Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Erbaş. Ahmet Hakan'ın “Atatürk'e lanet ettiğiniz şeklinde bir eleştiriyle karşı karşıyasınız. Bu konuda ne söylemek istersiniz?” sorusuna cevap verdi.
İşte Hakan'ın yazısının ilgili kısmı:
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Erbaş'ın Ayasofya hutbesinde şöyle bir cümle geçti:
“Fatih Sultan Mehmet Han, gözbebeği olan bu muhteşem mabedi kıyamete kadar cami olmak kaydıyla vakfedip müminlere emanet bırakmıştır. Bizim inancımızda vakıf malı, dokunulmazdır. Dokunanı yakar. Vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar.”
İşte hutbede geçen bu bölüm nedeniyle özellikle CHP ve İYİ Parti'den isimler, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Erbaş'a büyük tepki gösterdiler.
Mesela CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, “Ali Erbaş ant olsun ki, o koltukta oturup Atatürk'e lanet okumanın bedelini ödeyeceksin” dedi. Mesela CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin, “Türkiye'nin hiçbir memuru Atatürk'e hakaret edemez. Hele Atatürk sayesinde işgalden kurtarılan Ayasofya'da bunu yapmak sadece ahlak değil akıl bozukluğudur” dedi. Mesela CHP İzmir Milletvekili Mehmet Ali Çelebi, “Atatürk'e lanet, vatana ihanettir” dedi. Mesela İYİ Parti TBMM Grup Başkanvekili Lütfü Türkkan, “Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş bugün Atatürk'e lanet okuyarak, birilerine selam çakmış olabilir. Ama unutulmamalı ki gün gelir bunun siyasi ve hukuki sonuçları olur” dedi. Mesela İYİ Parti İzmir Milletvekili Aytun Çıray, Atatürk'e dil uzatan Ali Erbaş Fatih'in vakfiyesinde ne yazdığını bile bilmiyor. İstifa istifa!” dedi.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Erbaş'la konuştum.
“Atatürk'e lanet ettiğiniz şeklinde bir eleştiriyle karşı karşıyasınız. Bu konuda ne söylemek istersiniz?” dedim.
Ali Erbaş, yazılı bir açıklamayla konuya açıklık getirmeyi tercih etti.
Ali Erbaş'ın gönderdiği açıklamayı, noktasına virgülüne dokunmadan aynen yayınlıyorum:
ALİ ERBAŞ: VEFAT EDENE DUA EDİLİR, BEDDUA DEĞİL
Merhaba Ahmet Bey.
Ayasofya hutbemde temas ettiğim “Vakıf malı dokunulmazdır, dokunanı yakar; vâkıfın şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar” ifadesiyle ilgili şu açıklamayı yapabilirim:
Genel olarak vakfiyelerin sonu, vâkıfın bedduasıyla biter.
“Bu vakfımı kimler amacı dışında kullanırsa Allah'ın, meleklerin, peygamberlerin, tüm Müslümanların laneti onların üzerine olsun” şeklinde.
Ben de hutbede buna atıfta bulundum.
Sadece Ayasofya'yı değil tüm vakıf mallarını kastettim.
Geçmişi değil, bundan sonrasını kastettim. “Uğramıştır” demedim, “Çiğnerse lanete uğrar” dedim.
Atatürk 82 sene önce vefat etti. Vefat eden insanlara dua edilir, beddua değil. Geçen geçmiştir, Allah Teala da “tilke ümmetün kad halet, lehâ mâ kesebet ve leküm mâ kesebtüm” (Onlar gelip geçen bir ümmettiler. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız sizedir. Siz onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz) (Bakara 141) ayetiyle bizi uyarmaktadır.
Biz geçmişe takılmadan geleceğe bakmalıyız.
Kaldı ki Ayasofya'nın müzeye dönüştürülmesi hususunda Atatürk'ün dahlinin olup olmadığı da tarihçiler arasında tartışmalı bir konudur.
Velhasıl bizim millet olarak vakıf mallarını koruma konusunda çok titiz olmamız gerekir. Bunu sağlamanın tek yolu kanunlarla korkutarak olmamalı. Farklı yollarla vicdanlar harekete geçirilmeli ve inanç ilkeleri de devreye sokulmalı.
Diyanet İşleri Başkanı olarak bunu Müslümanlara hatırlatmak benim görevim. Ben görevimi yapıyorum.
Ama birileri benim görevim gereği hatırlattığım hususlar üzerinden bilerek ya da bilmeyerek tefrika çıkarıyor.
Bizim inancımızda vâkıfın (vakfedenin) vasiyeti nass hükmündedir. Ona uymak gerekir.
Bunu Müslümanlara Diyanet İşleri Başkanının camide, hutbede hatırlatması son derece normal bir davranıştır, polemik konusu yapmak iyi niyetli bir tavır değildir.
Allah yar ve yardımcımız olsun.
Benim konuyla ilgili yorumum şudur:
Bu tartışmayı sürdürmek tabii ki mümkün. Ama tartışmayı sürdürürken Prof. Ali Erbaş'ın yaptığı bu son açıklamayı dikkate almak şart...