Bundan 6 yıl önce 2017 yılında ilk defa gidip gördüğüm, daha sonrasına birkaç kez daha ziyaret ettiğim Ahlat ve görünce insanı büyüleyen Selçuklu Mezarları 1000 yıldır her türlü hava şartlarına rağmen ilk günkü heybeti ile ziyaretçilerini karşılamaktadır. Doğu Anadolu Bölgesinin, Yukarı Murat–Van Bölümü'nde, Süphan ve Nemrut dağları arasında bulunan plato üzerinde kurulmuş olan Ahlat, medeniyetimizi ve ecdadımızı tanımak adına görülmesi gereken önemli bir yerleşim yeri.
Tarihin uzunca bir dönemi ile birlikte özellikle Türklerin Anadolu'yu yurt edinmelerindeki en önemli tarihi tanığı olan ve sinesinde o döneme ait izleri 1000 yıldır büyük bir özenle koruyan Ahlat, unutulmaya yüz tutmuş iken son yıllarda özellikle sayın Cumhurbaşkanımızın bölge de başlattığı çalışmalar ile her yıl 26 Ağustos'ta bu bölge de düzenlenen Malazgirt Zaferi'ni anma etkinlikleri ile gündeme taşınması sonucunda odak noktası haline gelmesiyle buraya yıl içinde binlerce ziyaretçi akını gerçekleşmeye başladı. Böylelikle de 1000 yıllık tarih bilinmeye ve tanınmaya başladı.
Ahlat tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Bunların başında M.Ö. 2.025 yılında Mezopotamya'da kurulmuş Asurlular gelir. Daha sonra M.Ö. 900 yılında doğudan gelerek Ahlat'a hâkim olan Tuşba (Van) şehrini başkent olarak kullanan Urartular gelir. Bölge M.Ö. 6. yüzyıldan itibaren Medler'in hakimiyetine geçmiş akabinde de Persler Ahlat ve çevresinde egemenlik kurmuştur. O dönemde Anadolu topraklarında görülen Makedonya Kralı Büyük İskender bütün bu bölgeleri hakimiyeti altına almıştır.
Büyük İskender'den sonra önce Partlar'ın egemenliğine giren Ahlat daha sonra Roma İmparatorluğu'nun hakimiyetine geçmiştir. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu'nun Doğu Roma ve Batı Roma olarak ikiye bölünmesi ile Ahlat, Doğu Roma yani Bizans'ın hakimiyet sahasındaki topraklara katılmıştır. Arap Yarımadası'nda İslamiyet'in ortaya çıkışı ile bu bölge bir süre Arapların egemenliğine girmiş ancak 1040 yılından itibaren Büyük Selçuklu Devleti'nin kuruluşu Büyük Selçuklu Devleti burada hüküm sürmüş ve bölgede Türklerin hakimiyeti başlamıştır. 1071 Malazgirt Savaşı sonucunda da Anadolu Selçukluları burada söz sahibi olmuştur.
1100 yılından itibaren Ahlat'ta Selçuklular'a bağlı Ahlat Şahlar kurulmuş ve Ahlat Şahlar dönemi Ahlat'ın “altın çağı” olmuştur. Şehir bu dönemde Türk Kültürünün nadide eserleri ile bezenmiştir. Bugün Bulanık İlçesi'ne bağlı Abri köyü Ahlat'ın ilim merkezi haline gelmiştir. Abri ve Ahlat içindeki ilim yuvalarında yetişen büyük bilim adamları Ahlat adını bütün dünyaya tanıtmışlar ve böylece o dönemde Ahlat, Belh ve Buhara ile birlikte Kubbet'ül İslam olarak anılmaya başlamıştır. Orta Çağın büyük şehirleri olan Bağdat, Halep, Şam, Kahire, Musul ne idiyse Ahlat'ta öyle bir konuma gelmiştir.
13. yy.'da tüccarları zengin, çarşıları geniş ve dolu, sanat ve hünerleri çeşitli, hayrat ve meyveleri bol olarak tasvir edilmiş olan Ahlat, Esnaf ve sanatkârların çokluğundan dolayı şehirde içtimai ve siyasi hayatta da çok gelişmiştir. Bugün ibretle ve hayranlıkla baktığımız günümüze kadar ulaşan, taş işlemeciliğin zirvesini yansıtan Ahlat Selçuklu Mezarlığı da o dönemden kalan bir mirastır.
Şaban Gül kardeşimizle ilk gördüğümüzde adeta donup kaldığımız, Unesco Dünya Mirası listesinde yer alan 210 dekarlık alana sahip Selçuklu Meydan Mezarlığı'ndaki 8.169 mezar taşı, üzerindeki işlemeler ile adeta ziyaretçilere görsel şov yaşatırken bir yandan da hayretler içerisinde bırakıyor. Açık hava müzesinden farksız İslam dünyasının en büyük mezarlıklarından birisi olan Selçuklu Mezarlığı'nda XII. Yüzyıl ile XVI. Yüzyıllar arasında Ahlatşahlar, Eyyubiler, İlhanlı ve Osmanlı Dönemine ait, çeşitli tiplerde mezar taşları bulunmaktadır.
