Dava dilekçesinde, TİHV'nin insan hak ve özgürlüklerinin korunması alanında faaliyet gösteren hükümet dışı bir kuruluş olduğu belirtildi.
Türkiye'nin, "İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi"ne 1988'den beri taraf olduğu, sözleşmenin taraf devletleri işkenceyi önlemek ve bu eylemi cezalandırılır kılmak gibi görevlerle yükümlü kıldığı ifade edilen dilekçede ancak bunların, ihlal gerçekleşmeden işkencenin önlenmesini zorunlu tuttuğu kaydedildi.
Bu zorunluluğun, uluslararası topluluğu yeni bir önleme aracı arayışına sevk ettiği, bu kapsamda kişilerin işkence ve kötü muameleye karşı etkin korunması amacıyla oluşturulan "BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye Ek Seçmeli Protokol"ün 2006'da yürürlüğe girdiği aktarılan dilekçede, "Önleme işlevi, kişilerin tutuldukları, özgürlüklerinin sınırlandığı resmi ya da gayri resmi her türlü alıkonulma yerlerinin habersiz biçimde ziyaret edilmesi temeline dayanmaktadır" denildi.
Protokolün, "taraf devletleri, alıkonulma yerlerine habersiz ziyaretler yapmak üzere fonksiyonel, yapısal ve personel rejimi açısından bağımsız; finansal ve insan kaynağı açısından yeterliliği sağlanmış, alıkonulma yerlerine erişim güvenceleri anayasal ya da yasal olarak belirlenmiş ulusal önleme mekanizmalarını kurmalarını öngördüğü" kaydedilen dilekçede, protokolü onaylayan devletin bir yıl içinde protokol amaç ve ilkeleriyle uyumlu ulusal önleme mekanizmasını kurmakla yükümlü tutulduğu belirtildi.
Protokolün, ulusal önleme mekanizmasının biçimi konusunda katı çerçeve çizmediği, ancak "Paris İlkeleri" ile kapsamlı bir nitelik tanımlaması yaptığı, ayrıca ulusal önleme mekanizması oluşturma sürecinin şeffaf, ilgili sivil toplum kuruluşları, demokratik kitle örgütleri, siyasi partileri kapsayıcı olmasını gerekli kıldığı bildirilen dilekçede, mekanizmanın mali bağımsızlığının yanı sıra hükümete karşı da bağımsız olması gerektiği ifade edildi.
Türkiye'nin protokolü 2005'te imzaladığı, 15 Haziran 2011 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla onayladığı aktarılan dilekçede, Bakanlar Kurulu'nun, 28 Ocak 2014 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan kararına göre, seçmeli protokolde öngörülen görevleri yerine getirmek üzere TİHK ulusal önleme mekanizması olarak belirlendiği bildirildi.
Bakanlar Kurulu kararının yetki, şekil, sebep, konu ve amaç yönlerinden hukuka aykırı olduğu ileri sürülen dilekçede, ilgili düzenlemelere göre, ulusal önleme mekanizmasının kanunla, mümkünse Anayasa ile belirlenmek zorunda olduğu kaydedildi.
Ancak, ulusal önleme mekanizmasını belirleyen işlemin, yasa hükmünde olmadığı, idarenin düzenleyici işlemlerinden kabul edilen Bakanlar Kurulu Kararnamesiyle icra edildiği ifade edilen dilekçede, mekanizmanın kuruluşunun hiçbir sivil katılıma imkan vermeden, uluslararası sözleşmenin uygulanmasına yönelik ilke kararlara aykırı olarak alındığı savunuldu.
Dilekçede, "Protokol gereği ulusal önleme mekanizması işlevinin üstlenilmesi sadece bir kurumun belirlenmesine değil, görev tanımının, yetkilerinin, yapısının, işlevsel bağımsızlığının, hem bütçe hem de insan kaynakları açısından yeterli kaynak aktarımının ve üyeliklerin güvence altına alındığı yasal düzenlemenin varlığına bağlıdır. Dolayısıyla protokole rağmen bu unsurları kapsamayan kararname ve ekli karar, protokole dayanmaması sebebiyle sebep ögesi yönünden de hukuka uyarlı değildir" görüşüne yer verildi.
Dilekçede, "hukuka aykırı işlemin iptali ve yürütmesinin durdurulması" istendi.