Dolar

34,9456

Euro

36,7118

Altın

2.989,04

Bist

10.125,46

'Türkiye, İsrail’e savaş tehdidinde bulundu'

Başkan Obama’nın 2009 ila 2013 yılları arasındaki ilk Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, ‘’Zor Tercihler’’ adlı kitabını piyasaya sürüyor.Clinton, indeksi ile birlikte 630 sayfa kadar tutan kitabında Türkiye’den oldukça geniş bir biçimde bahsediyor.

11 Yıl Önce Güncellendi

2014-06-11 09:07:03

'Türkiye, İsrail’e savaş tehdidinde bulundu'
Sıfır Problem Dış Politikası iddialı bir hedefti, özellikle Türkiye’nin komşularıyla uzun süreli problemlerle takıntılı birçok anlaşmazlığa muhatap olduğunu düşündüğümüzde…

Kafkasya’daki anlaşmazlık, Orta Asya doğal gazlarının Avrupa marketlerine doğal gaz borulaması ile gönderme ve Rusya enerjisine bağlılığını azaltma planlarımız için problemler teşkil ediyordu. Bütün bu anlaşmazlıklar, bizim inşa etmeye çalıştığımız Avrupa yolunda engellerdi. Türkiye’nin sıfır problem stratejisi bizim için bazı donmuş anlaşmazlıkları müzakere etmemiz hatta çözmemiz için bir fırsat doğurucağını düşünerek, Avrupa ve Avrasya İşlerinden sorumlu Bakan yardımcım Phil Gordon’a bu konuda ne yapabiliriz sorusuna bakmasını istedim.

Birkaç Ayda 30 Telefon Görüşmesi

2009 yılı boyunca İsviçre, Fransa, Rusya ve AB ile yakından çalışarak, Türkiye ile Ermenistan arasındaki müzakereleri destekledik -ki bunun sonunda resmi diplomatik ilişkilerin ve sınırların ticaret için açılmasını ümit ettik. İlk aylarımda iki ülkedeki yetkililerle yaklaşık 30 kez telefonda konuştum ve Davutoğlu ve Ermenistan Dışişleri bakanı Edward Nalbandian ile tele-telekonferans yaptık.

Sonunda Zürih Üniversitesindeki imza gününe yaklaştık. Herşey yolunda görünüyordu. Ama bir sonraki öğleden sonra otelimden ayrılıp, Ünivesitedeki imza törenine katılmaya giderken, Ermenistan Dışişleri Bakanının engel çıkardığını duydum. Nalbandian, Davutoğlu’nun imza töreninde söyleyeceklerinden endişeleniyordu ve bir anda imzalamaktan vazgeçmişti.

Ben arabada beklerken Phil Gordon otele giderek yukarıya çıktı ve İsveçli müzakereci ile Nalbandian’ı bularak imza törenine götürmeye ikna etmeye çalıştı. Ama Nalbandian fikrini değiştirmiyordu. Nalbandian ve Davutoğlu’nu aynı anda aradım ve ikisi ile yaklaşık bir saat konuşarak aradaki görüş ayrılığı farkını kapattım ve Nalbandian’ı odasından çıkmaya ikna etmeye çalışıyordum. ‘’Bu çok önemli, buraya kadar geldik, bunu sonuçlandırmayılız’ dedim onlara.

Bizzat Nalbandian’ı İkna

Sonunda yukarıya, otele, bizzat çıkarak Nalbandian’ı gördüm. İmza Törenindeki Konuşma bölümünü tümüyle iptal etseydik ne olurdu? Anlaşmayı imzala ve açıklama yapmadan ayrıl. İki taraf da bu öneriyi kabul etti. Aşağıya yürüdük ve Nalbandian benim arabama binerek beraberce üniversiteye gittik. 1.5 saat daha el sıkışma ve bileğini zorlama hareketleriyle onları imza tören yerine yürümeye ikna ettik. 3 saat gecikmiştik ama imza törenine çıkmıştık. Hızlıca imza törenine geçtik ve sonrasında büyük bir hafifleme ile herkes, mümkün olan en kısa zamanda ortamı terketti. Şimdiye kadar ne Türkiye ne de Ermenistan bu protokolleri onayladı. Ama Aralık 2013’de iki dışişleri bakanı 2 saatliğine buluştular ve ileriye nasıl gidilebileceğini konuştular. Halen büyük gelişme için umutluyum.

