Dolar

34,9446

Euro

36,6240

Altın

3.013,68

Bist

9.987,42

Bilderberg ve Küreselleşmenin Papazları

Carnegie, Rockefeller ve Ford gibi vakıflar, demokratik toplum üzerinde çürütücü etkiye sahipler. Kapsamı uluslararası nitelikteki ekonomik ve siyasi bir düzenin devamlılığını temin ediyorlar ve bu düzen, yönetici sınıfın çıkarlarına hizmet ediyor. Azınlıkların, çalışan sınıfın ve Üçüncü Dünya vatandaşlarının çıkarları ise, göz ardı ediliyor.

12 Yıl Önce Güncellendi

2014-02-20 13:31:29

Bilderberg ve Küreselleşmenin Papazları

Bilderberg tarafından temsil edilen küresel elit kesimin hedefi, Amerikan imparatorluğunun çöküşüne ve yeni bir imparatorluğun yükselişine izin vermemek.

Andrew Gavin Marshall

1954 yılında kurulan Bilderberg Grubu, yılda bir kereye mahsus olarak Hollanda'da bir araya ge­len, gizli bir topluluktu. Kuzey Amerika ve Batı Avrupa'dan yaklaşık 130 kadar siyasi-mali-askeri-akademik- medya elitini, "birbirlerine özel olarak ve gizlilik içinde danışabilecekleri, nü­fuz sahibi insanlardan oluşan bu gayriresmi ağ yapılanmasına" doğru çekiyor­du. (2) Grubun mutat katılımcıları arasında, dünyadaki bazı büyük işletme­lerin CEO'ları veya yönetim kurulu baş­kanları yer alıyordu. Bunlar arasında, Royal Dutch Shell, British Petroleum, Total SA ve David Rockefeller gibi uluslararası bankerler, politikacılar, baş­kanlar, başbakanlar ve merkez bankerle­ri bulunuyordu. (3) Bilderberg Grubu, "ilk başta, Soğuk Savaş sırasında Avru­pa ve Kuzey Amerika ekonomilerini ve hükümetlerini birbirine bağlama niyetiy­le yola çıkan, gizli bir küresel düşünce kuruluşu" gibi faaliyet gösterdi. (4)

1950'lerin başında, Avrupalı en üst düzey elitler, Atlantikçilik ve küreselleş­me süreçlerini ilerletmeleri için Atlan­tik'in her iki yakasında en nüfuzlu şahsi­yetleri bir araya getirip Bilderberg Grubu'nu kurmak üzere seçilmiş Ameri­kalı elitlerle birlikte çalıştılar. Katılımcı­ların listesine bakıldığında, mutat "şüpheliler"e rastlıyoruz: üst düzey politikacılar, uluslararası düzeyde tanınan işa­damları, bankerler, düşünce kuruluşu ve vakıf liderleri, tanınmış akademisyenler ve üniversite liderleri, diplomatlar, med­ya patronları, askeri yetkililer? Bilderberg içinde, ayrıca, birçok devlet başkanı, monark ve kıdemli istihbarat yetkilisinin yanı sıra, CIA'in üst düzey görevlileri bu­lunuyordu. CIA, Bilderberg'in 1954 yılın­da gerçekleştirdiği ilk toplantısının da başlıca finansörü olmuştu. (5)

Bilderberg Grubu'nun Avrupalı kuru­cuları arasında, Hollanda'dan Prens Bernhard ve Joseph Retinger de vardı. Prens Bernhard, ne tesadüftür ki, 1934 yılına kadar Nazi Partisi üyesiydi. 1937'de ise, Hollanda Kraliçesi Juliana ile evlenmişti. Ardından, Alman endüs­tri devi I.G. Farben için çalışmıştı. Bu şirket, toplama kamplarında kullanılan Zyklon B. adlı gazı üreten şirket idi. (6) Amerikan tarafından bakıldığında ise, Bilderberg Grubu'nun kuruluşunda en etkin kişiler, David Rockefeller, Dean Rusk (daha sonraları Rockefeller Vak- fı'nın başına geçecek olan, öncesinde ise Dış ilişkiler Konseyi'nde üst düzey gö­rev almış bir kişi), Joseph Johnson (bir başka Konsey lideri; kendisi Carnegie Endowment'ın başındaydı) ve John J. McCloy (1953'te Chase Manhattan Ban- kası'nın yönetim kurulu başkanı olup, aynı zamanda Ford Vakfı'nın da yönetim kurulu başkanlığını yürüten üst düzey Konsey lideri) olarak sayılabilir. (7)

