YAHUDİLİK NEDİR?
İsrail'in Gazze saldırısı, İsrail, siyonizm, Filistin, Kudüs, ABD, Avrupa, İngiltere, Batı medeniyeti gibi 20. yüzyılın klasik başlıkları eşliğinde bitmeyen tartışmalar yanında İslam dünyası, Ümmet, İslam ülkeleri, müslümanlar gibi klasik kavramların da sorgulandığı tartışmaları yeniden alevlendirdi.
İSRAİL KAVRAMI SURİYE'Yİ VE İRAN'I GİZLEMEYE DEVAM EDİYOR
Konunun jeopolitik, ekonomi-politik, küresel düzen vb. yanları bir arka fon olarak alınsa da, teolojik-dinsel boyutlar, meselenin özüymüş gibi daima ön planda. Çünkü sorun, Tevrat, İncil, Kuran, ve ek dini metinler, Yahudilik, Hristiyanlık, İslam dinleri ve bu eksendeki tarihselliğin tam merkezindeki bir coğrafyada cereyan ediyor. Misal, hemen yanında hala devam eden ve çok daha şiddetli, zalimane, travmatik Suriye olayı, yani Esed rejimiyle birlikte İran ve Rusya'nın İsrail'inkinden on kat daha fazla katliamları ve zalimlikleri, aynı dinsel bağlam içinde ele alınmadı-alınmıyor. Çünkü bazı ezberler, bazı algılar, teolojik inanç alışkanlıkları eşliğinde hala devam ediyor ve belki de bütün hikayenin özü, işte bu ezber teolojik bağlamın gizlediği asıl hakikatlerde saklı. İsrail kavramı hala Suriye'yi (Asurya) ve İran'ı gizlemeye devam ediyor.
YAHUDİLİĞİN ANASI HİNT-İRAN HAVZASIDIR
Açalım; sonda söyleyeceğimizi baştan söyleyelim;
Yahudilik, İsrail, İsrailoğulları, İbranilik, Musevilik, birbiriyle alakasız, ayrı, farklı kavramlardır. Ana akım dinsel tarih yazımında bu kavramlar birbirinin içine geçirilmiş ve hem Yahudi, Hristiyan ve İslam dinlerinde hem de genel insanlık kültüründe hemen hemen aynı bağlamda ve anlamda kullanılır olmuştur. Zaten din, daha doğrusu ilahi-semavi din olarak kodlanan inanç geleneği, Yahudilik olarak kodlanmış bir kavramın temel olduğu ve bunun ürünü, tahrifi, devamı veya yenilenmesi gibi yorumlanmış sonraki inançlar yığını olarak genel kabul görmüş bir ezberdir. Bu ezberle Tevrat, Tanah, Talmud, Mişna, İncil, Mezmurlar, apokrif metinler, Kuran, hadisler, yani bütün dinsel literatür yığını okunur, yorumlanır, ayrışır, tartışır veya eleştirilir. İsrail ve yahudilik konusunda İnsanlık tarihinin en köklü, belirleyici ve sürekliliği olan teolojik ezberleri, işte bu kök-yalanın ürünüdür. Bütün dinsel yalanlar, bu ana yalanın çocuğudur. Yalanın anası Yahudiliktir. Yahudiliğin anası ise Hint-İran havzasıdır.
KUR'AN'IN NEBİ-RESUL ANLATISI VE ASUR
Aslında bu kök yalanların kökten reddi olarak ortaya çıkan İsevi kültür ve İslam, yani İncil ve Kuran metinleri bu ezberlerin etkisi dışında okunduğunda son derece net bir reddiyedir. Özellikle Kur'an, baştan sona bu yalanların reddi, eleştirisi ve hakikatin ifadesidir. Ama sonradan tıpkı Hristiyan metinleri gibi, Kuran da israiliyat denilen o temel ezberlerin gölgesinde yorumlandığı için, zamanla İslamiyette adeta Yahudiliğin ve Yahudi formatlı Hristiyanlığın bir devamı veya düzeltilmiş tekrarı gibi kodifiye edilmiştir.
Oysa dikkatli bir okuma, Kur'an'ın bu kavramları aslında uygun, daha doğrusu bambaşka manalarda kullandığını ve Yahudi geleneğiyle alakasız bir başka tarihsel hikaye anlattığını görebilir.
"İSRA, ASUR'DUR VE İSRAİL ASLINDA ASUR-EL'DİR"
Örneğin, Kuran'da İbrahim, İshak, Yakup, Yusuf vb. resul ve nebilerin anlatıldığı hiç bir ayette Yahudi ve İsrailoğulları geçmez. İsrailoğulları ve Musa'nın anlatıldığı bütün ayetlerde de Yahudi geçmez. Hatta Tevrat kelimesi de geçmez. Musa'ya kitap verilmiştir. Yine Kuran'ı Yahudi literatürüne uyduran harekeler atılırsa, Beni İsrail, aslında Beni Asur'dur. İsra, Asur'dur ve İsrail aslında Asur-el'dir. Kuran'da Medine'deki Yahudilerle ilgili ayetlerde geçen Hadu, aslında (h)Ad kavmi yani tarihsel kayıtlarda geçen Akadlardır. Ve bu kavramlarla anlatılan hikaye tarihte; Hint-İran kavimlerinin yani Akadların Mezopotamya-Akdeniz havzasını yani uygarlığın kalbini yani Sümer-Babil-Asur medeniyetini işgal edişi, halklarını esir alması, sürmesi ve sonra bu halkların yeni önderlerle ayaklanarak karşı saldırısıdır. Hadu, işte bu işgalde yer alan kabilelerin bakiyesinin adıdır ve sadece Medine'deki bu kalıntı kabileler için Yehudi kavramı kullanılır. Yani Yahudilik beni İsrail değil, tam aksine İsrail'in düşmanlarının -Asurlular-adıdır. Kuran, ancak ve sadece Hint-İran'ın ürettiği bütün teolojik, politik, ekonomik, sosyal ve dini amalgamın reddi olarak okunursa anlaşılabilecek bir kitaptır.
BİR KERE VE BÜTÜN ZAMANLAR İÇİN TARİH
Tarihte bazı şeyler, bir defa ve bütün zamanlar, bütün insanlar için olur. Ve bu travmatik olaylar, evrensel ve tarihsel izler bırakır, tekrar eder, devam eder. Yani tarih, o kök olayın ürünü, sonucu, tekrarı, devamı veya aşılması olarak yaşanır. Büyük tektonik depremin artçı sarsıntıları gibi.
1- SÜMER-SAM UR VE NUH TUFANI
Bilinen tarihte ilk büyük travmatik olay, batılıların Sümer olarak tanımladığı ama aslında Sam-ur (Ur, şehir demektir) uygarlığı olarak bilinen ilk uygarlık olan Nuh-Anoh-Ana kavminin (SamUr'un) tufanla dağılmasıdır. Tevrat'ta Nuh'un oğlu olarak geçen Sam-(bugün hala semitizm-samiler olarak kullanılan kavram), aslında güneş (Şamaş-Şems) demektir. Şam şehri de aynı kök kavramdır. Ur şehri, Kuran'da geçen Ummul Kura yani şehirlerin anasıdır ve bütün etrafını güneş sistemi gibi yönettiği için güneşle tanımlanmıştır.(güneş kent-başkent). Bugünkü Şam şehri de bir dönem aynı merkezi-payitaht rolündedir ve hala Dimeşk'ten çok Şam olarak bilinir. Yani sonraki tüm başkentler, Şam'dır. Şamlı-şehirli olmayanlar da Urab-Urban yani bedevidir. Bu kavramlar aslında yerleşik-göçebe tanımlamasıdır. (Sami, bir ırk değildir. İlk şehirlilerdir ve bugün dünyada var olan tüm halkların ilk örnek uygarlık kökenidir. yani tüm şehirli insanlar, Sami'dir. Bu kullanım birer şehir olan Asur ve sonraki Roma'nın imparatorluk olduktan sonra tüm farklı kavim, dil, inançtan tebaasının Asurlu veya Romalı-Rum- olarak tanımlanması gibidir. Sami halkın Yahudiler ve Arapların ataları olduğu iddiası bir Avrupa-Aryan ırkçılığı yalanıdır. Antisemitizm'de özellikle Endülüs'te birlikte olan Arap ve Yahudileri birlikte düşmanlaştıran, yani aynı zamanda Müslümanları da hedef alan bir katolik şeytanlaştırmasıdır. Oysa aslında Avrupalılar da -tabii Hintliler, İranlılar, Türkler, Kürtler, Çinliler, Ruslar vb. de bu anlamda Sami'dir. Yani bu ilk uygarlık merkezinin parçalanması, dağılması ve iç savaşı sonrası farklı bölgelerde farklı kimlikler edinmesinin sonucudur.)