Havaalanına giderken Başkan Obama arayarak tebriklerini iletti. Olaylar kolay değildi ama ileriye doğru hassas bir bölgede adım atmış olduk. New York Times benim gayretlerimi ‘son dakikaya kadar, limuzin diplomasisi’ olarak tasvir etti. Limuzinim yoktu ama tasvir doğru idi. lider Tercihler (Hard Choice) adlı kitabında, Mavi Marmara baskınından sonra gerilen Türkiye-İsrail ilişkilerini şöyle kaleme almış.

Mavi Marmara

(Mavi Marmara baskınından sonra) İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’dan acil bir telefon aldım. ‘’Sonuçtan memnun değiliz, ama zor bir karar vermeliydik. Bunu yapmaktan kaçamadık,’’ dedi. ‘’Tahmin edilmesi güç bazı sonuçlar olacak’’ dedim kendisine.

Türkiye İsrail’e Savaş İlan Etme Tehdidinde Bulundu

Baskından bir gün sonra DIşişleri bakanı Davutoğlu beni görmeye geldi ve iki saatten fazla konuştuk. Kendisi oldukça duygulu idi ve Türkiye’nin İsrail’e savaş ilan edebileceği tehdidinde bulundu. ‘’Psikolojik olarak bu atak Türkiye’nin 11 Eylül’ü gibidir’’ dedi ve İsrail’den özür ile kurbanlar için tazminat talep ediyordu. ‘’Nasıl önemsemiyorsunuz’’ diye sordu bana. ‘’Bunlardan biri ABD vatandaşı idi’’ dedi.

Ben önemsiyordum, hem de çok. Ama benim birinci önceliğim ortalığı yatıştırmak ve bütün bu savaş ve sonuçları konuşmalarını bir kenara koymaktı. Sonrasında Başkan Obama’ya Erdoğan’ı araması tavsiyesinde bulundum. Bundan sonrasında ise Türklerin endişelerini ve taleplerini Netanyahu’ya ilettim. Türkler ile ilişkileri düzeltmek istediğini söyledi ama kamuoyu önünde özür dilemeyi reddediyordu.

(Netanyahu’yu özür diletme gayretlerim birkaç kez gidip geldi. Birden çok kez kendisi sonunda Türkiye’ye özür dileyeceğini söyledi ama sağ merkez koalisyonunun diğer üyeleri tarafından durduruldu. Ağustos 2011’de Henry Kissinger’i dahi özür dilemenin stratejik nedenini anlatmak için kendisine gönderdim.)

Türkiye’den Fazla İlgi İsteyen Avrupalı İlişkimiz Yoktu

‘’Avrupa’daki hiçbir ilişkimiz, çoğu Müslüman 70 milyondan fazla nüfusu, bir ayağı Avrupa’da ve biri güneybatı Asya’da olan Türkiye ile olan ilişkilerden daha çok ilgi gerektirmedi. Modern Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı sonrası parçalanmasından sonra kurulan, seküler bir demokrasi ile Batı’ya yönelen bir ülke niyetiyle kuruldu. NATO’ya 1952’de katıldı ve Soğuk Savaş süresince güvenlir bir müttefik oldu, ordularını bizim ordularmızla Kore’de savaşmaya gönderdi, ABD güçlerini onyıllar boyu ev sahipliği yaptı. Bununla birlikte Türk ordusu, kendisini Atatürk’ün vizyonunun garantörü olarak görerek, gelen hükümetleri fazlaca İslamist, fazlaca solcu veya fazlaca zayıf olması nedeniyle müdahale ederek, iktidardan düşürdü. Belki bu Soğuk Savaş için iyi idi ama ülkedeki demokratik gelişmeyi erteledi.