En büyük Amerikan vakıflarının (Rockefeller, Carnegie ve Ford) Bilderberg Grubu'nun temellerinde belirleyici rol oynaması ise, bir rastlantı değil. 20. yüzyıl başında kurulduklarından bu yana, söz konusu vakıflar, elitler arasın­da uzlaşı yaratmak konusunda merkezi rol üstlenmişlerdi. Kısacası, sosyal mü­hendisliğin motorları uluorta karşımız­daydı: hem elit kesimler için, hem de toplumun geneli için. Eğitim konusun­da uzman Profesör Robert F. Arnove'un da "Philanthropy and Cultural Imperialism" (Filantropi ve Kültürel Emper­yalizm) belirttiği gibi:

"Carnegie, Rockefeller ve Ford gibi vakıflar, demokratik toplum üzerinde çürütücü etkiye sahipler. Ellerinde gö­rece olarak düzensiz ve hesap verebilirliği olmayan bir güç ve refah birikimi söz konusu. Bu şekilde, yetenekleri sa­tın alıyorlar; kendi davalarını ön plana çıkarıyorlar; ve toplumun dikkatini çe­ken bir gündem oluşturuyorlar. "Soğut­ma" ajansları görevi görüyorlar; daha radikal ve yapısal değişimleri öteliyorlar ve önlüyorlar. Kapsamı uluslararası nitelikteki ekonomik ve siyasi bir düze­nin devamlılığını temin ediyorlar ve bu düzen, yönetici sınıfın çıkarlarına hiz­met ediyor. Azınlıkların, çalışan sınıfın ve Üçüncü Dünya vatandaşlarının çı­karları ise, göz ardı ediliyor." (8)

Söz konusu vakıflar, Dış ılişkiler Konseyi ve Bilderberg Grubu gibi ör­gütlerin temelini oluşturan "küreselleş­me" ideolojisini teşvik etmede asli rol üstlendiler. Özellikle de Rockefeller Vakfı, "liberal uluslararasıcılığı" savu­nan birçok örgütü destekledi. Liberal uluslararasıcılığın hedefi ise, şu şekilde belirtiliyordu: "ABD'yi öncü güç olarak ön plana çıkaran yeni bir dünya düzeni içinde bir dış politikayı savunmak." Söz konusu program ise, Rockefeller Vakfı tarafından nesnel ve siyaset-dışı olarak tanımlanıyordu. Yeni bir uluslararasıcı uzlaşı inşası, "eski düzen"in savunucu­larını sorgulayan ve onları yerlerinden eden örgütler ve bireylerin belli bir he­def dahilinde finanse edilmesini ve bir yandan da "yeni düzen"in ortaya çıka­rılmasını gerektiriyordu. (9)

"Büyük vakıflar sadece düşünce ku­ruluşları gibi politika yönelimli enstitü­leri fonlayıp kurmakla kalmadılar; aynı zamanda üniversitelerin ve eğitimin de yeniden düzenlenmesinde (özellikle de uluslararası ilişkiler alanındaki çalışma­ların şekillendirilmesinde) asli rol üst­lendiler." (10)

Vakıfların eğitim ve üni­versiteler (dolayısıyla da "bilgi") üzerindeki etkisinin bir eşi benzeri yok­tu. Filantropi ve Kültürel Emperyalizm başlıklı kitapta da sözü edildiği gibi:

