Dolar

32,4809

Euro

34,7988

Altın

2.488,51

Bist

9.554,01

ANALİZ: “Ya Çin’den yanasın ya bizden” baskısı

İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Helin Sarı Ertem “Transatlantik ilişkilerde yeni 'küresel öteki': Çin” başlıklı analizinde artık Rusya kadar Çin’in de Biden yönetimi ve Avrupalı müttefiklerin hedef tahtasına oturtulduğunu kaydetti. Doç Dr. Ertem’in yazısından özet…

3 Yıl Önce Güncellendi

2021-06-17 12:34:20

ANALİZ: “Ya Çin’den yanasın ya bizden” baskısı

Uluslararası İlişkiler camiasını son yıllarda en çok meşgul eden konuların başında, “yükselen Çin” ve bu yükselişe verilecek olası tepkiler geliyor. Graham Allison'dan John Mearsheimer'a, Fareed Zakaria'dan Joseph Nye'e pek çok teorisyen, bu yükselişin uluslararası sistemde yaratacağı etkilere dair senaryolar üretmekte.

Şimdilik “sorunun” varlığının pek çok ülke tarafından kabul edildiğini ve yeni bir ortak küresel tehdit inşası için ABD'nin yoğun çaba harcadığı gözlemleniyor. Henüz yolun başındayız ve gerilimin Çin'in atacağı adımlara da bağlı olarak yükselmesi veya düşmesi mümkün.

Çin ortak tehdit olarak inşa ediliyor

​​​​​​​“ABD geri döndü” sloganı eşliğinde gerçekleştirilen ikili ve çoklu görüşmeler sayesinde, Biden yönetimi yüz yüze diplomasi uygulayarak Batılı müttefiklerine “yalnız olmadıkları” mesajını verdi. Bunu yaparken elbette fedakârca bir yaklaşımdan ziyade, ittifak kurmanın temel mantığını oluşturan, karşılıklı kazanç duygusu ön planda.

Gerek G7 gerekse NATO ve AB zirvelerinde ABD'nin tüm dikkatini devam eden Rusya tehdidine ve Asya Pasifik'te yükselen Çin tehlikesine odakladığı görülüyor. Bu “çifte tehdit” yaklaşımıyla ABD, Putin Rusya'sı ile olan mevcut gerilimlerin takipçisi olacağı mesajını verirken diğer yandan giderek belirginleşen Çin rekabetine karşı safları sıklaştırmaya çalışıyor.

“Dünyanın ikinci büyük ekonomisi”

2014'te Kırım'ı ilhakının ardından Rusya'yı aralarından atan gelişmiş ülkeler, G8'den G7'ye evrilmiş ve o tarihten bu yana Trump'ın aksi yöndeki çabalarına rağmen Rusya'yı tenkit etmeye devam etmişti. Dünyanın ikinci büyük ekonomisi olan Çin ise bu yapıya asla alınmadı. ABD, Kanada, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya ve İtalya'nın, AB'nin de katılımıyla düzenledikleri bu yılki toplantıya davet edilen ülkelerden üçü dikkat çekici. Konuk katılımcılar Hindistan, Güney Kore ve Avustralya'nın özellikle Çin'in yakın çevresinde yer alan ülkeler olduğunu unutmamak gerek. Hindistan, Avustralya ve Japonya, ABD ile birlikte 2007'den bu yana “Dörtlü Güvenlik Diyaloğu” (Quad İttifakı) denilen bir yapının daha parçası. Bu yapı, özellikle Güney Çin Denizi'nde Çin'e askeri ve diplomatik yollarla karşı koyma amacı taşıyor. G7'nin bu yılki dördüncü konuk üyesi olan Güney Afrika ise Çin'in en çok ticaret yaptığı ülkelerin başında geliyor.

2050 civarında dünyanın bir numaralı ekonomisi olması beklenen Çin; sadece hegemonyasını kaybetme riski taşıyan ABD için değil, yakın çevresindeki diğer bölgesel güçler için de bir endişe kaynağı. Her ne kadar Hindistan gibi bazı yakın komşuların yanı başlarındaki Çin'i ürkütmemek adına temkinli davrandığı; hatta riski dengeleme (hedging) politikası uygulayarak hem Washington'ı hem de Pekin'i idare etmeye çalıştığı bilinse de ABD Çin karşıtı cepheyi olabildiğince genişletme çabasında.

Obama ile “Asya'ya Yönelim” (Pivot to Asia) politikasına ağırlık veren ABD'nin, aynı dönemde “Avrupa ve Ortadoğu'nun sorunlarını öncelikle bu bölgelere ait ülkeler çözsün” yönünde, “uzaktan dengeleme”ye (offshore balancing) dayalı bir strateji izlemeye çalıştığı görüldü.

G7'nin yoksul ülkeler açılımı Çin'in önünü kesme amaçlı

G7, NATO ve AB toplantıları vasıtasıyla ABD, ortak Çin tehdidine karşı, güçlü bölgesel ve küresel ittifaklar kurmaya çalışıyor ve Çin'i alenen bir tehdit olarak tanımlamaktan çekinmiyor. Bu “tehditle” mücadele, neorealist Mearsheimer'ın önerdiği üzere, ABD'nin Soğuk Savaş doktrini olan “çevreleme” (containment) stratejisine evrilir mi, bu henüz net değil. Ancak 21. yüzyılda Çin'le mücadelenin, bir önceki yüzyılın Soğuk Savaş dinamikleriyle tıpatıp aynı olmayacağını kestirmek mümkün.

