Dolar

32,6224

Euro

34,7207

Altın

2.520,22

Bist

9.524,59

Yaslı gittim şen geldim

8 Yıl Önce Güncellendi

2016-11-16 09:37:35

Yaslı gittim şen geldim

Anıtkabir'e komşuyum.  Hemen hemen her gün  ‘yaya girişi' nin olduğu uzunca yolu yürürüm. Her zamanki güzergâhımın üzeri. Sonbaharda duygusal bir akışı var bu yolun. Sıraya dizilmiş, hazır olda bekleyen ağaçlar ve yerde mevsime teslim olmuş yapraklar… Sararmış, kuru yapraklar üzerine bastıkça insana hüzün veren bir hışırtı oluşur. Arabaların sesini de saymazsak tek tük insanın geçtiği pek sakin bir yoldur. Bazen uzak doğulu turist kafileleri görürüm;  başlarında tek renk şapkalarıyla, elinde küçük bir flama taşıyan bir adamın peşinden Anıtkabir'e doğru yürürler…

Öğrencilik defterini kapattığımdan beri pek takvim kovalamıyorum. O yüzden midir bilmem polislerin Anıtkabir yolu boyunca çektiği bariyerleri, aldığı güvenlik önlemlerini bir süre anlamakta geciktim. Gerçi burası Ankara, vardır mühim toplantılar, gelmiştir bir yerin bakanı, başbakanı.

Ama meğer 10 Kasım'mış…

İnsanların elindeki bayraklardan ve anıtkabirin girişindeki kalabalıktan anladım. Atatürk'ün ölmüş olduğu gerçeğini anımsadım bir an. Bazı ölülerin aramızda dolaşmasını ideolojik veya teolojik hadi bilemedin felsefik cümlelerle açıklamaya yanaşırım da psikolojik açıdan bazı ölülerin hiç ölmemesini anlatmak epey zahmetli olurdu, iyi ki psikolog değilim.

İnsanlarla göz göze gelmemeye çalışıyorum. Ne bileyim anma gününde, sevdiği birini kaybetmiş olmanın getirdiği ruh haliyle beni fazla Atatürk ilke ve inkilaplarına ters bulabilirlerdi durduk yere. Hep zaten suçluluk duymuşumdur böyle günlerde,  sanki ne düşündüğümü anlayacak yüzüme bakan. İndir başını bu ülkenin gerçek sahibi değilsin şuan! Biraz misafir tedirginliği, biraz kırlentleri bozmuş olmanın gerginliği…

Başım yerde öylece yürüyorken yerdeki yapraklar arasında çürümeye yüz tutmuş kestanelere takıldı gözüm.  Demek bu ağaçlar kestane ağaçları, vay be! Ben bunu daha önce fark etmemiştim. Sonra Türkçesini bir türlü hatırlayamadığım ama çocukluğumda “berû” dediğimiz kestanemsi - daha ince ve uzun- taneler buldum yaprakların arasında. Renkleri de kestaneye oranla daha açık.  Kürtçesini bilip de Türkçesini bilmediğim kelimelerin varlığı mutlu etti beni…

Arkamdan kalabalık bir grubun geldiğini hissediyorum. Yaşını almış kadın sesleri. Konuşuyorlar kendi aralarında.  Sonra beni mekandan soyutlayan bir sessizlik..Ah ne güzel!  tam da Orta Asya'nın bozkırlarında at koşturmalık bir sükunet. Belki Anadolu'ya doğru gelebilirim biraz daha sessiz kalsa Ankara. Ama işte nefes alırken zorlandığı belli olan bir kadın mırıldanır gibi bir sesle bozdu ilerleyişimi:

Yaslı gittim, şen geldim. Aç koynunu ben geldim…

Bir dakika! Bu şarkıyı bir yerden hatırlayacağım… Bir süre koro halinde, çok yüksek olmayan bir sesle söylemeye devam ettiler.  Bu şu ilkokuldayken her etkinlikte söylediğimiz değil mi, üstelik şarkı değil bir marş bu, uygun adım yürümek gerektirir.

Arkamdaki kadınlarla aramdaki mesafe kısaldıkça kendi aralarındaki konuşmaları da daha net duyuyorum. Duymamak bazen bir nimettir. Mesela bir ordunun Viyana Kapılarına dayanmasına manidir bazı sesler:

Şimdiki gençler marş bilmiyorlar… Anma etkinliğine gelmişler, ne yapacaklarını ne söyleyeceklerini bilmiyorlar...

Şaşırdım. Marş bilmiyor olmak üzerinden hiç gençlik eleştirisi yapan görmemiştim evvelce.  Gerçi bir saz ustasından “gençler türkülerimizi bilmiyorlar, popla, topla çocuklarımız bizden koparılıyor” sitemini duymuştum ama marş bilmemek var ya tam kurşuna dizilmelik bir suç.

-Sussanız keşke, bakın siz konuştukça Balkanlar ayaklanıyor, Arap isyanları baş gösteriyor, bir susun!-

Kalabalıktı Anıtkabir ama eski anma törenlerinin o ağırlığı, o asaleti yoktu değil mi?” dedi sesi görece tiz olan ve yanılmıyorsam daha genç kadınlardan biri, arkama hiç dönüp bakmadığım için yüzlerini tarif edemiyorum, onaylayan sesler bir birine karıştı:

O neydi öyle Erdoğan kuran okudu… Anıtkabir iyice hacı hocaların yeri oldu.

İrkildim. Bu cümleyi kuran kişinin yüzüne bakmak istedim. Hayır azarlar bir yüzle değil!  Merakla, şaşkınlıkla bakayım. Anıtkabir bir mezar değil miydi sahi? Kabir ve mezar arasındaki nüansı düşündüm, vardır mutlaka çok ince ama çok önemli bir fark. Kahkaha atsam ayıp mı? Ne ayıp olacak, bir yıl boyunca önünden geçtiği Yahudi mezarlığını Müslüman kabristanı sanıp Fatiha okumuş kadınım ben!

Ve işte trafik ışıkları…

Durmam, ışığın bana yeşil olmasını beklemem ve önce sağa sonra sola bakıp karşıya geçmem gerekiyor. –bindörtyüzyıl evvelki şartlarda kaldığım sanılmasın. Modernim ben modern! -

Sesler git gide uzaklaşsa da duyabiliyordum : “Arif Beyin tanıştırdığı hoca vardı ya, adı neydi bak unuttum. Demişti ki kuran ölülere fayda vermezmiş. Bunlar hep hurafeymiş. Bu adam gerçek dini de bilmiyor, kullanıyor… Hem Saddam da gösteriş için namaz kılıyordu değil mi canım…

Yolun Milli Kütüphaneye dönen tarafını askeri bir ciddiyetle yürüdüm. Dilime de marşı tutuşturmuşum :

Yaslı geldim, şen gittim. Aç koynunu ben geldim.

Haber Ara