Tevrat ve Kur'an'da tufanla anlatılan hikaye, işte bu Sam-ur uygarlığının dağılması-parçalanması olayıdır. Birçok doğulu ve batılı halk, bu büyük parçalanma ile dünyaya dağılmıştır. Yani bu olay, bütün zamanlar için yaşanmış bilinen ilk olaydır. Modern arkeoloji hiç bir kayıtta geçmeyen Sümer ifadesini, muhtemelen ilk uygarlığı antisemitik nedenlerle Sami dedikleri kavimlere atfetmemek için uydurmuştur. Oysa aslında Sami diye bir kavim yoktur. Sümer dedikleri uygarlığın halkı Kianuguru-kenger olarak geçmektedir. (Çankırı ve Ankara isimleri de kianuguru'dan gelmedir. Muhtemelen bu dağılma sonrası yerleştikleri şehirlerdir.) Ki anuh guru-kara kafalı veya toprak renkli Nuh halkının şehri demektir. Muhtemelen Afrika-Etiyopya kökenli bir halktır. Yani zencidir. Ve Hitit-Eti (Etiyopya) olarak geçen devlet, dağılan Sam ur kökenlilerin bir kısmıdır. Bu karakafalılar, Nuh ayetlerinde kavmin elitleri tarafından aşağılanır. Yani zenci-yabancı düşmanlığı ve ırkçılık bu ilk medeni toplumun çürümesinin de nedenlerinden biridir.
Tevrat ve modern arkeoloji, bazen birbirini ispat için bazen reddetmek için, farklı efsaneler anlatır. Tevrat yazıcıları Babil'de (Irak'ta) ve sonra Asurya-Kenan-Fenike'de duydukları eski olay anlatılarını yarım yamalak kayda geçmiş gibidir. Çünkü MÖ.500'lerden sonra yazılmaya başlanan Tevrat'ın yazıcıları bölgeye sonradan gelmiş yabancılardır. Zaten dilleri de Akatça ve Aramiceyi sonradan öğrenmişlerin kırıklı, bozuk telaffuzlu İbranice'dir. Tevrat'ta bu büyük dağılma, Babil kulesinin yapımı ve çok gürültü çıkardıkları için tanrıların kızıp halkları dağıtması, dillerini ayırması olarak anlatılır. Özünde muhtemelen büyük bir iç savaşa gönderme olan bu hikaye, gerçekte de Sam Ur sonrası Çin, Hindistan, İran'dan Kafkasya, Anadolu, Güney Avrupa, Mısır ve Afrika'ya kadar çok sayıda topluluğun uzun yıllar sonra farklı kimliklerde ama benzer sosyal ve kültürel özellikleriyle sahneye çıkmasının anlatısıdır. Nitekim Sam Ur dili, hala tam çözülememiş, ama peşinde Akad, Aram, Avesta, Asuri gibi kök diller ortaya çıkmıştır. Sam Ur, yani Nuh kavmi, sonraki bütün nesillerin ve coğrafyaların ortak kök travmasıdır ve artçıları farklı biçimlerde hala devam etmektedir.
Modern arkeologların bir kısmı, 19. YY'dan başlayarak Mezopotamya denilen bu Sam Ur topraklarında hazine arama ve istihbarat toplama amacının yanında ya Tevrat'taki hikayeleri doğrulayacak delil arama veya materyalist ise Tevrat'ı yanlışlayacak belge bulma peşinde olmuş, buldukları Samur-Akad-Asur yazıt, tablet ve kalıntılardan ise yarım yamalak tarihler uydurmuşlardır. Bölgenin yerlileri ise, ister Hristiyan-Süryani, Keldani, İrani olsun ister Müslüman, asla merak edip bu bölgenin kalıntıları ve yazıtlarını kendi orijinal dil ve mantığı ile okuma, anlama zahmetine girmemişlerdir. Bu aymazlık nedeniyle zaten en eski tarihte de bugün de ya bölgenin yabancısı olan Yahudiler veya bugün yine bölgenin yabancısı olan Batılı arkeolog hırsızlar, bölgenin ve dinlerin tarihini kendi amaçlarına göre yazmışlardır.
2- HAMMURABİ-HZ. İBRAHİM, BABİL-ASUR VE MUSA
Tüm zamanlar için geçerli ikinci büyük tarihsel travmatik olay, MÖ. 1250'lerde Hint-İran kavimlerinin -Elam'lar- istilasıyla Asur'un yıkılmasıdır. Asur (Ur'un yani Bağdat civarındaki asıl ilk şehrin-ülkenin yukarısındaki şehir-ülke demektir), Dicle kıyısındaki Ninova-Musul'dur. Tufan sonrası ikinci büyük uygarlık olan Agade-Akad-Ad ve devamı Semud-Medayin'den sonra kurucusu Hammurabi yani (Hz. İbrahim) olan üçüncü büyük uygarlık Babil-Asur'dur. İlk kanun, düzen ve barış devletini oluşturduğu için lakabı Adaletin/rahmetin/barışın ülkesinin babası (Ebu Ur rahm-) olarak tanımlanan Hammurabi-Hz.İbrahim, Babil, Asur, Mari, Elam, Uruk, Nippur, Medayin, Halep, Şam gibi dönemin tüm şehir devletlerini toparlayıp iç savaşlara son vermiş ve uzun süren bir barış dönemini başlatmıştır. MÖ. 1300'lerde Hint-İrani kökenli güçlerin istilası sonrası Babil-Asur, Harran, Urfa (Ur-ruha) ve sonra Ur Şalem(Kudüs-İllios) ve Mısır-(Mıs-ur-yeni şehir) doğru yayılarak adeta yeniden doğmuştur. Bütün bu dönem boyunca yani İsmail- İshak- Yakup- Yusuf- Zekerya zamanlarında henüz Yahudi bir topluluk yoktur. (aslında Arap denilen toplulukların da İbrahim ve İsmail'le hiç bir alakaları yoktur. Arap toplulukları da bölgeye Hindistan ve Afrika'dan gelmiş farklı kabilelerdir. Bu başka bir yazı konusudur)
MUSA VE TRUVA SAVAŞI
İbrahim sonrası Irak'ı işgal edip Babil-Bağdat- ve Asur-Musul'u ele geçiren Feridun-Firavun önderliğindeki Hint-İrani kavimler, Asur-Babil'lileri esir almış ve işte Musa olarak bilinen Mose (su'dan gelen oğul demektir), bu esarete isyan ederek Asur bakiyesi toplulukları Halep-Hatay-Lübnan-Kudüs-bugünkü Mısır hattı boyunca hicret ettirmiş ve sonra dönerek İşgalci güçlerle savaşmıştır. Bu olay, tarihte MÖ. 1250'deki Kadeş savaşı, mitolojide Truva savaşı olarak anlatılır. (Truva, Troy-Lübnan Trablus veya Sur şehridir, Çanakkale'deki Truva, Alman hazine avcısı Schelmanın uydurmasıdır. O tarihte batı Anadolu'da ne ticaret yapacak kadar nüfus ne de büyük liman yapma ihtiyacı yoktur. Uygarlık Lübnan havzasındaki büyük Troy savaşı sonrası Asur-Ninova/İonya dağıldıktan sonra bu bölgelere gelmiştir.) Yine bu savaş, Tevrat ve Kuran'da Musa'nın hikayesi exodus-büyük çıkış olarak anlatılır ve hepsi aynı olaydır. İran kökenli –Firdevsi gibi tarihi İran gözüyle masallaştırıp kayda geçmiş olan- Homeros'un, İran'ı gizleyerek yazdığı İlyada ve Odessa destanı, bu büyük travmatik dönemi anlatır ama başka isim ve belirsiz mekanarla.. (Homeros'un İlyada'sı-İllya-İllyos, Kudüs'ün asıl adıdır. El'in yani tanrının kenti demektir. Troy savaşı sonrası barış burada yapıldığı için kutsanmış ve Ur Şalem-barış şehri adını almıştır. Odessa ise Urfa'dır.)