ABD özellikle bu noktadan hareket ederek, Çin'i “oyunu kuralına göre oynamaya” davet ediyor. Malum, söz konusu oyunun; yani liberal, kapitalist dünya sisteminin kurucusu ABD. Washington'ın son hamleleri ile Pekin artık, bu oyunu istediği gibi oynamaktan mahrum kalacak. G7 zirvesinin sonuç bildirgesinde yayınlanan, yoksul ülkelere altyapı projelerinde destek verme kararı ya da ihtiyacı olan ülkelere Kovid-19 aşısı dağıtma sözü, Çin'in bir süredir devam eden sessiz ve derinden yayılma stratejisinin önünü kesme amaçlı.

G7'nin yoksul ülkelerle “değer odaklı, yüksek kaliteli ve açık” işbirlikleri kurma önerisi, doğrudan Çin modeline bir başkaldırı. Çin ise tüm dünyayı ilgilendiren sorunların küçük bir grup devlet tarafından çözülemeyeceğine vurgu yaparak, kartların yeniden karılmasını istiyor. Dolayısıyla da aslında, mevcut dünya sistemine, bu sistemin kurumsal yapılarına ve değerler manzumesine, alttan alta bir itiraz ortaya koyuyor. Bu itirazı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) daimî üyesi olarak yapıyor olması ise ayrıca ironik.

“Tarafını seç” baskısı

Batılı liberal değerler sistemi olmaksızın devlet kapitalizmi uygulayan Çin'in Washington Konsensüsüne alternatif bir Pekin Konsensüsü yaratma çabası sonuç verir mi, bu şimdilik belirsiz. Anahtar, liderlerden çok, ülke kamuoylarının elinde. Kitleler, demokrasi, insan hakları ve bireysel özgürlüklerden taviz vererek zenginleşmeyi tercih ederlerse, ABD'nin şansı giderek azalır; Rusya ve Çin gibi otoriter yönetimler kazançlı çıkar.

Bu nedenle de Biden yönetimi “evrensel insan hakları” mottosuna vurgu yapıyor. Elbette bu vurgunun Filistin gibi ahlaki ve vicdani meseleler yerine, ekonomik sebeplerle gündeme getirilmesi çelişkili bir durum. Ancak görülen o ki Biden yönetimi, Doğu Türkistan ve Hong Kong gibi hassas noktalardan hareketle Çin'i evrensel değerlere muhalefetten yargılamaya ve yalnızlaştırmaya devam edecek. Çin ise “anti-yaptırım” yasası gibi araçlarla, ABD'nin ekonomik tedbirlerine yanıt vererek, Batılı özel şirketleri ABD ile Çin arasında seçim yapmaya zorlayacak.

Halihazırda AB bile kendi içerisinde Çin ile işbirliğinin sınırları konusunda uzlaşmış değil. İtalya'nın Kuşak-Yol Projesine katılım için Çin ile masaya oturması Almanya ve Fransa'dan bir hayli tepki almıştı. Bununla birlikte gerek İngiltere, Almanya, Fransa ve Hollanda gibi Batı Avrupalı ülkeler gerek Batı Blokuna görece geç katılan Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, Çin ile farklı alanlarda pek çok işbirliği anlaşması imzalamış durumda.

Bu kapitalist rekabetin dayattığı “tarafını seç” baskısını Türkiye dahil pek çok ülkenin giderek daha fazla hissedeceği öngörülebilir. Bu anlamda her iki tarafı da idare eden “riski dengeleme” stratejisini uygulamak giderek zorlaşacak

Yine de NATO Zirvesinde olduğu gibi ABD-AB Zirvesinde de Çin, Rusya ile birlikte temel gündem maddesini oluşturmaya devam ediyor. “Başlıca düşman” olarak halen Rusya'ya işaret eden NATO, dezenformasyon dahil, Çin'in stratejik meydan okumalarına karşı duracağını açıkladı. Atlantik İttifakı Çin'i “doğrudan askeri tehdit” olarak tanımlamasa da 2030 Strateji Konsepti ile bu ülkenin yükselişinden duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Tüm bunların “ileride gerçekleştirilmesi planlanan çatışma ortamına hizmet ettiğini” ileri süren Çin ise NATO'nun Soğuk Savaş mantığından çıkamadığını ve Çin'in barışçıl kalkınmasını engellemeye çalıştığını öne sürüyor.

“Güç dengesi”

Görüldüğü üzere saflar hızla sıklaşıyor. Biden yönetimi ve Avrupalı müttefikler, Trump döneminin Transatlantik ilişkilerde yarattığı acı hatıraları silebilmek adına “yenilenmiş bir ortaklık” amacında. Bu ortaklığın hedef tahtasında ise artık Rusya kadar Çin de oturuyor. Biden yönetimi “Çin ile çatışma değil, rekabet içindeyiz” dese de rakibi alaşağı etmek ve hegemonyasını sağlama almak için, Trump dönemine nazaran daha geniş çaplı ve sistematik bir politika ortaya koyma yolunda. Çin'den gelen ilk tepkilere bakılırsa bizi sert bir hesaplaşma bekliyor. “Güç dengesi” teorileri, iç ve dış dengeleme sonuç vermezse üçüncü ve son aşamanın savaş olacağını öne sürer. Umarız uluslararası camia bu yönde bir restleşme içinde olmaz ve rasyonel akıl yeni bir dünya savaşını engelleyecek şekilde devrede kalır.

AA-Fotoğraf: NikkeıAsya

Haber Ara