DİĞER İÇERİKLER

© Copyright 2023 - Timeturk İnternet Haber

Bu sitede yer alan tüm içerikler Timeturk'e aittir. Kopyalanması kesinlikle yasaktır.

A PHP Error was encountered

Severity: Notice

Message: Undefined variable: currency

Filename: layout/header.php

Line Number: 566

Backtrace:

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\views\layout\header.php
Line: 566
Function: _error_handler

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\controllers\Detail.php
Line: 836
Function: view

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\indexd.php
Line: 315
Function: require_once

A PHP Error was encountered

Severity: Warning

Message: Invalid argument supplied for foreach()

Filename: layout/header.php

Line Number: 566

Backtrace:

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\views\layout\header.php
Line: 566
Function: _error_handler

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\controllers\Detail.php
Line: 836
Function: view

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\indexd.php
Line: 315
Function: require_once

Teb?a i?tizalci ve anarşist

2008-10-12 01:48:00

 

Şer görünende hayır, hayır görünende şer olabilir. En iyisini Hak Teâlâ bilir. Aktütün Karakolu'na yapılan saldırı sonrası Türkiye artık eski Türkiye, toplum eski toplum, siyaset eski siyaset, ordu eski ordu, medya eski medya olmayacak. Hemen herkes akletmeye düşüneme başladı. Değişmeyen sadece terörüm çirkin yüzüdür.

 

'Aklımızın başımıza gelmesi için, 17 can daha mı vermemiz gerekiyordu' diye sormuyorum. Demek ki gerekiyormuş. Bu şerden bir hayır çıkacağa benziyor. Bu arada, OHAL gibi terörü besleyecek önerilere benzer önerilerde gelecek. Olsun fikir ve konuşma hürriyeti varsa onlarda olmalı. Ama sakın kimse bize eski filmleri seyrettirmeye kalkmasın?

 

Vahyin sürekli ve kesintisiz çağrısı olan akletmeyi, şayet kâmil manada başarabilirsek çok şey değişecek. Bu, bizim kadim bir kötü geleneğe son vermemize vesile olabilir. Bu kötü kadim gelenek olan tebaa (sorgulamadan itaat edenler) kültüründen kurtulma, i'tizalci (karşı çıkanlar) olmayı başarabilirsek işte asıl büyük kazanç bu olacaktır. Ancak, balık hafızalık yapıp olaylar soğuyunca yeniden kaldığımız yerden devam edersek bu 17 can son olmayacaktır.

 

Diyorum ki, kim ne derse desin, biz her duyduğumuzu vahiy ve akıl süzgecinden geçirelim. Ne tutumuz partiye, ne askere, ne cemaat liderine, ne bilmem kime Peygambere güvenir gibi güvenmeyelim. Sorgulayalım, tetkik edelim, araştıralım. 'Neden?' diyelim. Onların anladığı anlamada bile olsa 'anarşist' damgası yeme uğruna yapalım bütün bunları. Çünkü anarşisti bol toplumlar başarır!

 

Anarşist kelimesinin ne kadar da yanlış anlaşılmaya müsait olduğunu bilerek kullanıyorum. Bir kavramın gerçek manasını biliyor ve içini doldurursak bize ne kadar yakıştığını görmekle kalmayıp, geçmişimizle hayıflanacağız bile. Ama bizim işimiz, geçmişe hayıflanmak değil, geçmişten ders çıkararak geleceğe inşaat etmektir.

 

Bayram'da arşivi karıştırırken 1978'de ilkokul öğretmenim Mehmet Tugay'dan aldığım bir bayram tebriği çıktı karşıma. Tebrik'te ?Devrim yok, diriliş var!? yazıyor. Tebriğin götürdüğü seksen öncesi 'devrimcilik' üzerinden yapılan yıkıma, vahiy kültüründen beslenen neslin ne kadar iyi bir cevap verdiğini görüyoruz. Seksen öncesinin terörünü özleyecek kadar aptal değiliz. Lakin kısmen teneffüs edebildiğim seksen öncesinin şuur, bilinç, i'tizalciliğini özlememek mümkün mü?

 

Nerede o adamlar? Nerede o bilinç? Çoğu, nasıl değişti o günün, i'tizalci bugünün Kapitalist Müslümanları? [ne yakışıksız bir tanımlama. Müslüman kelimesine başına bu sıfatı getirtenler vebaline de razı olacaklardır] Acaba değişen taptıklarımız mı? Dün mü yanlış yapıyordular bugün mü?