Bush Yılları İlişkilerimizi Bozdu

Maalesef Bush yılları ilişkilerimizi zorladı. 2007 yılına gelindiğinde ABD’nin beğenilirliği ülkede %9’a kadar geriledi. Bu rakam Pew Araştırma Merkezinin 47 ülkede yaptığı anketlerde en düşük seviyeyi gösterdi.

Türkiye’nin ekonomisinin hızlı büyümesi, Avrupa’nın ve Ortadoğu’nun ekonomilerinin finansal kriz ile duraklaması ile birlikte, Türkiye yeni bir bölgesel güç merkezi olarak belirdi. Endonezya gibi, Türkiye de, demokrasi, modernizm, kadın hakları, sekülerizm ve İslam’ın beraber yaşayıp, yaşamayacağını test ediyor ve Ortadoğu’daki bütün halklar da bunu seyrediyordu. Bu imtihanın başarılı olması ABD’nin çıkarları için çok önemli idi ve bizim ilişkilerimizin de güçlü bir temele sahip olan zamanlara geri dönmesi de önemli idi.

Türk Halkına Uzanmaya Çalıştım

Avrupa’ya Dışişleri Bakanı olarak yaptığım ilk gezide Türkiye’yi ziyaret ettim. Türk yetkilileri ile görüştüğüm gibi, Türk halkına da uzanmaya çalıştım, her yerde denediğim gibi. Bu el uzatma, hükümetlerin bizimle çalışmak istediği ama halkının büyük kısmının anti-Amerikan ve bize güvenmez olduğu ülkelerde özellikle önemli idi. Ana akım medya ile doğrudan halka ulaşmakla, (halkın) yaklaşımlarına etki etmek ve böylece hükümetlere bizimle beraber çalışmaları için siyasi bir koruma verebilirdi.

Katıldığım televizyon programı ‘Haydi Gel Bizimle Ol’ idi ve sonucu oldukça cesaret verici oldu.

Sarkozy, Erdoğan’ı delirtti

Fransa, Libya operasyonunda önayak olmak istedi. Sarkozy, Fransa’nın büyük bir dünya gücü olarak kendisini ileri çıkarması adına bir şans olarak gördü.

Birçok Avrupalı ve Arap ülkelerini Paris’e acil zirve için çağırdı. Bariz bir şekilde davet edilmeyen NATO müttefikimiz ise Türkiye idi. Sarkozy’nin Türkiye’nin AB ‘ye katılımına karşı çıkmasından ötürü Sarkozy ile Erdoğan arasında zaten tansiyon bulunuyordu. Sonra da Erdoğan, Libya konusunda tedbir yönünde sesini yükseltince Sarkozy onu bu koalisyondan çıkardı. Bu red, Erdoğan’ı delirtti ve kendisini daha kararlı bir şekilde müdahale karşıtı yaptı.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile konuştuğumda kendisinin kırılmış duygularını hafifletmeye çalıştım: ‘’Öncelikle senin davet edilmen için çok sıkı çalıştığımı söylemek isterim’’ dedim. Korktuğum gibi Davutoğlu’nun canı sıkkındı. ‘’Biz NATO’dan müdahale bekliyoruz, Paris’de aniden bir konferans var ve biz davet edilmiyoruz’’ diye haklı şekilde şikayet etti.

Koalisyon içindeki ilişkiler kötüden daha kötüye gitti. Türkler NATO misyonu için dar parametler istiyordu, Fransızlar ise kontrolü bırakmaya yanaşmıyorlardı. Pazartesi akşamı Başkan Obama Erdoğan’ı arayarak ‘’gerekli olan bütün önlemler’’ teriminin yer alması gerektiğini bunun ‘kara kuvvetlerini işgal için göndermek anlamına gelmediğinin altını çizdi.


