DİĞER İÇERİKLER

© Copyright 2023 - Timeturk İnternet Haber

Bu sitede yer alan tüm içerikler Timeturk'e aittir. Kopyalanması kesinlikle yasaktır.

A PHP Error was encountered

Severity: Notice

Message: Undefined variable: currency

Filename: layout/header.php

Line Number: 566

Backtrace:

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\views\layout\header.php
Line: 566
Function: _error_handler

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\controllers\Detail.php
Line: 836
Function: view

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\indexd.php
Line: 315
Function: require_once

A PHP Error was encountered

Severity: Warning

Message: Invalid argument supplied for foreach()

Filename: layout/header.php

Line Number: 566

Backtrace:

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\views\layout\header.php
Line: 566
Function: _error_handler

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\controllers\Detail.php
Line: 836
Function: view

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\indexd.php
Line: 315
Function: require_once

Cumhuriyet’in büyük hatası

2010-08-24 09:41:00
Cumhuriyet dönemi, geçmişi inkâr üstüne açılmasaydı; bugün durum çok daha farklı olabilirdi... Hazin ki; Cumhuriyet’i kuranlar, belki de toplumu hilafete bağlılık alışkanlığından kurtarmak için geçmişi kötüleme kampanyaları açtılar...

Yavuz BAHADIROĞLU
Bu da toplumu hem geçmişle gelecek arasında bunalttı, hem de ikiyüzlülüğe yöneltti. O kadar ki; insanlar evde ayrı, sokakta ayrı konuşuyordu.
Bilhassa Cumhuriyet’in ilk yıllarında yapılan yayınlar dehşet vericidir. Hatta bazıları “klinik vaka”dır! Sosyolog ve psikologların incelemesi gereken çok mümbit bir alandır.
Masamda, Cumhuriyet’in onuncu yılı münasebetiyle Maarif Vekaleti (bugünkü adıyla Milli Eğitim Bakanlığı) tarafından Burhan Asaf ve Vedat Nedim Tör’e hazırlatılmış, “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne: Nasıldı, Nasıl Oldu?” isimli büyük boy bir kitap var.
Yani, Cumhuriyet’ten önce nasıldık, Cumhuriyet’ten sonra nasıl olduk?..
Kitap İstanbul Devlet Matbaasında, 1933’te basılmış. Yani bu bir devlet yayını.
İkinci sayfasını açıyorum...
Bu sayfada Sultan İkinci Abdülhamid’le, Sultan Mehmed Vahidüddin’in fotoğrafları yer alıyor. Sultan Abdülhamid’in fotoğrafının alt yazısı şöyle:
“Uyanık gençliği boğan, zindanlarda çürüten Yıldız Baykuşu Kızıl Sultan Abdülhamit.”
Sultan Vahidüddin’in fotoğrafının altındaki yazı ise şöyle:
“Tahtını kurtarmak için memleketini satan Sevr simsarı vatan haini Vahdettin.”
Oysa bugün, gerçek tarihçi, Sultan Abdülhamid’in mazeretlerini biliyor. Sultan Mehmed Vahidüddin’i ise, Anadolu’nun kurtuluşu için şahsi servetini Mustafa Kemal Paşa’ya verecek kadar büyük bir fedakâr, çaresizliğine rağmen Sevr’i imzalamayı reddedecek kadar da büyük bir vatansever olarak kaydediyor. (Ancak tümüyle çareler tükendiğinde imzalıyor.)
Bahis konusu kitabın aynı sayfasında bir de hüküm yer alıyor, deniyor ki:
“Sultanlar, sarayların dört duvarı içinde soysuzlaşmış zulüm ve sefahat mirasyedileridir.”
Sultanlar arasında hiçbir ayrım yapılmadığına, bazıları hüküm dışı tutulmadığına göre, Yıldırım Bayezid’i, Murad Hüdavendigar’ı, Fatih Sultan Mehmed’i, Yavuz Selim’i, Kanuni Süleyman’ıyla, bütün Osmanlı padişahları, bu ilimsiz, insafsız ve vicdansız hükmün içine giriyor demektir.
Evet, hüküm ilimsiz, insafsız ve vicdansızdır: Zira sarayın dört duvarı arasında ömür tüketen mirasyediler, nasıl olmuş da Niğbolu’da, Mohaç’ta, Varna’da zafer üstüne zafer kazanabilmişler?
Nasıl olmuş da, alınamaz denilen Konstantıniyye’yi (İstanbul) alabilmişler?..
Nasıl olmuş da Sina Çölü’nü aşıp Mısır’ı fethedebilmişler, Orduy-u Hümayunu teey Viyana kapılarına götürebilmişler?
Kitap demeye sıkıldığım bu hezeyannamenin diğer sayfaları da benzer iftiralarla dolu bulunuyor. Yine hiçbir ayrım yapılmadan, bütün padişahların astığı astık, kestiği kestik olduğunu, canları istedikçe insanların boyunlarını vurdurduklarını yazıyor.
Onlar için “Kana susamış diktatörler” tabiri kullanılıyor.
Ayrıntıya girmeden, sözü de fazla uzatmadan şunu sormak istiyorum: Siyasi cinayetler bahsinde ülkelerin bugünleri pir u pak mıdır?
Padişahların diktatörlüklerine gelince: Tarihi kişiler ve devletler, yaşadıkları devirle değerlendirilir. Tarihe bugünün ölçüleri ve değerlerle bakmak hem yanlıştır, hem tarih ilmine aykırıdır. Olsa olsa siyasi bir bakış olur bu: Yanılma ve yanıltmaya dönük siyasi bir bakış...
Yazık ki Türkiye’yi, yönetenler tarihe siyasi perspektiften bakmış, tabiatıyla da hem yanılmış, hem de yanıltmışlar. Ders kitapları zamanla ayıklanmıştır, ama bütünüyle bilimsel temele oturtulamamıştır. Hâlâ padişahların hiçbir kayıt altına alınmamış astığı astık-kestiği kestik diktatörler olduğu işlenmektedir.
Bunun böyle olmadığına, en azından devirden devire, padişahtan padişaha değiştiğine örnek teşkil eden yüzlerce olaydan sadece birkaçını aktarmak istiyorum.