Yine modern arkeoloji bu savaşı Kadeş savaşı olarak kayda geçmiştir. Kadeş de aslında Kudüs'tür. Ama savaşın tarafları olarak Hititlerle Mısır'lıları kaydetmişlerdir. Oysa Hitit ve Mısır, Asurya'nın eyaletleridir, müttefiktir ve ortak düşmanları, İran-Hint istilacılardır.
İRAN KRALI FİRAVUN-FERİDUN
Tevrat'ta işte bu büyük dünya savaşının kahramanları olarak geçen Firavun, Feridun'dur, İran kralıdır. Musa ise bir isim değil, oğul demektir ve tarihte Ramses-Ra Mose olarak geçen ve büyük çarpıtmayla İran'ı gizleyip Mısır kralı olarak kaydedilen gerçek bir kahramandır. Hiçbir antik Mısır kaydında kral ünvanı veya kişi ismi olarak Firavun (İngilizce Perohe) geçmez. Ama Tevrat'ın bu yalanını, modern materyalist arkeologlar bile hala tekrar eder. İran – acem yalanlarının bu en büyük çarpıtması, bu büyük tarihsel kırılma savaşında İran'ı gizleyip Musa'yı da firavun yapmıştır. Musa ise belirsiz bir efsane kişi olarak hayali bir kişiliğe dönüşmüş ve sonradan Yahudiliğin kurucu peygamberi olarak yeniden üretilmiştir. Arkeologlar da hala antik Mısır kalıntılarında elinde Asa olan RaMose heykellerine firavun III. Ramses deyip, hayali Musa'nın izini de Kızıldeniz veya Sina çölünde bulmaya uğraşmaktadırlar!
RAMSES -RA MOSE -İSİS -OSURİS -ASURİS
Ra mose, Rab oğlu gibi bir ifadedir. Bugün Abdullah, Abdurrahman veya Julyanus, Herakles, gibi tanrı veya kutsal kişilerle bağ kurulan bir isimlendirmedir. Ramses, Asur istilasından halkı kurtarıp hicret etmiş, İran-Elam kralı Feridun-Ferrohen ise ordusuyla takip ederken Fırat veya Asi nehrinde boğulmuştur. RaMose, Suriye-Lübnan havzasında 20 yıl süren savaşlar sonucunda Asur'u Mısır'a taşımış ve bilinen Antik Mısır'ı yeniden kurmuştur. Antik kayıtlarda Mısır kurucu tanrısı olarak geçen Osuris, Asuris-Asurlu demektir. İsis ise muhtemelen Musa'dır. Yüzyıllar sonra İskender'in, daha sonra Romalıların ve en son Yavuz Sultan Selim'le Osmanlıların fetihleri, işte bu ilk büyük savaşın tekrarıdır.
KUR'AN'DAKİ MUSA, ASUR'U ANLATIR
Asur'un bu ilk parçalanması, sonraki tarihsel akışın en önemli olayıdır. Benzetme yapacak olursak Asur, antik tarihin ilk küresel imparatorluğu yani İngiltere-ABD'sidir. Ve aynı anglo-sakson imparatorluk gibi, Asur, hem devlet, siyaset, bilim, mimari, din, sanat, teknoloji, ticaret alanlarında öncü, yaratıcı ve organize edici bir güç ve hem de zirveye çıkınca çürüyüp sömürü, soykırım, katliam, baskı ve şiddeti organize kullanan ilk zalim devlettir. Kuran'daki Musa anlatısı, işte bu Asur'u anlatır ve kurtardığı Asurluların-ki 12 veya 10 büyük kabile-kavim olarak geçer- hem inanmış, mazlum ve masum özelliklerini hem de şımarık, nankör, zalim, dönek, menfaatçi yönlerini de ibret olarak anlatır. Buzağı hikayesi ise, Asur'la ticaret için gelip yerleşmiş Hintlilerin Asurluları mülteciyken bile nasıl manipüle ettiklerini anlatır. Samiri, samaryalı yani Iraklıdır ve o dönem Irak (Uruk), Hintli tüccarlarla doludur. İhtimal ki, bu tüccarların bir kısmı Ramoses'in peşine takılmıştır. Bunların kalıntıları hala bugünkü Nablus'ta-Samiriler ismiyle yaşamaktadır.
YUNAN FELSEFESİ, ASUR-BABİL-MISIR MİRASIDIR
Musa'nın çıkış hikayesi, Tevrat'ın aksine Mısır'dan-Sina/Kızıldenizden Filistin'e doğru değil, tam aksine Ninova-Asurya'dan Harran-Urfa-Hatay-Lübnan üzerinden Kudüs ve Mısır'a doğrudur. Bir türlü izi bulunamayan Musa ve firavunun boğulduğu deniz ise, muhtemelen ya Mari civarındaki Fırat veya Antakya-Asi nehridir. Turi Sina, anti Lübnan dağıdır ve Tuva vadisi, Troy-Sur veya Trablusşam'dır. Yanlış yerde yanlış izler aranırsa asla bulunamayacaktır!
Asur'un bu travmatik parçalanması sonrası, bütün bölgeye dağılan halklar, nesiller sonra bu olayı gittikleri bölgelerde hikaye, efsane, masal, mit ve dinsel efsaneler olarak farklı şekillerde anlatmış, hafızalarda yaşatmıştır. Ninovalı İonnes-Yunus, Ege bölgesi ve adalara dağılan 12 büyük Asur kabilesinin köklerini unutturmamak için kurulan okulların öncüsüdür. Yunan felsefesi diye kayda geçmiş olan bu medeniyet birikimi Asur-Babil-Mısır mirasıdır ve 12 Yunan kolonisi olarak bilinen Ege şehirleri, aslında 12 İsrailoğlu -Asuri kabilesi -İonnes-İon-Yunan kabilesidir. Antik Mısır ise, zaten o savaştan kaçan Musa-Ramses'in eseridir.
KUR'AN'DA ANLATILAN HELAK OLAN ŞEHİRLER
Asur'un işgali, halkının sürgünü ve on yıllarca süren bu büyük savaşın ortasında bölgede var olan büyük deprem fayları kırılmış ve şiddetli depremlerle bir çok şehir yok olmuştur. Kuran'da helak olarak anlatılan şehirlerin yok oluş hikayelerinin çoğu aslında işte bu ilk dünya savaşı sırasındaki depremlerdir. Bu büyük depremler, 2011 yılından bugüne süren Suriye işgali ve yine 2023 Şubatı'nda tarihsel Asurya havzasındaki 11 şehirde gerçekleşen 6 Şubat depremleri ile birlikte düşünülürse, tarihin ironik tekrarıyla birlikte bahsettiğimiz ilk Asur hikayesi daha iyi anlaşılır. Ki, bölgedeki asıl büyük fay hattı olan Hatay-İskenderiye ve Hatay-Eriha hatları da henüz kırılmadı. Yine Musa hikayesindeki büyük felaketler de aynı cinnet ortamının sonucunda ortaya çıkan hastalıklar, böcek istilaları, kıtlık ve benzeri olaylardır. İşte MÖ. 1250 – MÖ.1220 yılları arasında süren bu büyük savaş, felaket ve depremler, tarihte bilinen ilk büyük dünya savaşı ve felaketi olarak bütün zamanlar için geçerli sonuçlar üretmiştir. Öyle ki, bu savaş sonrası MÖ.1200-MÖ.900'lü hatta 700'lü yıllar arası hala karanlık çağ olarak geçer çünkü bütün nüfus kırılmış, uygarlık adeta yok olmuş, kalanlar dağılmış ve geriye hiç bir iz kalmamıştır. 20. yüzyılın ilk yarısındaki aslında benzer bir savaş olan 1. ve 2. Dünya savaşlarının yarattığı tahribat ve sonrasında bütün dünyayı yeniden şekillendiren etkisi gibi, bu olay da neredeyse sonrasındaki tarihi 2 bin yıl boyunca etkilemiştir. Bütün bu büyük felaket yüzyıllarında da henüz Yahudi diye bir halk-millet-inanç topluluğu yoktur.
