz veya onlara aykırı düşecek şekilde yorumlanamaz.?
Leyla Şahin kararında AİHM, ?eğitim kurumlarında dini sembollerin kullanılması? konusunda Avrupa ülkelerinde farklı uygulamaların olabileceğini, bu konuda kuralların ülkeden ülkeye değişebileceğini belirtmiştir. Bu nedenle, Mahkemeye göre, dini sembollerin kullanılmasına ilişkin hukuki düzenleme yapma konusunda taraf devletler geniş bir takdir yetkisine sahiptirler (Büyük Daire kararı, par.109).
Kaldı ki, AİHM?in ihlal bulmadığı kararlardan sonra ilgili devletin hak ve özgürlükleri koruyucu yönde yeni yasal düzenleme yapmalarının önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. Bunun aksini savunmak, örneğin AİHM?in Sözleşmeye aykırı bulmadığı Türkiye?deki yüzde onluk seçim barajının hiçbir zaman değiştirilemeyeceğini ileri sürmek anlamına gelecektir. Nitekim Büyük Daire?nin Leyla Şahin kararından sonra o dönemde AİHM yargıcı olan Rıza Türmen de, bu kararın Türkiye?de üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılmasına engel olmadığını şu sözlerle dile getirmiştir: ?AİHM, Şahin davasında Türkiye'nin yasak gerekçelerini AİHS'ye aykırı bulmadı. Karar, üniversitelerde türban yasağının kaldırılmasının AİHS'ye aykırı olacağı anlamına gelmez'
Ayrıca, Anayasanın 10 ve 42 inci maddelerinde yapılan değişikliklerin uygulanması gerektiğine dair açıklamaların ?laikliğe aykırı beyan? olarak sunulması anlaşılır gibi değildir. Örneğin AK Parti Adana milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat?ın 2008 yılı Şubat ayında yaptığı bir konuşmada üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağının Anayasa ihlali olduğunu ileri sürerek, ?beğensek de, beğenmesek de 1982 Anayasası yürürlüktedir. Herkes bu Anayasaya uymak mecburiyetindedir?(s.95-96); Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu?nun ?Uygulamaya üniversite yönetimleri ve YÖK karar verecek. (?). Derlerse ki ?Anayasa değişikliği yeterli?, uygulamayı hemen başlatabilirler. ?Bekleyelim? derlerse ek 17. maddenin çıkmasını da bekleyebilirler?; AK Parti Grup Başkan Vekili Sadullah Ergin?in ?Hukuk devletinde hukuka saygılı olmak lazım. Artık uygulayıcıların da bu düzenlemeye uygun hareket etmesini umuyoruz? (s.100); AK Parti Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ?ın ?Anayasa değişiklikleri uygulama kabiliyeti olan düzenlemelerdir. ?Uygulamam? deme hakkı hiç kimsede yoktur? (s.101) şeklindeki sözleri laikliğe aykırı olarak nitelendirilmiştir.
Halbuki, ülkede yaşayan herkesi ve her kurumu bağlayan Anayasanın uygulanması gerektiğini söylemek, laikliğe aykırı olmak bir yana, hukuk devleti olmanın zorunlu bir gereğidir.
Sonuç olarak, sadece laiklik konusundaki yorum farkından dolayı bir siyasi partinin kapatılmasının istenmesi, evrensel standartlara uygun laiklik ilkesi, ifade ve siyasi parti özgürlükleri ile asla bağdaşmaz. Esasen partimizin laiklik anlayışı da demokratik ülkelerde ve uluslararası belgelerde benimsenen laiklik anlayışı ile uyumludur. Dolayısıyla, partimizin laikliğin içini boşalttığı yolundaki iddia bütünüyle temelsizdir. Ayrıca, Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında laiklik ilkesi yanında insan haklarına saygılı demokratik hukuk devleti ilkelerine de yer verilmesi, laiklik ilkesinin bu ilkelerle birlikte ele alınması ve anlaşılması gerektiğini göstermektedir.