Erdoğan, etkili ve güçlü lider


Hillary Clinton, Zor Tercihler (Hard Choice) adlı kitabında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı “Elinde anahtar tutan bir adam” olarak tanımlıyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’ndan da söz eden Hilary Clinton, kitabında Erdoğan’la ilgili düşüncelerine şöyle yer veriyor:

Özellikle bir adam, Türkiye’nin geleceğinin ve bizim ilişkilerin anahtarını elinde tututuyordu: Başbakan Erdoğan. Kendisi ile ilk kez İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı zamanında 1990’larda tanışmıştım. Kendisi hırslı, güçlü, dindar ve etkili bir politikacı idi. Türkler onun İslamcı partisini önce 2002’de, sonra 2007 ve 2011’de yeniden seçtiler. Başbakan Erdoğan bütün bu üç seçimi büyük çaplı değişim yapmak için bir ehliyet kazanımı olarak algıladı. Kendi hükümeti asker içinde darbeciler olarak iddia edilenlerin ardından agresif bir şekilde gitti ve daha önceki bütün sivil hükmetlerden daha sıkı bir şekilde güce sahip oldu.

Erdoğan’ın Pozitif Değişimleri

Erdoğan’ın liderliğindeki bazı değişimler pozitif idi. AB üyeliği koşullarının gerektirdiklerinin motivasyonu ile Türkiye, Devlet Güvenlik Mahkemelerini (DGM) ortadan kaldırdı, Ceza Hukukunu reform etti, hukuki danışma ve avukatlık haklarını artırdı, Kürtçe’nin öğrenim dilinde kullanılması ve yayın yapılması konularında önündeki engelleri hafifletti. Erdoğan ayrıca ‘komşularla sıfır problem’ dış politika prensibini takip edeceğini ilan etti. Bölgesel anlaşmazlıkları çözme ve Ortadoğu’da daha aktif bir politika uygulama girişimini, Erdoğan’ın danışmanlarından ve sonrasında dışişleri bakanı olan Ahmet Davutoğlu savundu. Sıfır problem kulağa hoş geliyordu ve birçok kez de yapıcı bir girişim olarak görüldü. Bununla birlikte (sıfır problem politikası) Türkiye’nin, uluslararası toplumun Tahran’ın nükleer program ile ilgili endişelerini tatmin etmekte yetersiz kalmasına rağmen İran ile olan diplomatik anlaşmayı (2010 Tahran Anlaşma) kabulü noktasında çok hevesli hale getirdi.

Erdoğan Alarm Nedeni Oldu

Erdoğan liderliğindeki pozitif gelişmelere rağmen, hükümetinin siyasi muhaliflere ve gazetecilere muameleleri artan bir endişeye hatta alarma neden oldu. Kamuda muhalefet için sunulan ortamın daraltılması, Erdoğan’ın ülkeyi hangi yöne doğru götürdüğü ve demokrasiye karşı sorumluluğu hakkındaki soruları artırdı. Muhalifleri (Erdoğan’ın) son hedefi olarak Türkiye’yi muhalefete yer olmayan bir İslam devleti haline getirmesinden şüphelilerdi, ve kendisinin bazı politikaları bu korkuyu destekledi.

Hükümet Taleplere Cevap Veremedi

Hükümetin ikinci döneminde gazetecileri rahatsız edici oranda hapse gönderdi ve üçüncü döneminde ise bazı kararları sorgulayan protestoculara ağır bir şekilde aman vermez bir karşılık verdi. Yolsuzluk büyük bir problem olarak kaldı ve hükümet giderek daha fazla oranda dünyaya bağlı ve orta sınıf vatandaşlarının hızla artan beklentileriyle yarışamadı.