 

Hz. Mevlana'nın başka amaçla söylediği 'Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım' çözünü önümüze sermeye kalkmak sadece gözümüze mil çekmek, dilimize pranga vurmak, sorgu kültürüne ihanettir. İhanet sadece bu şekilde olmaz elbette. Kavramların içini hem sözlüklerden hem de yaşamda boşaltarak da yapılır. Anarşist kelimesin olduğun gibi.

 

TDK sözlüğünde 'anarşist' kelimesi için 'kavgacı' demekle yetinilerek kelime katledilmiş. D Mehmet Doğan ise 'otorite tanımayan anarşi taraftarı' diyor. Anarşi, Yunanca bir kelime iken anarşist, Fransızca. Arapça karşılığı ise 'fevza' kadim kültürdeki karşılığı ise i'tizal'dir. Kur'an-ı Kerim ise i'tizali anlatmak için 'berâe' kelimesini tercih eder.

 

Anarşist kelimesine 'terörist' anlamı yüklemek kelimeyi tahriptir. Anarşist'in gerçek tanımı şudur: Otoritenin dayatmalarına boyun eğmeme, hukuk zemininden çıkmama koşuluyla hak arama mücadelesi verme, tebaa olmayı reddetme' demektir. Türkçe de i'tizal bilinmediği için bilinen bir kelime olarak anarşist kelimesini kullanmaktan başka çare yok. Lakin bu kelimede katledildiğine göre biz yolumuza kısa bir süre anarşist ile İ'tizalci'yi birlikte kullanarak devam edelim.

 

Son yazılarımızdan birini 'Tüketiciyi koruma devletin görevi değil miydi? Hayır, hayır o sadece bizim gibi üç-beş i'tizalci/anarşist'in işi' diyerek bitirmiştik. Maalesef geniş kesimler, 'i'tizalci' kelimesi hakkında pek fikir sahibi değillerdir. 'Anarşist' ise çok tehlikeli bir kelime olarak kabul edilir. Hatta neredeyse teröristle eş değer tutulur.

 

Uzlet'in zıddı olan i'tizalcilik Hz İbrahim'den, Ashab-ı Kehf'ten, Peygamber Efendimiz s.a.v.'den mirastır bize. Uzlet içe kapanmak, toplumdan tecrit olmaktır. İ'tizalcilik, bir fikir akımıdır, düşünceyi, eylemi, icraatı sorgulamayı, ikna olmadığı için itiraz etmeyi temsil eder. Farklı düşünmek, itiraz edebilmek, zalime karşı hakkı haykırabilmektir.

 

İtizal, Kur'an-i bir tabir olduğu için yazımızın burasından sonra, Müslümanlar için i'tizali diğerleri için ise anarşisti tercih etmek bir ayırımcılık değil sadece bir belirginleştirmedir. İ'tizali yapacak kişinin bir fikri, bir ideolojisi, siyasi-dini ve sosyal bir proje olmalıdır. Lehte ve aleyhte olanlara karşı muhatabına aktaracak birikimi sahip olmalıdır. Peygamber s.a.v'e karşı çıkanlar, atalarının dininden dönmek istemeyenlerdi. Hâlbuki onların atası Hz Âdem, Hz Nuh ve Hz İbrahim s.a.'lar idi. Atasının tanımayan zavallılar o gün vardı, bugünde var. Onlar gerçek atalarını reddedip, Şeytan'a nesep isnadında bulunan zavallılardır. Cahiliye karanlığının tam ortasında yaşamaktadırlar. Bugün gerçek kaynağa inmeyerek kulaktan duyma, nakiller sürecinde tahriplere maruz kalmış kanserli bilgilerini din zannediyorlar. Tarihte böyle değil mi? Kaynak yerine nakilcilerin ifsatları ve kinleri içinde boğularak öğrenilen bilgiler?

