Önce insan, sonra Müslüman'ız
Haklı olarak şöyle bir soru soruluyor: 'Türk dünyasını, İslam coğrafyasını anlıyoruz da, Afrika'da, Amerika'da, Avustralya'da, Vietnam'da, Papua Yeni Gine'de, yani Müslüman ve Türk'ün bulunmadığı yerlerde okullar açılmasının izahı nedir?'
Proje, bu topraklara aittir ama bir insanlık projesidir. Milletimize makul gelmiştir. Bir cihan devletinden tevarüs ettiğimiz derinlik, engin ufukları okuyabilme, büyük düşünme hasletimizin bunda büyük payı var. Bu projeyi millet olarak önümüze koyan Muhterem Fethullah Gülen, bizi motive etme, harekete geçirme adına başta şöyle dedi: 'Dünyanın her yerinde olmayan Türkiye, istediği yerde olamaz.' Fakat şimdi görüyoruz ki, küresel barış adına yeni bir nesil yetişiyor. Türkiye'nin ufuklarını çoktan aşan bir tablo ile karşı karşıyayız.
Bu insanlık projesinin ruhu, Sayın Gülen'e ait başlıktaki ifadedir. Geçen yılki ziyaretimde aldığım notun tamamı şöyle: Biz önce insanız, sonra Müslüman'ız. Hakikaten öyle. 13 yaşına kadar insan, dinen mükellef bile tutulmuyor. Allah, yemin ederken, insan üzerine yemin ediyor...
Sayın Gülen'in ismiyle anılan 'Gönüllüler Hareketi'nin, en güzel ifadelerinden biri, 'herkesin konumuna saygı gösterilmesi'dir. Bu ifadede, bir zorla kabulleniş, 'ne yapalım, başka çaremiz yok' mazereti, üslubu yoktur. Bu ifade, bir samimiyet ifadesidir. Evet, konumuna saygı isteyen herkes, başkalarının konumuna da saygı göstermelidir. Fakat Sayın Gülen'in 'herkesin konumuna saygı' ifadesi, aslında insana saygının ifadesidir. Birkaç hafta önce Sayın Gülen'in bu konuda söyledikleri aynen şöyledir:
İnsan, potansiyel olarak insandır. Hangi dine mensup olursa olsun, bütün dinlere karşı alakasız olsun, herkes insandır. Efendimiz'in, Yahudi cenazesine ayağa kalkmasını hatırlayın. Sahabenin, 'o Yahudi' demesine karşılık, 'ama o da insan' demesini hatırlayın. Hazreti Âdem'e secde emri; ister kıbleyi göstermesi, ister yaratılışta üstünlüğünün meleklere ifadesi, ister emre itaatin ifadesi, hangi esas olursa olsun, bir sembol olarak insanın üstünlüğüne vurgu olarak yorumlanabilir. Bir başka ifadeyle, insanın mahiyetine saygı duyma... İnsana saygı da, Allah'a saygıdır.
Öyleyse köprüler kurarken, diyalog adına söylem geliştirirken, muhataplarımızın hepsinin insan olduğu gerçeği, çekirdek kabul edilmelidir. Bazen bizler, dinimizin izzetini koruyoruz derken, faikiyet (üstünlük) mülahazası ile kendimizi gururun akıntılarına kaptırabiliyoruz. Kutsi hadiste Allah, 'kulum bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim' diyor. Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanmak gerekir.
Biz şahsî paye peşinde değiliz. Bizim derdimiz, O'nun anlatılmasıdır. Muhataplarımız kim olursa olsun, onların insan olması, insana sevgi gösterilmesi gerçeği ile hareket edilmelidir.
Bir de günümüz, bir nevi fetret dönemidir. Ne Müslümanlık doğru anlatılabilmiş ne de ortada mükemmel bir temsil var. İnandırıcılık adına da ortada ciddi bir şey yok. Böyle bir dönemde insanları farklı kategorilere ayırmak bir haksızlıktır. Onların potansiyel olarak, insanî değerlere sahip olduklarını düşünmemiz gerekir. Kusuru kendimizde görmemiz lazım. Hangi ölçüde onların sorularına ciddi cevaplar verebilecek insan yetiştirdik? Sonra, temsil kabiliyetimiz, söylediklerimizi teyit etmelidir.
İnsanlık adına çalışıyoruz ve bunu dinimizin gereği olarak görüyoruz.
Bir alışveriş bu. Başka insanlar, gruplar, kültürler ve medeniyetlerdeki istifade edilecek değerleri alıyoruz, bizim istifade edilecek değerlerimizi de onlara veriyoruz.
Zaman