2.2.3 Yasama faaliyeti olan Anayasa değişikliklerinin laikliğe aykırı olduğu ileri sürülemez
İddianamede TBMM?nin 09.02.2008 tarihinde yaptığı değişiklikler de partimiz aleyhine en önemli ?delil? olarak kullanılmaktadır. Nitekim, Başsavcı bir gazeteciyle yaptığı mülakatta bu anayasa değişikliklerinin partimiz hakkında açılan davanın temel gerekçesi olduğunu söylemiştir. (EK ? 4)
Nitekim, iddianamede Anayasanın 10 ve 42 inci maddeleri ile ilgili olarak şu hususlara yer verilmiştir:
?Cumhuriyetin değiştirilmesi ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen nitelikleri arasında bulunan laiklik ilkesi gereğince üniversitelerde türban ile öğrenim görülmesinin mümkün bulunmamasına binaen; Yüksek Öğretim Kanununda üniversitelerde türbanla öğrenim görülmesini sağlayacak bir değişikliğin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edileceğini öngören davalı Parti önce Anayasa?nın 10. ve 42. maddelerinde değişiklik yapmak ve daha sonra bu değişikliğe dayanmak suretiyle Yüksek Öğretim Yasasında yapacağı değişiklikle üniversitelerde türbanla öğrenim görülmesinin yolunu açmak istemektedir. Yükseköğretim Yasasında değişiklik içeren teklifin Anayasaya aykırı olduğu tartışmasızdır. Anayasa değişikliği içeren teklif ise amaç yönünden Anayasaya aykırılık taşımaktadır.
Anayasanın 10. ve 42. maddelerinde değişiklik öngören teklif TBMM?de 09.02.2008 tarihinde kabul edilmiş, Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmasını müteakip 5735 sayılı Yasa olarak 23 Şubat 2008 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.?(s.133).
?Türbanın yükseköğretim kurumlarında serbestçe takılmasına olanak sağlamak üzere Anayasanın 10 ncu ve 42 nci maddelerinde değişiklik yapılmasını içeren kanun teklifinin Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partili milletvekillerinin imzalarıyla, aynı amaca yönelik olarak 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunun Ek 17 nci maddesinde değişiklik yapılmasına dair kanun teklifinin ise her iki partili yedi milletvekilinin imzalarıyla 29.01.2008 ve 30.01.2008 tarihlerinde TBMM?ne sunulduğu? belirtilmektedir (s.112-113).
Evvela, ?laiklik ilkesi gereğince üniversitelerde türban ile öğrenim görülmesinin mümkün bulunmaması?na dair görüş, yukarıda açıkladığımız nedenlerden dolayı isabetsizdir. Bir an için, bu görüşün Anayasa Mahkemesi?nin 1991 yılında verdiği ?yorumlu ret? kararına dayandırıldığı düşünülse bile, bu kararın Parlamentonun aynı konuda bir yasa veya Anayasa değişikliği yapmasını engellediği savunulamaz. Anayasa Mahkemesi?nin iptal kararından sonra yasama organının aynı konuda düzenleme yapabileceğine dair çok sayıda örnek bulunmaktadır.
İkinci olarak, ?Yükseköğretim Yasasında değişiklik içeren teklifin Anayasaya aykırı olduğu tartışmasızdır? sözü de hem hukuken yanlıştır, hem de Anayasa Mahkemesi?nin yorum yetkisine müdahale niteliğindedir. Bir kere, bizim anayasal düzenimizde kanun tekliflerinin Anayasaya uygunluğunun incelenmesi Parlamento dışındaki bir organ tarafından yapılamaz. Bu anlamda henüz yasalaşmamış, Parlamentoda yasama sürecinin komisyon ve genel kurul aşamalarından geçmemiş bir metnin ?Anayasaya aykırı olduğu?nun söylenmesi hukuken hiçbir geçerliliğe sahip değildir.
Üçüncüsü, ?Anayasa değişikliği içeren teklif ise amaç yönünden Anayasaya aykırılık taşımaktadır? görüşü hem yanlıştır, hem de aynı şekilde yukarıda belirtildiği üzere, Anayasa Mahkemesi?nin yetki alanına müdahale niteliğindedir. Yanlıştır, çünkü Anayasanın hükümleri arasında hiyerarşi bulunmamaktadır. Şekil sakatlığı dışında, Anayasanın bir hükmünün diğer bir hükmüne aykırı olduğu hukuken ileri sürülemez. Nitekim Anayasamız anayasa değişikliklerinin esas bakımından denetimini kabul etmediği gibi, şekil bakımından uygunluk denetimini de ?teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı? tutmuştur (m.148/2). Bu anlamda iddianamenin yukarıda alıntılanan kısmında da belirtildiği üzere 23 Şubat 2008 tarihinden bu yana yürürlükte bulunan Anayasanın 10 ve 42 nci maddelerindeki değişikliklerin laiklik ilkesine aykırı olduğu iddiası hukuki açıdan ileri sürülemez. Kaldı ki, bu değişiklikler kamu hizmetlerinden yararlanmada kanun önünde eşitlik ilkesi, üniversite eğitiminde fırsat eşitliği ve öğrenim özgürlüğünün alanını genişletme gibi amaçlar taşımaktadır.
DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