 

Bu tür insanların i'tizalcı olmaları bekliyor değiliz. Faruk Ebu Basir, 'Hz Peygamber s.a.v.'in ve Müminlerin, Mekke toplumundaki on üç yıllık dönemleri gerçek bir i'tizal sahnesi olmakla beraber, kronolojik olarak ondan önce bunun çok örneği bulunmaktadır. Bu örneklerden en tipik olanı da Ashab-ı Kehf kıssasıdır. Kendisinden pek çok mesajın çıkartılabileceği Ashab-ı Kehf kıssasının bir bütün halindeki en önemli mesajı, Allah'a iman eden bir topluluk ile iman etmeyen, Allah'ın dışında bir takım ilahlara tapan, ilahi yargıların yerine hevâ ve hevesini, beşeri sanal tanrıları Rab edinen bir toplum arasındaki gayet onurlu, şerefli, izzetli bir ayrışma, kısaca i'tizaldir. Şehir hayatının sunduğu bütün imkânları terk ederek, mağara gibi soğuk, bakımsız, tamamen doğal, sıradan bir zemini, yaşanacak mekân olarak tercih etmek demektir. İşte böyle bir tercihi yapabilmek, 'medeniyet'in yatağı olan, bütün cezbedici özelliklerine rağmen şehri terk edebilmek başlı başına ciddi bir tavır, siyasi, ideolojik bilinçli ciddi bir eylem, bir ayrışmadır' diye özetliyor.

 

İtizalci, Allah ve Rasülü'nün emri dışındaki emirleri, vahiy süzgecinden geçirmeden uygulamaz. Allah c.c., bize yaratan, aynı zamanda arşın ve arzın Rabbi ise [ki öyle] O c.c.'nun emir ve yasakları, onun arzında yaşayan ve o arzın dışına çıkınca yaşamı da sona eren insan hayatına müdahil olamayacağını iddia etmek ve bundan beri olmak akılsızlıktır. Bu durumda, Allah'ın haramını haram, helalini helal bilmek, yaşamımızın tümünü buna göre düzenlemek mecburiyeti hasıl olur.

 

Anayasanın 137. maddesi şöyle der: ?Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, tüzük, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir. Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz.? Beşeri bir yapı bile kanunsuz emre rıza gösterilmesine müsaade etmiyor. Aslında anayasa bile çalışanını i'tizale çağırıyor.

 

Bugün Güneydoğu'da uygulanan askeri yahut sivil politikaların yanlış olanlarına karşı çıkmak, herkesin hem anayasal görevi olduğu gibi hem de vahyi bir vecibesidir. Çünkü Efendimiz s.a.v.; 'Kavmiyetçilik güden bizden değildir' diyerek kesin bir çizgi çekmektedir. Bu, orada devlet tarafından böyle bir uygulama yapıldığı anlamına asla gelmez. Ancak orada şu ya da bu amaçla bir sorun vardır ve bu sorundan beslenenler ve sürmesini isteyenler vardır. Şayet politikalar bu sorunun devamına zemin hazırlıyor ve sağlıyorsa bir Müslüman'a düşen i'tizalcilik yapmaktır.

 

 

Sadece burada mı? Asla! Yaşamın her alanında bunu yapmamak demek teba'a olmaya yani modern köleler gibi yaşamaya razı olmak demektir. Hâsılı İslam, teslim olmaktır ama sadece Allah ve Rasulü'ne kayıtsız ve şartsız teslimi gerektirir. Beşeri ve beşere ait yanlışlıklara değil. Ne ganimet ne de kavmiyet savaşları bize helal değildir.

 

Bir i'tizalci, bilinçaltının en kıyısında bile Allah'ın Rabliğinin kabulünü zedeleyecek en ufak bir şirk kırıntısı taşıyamaz. Sanal ilahlarla hiçbir şekilde bağ kuramaz, 'köprüyü geçinceye kadar..., bana dokunmayan yılan?, her koyun kendi bacağından?' gibi felsefelerle hareket edemez, dünyalık bir menfaat karşılığı değerlerini satarak uzlaşmaz, takiyecilik yapamaz!

 

Temel ilkeleri binlerce sene önce de, binlerce sene sonra da değişmez ve değişmemelidir. Muhatabı ile dinin konusunda sorun çıktığı zaman onu aşağılamaz, hakaret etmez, ona sadece 'senin dinin sana, benim dinim banadır!' der. İslam akidesi; din anlayışının, sosyal hayatın, beşeri münasebetlerin, siyasi duruşun temel ilkelerini belirler. Bu, gerçek bir ayrışmadır. Bu ayrışma amelle de beslenmek zorundadır. Bu amel beş şarttan ibaret de değildir. Zalim'e  (ve zalim sultana) karşı hakkı haykırmak, güç sahibine tamda o zaman dalkavukluk yapmak yerine doğrusuna doğru, yanlışına yanlış demekle kaim olur. İ'tizalci gördüğünü görmemezlik, duyduğunu duymamazlıktan gelemez. O, ya eliyle, ya diliyle ya da kalbiyle yanlışlar düzelmekle mükelleftir.

