Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

“Türk milletinin yıldızının parlayacağına inanmak havanda su döğmek midir?”

Şair İsmet Özel, 'Türk milletinin kendi yıldızını parlatma fikrine sahip çıktığına hiç ihtimal vermiyorum' dediği yazısında, günümüz Türkiye'sine ilişkin değerlendirmede bulundu.

2 Yıl Önce Güncellendi

2023-03-15 16:35:14

“Türk milletinin yıldızının parlayacağına inanmak havanda su döğmek midir?”

İstiklal Marşı Derneği Başkanı İsmet Özel, dernek sayfasından yakın geçmişe ve bugüne dair değerlendirmelerine devam ediyor. Özel, son yazısında İstiklal Marşı'ndaki bir satırdan hareketle "Türk milletinin yıldızının parlayacağına" olan inanışı gündeme getirdi.

Özel'in 'Bayrakta kalan yıldız" başlıklı son yazısı:

İstiklâl Marşı “O benim milletimin yıldızıdır parlayacak” diyor. Aramızda bu deyişe inanmış olanımız var mı? Eğer varsa niçin, ne sebeple bu inanç doğmuş kesinkes bilmiyorum. Bana bildirilmedi. Tarihten ve bilhassa Mehmet Akif'in şiirlerinden anlaşıldığına göre Türk milletinin asırlar boyunca kendi yıldızını parlatma fikrine sahip çıktığına da hiç ihtimal vermiyorum. Mazide olmayan, şimdiki zamanda tesadüf edilmeyen parlayışın istikbalde gerçekleşeceğinin bir teminatının nerede bulunduğu hakkında hiçbir fikrim yok. Kendimizi avutmak hoşumuza gidiyor olabilir. Türk milletinin yıldızının parlayacağına inanmak havanda su döğmek midir görelim ve görme işine kendimizden başlayalım.

"Cumhuriyetçilik"

Kitaplarda Türk siyasi hayatının hiçbir döneminde açık veya gizli herhangi bir cumhuriyetçi akım olduğu görüşüne rastlamıyoruz. Saltanatın ve hilâfetin reddedilişi batılılaşma (batılılarda ne varsa bizde de o olsun) fikrinin dal budak salmasının bir sonucu olarak karşımıza çıktı. Resmi görüş her ne kadar “imtiyazsız-sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz” dese de Cumhuriyet idaresi millet ve devlet arasındaki farkı başımızda bir halife-padişah olduğuna inandığımız dönemden daha müşahhas hale getirdi. Cumhuriyet halkın çoğunluğu nazarında devlet ile millet arasındaki mesafeyi büyüttü. 1950-1960 yıllarında birçok faaliyet, meselâ “Vatan Cephesi”ne katılanların radyodan ilân edilmesi andığım mesafeyi tamamen ortadan kaldıracak nitelikte olmasa bile devletin halktan gizlenen tutumlarını kurcalamağa matuf karakterdeydi. Cumhuriyet idaresine ulaşmak zihinleri meşgul etmediğine göre İstiklâl Harbi'nin teveccüh ettiği neydi? En mantıkî izah bunun meşrutî monarşi olabileceği idi. Ankara'da 23 Nisan 1920 Hıristiyan yılında açılan Büyük Millet Meclisi kendini esaret altındaki padişahı kurtarma işinin sahibi sayıyordu. Bu sebeple Meclis aleyhinde bulunan vatana ihanetten yargılanmağı hak ediyordu.

"Macarlar kadar bile olamadık"

Cumhuriyet idaresine kavuşmanın onuncu senesi 1933 Hıristiyan yılında görkemli şölenlerle kutlandı. Bunun anlamı devletin millete her istediğini yutturabileceği demekti. Böylece 1934 yılında Türk milleti babaların ve/veya sülâlelerindeki mümtaz bir şahsiyetin (bu bazen utanç verici lâkap da olabiliyordu) adının yer aldığı künyelerini terk etti ve Hıristiyanlar gibi soyadı ile anılmağa başladı. Macarlar kadar bile olamadık. Çünkü onlar kendi dillerine sadakati esas aldılar ve Türkçede olduğu gibi önce soyadlarını, arkasından adlarını söylemeği seçtiler. Türk milleti ne haklı haksız demeden çok insanın ölümüne hükmeden İstiklâl Mahkemelerini, ne de 27 yıl devam eden ve valilerin CHP il başkanları olduğu tek parti yönetimini seçti. 14 Mayıs 1950'de cereyan eden ilk serbest seçimde kurtuluş yolunun CHP'den geçmeyeceği kararı bir şekilde verilmiş oldu. Adnan Menderes CHP ve DP arasında hiçbir ciddi farkın olmadığını, olsa olsa Demokrat Parti'nin bir parmak solda olduğunu beyan etmişti. Bu bir parmaklık sola kayış biri başbakan, diğer ikisi bakan olan üç siyasinin idam edilmesiyle sonuçlandı. Sonuç bir kaziye-i muhkeme idi. Türkiye'yi kimin yöneteceğine Dünya Sistemi'nden başkasının karar veremeyeceğini öğrenmiş olduk.

"Gökdelenlerin yükseldiği yerde ahlâkın da yükseleceğine ancak ahmaklar inanır"

Her ne kadar hayalin kendisine düşman isem de hayalperest olmaktan utanç duymam. İstiklâl Marşı'nın 41 mısraına samimiyetle inanıyor ve Türk milletinin yıldızının parlayacağı fikrini çok yakışıklı buluyorum. Parlayışa ne zaman şahit olunacak? Bu vakıanın gerçekleşme ânı gelirse ancak Kur'an-ı Kerim'in hangi sebeple nâzil olduğunu milletçe anlamamızın akabinde gelecek. Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın butlana uğramış dinler olduğu gerçeğine kafamızda bir yer yoksa boşuna Türk milletinin yıldızının parlayacağı fikrine kapılmayalım. Gökdelenlerin yükseldiği yerde ahlâkın da yükseleceğine ancak ahmaklar inanır. O hududu çoktan aşmış bulunuyoruz. Haddimizi bilmek insanlık hudutlarına sahip çıkmamızla mümkün olacak. Aranızda bu “mümkünün” imkânsız hale geldiğini söyleyen ve giderek savunanlar olduğu malumatım dâhilindedir. O halde kendimizden başlayalım. Neyin helâl, neyin haram olduğu hususunu bize sarih kılan Kur'an mıdır? Kendi karakterimizi gerekirse baştan inşa etmek bizi bekliyor. Henüz kendimiz o yapım aşaması seviyesine çıkamadıysak kimseye akıl vermeğe kalkışmayalım.

Yüksek binaların muhalifi olduğum halde bir yapım aşaması seviyesinden söz ediyorum. Demek ki, yapımına ihtiyaç duyduğumuz şey ne bir saray, ne de bir kuledir. Yazımızın elimizden alınmasıyla ne büyük kayıplara uğradığımızın farkına varacağız. Yazımızı yeniden kazanmağı heyecan konusu kılabilirsek içimizdeki düşmana en büyük darbeyi indirmiş olacağız. Matemler kısa sürecek. Birbirimize kol, kanat gereceğiz. Hiçbir kazancı ahirette beraber olmanın önüne koymayacağız. Böylece yıldızın parlayışı bayrakta mahpus kaldı denilemeyecek.

Kaynak: istiklalmarsidernegi.org.tr

Haber Ara