"Vakfın gücü; araştırılacak alanları dikte etmesinden kaynaklanmıyor; daha ziyade entelektüel ve mesleki paramet­releri belirlemede, kimin hangi konuda araştırma desteği alacağını tespit etme­sinde ortaya çıkıyor. Vakfın gücü, bazı tür faaliyetleri ön plana çıkarmasından ve bunları desteklemesinden kaynakla­nıyor. Siyaset kuramcısı ve ekonomist Harold Laski'nin belirttiği gibi, "vakıf­lar, tüm üniversite camiasının zihinleri­ni yönlendirebilecek kudrette." (11)

Amerika'nın en zengin sanayicileri ve bankerlerinin kurduğu en büyük yardım kuruluşları, aslında beyan ettikleri kuru­luş amaçları olan "insanoğlunun yararı­na çalışmak" yerine, sosyal mühendislik çabalarında bankerlerin ve sanayici elit­lerin çıkarlarına hizmet etmeyi şiar edin­mişlerdi. Bu güçlü aileler, bankalar yo­luyla küresel ekonomiyi denetlemiş; düşünce kuruluşları yoluyla siyaset ve dış politika kuruluşlarını yönetmiş; ve vakıflar yoluyla kendi tasarıları ve çıkar­ları doğrultusunda toplum mühendisliği yapmışlardı. Elitler, söz konusu vakıflar üzerinden, eğitim süreçlerini, fikirlerini ve kurumlarını şekillendirir olmuşlar; böylelikle bilginin üretimi ve denetimi yoluyla toplum üzerinde hegemonyaları­nı daimi kılmışlardı. Eğitim kuruluşları ise, geleceğin elitlerini; yönetim, ekono­mi, bilim ve diğer mesleki çevreler için hazırlamışlar; Bilderberg Grubu gibi dü­şünce kuruşlarının temel dayanağını oluşturan akademisyenler üretmişlerdi.

Kamu sektörü ile özel sektör arasın­daki sınırları bulanıklaştırmada, ama bir yandan da bu iki alanın sosyal bilimler çalışmalarında etkin şekilde ayrıştırılmasında vakıfların üstüne yok. Kamu ve özel alanlar arasındaki bu sınır eroz­yonu, "sözde demokrasimize feodal un­surlar ekliyor"; bu sisteme ne siyasi elit­ler ne de sosyal bilimciler direnç gösteri­yor, ne de olan biteni protesto ediyor. (12) Dış politika stratejisti ve Dış İlişki­ler Konseyi eski direktörü Zbigniew Brzezinski'ye göre (ki kendisi ayrıca Bilderberg üyesidir ve David Rockefeller ile birlikte Üçlü Komisyon'un kurucusu­dur), "sınırların bulanıklaşması ABD'nin dünya hakimiyetine hizmet ediyor."
"Amerikan tarzı"nın tüm dünyaya aşamalı olarak yayılmasıyla birlikte, görünüşte "uzlaşmacı" bir Amerikan hegemonyasını dolaylı yoldan kurmak çok daha kolay hale geldi. Amerika'nın kendi iç sisteminde olduğu gibi söz ko­nusu hegemonya kapsamında, birbiriyle bağlantılı kurumlar ve usullerden olu­şan karmaşık bir yapı söz konusu ve bu yapının oluşturduğu uzlaşı ortamı, güç ile nüfuz alanlarındaki asimetrik du­rumları örtbas ediyor. (13)

Birleşik Avrupa fikrinin CIA tarafından desteklendiği biliniyor

1915 yılında, Kongre, hayır kuruluş­larının sahip olduğu güce dair bir so­ruşturma başlattı. Soruşturmayı yürüt­mekle görevlendirilen Walsh Komisyonu, "refahtan kaynaklanan gü­cün, demokratik kültür ve politikayı alt edebileceği" yönünde uyarıda bulundu.

(14) Walsh Komisyonu'nun hazırladığı Nihai Rapor'da, "bir toplum içinde va­kıfların kendi ideolojilerini çok daha ra­hat uygulayabilecekleri" belirtiliyordu.