3- SALMANASUR-SÜLEYMAN VE TROY-KADEŞ SAVAŞI
Tarihin 3. büyük travmatik olayı, Asur'un ikinci doğuşu sonrası MÖ. 538'de yine İranlılar tarafından yıkılması, yani Pers istilasıdır.
Asur, ilk yıkımdan 2-3 yüzyıl sonra, Tevrat'ta Kral Davut olarak anılan ve arkeolojide Asur kralı Adad Nirari'nin MÖ. 900'lerde yeniden toparlayıp İranlıları yendiği (Tevrat ve Kur'an'da Talut ve Calut, Tevrat'ta Davut-Golyat olarak geçer) savaştan sonra oğlu Süleyman'ın yani Asur kralı Salamanasar'ın -Tevrat'ta Slomo, Kur'an'da Süleyman- liderliğinde gerçekleşir. Başkenti yine Ninova'dır ve hem bugünkü Irak ve Basra Körfezi'ni, hem Hitit-Urartu-Lidya'yı yani Anadolu'yu hem de Akdeniz havzasını yani Lübnan-Kudüs ve Mısır'ı tekrar toparlamış ve ikinci Asur imparatorluğunu kurmuştur. Bu dönemde de bölgede henüz Yahudi denilen bir kavim yoktur, ayrıca Kudüs denilen yerde Yahudilerin işgallerini dayandırdığı Süleyman Tapınağı diye bir yapı da yoktur, Süleyman'ın görkemli sarayı Ninovada'dır. Tapınak denilen yapı ise Bağdat yakınlarındaki Nippur şehrinde Ziggurat -ziyaretgah denilen basamaklı piramit şeklindeki yapıdır. Hammurabi-İbrahim zamanında yapılan bu yapı, aslında şehrin ortasındaki ortak evdir.
Yetimlerin, yoksulların, göçmenlerin, dul kadınların sığındığı-yaşadığı bu yapı, tüm şehirlilerin sorumluluğunda olan, bağış, kurban, adak, sadaka ve vergileriyle bakımını ortakça yaptıkları bir iyilik-merhamet evidir. Hem bayramlar hem özel günler burada kutlanır, yöneticilerle birlikte halk bu evin etrafında ortak sorunlarını konuşur, hemhal olur, paylaşır. Sonradan pagan tapım merkezlerine dönüşen bu ev -Kur'an'da ve Tevrat'ta Beyt-Beit ve mescid olarak geçer-, kimsenin mülkü olmaması anlamında Allah'ın evi olarak tanımlanmıştır. Yani düz mantıkla Allah'ın emlakı değil, herkese ait bir ortak ev (mescidil haram)'dır burası. Bu evde ve etrafında suç işlenmez, cinayet, hırsızlık, zina, dedikodu vb büyük günahlar yasaktır. Çünkü insanlık bu evin de sembol olduğu Ev-Beyt-Ocak-Aile sayesinde evrimini tamamlayıp terbiye olmuş-insanlaşmıştır. İşte bu ortak ev-Beyt geleneği, daha sonra her şehrin tam merkezinde tapınak-kilise/cami olarak, modern dönemde başkentlerde meclis binası olarak farklı biçimlerde yaşatılmaktadır. İslam'daki Hacc ibadetinin tüm ritüelleri, kıyafetler (ihram, sam ur kıyafetidir) dahil, işte bu ortak beyt ziyaretinin ve ortak paylaşma-dayanışma-adak kurbanını yoksullara dağıtma ve ortak insanlık hafıza ve inancını tekrar etme ritüelidir.
Salmanasur döneminde bu anlamda Kudüs'te ne tapınak ne de Süleyman'la alakalı hiç bir şey yoktur çünkü o tarihlerde Kudüs (İllios), Troy savaşı sonrası barış imzalanan küçük bir kasaba-şehir olarak öyle sembolik anlamda kalmış, önemsizleşmiştir. Süleyman-Salmanasur, asıl Akdeniz ticaretinin merkezi olan Antakya ve Fenike limanlarında, Troy-Sur, Sayda, Beyrut, Trablus, Baalbek, Byblos'ta egemendir. Halep, Şam ve belki Antakya en kritik ve gelişmiş merkezi şehirlerdir. Kaldı ki, konunun o tarihte adı bile anılmayan Yahudilerle hiç alakası yoktur çünkü Yahudi isimli topluluk bu tarihlerde henüz bölgede yoktur hatta asıl vatanları olan Hindistan'da bile bir kavim halinde ortaya çıkmamıştır.
"YAHUDİLER, PERSLER TARAFINDAN HİNDİSTAN'DAN GETİRİLEN BİR TOPLULUKTUR"
Kuran'da Beni Asur'un iki defa nimetlendirildiği ve iki defa da bozgunculukla yıkıldığı anlatılır. Yani Asur'lulardan bahseder. Oysa Yahudiler, Mezopotamya'ya ikinci Asur''u yani Süleyman krallığını yıkarak bölgeyi istila eden Persler tarafından Asur sonrası Hindistan'dan getirilen bir topluluktur. Ve hiç bir zaman ne egemen, ne çoğunluk ne de önemli bir topluluk olmamıştır. MÖ. 538'de Persler Ahameniş-(Hamaney) sülalesi tarafından toparlanıp önce Hindistan-Afganistan-Orta Asya ve Hazar bölgesinde, sonra Basra Körfezi-Irak havzasında güçlenmiş ardından eski istila haritasıyla Asur'a saldırıp tekrar işgal etmiştir. Pers istilası, Asur egemenliğindeki Akdeniz kıyılarını, Mısır'ı, Anadolu'yu kuşatmış ve İon'ya -Yunus'un halkları- uzun süre Ege bölgesinde direnmiş ama yenilince bu istiladan kaçan halklar Ege Denizi'nden karşı yakaya kaçmış, ardından Yunanistan denilen bölgeye yerleşmiştir.(Yunan kelimesi de İon yani Ninova-Yunus'tan gelmedir. Pers istilası sonrası Perslerin getirdiği nüfus bu bölgeye yerleşmiş ve bu Hint-İrani halk, Grek ismiyle anılmıştır. Asıl Asur kökenli halk ise Helen-Elenlerdir. (Elen, Alanya, Alahan, İllios, hepsi aynı kökten kavramlardır ve Asuri kökenlilerdir)
ANTİK YUNAN UYGARLIĞI MASALI
Bu işgal döneminde Darius liderliğinde Makedonya ve Bulgaristan'a da ilerleyen Persler, tüm bölgede büyük direnişlere rağmen 200 yüzyıl boyunca egemen olmuştur. İşte 200 yüzyıl süren bu dönem, hem Mısır'da hem İon ve Yunan şehirlerinde Asuri-Babil-Mısır bilgi ve inanç geleneği, çeşitli okul ve ekollerde çoğu gizlice yürütülen özel eğitimlerle devam ettirilmiş, bugün filozoflar olarak bilinen Anaksimenes, Telos, Hypokrat, Sokrates, Platon, Aristo vb isimler aslında bu birikimi kayda geçerek gelecek nesillere aktaran bir tür nebi-resül misyonu görmüştür. İon-Yunan uygarlığı, Yunan felsefesi, Felsefe okul ve ekoller, Asur-Babil-Mısır yani İbrahim-Musa-Yunus geleneğinin kayda geçmiş-kitaba dönüşmüş-mirasıdır. 18.19. YY'larda Avrupalıların Osmanlıya karşı kışkırttığı Yunanlıları pohpohlamak için bu köklerinden özenle arındırarak yeniden kurguladığı ve din dışı-seküler bir hava yaratarak kendi kiliselerini de yenmek için uydurduğu Yunan uygarlığı masalının aslı budur. Asurya, yani Beni İsrail, bu masalın gerçeğidir.