 

Hiçbir zaman gri bir alanı, fulü bir zemini yoktur. O her şeye siyah ve beyaz olarak bakar. Şeytan'ın tarafını seçmediğine göre Âdem'in tarafını seçmek zorundadır. Her zaman ve zeminde şirk modernizminin yaşam öğretilerine karşı, kendi akidesinin öğretilerini öğrenir ve yaşamına uygular. Şartlar ne olursa olsun, dik duruşunu, onurunu muhafaza eder.

 

Günümüzde bu mümkün mü? Mümkün olmayan hiçbir şey yoktur. Sadece 'inanmak, mücadele etmek' gerekiyor. İslam dışı uzlaşma, uyuşma, şirkle barışma, şirke ve küfre rıza, yok edici bir yoldur. Günümüz emperyalizmi ile kapitalizminin çarkına kapılan bir, topluluk, cemaat ve milletler dejenere olmuş ve temsil kabiliyetlerini yitirmişlerdir. Bu nedenle toparlanmaya 'La ilahe illallah?''ı kalben yeniden söylemek, anlamını kavramak ve gereğini tam-eksiksiz olarak yerine getirmeye başlamakla, başlamalıyız. Bu durum muhatabını gerçek bir i'tizalci yapacaktır. Şirkete götüren her şeyden uzaklaştıracak, ayrıştıracaktır.

 

İ'tizalci Mümin, 'Emr-i bil maruf nehy-i anilmünker'le mükellef olduğunu asla aklından çıkaramaz. Her olaya bu açıdan bakar. Bu onun ölümüne, ölüme kadar ki kaçınılmaz vecibesidir. Kulluk, Hak Tealaya karşı ise yüce, kula ve kullara karşı ise aşağılayıcı bir makamdır.

 

Son sözü 19.10.2003'de Rabbi'ne iltica eden Alia İzzet Begoviç r.a.'in Tebaa ve İ'tizalciler tanımına bırakalım; ?İnsanlar var ki güçlü iktidarlara hayrandırlar; disiplini ve ordularda görülen, amiri ve memuru belli olan düzeni severler. Yeni kurulan şehir semtleri, sıraları dosdoğru ve cepheleri hep aynı olan evleriyle onların zevklerine uygundur. Müzik bandoları, formaları, gösterileri, resmigeçitleri ve bunlar gibi hayatı güzelleştiren ve kolaylaştıran şeyleri beğenirler. Bilhassa her şey 'kanuna uygun' olsun isterler. Bunlar tebaa zihniyetli insanlardır ve tabi olmayı; emniyeti, intizamı, teşkilatı, amirlerince methedilmeyi, onların gözüne girmeyi severler. Onlar şerefli, sakin, sadık ve hatta dürüst vatandaşlardır. Tebaa iktidarı, iktidar da tebaayı sever. Onlar beraberdir, bir bütünün parçaları gibi. Otorite yoksa bile tebaa onu icat eder.

 

Öbür tarafta mutsuz, lanetlenmiş veya lanetli ve daima gayrı memnun bir insan grubu vardır. Bunlar hep yeni bir şey isterler; ekmek yerine daha ziyade hürriyetten, intizam ve barış yerine daha ziyade insanın şahsiyetinden bahsederler. Geçimlerini hükümdara borçlu olduklarını kabul etmeyip, bilakis, hükümdarı da kendilerinin beslediklerini iddia ederler. Bu daimi itizalciler umumiyetle iktidarı sevmezler, iktidar da onları sevmez. Tebaa, insanlara, otoritelere, putlara; hürriyetçiler ve isyancılar ise tek bir Allah'a taparlar. Putperestlik köleliğe ve boyun eğmeye nasıl engel teşkil etmiyorsa, hakiki din de hürriyete mani değildir.

 

Bu iki gruptan hangisine mensup olduğunuza kendiniz karar verin.?

 

 

 

Görüş Bildir Bizimle Paylaş