Dolar

34,9524

Euro

36,6030

Altın

3.020,06

Bist

10.058,63

İşte AK Parti'nin 'tarihe not düşen' savunması

AK Parti'nin Anayasa Mahkemesi'ne verdiği ön savunmasında, ?İddianamesinin meşruiyeti yok' denildi. İşte demokrasi manifesto gibi savunmanın ayrıntıları:

18 Yıl Önce Güncellendi

2008-05-03 11:23:00

İşte AK Parti'nin 'tarihe not düşen' savunması

 

AK Parti'nin kapatma davasına karşı Anayasa Mahkemesi'ne sunduğu ön savunmada yeni projeler peşinde koşan toplum mühendislerinin ülkeye deli gömleği giydirmeye çalıştığı belirtildi. Davayla birlikte ülkenin ağır ekonomik ve siyasi bedeller ödeyecek bir sürecin içine atıldığı belirtilerek, 'Bu davada biz değil millet iradesi, demokrasi ve siyaset yargılanıyor' denildi.

AK Parti'nin meşruiyetinin tam olduğu ve kendisini savunmasının sözkonusu olmadığı belirtilen ön savunmada, 'Bu bağlamda söyleyeceklerimiz tarihe ve tanıklık ettiğimiz çağa düştüğümüz notlar olarak görülmelidir' denildi. İşte 98 sayfalık ön savunmadan çarpıcı bölümler:

SİYASET MÜHENDİSLERİ YENİ PROJE PEŞİNDE

Siyasi tarihimizde bazı kırılma anları vardır. Kafaların karıştığı, akılların tutulduğu, umutsuzluğun arttığı böylesi alacakaranlık anlarda önce kavramlar birbirine karışır. Azınlık yönetiminin adı demokrasi, ülkeyi batırmaya çalışmanın adı vatanperverlik, baskı özgürlük ve haksızlık adalet oluverir. Suçlanması gerekenler suçlayanlar olur.

Böyle zamanlarda siyaseten alınması gereken kararlar siyasetin dışına taşınır. Millet iradesinin belirlediği siyasi aktörleri beğenmeyenler yoğun mesai yapar. Yeni projeler peşinde koşan toplum ve siyaset mühendisleri, kimbilir kaçıncı deli gömleğini dikmeye çalışır.

Zamanın ruhunu kavrayamayanlar, bilerek ya da bilmeyerek, ülkeyi geriye götürecek adımlar atar. AK Parti hakkında açılan bu davayı böyle bir adım olarak görüyoruz.

HUKUK ŞAKASI DEĞİL

Kurulduğu andan beri milletin menfaatlerini içeride ve dışarıda en iyi şekilde savunan, Cumhuriyetin insan hakları, demokrasi, laiklik ve hukukun üstünlüğü gibi değerlerini koruyup geliştirmeye çalışan ve çağdaş uygarlık yürüyüşünün önemli durağı olan AB'ye tam üyelik hedefinin gerçekleşmesi için gerekli her adımı atan bir siyasi partinin kapatılmak istenmesi anlaşılabilir bir durum değildir. Maalesef bu bir hukuk şakası da değildir. Tersine, bu dava ülkemize ve milletimize ağır ekonomik ve siyasi bedeller ödetebilecek bir süreci başlatmıştır.

GERÇEK BİR TÜRKİYE PARTİSİDİR

AK Parti, toplumun tüm kesimlerinden, tüm kültürel gruplarından, ülkemizin her bölgesinden, bütün ekonomik katmanlardan ve tüm sosyolojik tabakalarından oy almış bir kitle partisi, gerçek bir Türkiye partisidir. Partimiz, son genel seçimlerde 81 ilin biri hariç tümünden milletvekili çıkaran tek partidir. Dolayısıyla AK Parti Türkiye'nin birlik ve bütünlüğünün teminatıdır.

Toplumun tüm kesimleriyle buluşmuş ve ülkenin birlik ve bütünlüğünün teminatı haline gelmiş bir partinin Anayasaya aykırı eylemlerin odağı olarak gösterilmesi düşünülemez.

MEŞRUİYETİNE İNANMIYORUZ

Hakkımızda düzenlenen bu iddianamedeki iddia ve ithamların hiçbirini kesinlikle kabul etmiyoruz. İddianamenin hukuki ve siyasi anlamda hiçbir meşruiyetinin de olmadığına inanıyoruz.

Kapatma talebiyle açılan bu davada, amacımız sadece partimizi savunmak değildir. Esasen biz milletimize ve devletimize hizmetten başka savunmayı gerektirecek hiçbir şey yapmadık. Siyaseti her zaman millete hizmetin aracı olarak gördük.