4- İSKENDER VE YUNAN-ROMA
Tarihin dördüncü büyük travmatik olayı da Büyük İskender seferleridir. Pers işgaline karşı ikinci İsa-Musa olan İskender MÖ. 320'lerde sahneye çıkmıştır. İskender, (Kuran'da Zulkarneyn), İran istilasına yani Perslere karşı örgütlenmiş Asurluların lideridir. (İskender, Kudüs-Meggido'ludur. Meggido, Troy savaşının en şiddetli geçtiği şehirdir. Bu nedenle Tevrat ve Talmud gibi yahudi metinlerde Armageddon yani büyük son savaş-kıyamet savaşı efsanesi için bu savaş temel alınmıştır. Bugünkü Makedonya, Asur'un dağılmasıyla Meggido'dan kaçanların yerleştiği bölgenin adıdır. Ama İskender oralı değil, Kudüs-Meggido'lu olarak Mısır desteğiyle örgütlenip önce batıdaki Yunan kolonilerini Perslerden temizlemiş sonra Suriye, Irak, İran ve bu istilacıların kökeni olan Hindistan'a kadar bu tarihsel istilacıların kökünü dağıtmış bir Asur-Mısır komutanıdır. Bu olay, Yavuz'un, Suriye-Irak ve İran seferi ile aynıdır!). İskender sonrası ise, Perslerin Yunan işgalinden sonra Adriyatik karşısına geçen yani bugünkü İtalya topraklarında örgütlenen Beni Asurluların üçüncü toparlanışı olan Roma-(Uruma-Urmiye) sahneye çıkmıştır. Roma da bir kere ve tüm zamanlar içindir. Yani bugünkü dünya hala Asur-Yunan-Roma'nın ve Hint-İran'ın bu tarihsel savaşının ürünü, tekrarı, devamı, aşılma çabası ve yeniden doğuş sancılarının ürünüdür.
ROMA DÖNEMİ YAHUDİLER
Büyük İskender ve sonrası kurularak büyüyen Roma devrinde Yahudiler İran kolonizatörü-Farisi-Farsi ekolle, İon-Yunan etkisindeki Sadukilerden oluşan ve kendi aralarında da anlaşamayan küçük topluluklar halindedir. Siyaseten bir önemleri yoktur. MÖ.1. YY'da kral Herod ve İranlı karısı bir dönem Kudüs civarında egemen olsa da sonradan Romalılar tamamen bölgeye egemen olmuştur. MS.1. ve 2. YY'larda ise İran-Roma savaşları sırasında bölgeden kovulmuşlardır. Yahudiler, aşina oldukları bu tasfiyeyi de çok abartarak sözümona ikinci sürgün ve diaspora başlangıcı olarak kendi iç konsolidasyonu için kayda geçmişlerdir. Galiba Yahudilerden başka hiç bir topluluk kendini bu şekilde sürekli yeni hikayelerle gelecek nesillere aktarıp her dönemin aktörü gibi sunacak marifete sahip olmadığı için, bütün tarihi Yahudi ve karşıtlarının tarihi gibi okuyup tartışmaya hala devam ediyoruz! Samur'u, Asur'u, Mısur'u, İon'u, Roma'yı yani asıl tarihi, asıl insanlık hafızasını ve birikimini bile bu tuhaf azınlık topluluğun çingenelikle paralel trajedisi kadar önemsemiyoruz. Galiba kimin neyi eksikse onu abartıp tamamlamakla uğraşır. Yahudiler, olmayan tarihlerini Tevrat ve ek yalanlarıyla ve inatla Hristiyan'a, Müslüman'a, sosyaliste, ateiste işte böyle dayatmış durumda!
İSRAİL-ASUR VE EZRA
İsrail kelimesi, aslında işte bu büyük tarihsel kırılmaların ana konusu olan Asur'dur. Kur'an, Tevrat'ın Ezrael olarak anlattığı hikayeleri ısrarla düzeltir ve Asur'u anlatır. Ve defalarca ismi geçen nebi ve elçilerin Yahudi veya Hristiyan olmadığını söyler. Asur'u ise bir tarih anlatmak için değil, antik tarihin temel imparatorluğu olarak bütün zamanlar için örnek-ibretlik bir mesel olarak anlatır. Kuran'ın İbrahim, İshak, Yakup, Yusuf vb kıssalarında asla İsrailoğulları geçmez. İbrahim milleti, Hammurabi'nin egemen olduğu Sümer-Babil-Asur döneminin inananlarını ifade eder. Yakup ve Yakupoğulları da aynı şekilde İbrahim milletinin devamıdır. Asur şehir olarak vardır ama henüz bir imparatorluk değildir. Asur'un ve devamı olarak Mısır'ın büyük birer imparatorluk olduğu dönem Kral Sargon (Şar ukin) ve sonrasıdır. Musa, İşte bu dönemde sahneye çıkmıştır ve Asurlular anlamında kullanılan Beni Asur, Musa'nın İran istilasıyla esir alınmış Asuri halkları kurtarıp Mısır'a taşıması ve sonra İranlılarla-Feridun ordularıyla büyük savaşı anlatılır. Tevrat'ta Babil Sürgünü diye anlatılan hikaye aslında Musa'nın Asurluları kurtarıp hicret etmesidir.
NABUKADNEZAR, KUR'AN İBRETLERİ VE YAHUDİ KELİMESİ
Ama sonradan ikinci Asur döneminde Salmanasur'un torunu Nebi Hıdırnasır (Nebi Hızır'ın yardımcısı – Nabuccadnazar)'ın Fenike-Kudüs bölgesindeki İrancı koloni toplulukları sürmesiyle bu olay birleştirilip kendilerine dramatik bir tarih kurgulamışlardır. (Tevrat'ın Yeremya bölümünde anlatılan Nabuccadnasır ve sürgün hikayesi, 1856'da İtalyan müzisyen Verdi'nin ünlü Nabucco operasına kaynaklık etmiştir. Hikaye, Asurluların MÖ. 1200'lerdeki hicreti ile 700 yıl sonraki İrani başka kolonistlerin tasfiyesini birleştirip, Zekerya'yı Yahudi kralı, İsmael'i hain gibi anlatan, Homeros İlyada'sındaki aşk hikayelerini de katıp karıştırarak hepsini tek bir olay gibi Yahudi dramı haline getiren profesyonel bir yalan tarih kurgusudur.)
Kuran'da asıl vurgu tarihi bilgiler değil, bu büyük mücadeleden sonraki nesillere kalması gereken ibretlerdir. Musa hikayelerinde asla Yahudi kelimesi geçmez. Yehudi-hadu ifadeleri daha çok İsa zamanı Kenan bölgesi ile Hz. Muhammed devrindeki Medine Yahudileri için kullanılır. Bu ince kullanımlar, Müslüman müfessirlerin İsrailiyat etkisindeki gözlerinden kaçmıştır.
"İLK İSRAİL"İ KURAN PERSLER VE KASIM SÜLEYMANİ
Asur kavramının Azra-Ezra ile yer değiştirmesi, MÖ. 500'lerden itibaren Perslerin bölgeye getirdiği toplulukların Asur ülkelerini işgal edip yerleşince hem isimlerini hem inançlarını bölgeye uyumlu hale getirme ihtiyacından doğmuştur. (Yani bir Yahudi sürgünü değil, İsrail'in kuruluşu gibi ‘ilk İsrail'i' kuran Perslerin sonradan Yahudi denilen Hintli toplulukları bölgeye işgali-kolonizasyonu söz konusudur. Bu bağlamda Yahudilerin kullandığı İzrail kelimesi, Asur'u çağrıştırmakla birlikte, aslında Ezra'nın kabilesi-kavmi demektir. Ezra, Pers kralı Kyrus-kiroş-Keyhüsrev'in veziridir. Persler, bazı Orta Asya-Afgan-Hint bölgesindeki savaşçı kabilelerle birlikte, Eski Hindistan'ın Yehudya, Kalküta, Koçin-Kerela ve Mumbai-Maharaşta bölgelerinde ticaret, çiftçilik ve paralı askerlikle geçinen toplulukları toparlayıp Asur'a karşı sefer için bölgeye getirmiş ve Asur şehirlerini kolonileştirmiştir. (20. yy başında Teodorl Herlz isimli Alman ajanının Alman Yahudilerini Filistin'e yerleştirme çabası, 20. yy ortasında İngiliz-ABD ve Rusya'nın birlikte İzrail'i kurması veya son on yıl boyunca modern Ahameniş-Hamaney veziri yani modern Ezra olan Kasım Süleymani isimli katilin, Afganistan, Pakistan bölgesinde yoksul Şiileri parayla getirtip Suriye ve Yemen'de savaştırması ve yerleştirmesi gibi!)