(15) Bu bağlamda, uzlaşı inşası ve elit­ler arasında ideolojinin sağlamlaştırılmasını hedefleyen bir uluslararası dü­şünce kuruluşu olarak Bilderberg Grubu'nun dönüşümünü anlamaya baş­lıyoruz. Bilderberg'çiler, daha ilk top­lantılarında, şu konuları mercek altına almışlar ve sonraki toplantılarda da bu konuları odak noktasına almayı sürdür­müşlerdi:

- Komünizm ve Sovyetler Birliği;

- Bağımlı alanlar ve denizaşırı bölge­lerdeki halklar;

- Ekonomi politikaları ve ekonomik sorunlar; ve

- Avrupa entegrasyonu ve Avrupa Sa­vunma Topluluğu. (16) Bilderberg top­lantılarına katılan neredeyse her Ameri­kalı katılımcı, aynı zamanda Dış ılişki­ler Konseyi'nin üyesiydi. Bilderberg Grubu'nun saygın Amerikalı üyeleri arasında; David Rockefeller, Dean Rusk, John J. McCloy, George McGhee, George Ball, Walt Whitman Rostow, McGeorge Bundy, Arşur Dean, ve Paul Nitze bulunuyordu. Siyaset bil­imci Stephen Gill'in de yazdığı gibi: "Amerikalılar arasında Rockefeller ağı­nın çıkarları ağır basıyordu." [17]

Kuşkusuz, Rotschild'in çıkarları Bilderberg Grubu bünyesinde baki kalsa da (18), Rockefeller'in çıkarları başat kon­umdaydı. David Rockefeller'in İdari Komite'nin ıstişare Heyeti'nin üyesi olması­nın yanı sıra Rockefeller'in sırdaşları da ıdari Komite'ye uzun süreler hizmet ver­mişler ve örgütle bağlantılarını sürdür­müşlerdi: ıçlerinde Sharon Percy Rocke­feller, uzun süreler Dış ılişkiler Konseyi başkanlığını yürütmüş olan, aynı zaman­da Kennedy ve Johnson dönemlerinde Ekonomik İşler Bakanlığı'nda bulunan George Ball, Henry Kissinger, Üçlü Ko­misyon'un ortak kurucularından Zbigniew Brzezinski, Joseph E. Johnson (ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan emekli görevli ve Carnegie Uluslararası Barış Vakfı baş­kanı), John J. McCLoy (Dış İlişkiler Konseyi eski başkanı; ardından yerine David Rockefeller geçecektir), Dünya Ban­kası Direktörü, Ford Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı gibi kişiler bulunmaktaydı.

Bilderberg ve Avrupa Birliği

Bilderberg Grubu'nun kurucularından Joseph Retinger, aynı zamanda Avrupa Ortak Pazarı'nın mimarlarından biri olup, Avrupa entegrasyonunun önde ge­len entelektüel şampiyonlarındandı. 1946 yılında, Uluslararası İlişkiler Kra­liyet Enstitüsü'ne (Dış İlişkiler Konse- yi'nin kardeş kuruluşu ve İngiltere'deki muadili) yapmış olduğu açıklamada, Avrupa'nın federal bir birlik kurması gerektiğinden söz etmiş; Avrupalı ülke­leri de "egemenlik haklarının bir bölü­münden vazgeçmeye" davet etmişti. Retinger, federal bir Avrupa kurulması­na adanmış bir lobi örgütü olan Avrupa Hareketi'nin de kurucusudur. Retinger, Avrupa Hareketi için ABD'nin güçlü mali kuruluşlarından (Dış İlişkiler Kon­seyi ve Rockefeller'lar) destek bulmuş­tu. (19) Şunu da belirtmekte yarar var; İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Dış İlişkiler Konseyi'nin başlıca mali kay­nağı; Carnegie Corporation, Ford Foun­dation ve en önemlisi Rockefeller Vakfı'ndan gelmekteydi. (20)

