İslamcılığı Kürtler ile test etmek
Test etmek, öne sürülen bir savın veya bir kabulün doğruluğunu
ve tutarlılığını ölçmeye yarayan bir sınama biçimidir. Türkiye’de cari olan
İslamcılık algıları da tezler ve politikalar açısından ciddi bir sınamaya
ihtiyaç duymaktadır.
İslamcılığın teste tabi tutulacağı noktaları
belirlemek zannedildiği gibi zor bir durum değildir. Zira İslamcılığı,içinde
bulunduğu sosyolojik gerçekliği tanımlayan, ıskalamayan, o gerçekliği mücadele
edeceği zemin olarak gören, ona müdahale eden, seyirci kalmayan ve referansını
İslam’ın kendisinden alan bir yapı olarak tanımlarsak bahsini ettiğimiz testin
cereyan edeceği alanı da rahatlıkla belirleyebiliriz.
Bahsini ettiğimiz alanların en büyüğü ama ortaya
çıkardığı travmatik duruma ters oranda görmezden gelinen Kürt meselesidir. Bu
meseleyle ilgili olarak ölen, yaralanan, kaybolan, göçe zorlanan insanlarla alakalı
istatistiki bilgiler bile meselenin ne denli vahim bir boyutta olduğunu
göstermektedir. Geçtiğimiz günlerde İHD Diyarbakır Şubesi güneydoğudaki çocuk
ölümleriyle ilgili bir veri yayınladı. Derneğin verilerine göre son 25 yılda
459 Kürt çocuğu, çatışma ortamının yarattığı sonuçlar nedeniyle hayatını
kaybetti. Sadece bu rakam bile İslamcı organizasyonların meseleye eğilmelerini
gerektirirdi. Ama Kürt meselesi her zaman uzak durulması gereken bir alan
olarak kaldı. Hem de Kürt meselesinde bin dokuz yüzlerin ortalarına kadar
inisiyatifin hep Müslüman Kürtlerin elinde olduğunu unutarak…
O zaman sormak lazım, İslamcıları Kürt meselesine bu
kadar uzak tutan sebepler nelerdir?
Bu ülke de İslami olan ile olmayanın tespiti sürekli
bir sorun oldu. Sahip olunan din algısından hareketle İslami olanın sınırı
sadece fıkhi hususlara indirgendi. Buna karşın dinin mihverinde olan adalet,
hukuk gibi kavramlarla izah edebileceğimiz mevzular gündem dışına itiliverdi.
Bu yaklaşımın bizi getirdiği nokta “başörtüsünü” haklı olarak Allahın bir ayeti
olarak görürken “dili” bir ayet olarak görmemek olmuştur. Böylece hakim
İslamcılık algısı Allahın ayetleri arasında ayırım gözetme durumuna düşmüştür.
Akademik
anlamda dahi milliyetçilik üzerinde konsensüse varılmış bir tanım yok iken
Türkiye İslamcılığının Kürt meselesine yönelik oldukça ilkel bir yaklaşım
tarzları olmuştur. Paradoksal olarak, Türkiye İslamcılığının kullandığı bir çok
argümanı Kürt Müslümanları sergilediğinde “milliyetçi” yaftasından
kurtulamamaktadırlar. Onun için Kürtlerin her talebi belirsiz bir milliyetçi
yaftası ile işlevsiz bırakılmaktadır.
Bu durumun bir sebebi de kavramların ve tanımların
Müslümanlar tarafından yapılmamasıdır. Bu ülke de gerçekten organize olmuş tek
güç olan devlet tüm tanımları yapmakta, tüm kavramların anlam dünyasını
belirlemektedir. Entelektüel bağımsızlığını elde edememiş İslamcı aydınlar
devletin tanımladığı iş bu kavramlarla meseleye yaklaşınca Kürt sorununa dair
yanılgılara imza atıyorlar.
Kürt meselesine İslami kesimlerin mesafeli
olmalarının altında yatan psikolojik bariyerlerden biri, Kürt solunun altmışlı
ve yetmişli yıllardan itibaren Müslümanların boşalttıkları alanı
doldurmalarıdır. Kürt meselesinin muharrikleri olarak Marksistlerin görülmesi geleneksel
İslam algısına sahip Müslüman zihnini Kürt sorununun uzağında tutmaya
yetiverdi.
Öyle bir imaj oluştu ki, Kürtlerden bahsetmek,
Marksist ve milliyetçi olmakla eş değer görüldü. Evet, çoğu zaman sırf Marksist
ve milliyetçi görülmemek adına Kürtler yalnız bırakıldılar. Ne komik ve ne
korkunç!
Bir hak ihlaline yaklaşımımızı belirleyecek olan şey
haksızlık olgusunun varlığıdır. Yoksa o haksızlığın karşısında duranların
kimliği değildir. Ne yani Marksistler ilgileniyor diye koca bir zulmü yok mu
sayacağız?
Bu nokta da tarihi bir gerçeği belirtmek
gerekmektedir. Marksist solun Kürt meselesinde söz hakkına sahip olması ancak
Müslümanların o alanı boşaltmaları sayesinde gerçekleşmişti. Dolayısıyla
Marksistlerin varlığından dolayı Kürt meselesinden yüz çevirenlerin öncelikle
inisiyatifin neden Müslümanlardan sola geçtiği sorusunu cevaplamaları
gerekmektedir.
Kürt sorununda yaşanan bir diğer psikolojik bariyer
ise meselesinin omuzlara yükleyeceği sorumluluk ve beraberinde getireceği bedel
ödeme korkularıdır. Kürt meselesi yakıcı bir sorundur ve somut gerçekliğe
sahiptir. Sistem ile hesaplaşılacak en gerçekçi zemindir. Oysa İslamcılık
geldiği düzey itibariyle ne böyle bir hesaplaşmaya girebilir ne de bedel
ödemeyi göze alabilir. Bu topraklarda İslamcılık kendisine hesaplaşmadan uzak
sorumluluk yüklemeyecek kavgalar edinmiştir.
İslami kaygılar ile başlayıp muhafazakarlığa oradan
da liberalleşmeye doğru evrilen İslamcılık algısının iktidar ile geliştirdiği
derin ilişkiler ağı da Kürt sorununa hakkaniyetle yaklaşmayı engellemektedir.
AKP iktidarının Kürt sorununa bakış açısı klasik devletçi anlayıştan uzak
değildir. Binaenaleyh iktidar nimetlerinden istifade eden İslami grupların Kürt
meselesine dair AKP’nin kabullerinden ayrı bir mantalite ortaya koymaları
mümkün olamaz.
İslamcılar
Kürt meselesine duyarsızdırlar. Çünkü gelişen iletişimsel imkanlara rağmen meselenin
içeriğine dair sahih bilgilerden yoksundurlar ve ancak devletin verileri
üzerinden bir durum tespiti yapmaktadırlar. İslamcıların kulağı Kürt meselesin
de sadece devletin sesini duyar. Örneğin ordunun mütemadiyen süren
operasyonlarından haberdar olmayıp sadece PKK eylemlerine kilitlenen zevatın tutumu
gibi. Bu noktada mesele tamamen hangi kaynaklardan beslenildiğiyle alakalıdır.
Türkiye İslamcılığı sahip olduğu kökleri itibariyle
Kürt meselesini anlamaya elverişli değildir. Dolayısıyla köklü bir paradigma
değişimine ihtiyaç duyulmaktadır. Müslümanların içinden de İslamcılık algısına
yönelik olarak “paradigmanın iflası”
yazıları yazılabilmelidir.