ARZ-I MEV'UD VE "SEÇİLMİŞ MİLLET"
Tevrat'ta Rab olarak kullanılan ifade aslında Pers kralı Kiyruş'tur. Rabb, efendi -kral demektir. Allah için de kullanılır, yani asıl evrenin efendisi, maliki olarak... ama Tevrat, Kiyruş'u kasteder ve Yahudilerin asıl rabbi yani tarih sahnesine çıkaran kişi Kiruş'tur. Arzı Mev'ud, Kiyruş'un bu Yahudi topluluğun hizmetine karşılık vaadettiği Asur topraklarıdır. Kur'an'da arzı Mev'ud geçmez, Allah'ın bereketli kıldığı topraklar-bereketli hilal- yani Asurya geçer. ‘Seçilmiş millet' de, Kyruş'un seçtiği ve özel misyon yükleyip bölge hakimiyeti vaadettiği millet demektir. Konunun Allah'la alakası yoktur! Allah yarattıklarından bir kavmi seçip diğerlerini ona hizmetçi yapan bir kral değildir. Ama Yahudi tanrısı Kiyruş, işte o kraldır ve Persler-Aryanlar, tıpkı İblis gibi, hala kendilerini özel-seçkin, geri kalanları ise goyim-barbar-aşağılık köle varlıklar olarak gören ırkçılığın mucitleridir. Yahudiler işte bu ilk alışkanlıkla her dönem kendilerini koruyan krallara Rab demiştir. Adaletin efendisi-babası anlamında Hammurab'i-İbrahim'in bu ünvanını, İbrahim'in mirası olan bölgeyi işgal eden Kyruş da kullanmıştır. (Kuran'da Nebi ve resüllerin anlatıldığı ayetlerde Rab veya Melek olarak geçen bazı ifadeler, kral, melik, sultan anlamlarında o dönemki siyasi otoriteleri ifade eder. Soyut anlamda kullanılan Rabb, Allah'ı, melek ise bilinen melekleri ifade eder.) Yahudilerin bu anlamda bugünkü Rabb'leri de ABD'dir.
HİNDİSTAN'DAN GETİRİLEN YAHUDİLER
Yahudilerin aslında ilk dönemde (Hint kökenli çingeneler gibi -ki her coğrafyada her yahudi gettosunun yanında çingene mahallesi vardır?) herhangi bir dini-inancı hatta kavmi bir özelliği yoktur. Bu topluluk Hindistan'a dağılmış eski Akad-Ad ve Semud kavmi kalıntılarıdır ve Hindistan'a da sonradan gidip yerleşmiş, oradaki varlığıyla Hint toplulukları arasında da sevilmeyen İrani (coğrafi anlamda) topluluklardır. Muhtemelen Hint kast sisteminde en alttakiler yani isimsizler olarak bilinen (dravidler) ve daima aşağılanarak yaşadıkları için insan çoğunluğuna karşı derin bir nefret besleyen topluluklardır. İşte bu topluluklar, MÖ. 538 istilasında getirilip Asur şehirlerini istila etmek, yerlilerini katletmek, sürmek ve Perslerin adına yönetmekle görevlendirilmişlerdir. Yani Yahudiler, İran'ın bölgeye getirip yerleştirdiği ilk Rafızi kolonizatör topluluktur. Bu topluluğun lideri olan Ezra, sonradan kavimleşen topluluğun da ismi olmuştur; Azra-İzra-el.
İBLİS-ŞEYTAN-BAAL-ÂLİ
El takısı, Babil'de Allah'ın isimlerinden biri olarak kullanılır. Yüce, ulu, ilk yaratıcı-O-Sümerlerde EA- zamanla El Elah-ilah – Allah olarak tanrının ismi olarak kullanılır. Bab-el-Tanrı kapısı, ya da Samuel, Mikael, Cebrael'deki ekle asıl ismi Allah'a bağlayan-Allah'ın oğlu, kulu-güneşi-ay'ı, yıldızı vb. bir kullanımdır bu. Ezrael, önce Irak'a-Babil'e- yerleştirilen Yahudilerin buradan Akdeniz ticaret merkezi Fenike'ye-Kenan'a getirilip Süleyman krallığının bakiyesi olan zenginlik ve imtiyazları ele geçirmesi sürecinde bu topluluğun kendine verdiği isimdir.
M.Ö. 400'lerden itibaren Pers kralı Dariuş devrinde, bölgeye Antik batı Hindistan'ın Yahudeya bölgesinden Basra-Yemen üzerinden yeni Yahudiler getirilir ve zamanla kendilerine Hadu, Yehadu, Yahudi, Yhdi. vb ifadelerle anarlar. Önce gelen Irak Yahudileri ile sonra getirilen Basra-Yemen Yahudileri zamanla kendi aralarında çatışır. Bu çatışmalar Tevrat'ta Elohim-Yhwe dönemlerinde, Talmud yorumlarında, Ferisi-Farsi ve Saduki ayrışmalarında belirginleşir. Elohim (El ahe-ilah-Allah-ilahlar-bölgeye yabancı oldukları için Yahudiler birçok kavramı eksik-kırıklı telaffuz eder), önce gelenlerin yerleştirildiği Babil-Irak'ta, Baal ise sonra gelenlerin yerleştirildiği Fenike'de kullanılır. Baal, Elam kralı Alulim-Apaalu'dur. Arkeolojide Apillu-Apollo-Alilum-Allalat olarak geçer.
Rafızi inançlarındaki Ali kelimesi de aslında bu Baal'dir. Hz. Ali ile alakası yoktur ve tüm Rafıziler-misal Hint kökenli Nusayriler- bunu sır olarak saklar. Tıpkı Asurel-Azrael benzetmesi gibi, Alulim-Ali benzeşliği, Hint-İrani toplulukların derin takiyeciliğinin örnekleridir. Baal (Ebaal), Baba Tanrı-Tanrı baba-Allah baba demektir. Aslına bakılırsa Kur'an'da İblis olarak geçen kişidir. Yunanların Diubolos-Deu bolos-dediği kişi de bu iblis'tir. (deu-zeu-teo tanrı demektir). İrani bir topluluk olan Ezidilerin (İran Yezd kökenli, Yezdan'a yani Baal'in diğer adına tapan bir kadim inanç grubu) şeytana taptığı iddiası işte bu Baal'dan dolayıdır ve tanrının asıl adını anmak takiye gereği yasaktır. Baal için Kyruş zamanında İran istilası sonrası Lübnan Baalbek şehrinde devasa bir tapınak yapılmştır. Bu Baal tapınağı, aslında Yahudilerin Kudüs'te aradığı atalarının asıl tapınağıdır. Adı da Beit Amikdaş (kutsal ev) veya Beit Adonai-Adanu'dur. Adanu-Adonai, Mısır istilasında Adon-Aton olmuş, daha sonra İranlıların etkisiyle tanrı adı ve işgal ettikleri bazı şehirlerin adı-Adana-Atina olarak kullanılmıştır. Ad kavminden kalma bir kavramdır. Bu tapınak, Süleyman'ın değil, İran istilasında Kiyruş'un yaptırdığı tapınaktır. (Bugün Baalbek, yine İran'ın Şii maskeli paramiliter örgütü Hizbullat isimli güçlerinin kontrolündedir. Güney Lübnan, İran'ın modern İzrael'idir aslında.)
ŞİT, SATAN, ŞEYTAN
Aynı şekilde Ebaalos-İblis-Baal'in oğlu Set, Satan (şeytan) kelimesinin kökü- İran ve Yahudi literatüründeki Şit'tir. İran mitolojisindeki Cemşit, işte bu Şit'tir ve şeytan kelimesi, Şit'i ve neslini ifade eder. Antik Mısır'ı istila eden Perslerden sonra Mısırlılar kötülük tanrısına Seth-Seti demiştir. Tevrat'ta Adem'in oğlu olarak geçen Şit, İslam kaynaklarında geçmez. İran, iblisin, şeytanın doğum yeridir ve bu kavramlarla ifade edilenler soyut birer mevhum değil, bizatihi Hint-İran'ın kralları ve soyundan gelen somut kişilerdir. Hint-İran, teoloji ve mitoloji fabrikasıdır ve bütün tarihi efsane-mit-destan haline dönüştürüp, Orwelyen tarzda tersyüz edilip dönemin siyasi ihtiyaçlarına göre yeniden kurgulayarak kayda geçer, din adamları-moğ-mogus-molla-sihirbazlar vasıtasıyla ve dailer-şeyhler, dervişler, babalar, dedeler diliyle de sözlü olarak her istila bölgesine yayar.