Bilderberg Grubu'nun ve Avrupa Ha­reketi'nin kurucusu Retinger dışında, Avrupa entegrasyonunun ideolojik te­mellerini atan bir diğer kişi ise, Jean Monnet idi. Kendisi, Avrupa Birleşik Devletleri için Eylem Komitesi'ni (ACUE) kurmuştu. Söz konusu komite, Avrupa entegrasyonunu ilerletmeye yö­nelik bir örgüt idi. Kendisi, ayrıca Av­rupa Ortak Piyasası'nın öncüsü olan Av­rupa Kömür Çelik Topluluğu'nun da ilk başkanı idi. (21) 2001 yılında açıklanan ancak öncesinde gizli tutulmuş olan ba­zı belgelere göre; "ABD istihbarat top­luluğu, ellili ve altmışlı yıllarda, birle­şik bir Avrupa'ya yönelik ivme yaratmak için bir kampanya yürütmüş; Avrupa federalist hareketini fonlamış ve bizzat yönlendirmişti." (22) Belgeler ışığında; "Amerika'nın perde arkasın­dan, İngiltere'yi Avrupalı bir devlet ol­maya ittiği ve bunun için saldırgan bir çaba içinde olduğu" görülüyor.

Dahası, "Washington'un Avrupa gün­demini şekillendirmek için elindeki başlıca araç 1948 yılında oluşturulmuş olan Birleşik bir Avrupa için Amerikan Komitesi idi. Komite'nin başkanı Donovan olup, kendisi o dönemde avukatlık yapmaktaydı. Başkan yardımcısı ise, el­lili yıllarda CIA'in direktörlüğünü yü­rütmekte olan Allen Dulles idi. Yöne­tim kurulunda CIA'in ilk direktörü de bulunuyordu. Söz konusu komitenin, Savaş-sonrası yılların en önemli fede­ralist örgütü olan Avrupa Hareketi'ni finanse ettiği, belgelerden ortaya çıkı­yor. "Ne ilginçti ki, "Avrupa Hareke­ti'nin liderleri -Retinger, ileri görüşlü Robert Schuman ve Belçika eski baş­bakanı Paul Henri Spaak-, Amerikalı sponsorları tarafından "ırgat" muame­lesi görüyorlardı. ABD'nin rolü ise, gizli bir operasyon dahilinde yürütül­müştü. Komite'nin finansman kaynak­ları ise; Ford ve Rockefeller vakıfları­nın yanı sıra, ABD hükümetiyle yakın bağlar içindeki iş camiası idi." (23)

1951 yılında Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu kuruldu. Kurucular; Fransa, Batı Almanya, İtalya, Belçika, Lüksem- burg ve Hollanda'dan oluşuyordu. 1955 yılında gerçekleşen Bilderberg toplantı­sının ana gündem maddesinin ise, "Av­rupa çapında Birlik tesisi" olduğu, yeni ortaya çıkan belgelerden anlaşılıyor. Söz konusu toplantı neticesinde, enteg­rasyon ve birleşme fikirlerine tam des­tek verilmesi kararlaştırılmıştı. Dahası, "bir Avrupalı konuşmacı, ortak para bir­imi gereksinimi hakkında endişesini di­le getirirken, bunun merkezi bir siyasi otorite kurulmasını gerektireceğinden söz etmiş; ilginç bir şekilde Amerikalı bir katılımcı ise, ABD'nin entegrasyon fikrini halen tüm heyecanıyla savundu­ğunu belirtmiş; bir başka Amerikalı ka­tılımcı ise Avrupalı dostlarını Avru­pa'nın birleştirilmesi sürecinde hızlı ve pratik olmaya davet etmişti". (24) Dola­yısıyla, 1955 yılında gerçekleşen Bil- derberg Grubu toplantısında öncelikli gündem maddesi, Avrupa çapında ortak bir piyasa kurulması idi. (25)
Bilderberg'in kurucuları AET'nin de kurucularından

1957 yılında ise, yani iki yıl sonra Ro­ma Antlaşması imzalandı; böylelikle Avrupa Topluluğu olarak da bilinen Av­rupa Ekonomik Topluluğu kurulmuş ol­du. Yıllar boyu birçok antlaşma imza­landı ve giderek daha fazla ülke Avrupa Topluluğu'na katıldı. 1992 yılında Maastricht Antlaşması imzalandı ve Avrupa Birliği kuruldu. Bu ise, Euro'nun oluştu­rulmasına giden yolu açtı. 1994 yılında ise Avrupa Para Enstitüsü yaratıldı, 1998 yılında Avrupa Merkez Bankası kurulurken, 1999'da ise Euro tedavüle girdi. Bilderberg Grubu'nun yönetim ku­rulu başkanı ve Avrupa eski komiseri Etienne Davignon'un 1999 Mart'ında yapmış olduğu açıklamaya kulak verir­sek, Euro, bizzat Bilderberg konferans­larında tartışılmış ve planlanmıştı. (26)