GİZLİ GÜNDEM YOK

Söylem ve eylemlerimiz insan haklarına saygılı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyetimizin bir adım daha ileri gitmesine yöneliktir. Biz bu adımları milletimizin önünde attık. Açıkladıklarımız ve yaptıklarımız dışında gizli gündemimiz hiçbir zaman olmadı ve bundan sonra da olmayacaktır. Bu bağlamda söyleyeceklerimiz tarihe ve tanıklık ettiğimiz çağa düştüğümüz notlar olarak görülmelidir. AK Parti olarak bu açıklamaları, aziz milletimize ve devletimize karşı üstlendiğimiz görev ve sorumluluğun bir gereği olarak görüyoruz.

Millet iradesi yargılanıyor

Bu davada partimizin değil, partimize gönül veren milletimizin ve onun değerlerinin yargılandığını düşünüyoruz. Bu davada millet idaresi, demokrasi ve siyaset yargılanıyor. Son seçimde neredeyse iki kişiden birinin oyunu alan bir parti olarak, milletin bize verdiği emanete sonuna kadar sahip çıkacağız. Milletimizin daha demokratik, özgürlükçü, çoğulcu bir toplumda müreffeh ve huzurlu bir şekilde birlikte yaşama hakkını sonuna kadar savunacağız.

Erdoğan'ın sözleri ifade özgürlüğü kapsamında

İddianamede AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın 'laikliğe aykırı eylemleri' olarak sıralanan 61 adet 'açıklama' incelendiğinde bunların büyük çoğunluğunun üniversitelerde kılık kıyafet özgürlüğüne ilişkin beyanlar olduğu anlaşılmaktadır. Bu tür açıklamalar sadece AK parti mensupları tarafından değil. Başka partilerin mensuplarınca da yapılmıştır.

BAYKAL'IN BEYANLARI

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, başörtüsünün dindeki yeri hakkında din bilginlerine atıfla, TBMM'de partisinin 5 şubat 2008 tarihli grup toplantısında şunları söylemiştir. 'İslamiyet'te bir 'himar' diye bir örtü kavramı geçer, himar, çoğulu humur, bu örtü müdür, başörtüsü müdür tartışması vardır. Genellikle fıkıhçılar, bunun başörtüsü olarak anlaşılması gerektiğinde ittifak etmişlerdir, ama bunun bir örtü olarak anlaşılması gerektiğini söyleyen din bilim adamları da elbette vardır.'

CHP KURULTAYININ AFİŞLERİ

CHP'nin 26 nisan 2008 tarihli kurultayı öncesinde hazırlanan ve reklam panolarında yer alan afişlerde Deniz Baykal'ın fotoğrafıyla birlikte verilen şu sözler de dikkat çekicidir.'çekil aradan. Din bizim. Devlet bizim. Millet bizim'
BÜLENT ECEVİT'İN BEYANLARI

CHP ve DSP eski Genel başkanı ve eski Başbakanlardan Bülent Ecevit, 27 Aralık 1981 tarihli 'başörtüsü konusu' başlıklı mektubunda şunları ifade etmiştir. 'Başörtüsü ile uğraşmanın gereksiz olduğuna inanıyorum. Gardrop Atatürkçülüğünün tipik bir örneği...'

DEMİREL'İN BEYANLARI

1991 yılında yayınlanan ve Süleyman Demirel ile mülakatları bir araya getiren,'İslam demokrasi Laiklik' başlıklı kitapta Demirel şunları söylemiştir.

'Kişi laik olmaz ki, devlet olur laik. Kişi ya inanç sahibi olur, ya da inançsız olur. Kişinin laikliği diye bir kavram yok... Türkiye laikliği dinsizlik olarak anlamış, yanlış tatbikatlar yapmıştır'

Başörtüsü değişikliği laikliğe aykırı değil

İddianamede başörtüsü yasağının kaldırılmasına ilişkin milletvekillerinin demeçlerinin laikliğe aykırılık oluşturmadığı da kaydedilen ön savunmada bunların delil sayılamayacağı ifade edildi. Ön savunmanın bu bölümü şöyle:

?İddianamenin partimizi laiklik aleyhtarı olarak takdim ederken kullandığı en temel argüman üniversitelerde başörtüsü serbestisine ilişkin söylem ve eylemlerdir. Bu konuda partimiz mensuplarının değişik tarihlerde basına yansıyan sözleri ve nihayet parlamentonun kabul ettiği anayasa değişiklikleri yeterli 'delil' olarak gösterilmektedir.