KUR'AN'DAKİ HİNT VE İRAN REDDİ
Zerdüşt inançlarında kötülük tanrısı olarak anılan Ehrimen, aslında İran'ın sakladığı ikinci yüzüdür ve bu kavramla yansıtma yapar, düşman olduğu her olgu, güç ve inancı şeytanlaştırır. Şeytanın bu şeytani kullanımı, özünde şirktir ve Kur'an müşrik derken aslında bu İrani kötülük tanrısını asıl tanrıya eş bir güç gibi inananları kasteder. Tarihte başka hiçbir inançta, eş güçlere sahip iki tanrı (Ahuramazda/Hürmüzd/yezdan- ve eşit güçteki karşıtı Ehrimen) anlayışı yoktur. Müşrik, Allah'a eş koşulan tanrıdır ve bu ifade Ahuramazda ve Ehrimen'e iki eşit iyi-kötü gücü olarak tapan İranlıları ifade eder. Pagan-Animist inançlarda baş tanrı ve yardımcıları, oğlu, kızı karısı vb vardır. hiçbiri baş tanrıya eşit değildir. Müşrik, sadece düalist İrani inançları ifade eder.) Aynı şekilde Kur'an'da cehennem, Ahuramazda'ya yani güneşe-ateşe tapan-güneşi-ışığı-ateşi kutsayan bu müşrikleri taptıklarıyla haşretme sembolizmidir. Cennet ise, Hint-İran soylularının bütün toplumun sırtından geçinip kurdukları saltanat ve şaşaalı yaşamın ellerinden alınıp alt sınflara verileceğini vaadeden sembolik bir anlatıdır. Kur'an, bu tarihsel coğrafya olarak Hint-İran'ın reddi olarak okunmazsa asla anlaşılamaz.
YHWE -YHOVA -YAHYA
Adını anmanın yasak olduğu Yhwe-yahova kavramı ise, aslında İsa'nın gerçek adı olan Yahya'dır. Bölgeye sonradan getirilen Yahudiler, MÖ. 1. YY.da bölgedeki Musevilerin lideri Yahya'nın kral Herod ve karısı tarafından vahşice öldürülmesi sonrasında bölge halklarının yücelttiği bu kişiyi kurtarıcı-mesih gibi anmaları üzerine, özellikle Talmud'da tanrılarının asıl adının Yhwe-Yehova olduğunu ama adını anmamaları gerektiğini söyleyerek Tevratlarını bu isimle yeniden restore etmişlerdir. Yani Yahwe, aslında Yahudilerin reenkarne mesihinin adıdır ve kıyamet zamanı inerek yahudileri kurtaracaktır. Bu nedenle bazı yahudiler, bazı Şiiler gibi -ki inanç akrabalığı vardır- her "Mesih'im" diye çıkan kişiyi -Yahya, İsa ve en son Sabatay Sevi'yi- katletmiş, dışlamış ve aforoz etmiştir. Bu nedenle de bu Mehdici İranlı Şiiler İran İslam devletini, Mesihçi Yahudiler de İzrail'i, asıl mehdi-mesihleri gelmeden kurulan ve onların gelişini engelleyen-erteleyen olgular olarak görmekte ve karşı çıkmaktadır.
Tarihin saydığımız her büyük travmatik olayı sonrası bir ilahi kurtarıcı-redeemer- arayan insanlık, her dönemin büyük kurtarıcı yani Mesih'inin yani Nuh-İbrahim-Musa ve İsa'nın yine geleceğini, yine kıyamete benzeyen zamanlarda zuhur edeceğini (mehdi-mesih) her çaresiz dönemde inanmıştır. Mesih-Mehdi inancı, aslında Hint reenkarnasyon ve Krişna inancından İrani-Zerdüşti inanca da geçmiş ve sonradan Hristiyanlık ve Şii islam inançlarında da yer bulmuştur. Bu Mesih-Mehdi inancının İbrahimi-Hanif-Musevi-Müslüman geleneğiyle alakası yoktur.
İBRANİ-HERON
Öte yandan, İbrani kelimesi, Perslerin işgal ettiği Kudüs civarındaki Hebron -bugünkü El Halil-kasabasına kurulmuş Yahudi kolonisi nedeniyle zamanla Hebronlu -İbrani olarak tanımlamak için yerleşmiştir. Yani yahudilerin iddia ettiği gibi, İbrani'nin İbrahim-Abraham-Avram'la bir alakası yoktur.
Kısacası, Yahudilik İran merkezli istilaların bakiyesi olarak bölgede tutunmak için, o tarihlerde egemen olan Asuri-Musevi inanç izleri ile Hint-İran inanç ve alışkanlıklarını yüzlerce yıl içinde sentezleyip oluşturulan şizofrenik bir kimliktir. ne Musevi'dir, ne İsrailoğulları'dır, ne İbrahim'le, İshak'la, İsmaill'e, Yakup'la, Yusuf'la ne Musa'yla, Süleyman'la, ne tevhidle, ne dinle hiç bir alakaları yoktur.
KOLONİZATÖR TRAJEDİ OLARAK YAHUDİLİK
İşte bu tarihsel kök bağları, çok sonraları Pers mogus-moğus-büyücü-kahin hahamların kurnazca icat ettiği masallardır. Bu haham-kahin denilen din adamları, aslında topluluğu güden çobanlar-vasal krallar (Farsça peygamber kelimesi de aynı anlamdadır ve İslam'ı İranlılardan öğrenen Türkler ve Kürtler hala Resül ve Nebiler için peygamber kelimesini kullanır. Oysa Nebi ve Resul, çok farklı kavramlardır.) Bu haham-kahan-peygamberler Tevrat açısından farklı misyonlara sahiptir hatta birçoğu sinagog-havra denilen banka-banker kurumlarının tüccar-tefecileridir. Yahudi hahamları ve peygamberleri, bölgede öğrendikleri bazı inanç ritüelleri ve kendi yazdıkları eski masalların üzerinden bu göçmen Yahudi topluluğu daima ortak bir havuzda tutmuş ve Perslerden sonra Romalılara ve sonra dağıldıkları her ülkede yöneticilere mukayeseli üstünlük denilecek mesleklere yöneltip varoluşlarını-güvenliklerini sağlayacak konumlar elde etmeye çalışmıştır. Doktorluk, dokumacılık, sarraflık, tefecilik, ticaret vb konularda yoğunlaşarak her toplum içinde kendi özellikleriyle var kalmaya çalışan, güçlendikçe güçlerinin ötesinde o toplumu yönetmeye kalkan, buna tepki olarak da katledilen veya sürülen, böyle bir dramatik geleneği daima Tevrat-Talmut vb dinsel hikayelerle içselleştirip devam eden Yahudilik, aslında tuhaf, özgün, ürkütücü bir trajedidir.
ESKİ AHİT METİNLERİ
Ticaretle uğraştıkları için okuma yazma bilen bu topluluğun hahamları, Musa'nın kitabı diye aslında bölgede egemen bütün inanç, mitoloji, masal, efsane ne varsa kayda almış, muhtemelen önceleri aslında İranlı rabblerine istihbarat raporu gibi sunmuş, zamanla bunları atalarının kutsal yazıtları diye benimseyip kutsal kitap yapmıştır. Tevrat'ın esas metinleri zaten sürekli diğer bütün insanlara kin kusan ve düşmanlık aşılayan anlatılardan oluşur. Musevi inançlarla dalga geçer, Nuh kızlarıyla yatmıştır, İbrahim karısını krala sunmuştur, Yakup kardeşini kandırmıştır, Davut komutanının karısını ayartmıştır, Süleyman yüzlerce cariyesi olan ve putlara tapan bir zalim kraldır vb... Yani aslında önceleri adeta bir İbrahimi- Hanif-Musevilik karşıtı propaganda metinleridir. Bu nedenle Yahudi geleneğinde Tevrat ve Tanah-Talmud yazılarını yorumlama yani kıvırma sanatı olarak tefsircilik-hermonotik geleneği gelişmiştir. Zira düzünden okuyunca gerçekten tuhaf, korkunç, asla ilahi bir öz taşımayan bir metindir eski ahit.