Halki’nin Açılması İçin Denemeler

İslam ve sekülerizmin kolay olmayan bir dengede yaşadığı bir ülkede dini ve kültürel problemler hassasdı ve farklı inanış gelenekleri bazen bu baskıyı hissetti. Ekümenik Patrik Bartholomew Erdoğan’ı yapıcı bir ortak olarak gördü ama halen Kilise malvarlığının geri verilmesini ve Halki (Teoloji) Okulunun yeniden açılmasını bekliyordu. Patrik’in gayesini destekledim ve Halkı’nin yeniden açıklası denemeler yaptım ama maalesef olmadı.

Erdoğan’ın Başörtü Hakkı Yaklaşımı Ne demek?
Sıfır Problem Dış Politikası iddialı bir hedefti, özellikle Türkiye’nin komşularıyla uzun süreli problemlerle takıntılı birçok anlaşmazlığa muhatap olduğunu düşündüğümüzde…

Kafkasya’daki anlaşmazlık, Orta Asya doğal gazlarının Avrupa marketlerine doğal gaz borulaması ile gönderme ve Rusya enerjisine bağlılığını azaltma planlarımız için problemler teşkil ediyordu. Bütün bu anlaşmazlıklar, bizim inşa etmeye çalıştığımız Avrupa yolunda engellerdi. Türkiye’nin sıfır problem stratejisi bizim için bazı donmuş anlaşmazlıkları müzakere etmemiz hatta çözmemiz için bir fırsat doğurucağını düşünerek, Avrupa ve Avrasya İşlerinden sorumlu Bakan yardımcım Phil Gordon’a bu konuda ne yapabiliriz sorusuna bakmasını istedim.

Birkaç Ayda 30 Telefon Görüşmesi

2009 yılı boyunca İsviçre, Fransa, Rusya ve AB ile yakından çalışarak, Türkiye ile Ermenistan arasındaki müzakereleri destekledik -ki bunun sonunda resmi diplomatik ilişkilerin ve sınırların ticaret için açılmasını ümit ettik. İlk aylarımda iki ülkedeki yetkililerle yaklaşık 30 kez telefonda konuştum ve Davutoğlu ve Ermenistan Dışişleri bakanı Edward Nalbandian ile tele-telekonferans yaptık.

Sonunda Zürih Üniversitesindeki imza gününe yaklaştık. Herşey yolunda görünüyordu. Ama bir sonraki öğleden sonra otelimden ayrılıp, Ünivesitedeki imza törenine katılmaya giderken, Ermenistan Dışişleri Bakanının engel çıkardığını duydum. Nalbandian, Davutoğlu’nun imza töreninde söyleyeceklerinden endişeleniyordu ve bir anda imzalamaktan vazgeçmişti.

Ben arabada beklerken Phil Gordon otele giderek yukarıya çıktı ve İsveçli müzakereci ile Nalbandian’ı bularak imza törenine götürmeye ikna etmeye çalıştı. Ama Nalbandian fikrini değiştirmiyordu. Nalbandian ve Davutoğlu’nu aynı anda aradım ve ikisi ile yaklaşık bir saat konuşarak aradaki görüş ayrılığı farkını kapattım ve Nalbandian’ı odasından çıkmaya ikna etmeye çalışıyordum. ‘’Bu çok önemli, buraya kadar geldik, bunu sonuçlandırmayılız’ dedim onlara.

Bizzat Nalbandian’ı İkna

Sonunda yukarıya, otele, bizzat çıkarak Nalbandian’ı gördüm. İmza Törenindeki Konuşma bölümünü tümüyle iptal etseydik ne olurdu? Anlaşmayı imzala ve açıklama yapmadan ayrıl. İki taraf da bu öneriyi kabul etti. Aşağıya yürüdük ve Nalbandian benim arabama binerek beraberce üniversiteye gittik. 1.5 saat daha el sıkışma ve bileğini zorlama hareketleriyle onları imza tören yerine yürümeye ikna ettik. 3 saat gecikmiştik ama imza törenine çıkmıştık. Hızlıca imza törenine geçtik ve sonrasında büyük bir hafifleme ile herkes, mümkün olan en kısa zamanda ortamı terketti. Şimdiye kadar ne Türkiye ne de Ermenistan bu protokolleri onayladı. Ama Aralık 2013’de iki dışişleri bakanı 2 saatliğine buluştular ve ileriye nasıl gidilebileceğini konuştular. Halen büyük gelişme için umutluyum.