Bu iddiaya yönelik cevabımız üç noktada odaklanmaktadır. Birincisi, yükseköğretim kurumlarında kız öğrencilerin başörtüsü ile öğrenim görebilmesine ilişkin görüşlerin laikliğe aykırı olduğu düşüncesi isabetli değildir.İkincisi, bu görüşün laikliğe uygun ya da aykırı olup olmadığından bağımsız olarak, iddianamede delil olarak sunulan sözlerin tamamı ifade özgürlüğü kapsamında herkesin rahatça dile getirebileceği sözlerdir.

Üçüncüsü, parlamentoda gerçekleşen anayasa değişikliği ve bu yöndeki kanun teklifleri birer yasama işlemi olması nedeniyle partimize değil yasama organına isnat edilebilecek eylemlerdir. Kaldı ki söz konusu yasama işlemlerinin Anayasa aykırı hiçbir yönü bulunmamaktadır.

İddianamede TBMM'nin 09.02.2008 tarihinde Anayasa'nın 10 ve 42'nci maddelerinde yaptığı değişiklikler de partimiz aleyhine en önemli 'delil' olarak kullanılmaktadır. Nitekim, Başsavcı bir gazeteciyle yaptığı mülakatta bu anayasa değişiklerinin partimiz hakkında açılan davanın temel gerekçesi olduğunu söylemiştir.

VEKİLLER ANAYASAL HAKKINI KULLANDI

Anayasa'nın 10 ve 42.maddelerindeki değişikliklere ilişkin kanun teklifi herhangi bir partinin teklifi değil, milletvekillerinin teklifidir. Anayasaya göre, Anayasa değişikliklerinin Meclise Bakanlar kurulu tasarısı olarak getirilmesi de mümkün değildir. Anayasa değişikliklerinin parlamentoda gizli oyla yapılması, bu tür değişikliklerden herhangi bir siyasi partinin sorumlu tutulmasını da hukuken engellemektedir. Nitekim, parlamentodaki oylamada söz konusu anayasa değişikliklerinin 411 oyla kabul edilmesi, AK Parti'ye mensup milletvekilleri dışındaki diğer milletvekillerinin de bu değişikliğe olumlu oy verdiklerini göstermektedir. Bir anayasa değişikliği teklifine bizzat anayasanın kendisi tarafından bu konuda münhasıran yetkilendirilen milletvekillerinin imza atmalarının anayasaya aykırı olarak nitelendirilmesi asla düşünülemez. AK Parti ve MHP milletvekillerinin tek yaptığı şey meşru Anayasal yetkilerini kullanmaktan ibarettir.

Savcının algılama hatası

Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın iddianameyi 'muhalefet ağzıyla' kaleme aldığı kaydedilen ön savunmada, suçlamalar reddedildi, ?İddianamenin hiçbir meşruiyetinin olmadığına inanıyoruz' denildi. 'Sonuç ve Talep' bölümünde ise şu ifadelere yer verildi:

'Bir bütün olarak değerlendirildiğinde iddianame, toplumsal talepleri dile getirme görevi olan siyasilerin, toplumsal ve siyasi sorunlar karşısında adeta duyarsız ve dilsiz olduğu bir partiler düzeni istemektedir. İddianamede 'delil' olarak sunulan beyan veya eylemlerin özgürlükçü demokratik ve laik rejime yönelik bir tehdit oluşturduğu söylenemez. Aksine bu sözde 'deliller'le bir siyasi partinin kapatılmasının talep edilmesi, Türkiye'de demokrasiyi teksesli ve yasakçı bir boyuta taşıyabilecek bir tehdit niteliğindedir. Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, ortada AK Parti'ye isnat edilebilecek nitelikte laikliğe aykırı eylemler, hatta söylemler olmadığına göre, laikliğe aykırı eylemlerin odağı olmaktan değil, ancak 'vehimlere dayalı bir algılama hatası'nın varlığından söz edilebilir. Her biri tek başına laikliğe aykırılık oluşturmayan ifadeler, bir milyon defa tekrarlansa bile, bir partiyi Anayasaya aykırı eylemlerin odağı haline getirmez. Sonuç olarak, AK Parti'nin kapatılması için açılan davanın reddine karar verilmesi hususunu Anayasa Mahkemesi'nin takdirlerine sunarız.'