Tarihin önemli kaynakları arasında yer alan mezar taşları ait oldukları toplumların inançlarını, sanat anlayışlarını, sosyal ve kültürel yapılarını yansıtırlar. Mezar taşları Orta Asya ile Anadolu arasındaki köprüyü gösteren önemli belgelerdir. Türkler, Anadolu'ya geldikten sonra Orta Asya'daki bu mezar kültürünü İslami dönemde de devam ettirmişler ve İslami unsurları da ekleyerek yeni bir sentez oluşturmuşlardır.
Ahlat'taki Selçuklu mezar taşları ile Orhun Abidelerinin benzerliği Orta Asya Türk kültürünün Ahlat'ta devam ettiğini ve bu kültürün burada kalmayıp Ahlat'tan Anadolu'ya yayıldığını göstermektedir. Ahlat'taki neredeyse 1000 senelik bu abideler, Anadolu ile Orta Asya arasındaki bağı açıkça ortaya koymaktadır.
Selçuklu Meydan Mezarlığı'nda en ünlü sanatkârların eserleri bulunmaktadır. Burada yer alan mezar tiplerine bakıldığında Şahideli sandukalı, Sandukalı ve Akıt olmak üzere 3 tip mezar görülmektedir. Bu mezarlar ilim, sanat, din, kültür adamlarına; zanaatkârlara ve mutasavvıflar ile zahitlerine aittir. Bu mezarlıkların içinde en önemli bölümü ise “Kadılar Bölümü” oluşturmaktadır. Mezar taşları alışılmış ölçünün ötesinde neredeyse 3.5 m.'yi bulan dikdörtgen prizma şeklindedir. Mezar taşlarına bakıldığında, taşların doğu yüzünde medfunun kimlik bilgileri, bazı örneklerde ise medfunun nereden geldiği ve mesleki bilgileri yer almaktadır.
Ayrıca, Orta Asya Türk kültüründe görülen çift başlı ejder motifi, değişik sıra ve örgülerde mukarnas süslemeleri de yer almaktadır. Batı yüzünde ise, mezar taşını yapan sanatkârın adı, Kuran-ı Kerim'den ayetler ile palmet, kandil, geometrik motifler ve bitkisel süslemeler bulunmaktadır. Sanduka kısmında ise daha çok ölümü hatırlatan Hadis-i Şerifler yer almaktadır. Şâhideleriyle tanınan bu mezarlar, erken döneme ait en büyük Türk-İslam mezarlığı olma özelliğini ortaya koymaktadır.
Günümüzde bırakın bir taşı işlemeyi bir betonu, bir mermeri bile sanat eseri haline getirmekten aciz iken insanlar 1000 yıl önce hangi ustalık ile bu mezar taşlarına taş işlemeciliği sanatının zirvesini yansıtırcasına işlemiş olmaları sanatın büyüklüğü, ustanın cevvalliği ve kabiliyetinin yüksekliği insanı düşündürüyor. Bir mezar taşını dahi sanat eseri haline getiren ecdadımızın büyüklüğü her yönüyle ortaya çıkıyor. Buradaki mezar taşlarını görmek insanın ufkunu çok uzaklara taşıyor. Bir sanatı yaşatmak için gösterilen çaba gerçekten takdire şayan.
Ahlat her ne kadar Selçuklu Mezarlığı ile nam salsa da sahip olduğu güzellikleri saymakla bitiremeyiz. Ahlat, şehirde yer alan birçok kümbet, türbe, hamam, zaviye, bezirhane, çeşme, kale, mezarlık, cami, sivil konut, arkeolojik alan, akıt ve mağaralar gibi tarihi yapılarıyla adeta bir açık hava müzesi niteliğindedir. Ahlat, stratejik önemi ve sahip olduğu doğal güzellikleri ile tarihin her döneminde çeşitli uygarlıklara merkezlik yapmıştır. Şehir Bizanslılar Döneminde “Khlat”; Süryaniler Döneminde “Khelath”; Araplar Döneminde “Halat”, İranlılar ve Türkler Döneminde ise “Ahlat” olarak telaffuz edilmiştir.
Geçmişi Neolitik Çağlara kadar dayanan Ahlat, M.Ö. 4000'lerde Hurriler ile başlayıp Osmanlılar'a kadar çeşitli devletlerin idaresinde kalmış ve Anadolu'nun kapısının Türklere açıldığı tarih olan 1071'den sonra ise, doğudan batıya geçişi sağlayan bir üs konumuna gelmiştir. Bugün Van Gölü'ne temaşa ettiği yüzü ile taştan yapılmış kilimleri andıran dev anıt taşlarıyla, bulgur ile etin oldukça bol miktarda kullanıldığı özel yemekleriyle ve kadim tarihe ışık tutuşu ile ziyaretçilerini beklemektedir. Unutulmaması gereken bir konunda eğer medeniyetimizi doğru şekilde tanımaz ve tarihimizi bilmez isek geleceğe, ufuklara yelken açamayız. Ahlat bu yönüyle tanınması, bilinmesi gereken önemli bir yerdir. Geçmişten geleceğe bir köprü kurmak istiyorsak bütün ülke insanımız her şeyden önce Ahlat'ı ve buradaki medeniyeti iyi tanımalı ve iyi anlamalıdır.
Önder Güzelarslan