HİNT-İRAN İCADI YAHUDİLİK İLE İSEVİLİK VE MUHAMMEDİLİK
Kuran, asla Musa'ya Tevrat verdik demez, Musa'ya kitap verdik der. Çok sonraları bu Yahudi topluluğu Tevrat'ı Musa'ya verilen kitap diye sundukları ve başka topluluklarda da böyle yazılı kayıtlar olmadığı için Tevrat isimli kitap, sonraki dönemlerden bugüne Musa'nın kitabı olarak kabullenilmiştir. Kuran, indiği dönemde sonraki nesiller için elinizdeki Tevrat'ı ve İncili biz indirdik diyerek, eldeki tek yazılı kayıtları kasteder ama sürekli o kitaplardaki iddia ve anlatıları düzeltir. İncil'de anlatılan İsa hikayesi de özünde işte bu dinsel çarpıtma ve din sömürüsüne karşı isyanı anlatır. Kurumsal dinsellik, yani insani ahlaki öğütleri ve sosyal yaşama dair beslenme, evlilik, vb kural ve örfleri kutsallık halesiyle örgütlü bir din adamları sınıfı ve kutsal yazıtlar eşliğinde düzenleme ve buradan insanlık ailesinden ayrı bir getto oluşturup geri kalanları dışlama-aşağılama, tüm bunları Allah adına yapma alışkanlığı, tamamen Hint-İran icadıdır ve Yahudilik, işte bu icadın en özgün, en inatçı, en yobaz ve bu yüzden en devamlı biçimidir. İsevilik ve Muhammedilik, orijinalinde aslında bu dinselliğe karşı ortaya çıkmıştır ve fakat zamanla yine dönme Yahudileri vasıtasıyla aynı Yahudi formatında dinselleşmiştir. Pavlus ve İbn ishak, bu gözle bir daha incelenmelidir.
"YAHUDİLERİN HİÇ BİR ZAMAN FİLİSTİN'DE DEVLETİ OLMAMIŞTIR"
Yahudiliğin öncelikle İbrahimi inançlar listesinden çıkarılması, semavi dinler, üç büyük din, ehli kitap vb ifadelerin asla Yahudiliği içermediğinin tescili, Yahudilerin İbrahim-Musa-Süleyman ve diğer elçi-nebi geleneğiyle hiç bir bağı olmadığının tespiti, İsrailoğulları-İsrail ifadesinin Asur olarak düzeltilip Yahudilerin ise zaten kendi kullandıkları İzrail kelimesiyle anılmasının ısrarla kullanılmaya başlanması gerekmektedir. Yine Yahudilerin asla ve hiç bir zaman Filistin bölgesinde (İsrail-Yahuda krallığı gibi) bir devleti olmamıştır. Asla Kudüs'te bir izleri, eserleri veya mabedleri olmamıştır. Asla homojen bir ulus bile olmamışlardır.
Yahudiler tıpkı bugün gibi hep egemen güçlerle işbirliği içinde FETÖ vari lobicilikle kendi güvenliklerini ticaret ve istihbarat örgütlenmesiyle sağlayan, kolonizatör bir topluluktur. Etnik olarak çok eski kökleri Hint-İran olsa da bugün dağıldıkları her toplumda melezleşmiş ama Tevrat-Tanah ve bu yetmediği için modern dönemde siyonizm adlı etnodinsel faşist bir ideoloji üreten, bu örgütlü ihtirasları ile 20. YY başında Almanların, ortasında İngilizleri ve şimdi de ABD ve Rusların Ortadoğu'daki kolonizatör gücü olarak İsrail isimli kafese sokulup kullanılan bir topluluktur. ABD ve Avrupa'da ticaret ve tefecilik- fon-borsa vb. oyunları ve buradan sağladıkları ekonomik-medya ve siyasal lobi güçleri, aslında asıl ABD-İngiltere-Avrupa ve Rusların maskesi durumundadırlar ve kullanım süreleri dolduğunda tıpkı Alman Yahudileri gibi, tıpkı FETÖ gibi, bir gecede ellerindeki her şey alınıp sürülecek, yine katledilecek bir günah keçisi, bir trajik kolonizatör topluluğudur.
SİYONİZM VE YAHUDİLİK
Bu topluluğun kendi senkretik-rafızi inanç ve gelenekleri kendilerine aittir ve hiç bir şekilde insanlığın ortak inanç ve değerleriyle alakası yoktur. Bu anlamda; Yahudiler ve İzrail topluluğu, her ülkede, her toplumda, her zaman, toplumun genel hukuki standartları çerçevesinde can, mal, inanç güvencesi içinde eşit olarak yaşayabilmeli, ama insanlığa karşı herhangi bir düşmanlık, tasallut, egemenlik, saldırı veya müdahale imkanlarından arındırılmalıdır. Yahudilik; Ezidilik, Nusayrilik, Ehl-i Hak, Bahailik, Dürzilik gibi İran kökenli rafızi bir inanç-topluluk kimliğidir ve siyonizm ise bu rafıziliğin sol-seküler milliyetçi modern ifadesidir. Tıpkı Türkçü kemalizm, Kürtçü Apoculuk, Arapçı Baasçılık gibi, siyonizm de modern dönemin batı icadı milliyetçi rafızilik mezheplerinden biridir.
YAHUDİLİK VE "İBRAHİM MİLLETİ"
Mesele, öncelikle Yahudilikle özdeş dinsel bir kök anlatının artık tamamen sona ermesi, bu topluluğun diğer tüm toplumlar gibi insanlık ailesiyle karışıp erimesinin sağlanması, Museviliğin ise, İsevi ve Muhammedi topluluklar gibi aynı İbrahimi tevhidi inanç geleneğine ait bireysel bir inanç olarak kabulü gerekmektedir. Bu inancı kabullenmiş Yahudiler de birey olarak Musevi olarak adlandırılabilir. Ki özünde zaten gerçek İseviler ve gerçek Müslümanlar da Musevidir, İbrahimidir. Hatta hiç bir canlı-ölü kişiyi tanrılaştırmayan, hiç bir zorba-zalim sömürücü güce, ırk, milliyet, kavim, devlet, para ve şehvete tapmayan ve dünyanın her yerinde her tür zalime, sömürüye, adaletsizliğe itiraz eden vicdan ve merhamet sahibi her insan, doğuştan gelen mecburi edinilmiş dini ırkı inancı ne olursa olsun, İbrahim milletindendir. Yani Hanif, Musevi, İsevi ve Müslümandır.
İnsanlık, yani iyilik, adalet, özgürlük; millet-i İbrahim'in kadim değerleridir. Ve Yahudiler, bütün insanlık tarafından bu değerlere kıyasla ve bu değerlere mensubiyetle değerlendirilmelidir. İzrail ve siyonist Yahudi lobisi, bu değerlere düşman olduğu için ve düşman olduğu sürece, insanlığın düşmanıdır. Tıpkı bu değerlere aykırı davranan ve adı ister Müslüman ister Hristiyan ister sosyalist, ister milliyetçi, ister batılı doğulu Türk-Kürt-Arap İranlı-Rus-Avrupalı-Çinli vb olsun, fark etmez, kim İbrahimi değerlere uymuyorsa münafıktır ve insanlığın düşmanıdır.
Yahudilikle ilgili de kadim ölçü ve son söz, budur.
Kaynak: ahmetozcan.net
AHMET ÖZCAN KİMDİR
Nüfus kaydı ismi Seyfettin Mut. İ.Ü. İletişim Fakültesi mezunu (1993); yayıncılık, editörlük, yapımcılık ve yazarlık yaptı. Yarın yayınları ve haber10.com haber sitesinin kurucusu.
Ahmet Özcan, yazarın müstear ismidir.
-Yer aldığı Dergiler:
İmza (1988), Yeryüzü, (1989-1992), Değişim (1992-1999), haftaya bakış (1993-1999), Ülke (1999-2001), Türkiye ve dünyada Yarın (2002-2006)
Yayımlanmış Kitaplar:
-Yeni bir cumhuriyet için
-Derin devlet ve muhalefet geleneği
-Sessizlik senfonisi
-Şeb-i Yelda
-Yeniden düşünmek-İslam, devlet ve değişim
-Teolojinin jeopolitiği-Allah, Vatan, özgürlük
-Osmanlının Ortadoğu'dan çekilişi
-Açık mektuplar
-Davası olmayan adam değildir