Cumhurbaşkanı'nın sorumluluğu yok

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ilgili bölümler de ön savunmada şu ifadeler yer aldı:

?Parlamenter sistemlerde, devlet başkanının siyasi sorumluluğu yoktur. Görevde bulunan bir Cumhurbaşkanı için yaptırım istenmesini hukuki bir temele bağlamanın imkanı yoktur. Parti kapatmada da Cumhurbaşkanının sorumluluğundan söz edilemez. Cumhurbaşkanı tarafsızdır ve parti üyesi olamaz.

Abdullah Gül, 28.08.2007 tarihinde Cumhurbaşkanı seçilmiş ve parti ile ilişiği kesilmiştir. Hakkında 5 yıllık yasak talep edilmesi Anayasaya açıkça aykırıdır. Sözü edilen genelgelerle, adı geçen cemaat (Gülen) ile temas ve ilişki kurulması yönünde talimat verilmemiştir. Yurt dışındaki Türk vatan-daşlarının menfaatlerini korumak ve geliştirmek, sorunları ile ilgilenmek ve bu amaçlarla vatandaşlarla temas kurmak, Dışişleri Bakanlığı'nın asli görevleri arasındadır. İddianamedeki 'Avrupa Milli Görüş Teşkilatı'ndan köktenci terör örgütü olarak söz edildiği' iddiası da gerçeğe aykırıdır. Dolayısıyla iddianamenin Anayasa Mahkemesi'ni yanıltmaya çalışan bu bölümü de tamamen asılsız ve dayanaksızdır.?

Bu dava siyasi mülahazayla açıldı kuşkusu

İddianamedeki maddi hatalar da ön savunmada şöyle eleştirildi:

'Davalı parti 22 Temmuz 2008 (2007 olacak) seçimlerinden sonra, alınan oy oranının etkisi ve cüretiyle toplumu İslam devletine dönüştürecek projelerini önce yeni bir anayasa taslağı hazırlamak sonra da türbanı gündeme getirmek suretiyle laiklik ilkesini hedef alarak adım adım gerçekleştirmeye başlamıştır' ifadesi yer almaktadır. Bu cümle mantık bilimindeki ifadeyle 'nedensellik bağından' yoksundur.

Bir partinin seçimlerden yüksek oy alması ile 'cüret' kelimesinin yan yana getirilmesi 'demokratik meşruiyet' kavramıyla çelişen, tamamen dar politik bir yaklaşımdır. İddianamenin temel mantığı birbiriyle alakasız olguların ve iddiaların zoraki birbirine bağlanmasıyla oluşturulmaktadır.

AK Parti'yi 'toplumu İslam devletine dönüştürecek proje sahibi' olmakla suçlamak siyasi açıdan bile ifade edilmeyecek bir iddiadır.

Köktendinci, karşı devrimci, siyasal İslam, ılımlı İslam, aydınlanma felsefesi, küreselleşmenin merkez güçleri ve BOP gibi teorik siyasal tartışmalarda kullanılabilecek kavramların iddianamede yer alması, davanın siyasi mülahazalarla açıldığı yönündeki kuşkuları beslemektedir.

Başsavcı hukuk adamı kimliğini bir kenara bırakmış ve söz konusu polemikte muhalefetin diliyle konuşan siyasi bir kimliğe bürünmüştür.

2001 Anayasa değişikliklerinden sonra siyasi partilerin sadece beyanlardan dolayı 'odak' haline gelmesi mümkün değildir.

JÜRİSTOKRASİ

İktidar partisinin kapatılması yasama ve yürütmeyi felç edecektir. Yargı darbesi nitelemesi bu yüzden..

İktidarın seçim dışı yolla değişmesi demokrasi değil bürokratik rejimdir.

Bu dava tüm zamanların en ironik davasıdır. Türkiye'yi AB üyesi yapmak için uğraşan bir siyasi hareketi 'laiklik aleyhine fiillerin odağı' olmakla suçlamak, akla, mantığa ve gerçeğe aykırıdır.

İddianame siyasi ve ideolojik bir tercihi yansıtmakta, siyasi bildiri niteliği taşımaktadır.

Siyasi muarızlarımızın yönelttikleri ciddiyetten uzak iddiaları cevap vermeye bile değer görmüyoruz.

Yargı kurumları hiçbir zaman siyasi muhalefetin aracı olamaz. Aksi takdirde yargı siyasallaşır.

Siyasetin yargısallaşması olarak bilinen bu durum, demokratik rejimi 'hakimler yönetimi' anlamına gelen jüristokratik bir rejime dönüştürecektir.

Hamdi Ateş / Yeni Şafak

SON VİDEO HABER

Polis memuru, ölümüne neden olduğu gencin ailesinden af diledi

Haber Ara