Havaalanına giderken Başkan Obama arayarak tebriklerini iletti. Olaylar kolay değildi ama ileriye doğru hassas bir bölgede adım atmış olduk. New York Times benim gayretlerimi ‘son dakikaya kadar, limuzin diplomasisi’ olarak tasvir etti. Limuzinim yoktu ama tasvir doğru idi.
Erdoğan’ın kadın öğrencilere başörtüsü giyme hakkını vermekten bahsettiğinde bazıları bunu dini özgürlükler ve kadının seçme hakkı ile ilgili olarak ileri doğru atılmış bir adım olarak gördü. Diğerleri ise bunu sekülerizme karşı darbe ve teokrasinin sonunda kadınların haklarını kısıtlayacak şekilde ortaya çıkış sinyali olarak algıladı. Bu durum 21. yüzyıl Türkiyesinin derin çelişkilerini gösteriyor ve belki de iki görüş de doğru olabilir. Erdoğan kendi örtülü kızlarının başarıları hakkında oldukça gururlu idi ve benden de onların ABD’de yüksek öğrenim görmesi hakkında tavsiyelerimi sormuştu.

Davutoğlu: Tutkulu ve Bilgili

Erdoğan ile saatlerce konuştuğum oldu ve çoğu zaman Davutoğlu, çevirmen olarak yalnız bulundu. Davutoğlu akademisyenliği çok olan ve sonradan diplomat ve politikacılığa dönmüş, Türkiye’nin yeniden global önemini kazanması hakkındaki yazıları Erdoğan’ın düşünceleri ile uyuşmuş biri idi. Tutkusu ve derin bilgisini bulunduğu pozisyona getiren Davutoğlu ile verimli ve dostça bir çalışma ilişkisi geliştirdik ki bazı zamanlar bu zor anlar yaşasa da hiçbir zaman bu ilişkiler kopmadı.

Türkiye: Önemli ama Sinir Bozucu Ortak

4 yıl bakanlık zamanımda Türkiye önemli ve bazen de yıldırıcı bir ortak oldu. Bazı zamanlarda (Afganistan, terörle mücadele Suriye ve diğer konularda) anlaşırken, bazen de (İran’ın nükleer programı) anlaşamadığımız zamanlar oldu.

Türkiye’nin Geleceği Belirsiz

Başkan Obama ve benim verdiğim zaman ve dikkat ilişkilerimizi istikrara kavuştursa da, bazı dış etkenler, özellikle İsrail ile artan tansiyon, yeni zorluklar ortaya çıkardı. Türkiye’nin iç dinamikleri de olayları bulandırmaya devam etti. Erdoğan’ın giderek zorbaca (heavy-handed) yönetimine karşı 2013’de patlak veren büyük protestoları, bazı kıdemli bakanlarını görevden alınmasına neden olan geniş yolsuzluk soruşturmaları izledi. Bu kitap yazılırken Erdoğan’ın artan otoriterleşmesine rağmen kendisinin daha çok muhafazakar yerlerden aldığı destek sağlam duruyordu. Türkiye’nin gelecek yönü belirsiz. Kesin olan şey ise Türkiye’nin Ortadoğu ve Avrupa’da önemli bir rol oynacağı. Ve bizim ilişkilerimiz de ABD için temel önemi olan ilişkiler olarak kalacak.