Biliyorsunuz, günümüzde haklı olan değil de, güçlü olan davayı kazanıyor, maalesef. Adliye hikâyeleri bunun örnekleriyle dolu. Haklı olan güçlü olacağına, güçlü olan haklı sayılıyor. Tabii düzenin çivisi gitgide çıkıyor.
Oysa bu topraklarda, bize “diktatör” olarak tanıtılan padişahlar döneminde, haklı olan güçlüydü. Mahkeme karşısında padişahla sıradan “vatandaş”ın hiçbir farkı yoktu.
“Hisse” alınması dileğiyle, Fatih’le ilgili iki “kıssa”yı aktarmak istiyorum.
Rivayet olunur ki; Fatih Sultan Mehmed, adını taşıyan camiin inşaatında kullanılacak mermer sütunları kestiren Rum mimarlardan İpsilanti Efendi’ye kızıp elini kestirir.
Bunun üzerine İpsilanti Efendi, ilk İstanbul Kadısı Sarı Hızır Çelebi’ye başvurur. Haksızlığa uğradığını belirtip, hakkının padişahtan alınmasını ister.
Kadı, padişahı çağırtır. Padişah girdiğinde İpsilanti Efendi dâvâcı makamında ayakta durmaktadır. Padişah “maznun” minderine bağdaş kurmak üzereyken, Kadı Efendi kükrer:
“Begüm, hasmınla mürafaai şer’ olunacaksın, (Beyim, davacı ile yüzleştirileceksin) ayağa kalk!”
Padişah kalkar. Kendisini savunması istenince hata ettiğini belirtir. Kadı Efendi “Kısasa kısas” hükmünü verir: Hüküm gereğince padişahın da eli kesilecektir.
Dinleyenler dehşetten ve hayretten dona kalmışlardır. Padişahın boyun bükmüş, hükme rıza göstermiştir. Durum o kadar alışılmışın dışındadır ki, İpsilanti Efendi’nin eli, ayağı titremeye başlamıştır. Aklı başına gelir gibi olunca kendisini padişahın ayaklarına atar.
“Dâvâmdan vazgeçtim. İslâm adâletinin büyüklüğü karşısında küçüldüm. Böyle bir cihangirin elini kestirip kıyamete kadar lânetlenmeyi göze alamam.”
Fatih’in eli kesilmekten kurtulur. Ama tazminat ödemeye mahkûm olur. Kestirdiği elin diyetini şahsi gelirinden öder. Ayrıca bir de ev verir.
Mahkeme sona erip herkes çıktıktan sonra, Padişah, Kadıya döner:
“Bak a Hızır Çelebi, bu padişahtır deyu iltimas eyleseydin, şer’i şerife mugayır hüküm verseydin şu kılıçla başını koparırdım.”
Kadı Hızır Çelebi minderini kaldırır, minderin altında duran demir topuzu Padişaha gösterir:
“Siz de padişahlığınıza mağruren hükmü tanımasaydınız, billahi bu topuzla başınızı ezerdim.”
Veyl!.. “Siz emreyleyin efendim, biz kitabına uydururuz” diyen ve bin türlü zulme “kanun” ve “hukuk” libası giydiren sözde hukukçulara, veyl!..

Görüş Bildir Bizimle Paylaş