Meltem Suat Timeturk Dış Haberler Servisi/Özel
Türkiye Cumhuriyeti, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla yayımlanan kararla, İran'ın nükleer programına yönelik uluslararası yaptırımları ülke içinde uygulamaya koydu. Karar, 7262 sayılı Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun uyarınca alındı ve doğrudan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) ilgili kararlarına dayandırıldı.
Bu adım, basit bir hukuki uygulama olmanın ötesinde, derin bir diplomatik mesaj taşıyor. Kararın temel aldığı yaptırım mekanizması, Batılı ülkeler ile Moskova ve Pekin arasında aylardır süren hukuki geçerlilik tartışmasının merkezinde yer alıyor. Türkiye'nin bu kararı uygulamasıyla birlikte, İran'ın nükleer programının kilit isimleri ve finansal yapıları Türkiye topraklarında izole edilmiş oldu. Kararın uygulanmasından Hazine ve Maliye Bakanlığı sorumlu tutulurken, hedefteki kişi ve kuruluşların BMGK'ya iletilmek üzere Denetim ve İş birliği Komisyonuna başvurma hakkı bulunuyor. Ankara'nın bu hamlesi, bölgedeki jeopolitik dengeleri ve ittifak ilişkilerini yeniden şekillendirecek kritik bir dönemece işaret ediyor.
Analiz: Türkiye'nin kararına zemin hazırlayan uluslararası hukuk ve siyasi kriz
Türkiye'nin bu adımı atmasına neden olan süreç, 2015 yılında imzalanan Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) ve onu uluslararası hukuk zeminine taşıyan 2231 sayılı BMGK kararındaki özel bir mekanizmaya dayanıyor. Bu mekanizmanın karmaşık doğası, kararın diplomatik ağırlığını artırıyor.
Snapback olarak bilinen “tetik mekanizması”, 2015 nükleer anlaşmasının hayati bir "sigorta poliçesi" niteliğindeydi. İran'ın anlaşmadaki yükümlülüklerini ciddi biçimde ihlal etmesi durumunda, daha önce kaldırılmış olan tüm BM yaptırımlarının otomatik olarak yeniden yürürlüğe girmesini sağlıyordu.
Veto Engeli Yoktu: Bu mekanizma, normalde yaptırım kararlarını veto edebilen BMGK daimi üyelerinin (Rusya, Çin) vetosunu aşacak şekilde tasarlanmıştı. Anlaşmanın taraflarından biri (ABD, Rusya, Çin, Fransa, İngiltere ve Almanya) ihlali bildirdiğinde, 30 gün içinde Konsey'in yaptırımların geri dönmesini engelleyecek bir karar alması gerekiyordu. Bu kararın alınamaması (ki veto riski nedeniyle alınması zordu), yaptırımların otomatik olarak geri dönmesi anlamına geliyordu.
Sürecin Tetiklenmesi: 2018'de ABD'nin tek taraflı çekilmesiyle başlayan kriz, İran'ın nükleer faaliyetlerini hızlandırmasıyla derinleşti. Bu yılın yaz aylarında, Avrupa'nın üç büyük gücü —Fransa, Almanya ve İngiltere (E3)— 28 Ağustos 2025'te BMGK'ya resmi bildirimde bulunarak “önemli ölçüde ihlal” iddiasıyla mekanizmayı resmen başlattı.
Yaptırımların Geri Dönüşü: 30 günlük süre içinde snapback'i engelleyecek bir karar çıkmayınca, 17 Eylül civarında silah ambargosu, nükleer teknoloji transferi yasağı ve malvarlığı dondurmaları dahil olmak üzere tüm eski BM yaptırımları otomatik olarak yeniden yürürlüğe girdi.
Türkiye'nin bu kararı uygulaması, uluslararası yaptırımlar konusunda BM yaptırımlarının yeniden yürürlüğe girdiği yönündeki Batı cephesinin hukuki yorumunu kabul ettiği ve diplomatik ağırlığını bu yöne kaydırdığı anlamına geliyor. Bu, Rusya ve Çin'in yaptırımların hukuki dayanaktan yoksun olduğu yönündeki tezine karşı bir duruş sergilenmesidir.
