Dolar

42,5586

Euro

49,5628

Altın

5.744,14

Bist

11.007,37

Müslüman'ın Anlam Arayışı

2 Ay Önce Güncellendi

2025-10-21 00:00:31

Kasım Kurt

Şahsım dahil nice kardeşimin dünyalarının ve anlamlarının buharlaştığına şahit oluyorum. Bu buharlaşmanın elbette tarihi zorlayıcıları vardır. Hatta baksanıza “şahit” kelimesini bile zihnimdeki orijinal haline uygun olsun diye “şahit” diye yazıyorum. Kelimelerimize bile yansıyan bu travma, tüm tarihimizi ve hayatımızı etkiledi biliyorum.

Anlamın buharlaşması, kaybolması, kendimi kaybetme hissi gündelik yaşam ile ilintilidir. Gündelik hayat ile zihin dünyamız arasındaki uyum, irtibat, paralellik; hayallerimiz ile hedeflerimiz ve hedeflerimiz ile adımlarımız arasındaki uyum ve paralellik bu anlamın var olup olmamasını belirleyecektir.

Son zamanlarda dilimin ucunda durup da yazıya aktarılmayı bekleyen bir cümle var: Buğday tarlasından pirinç bekleme. “Dağ fare doğurdu” sözü tam buraya yakışır biliyorum; lakin ne kadar güzel ve derin anlamlı söz varsa Mevlana Celâleddîn-i Rûmi tarafından söylenmiş. Bana da böyle basit şeyler kaldı. Yapacak bir şey yok. Heybemizde ne/ne kadar varsa o.
Ancak uzun yıllardır bu travmamızı atlatamadık diye sık sık dile getiriyorum. Ya buğday tarlasından pirinç bekliyoruz, ya da buğday tarlasına pirinç ekiyoruz. Bu nedenle sonuç hep aynı oluyor. Hasat zamanı elimiz boş kalıyor ve sonunda olan içimizdeki “anlam” dünyamıza oluyor.
“Kimi peygamber vardı ki, ona inanan birkaç kişi çıkardı; bazen o da olmazdı. Siz hakikat üzerine olun” gibi motivasyon içeren söylemlerin de işe yaramadığını düşünüyorum.

Biz kendimizi ayrı bir kitle ve grup olarak algılayıp “sigaranın haram olup olmadığını” tartışırken “dumansız hava sahası” fikri başkasından çıkıyor. “Sigara ile esrar ve esrar ile şarap arasında kıyas olur mu”yu konuştuğumuzda madde bağımlılığı ile mücadele planı hep başkalarına kalıyor. Gerçekten merak ediyorum “Bir kimse sırf Allah rızası için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap vardır” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, V, 250.) hadisinin yanında “Bir kimse sırf Allah rızası için bir SOKAK ÇOCUĞUNUN/ HUZUR EVİNDEKİ BİR YAŞLININ/ UYUŞTURUCU BAĞIMLISININ/ DİLENCİNİN… başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap vardır”. (Ahmed bin Hanbel, Müsned, V, 250.) hadisi de olmadığı için mi sokak çocukları, dilenci çocuklar, evsizler, hayat kadınları ile ilgili uygulanan projelerimiz yok. “Dünya ile başkaları ilgilensin de biz ahiret ile ilgilenelim” anlayışının yansıması mı acaba bu durum. Hani laikliğe karşı oluşumuzun nedeni, “din ile dünya işlerinin arasını ayırmamaktı”.
Öyle düşünüyorum ki, bu tarladan değil pirinç; buğday da alamayız. Hatta bence avunacağımız bir buğday bile kalmadığı için iyice anlamsızlık çukuruna düştük.

Kırmızı ışıkta geçmenin erdemli bir davranış olmadığını, hatta haram/tahrîmen mekruh veya tenzihen mekruh olduğunu öğretelim. Ancak kırmızı ışıkta geçilmemesi için yasal düzenlemeler, mobese kameraları, trafik cezaları-ödülleri gibi tedbirler ve bu konuyu ana sınıfı ve ilkokul müfredatına dahil etmek gerektiğini de bilelim. O zaman ilkokul ve ana sınıfı müfredatı yazabilelim. Tabi ki, kast ettiğim resimli elifba kitabı veya resimli abdest namaz kitabı değildir. Bakanlık düzeyinde kabul edilebilecek kapsayıcı ve kaliteli yayınlardır. Yaşadığınız ülkede sadece Müslümanlar yaşamıyorsa ve hatta Müslümanlar bile birbirine benzemiyorsa; küçük bir gruba hitap eden şeyler yapamazsınız. O zaman hep “bizim cemaat”, “bizim grup”, “bizim dernek”, “bizim vakıf”, yani ben-sen-bizim oğlan kalırız. Allah, âlemlerin Rabb'i ise; bu âlem sadece bizden ibaret olmasa gerek.

Kasım KURT \ Timeturk

Tüm Yazıları

Haber Ara