Ermenistan-Türkiye: “Limuzin diplomasisi”

Sıfır Problem Dış Politikası iddialı bir hedefti, özellikle Türkiye’nin komşularıyla uzun süreli problemlerle takıntılı birçok anlaşmazlığa muhatap olduğunu düşündüğümüzde…

Kafkasya’daki anlaşmazlık, Orta Asya doğal gazlarının Avrupa marketlerine doğal gaz borulaması ile gönderme ve Rusya enerjisine bağlılığını azaltma planlarımız için problemler teşkil ediyordu. Bütün bu anlaşmazlıklar, bizim inşa etmeye çalıştığımız Avrupa yolunda engellerdi. Türkiye’nin sıfır problem stratejisi bizim için bazı donmuş anlaşmazlıkları müzakere etmemiz hatta çözmemiz için bir fırsat doğurucağını düşünerek, Avrupa ve Avrasya İşlerinden sorumlu Bakan yardımcım Phil Gordon’a bu konuda ne yapabiliriz sorusuna bakmasını istedim.

Birkaç Ayda 30 Telefon Görüşmesi

2009 yılı boyunca İsviçre, Fransa, Rusya ve AB ile yakından çalışarak, Türkiye ile Ermenistan arasındaki müzakereleri destekledik -ki bunun sonunda resmi diplomatik ilişkilerin ve sınırların ticaret için açılmasını ümit ettik. İlk aylarımda iki ülkedeki yetkililerle yaklaşık 30 kez telefonda konuştum ve Davutoğlu ve Ermenistan Dışişleri bakanı Edward Nalbandian ile tele-telekonferans yaptık.

Sonunda Zürih Üniversitesindeki imza gününe yaklaştık. Herşey yolunda görünüyordu. Ama bir sonraki öğleden sonra otelimden ayrılıp, Ünivesitedeki imza törenine katılmaya giderken, Ermenistan Dışişleri Bakanının engel çıkardığını duydum. Nalbandian, Davutoğlu’nun imza töreninde söyleyeceklerinden endişeleniyordu ve bir anda imzalamaktan vazgeçmişti.

Ben arabada beklerken Phil Gordon otele giderek yukarıya çıktı ve İsveçli müzakereci ile Nalbandian’ı bularak imza törenine götürmeye ikna etmeye çalıştı. Ama Nalbandian fikrini değiştirmiyordu. Nalbandian ve Davutoğlu’nu aynı anda aradım ve ikisi ile yaklaşık bir saat konuşarak aradaki görüş ayrılığı farkını kapattım ve Nalbandian’ı odasından çıkmaya ikna etmeye çalışıyordum. ‘’Bu çok önemli, buraya kadar geldik, bunu sonuçlandırmayılız’ dedim onlara.

Bizzat Nalbandian’ı İkna

Sonunda yukarıya, otele, bizzat çıkarak Nalbandian’ı gördüm. İmza Törenindeki Konuşma bölümünü tümüyle iptal etseydik ne olurdu? Anlaşmayı imzala ve açıklama yapmadan ayrıl. İki taraf da bu öneriyi kabul etti. Aşağıya yürüdük ve Nalbandian benim arabama binerek beraberce üniversiteye gittik. 1.5 saat daha el sıkışma ve bileğini zorlama hareketleriyle onları imza tören yerine yürümeye ikna ettik. 3 saat gecikmiştik ama imza törenine çıkmıştık. Hızlıca imza törenine geçtik ve sonrasında büyük bir hafifleme ile herkes, mümkün olan en kısa zamanda ortamı terketti. Şimdiye kadar ne Türkiye ne de Ermenistan bu protokolleri onayladı. Ama Aralık 2013’de iki dışişleri bakanı 2 saatliğine buluştular ve ileriye nasıl gidilebileceğini konuştular. Halen büyük gelişme için umutluyum.

Havaalanına giderken Başkan Obama arayarak tebriklerini iletti. Olaylar kolay değildi ama ileriye doğru hassas bir bölgede adım atmış olduk. New York Times benim gayretlerimi ‘son dakikaya kadar, limuzin diplomasisi’ olarak tasvir etti. Limuzinim yoktu ama tasvir doğru idi.

posta212


SON VİDEO HABER

Emlakçılar arasında silahlı çatışma: 2 ölü

Haber Ara