Resmi Gazete'de yayımlanan ek liste, Türkiye'nin İran'ın nükleer ve finansal altyapısına doğrudan müdahale ettiğini gösteriyor. 16 kişi ve 15 kuruluşun mal varlıklarının dondurulması kararı, programın farklı aşamalarında görevli kilit personeli ve kritik tedarik zincirlerini hedef alıyor.
Nükleer Bilim İnsanları ve Yöneticiler (16 Kişi): Listede, uranyum zenginleştirme, reaktör yönetimi ve santrifüj teknolojileri gibi hayati alanlarda çalışan isimler bulunuyor. Bu isimler, İran'ın nükleer programının "beyin takımı" olarak nitelendiriliyor. Listede yer alan bazı kilit isimler ve rolleri şunlardır:
Davud Ağa-Cani: Natanz'daki Pilot Yakıt Zenginleştirme Tesisinin (PFEP) müdürü.
Seyyid Cabir Safdari: Natanz Zenginleştirme Tesisleri Müdürü olarak programın ana merkezini yöneten isim.
Cafer Muhammedi: Santrifüjler için vana üretimi gibi kilit malzeme tedarik süreçlerinden sorumlu.
Finansal ve Endüstriyel Omurga (15 Kuruluş): Mal varlıkları dondurulan kuruluşlar, programın ana yönetim, finansman ve tedarik ağını temsil ediyor. Bunlar arasında:
İran Atom Enerjisi Kurumu (AEOI): Nükleer programın ana yönetim ve operasyonel organı.
Bank Sepah ve Bank Sepah International: Nükleer ve füze programlarıyla bağlantılı kuruluşlara finansal destek sağladığı belirtilen kritik bankacılık yapıları.
İsfahan Nükleer Yakıt Araştırma ve Üretim Merkezi (NFRPC): Yakıt döngüsü ve zenginleştirme ile ilgili faaliyetlerde bulunan temel bilimsel birim.
Tamas Company ve Kavoşyar Company: Uranyum işleme, santrifüj bileşenleri üretimi ve laboratuvar ekipmanı temini gibi teknik ve tedarik zinciri faaliyetlerinde rol oynayan şirketler.
Türkiye'nin bu adımı, İran ile olan ticari ve finansal ilişkileri dolaylı yoldan etkileme potansiyeline sahip.
Finansal İzolasyon: Türkiye, İran ile önemli ticaret bağlarına sahip bir ülke olarak, bu kişi ve kuruluşların ülkedeki varlıklarını dondurarak, uluslararası finansal sisteme erişimlerini kısıtlama çabalarına somut destek vermiş oluyor. Bu, söz konusu kişi ve kuruluşların Türkiye'deki tüm banka hesapları, taşınır ve taşınmaz malları ile diğer finansal varlıklarının erişime kapatılması anlamına geliyor.
Tahran'ın Tepkisi Bekleniyor: İran yönetimi, snapback sürecini "hukuken geçersiz" ve "siyasi" ilan etmişti. Türkiye'nin bu kararı, Tahran'da diplomatik bir rahatsızlığa yol açabilir ve iki ülke arasındaki ilişkilerde gerilim yaratabilir.
AB ve ABD ile İlişkiler: Türkiye'nin bu hamlesi, özellikle ABD ve Avrupa Birliği ile gergin olan ilişkilerinde bir yumuşama ve işbirliği alanı yaratma potansiyeli taşıyor. Ankara, uluslararası normlara uygun hareket ederek, Batı ittifakındaki konumunu güçlendirme sinyali veriyor.
Bu karar, Türkiye'nin karmaşık Ortadoğu ve uluslararası diplomasi sahnesinde, bölgesel bir oyuncu olmasının ötesinde, BM'nin hukuksal zeminine bağlı kaldığını gösteren, ağır sonuçları olan bir taahhüttür.