Avrupa Anayasası (şu anki ismiyle, Lizbon Antlaşması), bir Avrupa süper- devleti yaratılması doğrultusunda bir adım idi. Ayrıca, bir AB dışişleri bakan­lığı makamı oluşturmuş ve bu sayede dış politikasının eşgüdümünü sağlama­yı hedeflemiş; AB çapında bir savunma politikası oluşturmak için gerekli çerçe­veyi çizmişti. AB yasaları, tüm üye ül­kelerin hukukunun üstünde olacak; böylelikle üye ülkeler, merkezi bir fede­ral hükümet sistemi içinde "eyaletler" haline getirilecekti. (27)

AB Anayasası, büyük ölçüde Fran­sa'nın 1974-1981 yılları arasındaki cumhurbaşkanı Valery Giscard d'Esta- ing tarafından kaleme alındı. Kendisi, aynı zamanda Bilderberg Grubu'nun ve Üçlü Komisyon'un bir üyesi olup, Henry Kissinger'ın da yakın dostu ola­rak kendisiyle birçok ortak makale yaz­mıştı. 2009 yılında kabul edilen Antlaş­ma, AB Konseyi Başkanlığı gibi bir pozisyon yaratmış ve bu kişiye, AB'yi dünya sahnesinde temsil etme ve AB'nin siyasi yönelimini belirleyen Konsey'e başkanlık etme görevleri ver­ilmişti. AB Konseyi'nin ilk başkanı, Herman Van Rompuy oldu. Kendisi, Belçika'nın eski Başbakanı. 12 Kasım 2009 tarihinde, Bilderberg'in küçük çaplı bir toplantısı gerçekleşti. Toplantı­ya, Bilderberg Grubu'nun yönetim ku­rulu başkanı Viscount Etienne Davignon başkanlık etti.

Toplantıya, aralarında "uluslararası düzeyde politika yapıcılar ve sanayiciler"in de bulunduğu bir grup katıldı. İçlerinde Henry Kissinger da bulunmaktay­dı. Herman Von Romputy ise, "görevi icabı, Bilderberg oturumuna iştirak etti; AB'yi finanse etmek için yeni bir vergi toplama sistemi önererek, AB çapında bütçe mücadelelerinin bu şekilde önle­nebileceğini belirtti." (28) Van Rompuy, Başkan seçilmesinin ardından yap­tığı konuşmada şöyle demişti: "Son derece zorlu dönemlerden geçiyoruz: bir yandan mali kriz ve bunun istihdam ve bütçe üzerindeki çarpıcı etkisi, bir yandan iklim krizi, bir yandan yaşanan endişe, belirsizlik ve güvensizlik döne­mi... Tüm bu sorunların, ülkelerimiz arasında ortak bir çaba neticesinde üste­sinden gelinmesi mümkün. 2009 yılı, G-20 öncülüğünde mali krizin tam orta­sında küresel yönetişimin uygulandığı ilk sene oldu. Ayrıca, Kopenhag'da ger­çekleşen iklim konferansı da, gezegeni­mizin küresel yönetimine dair atılan bir diğer önemli adım idi. (29)
Bilderberg'in 2011 yılında ısviçre'de gerçekleşen son toplantısından sızan bilgilere bakılırsa, Euro bölgesi büyük bir kriz içinde bulunuyor ve Bilderberg üyeleri ise, ortalığın tamamen yangın yeri haline gelmemesi için didinip du­ruyorlar. Bu yılki toplantıda ele alınan temel konulardan biri de, Yunanistan'ın giderek bozulan durumu, ufukta görü­nen yeni yardım paketi, halk ayaklan­maları ve Euro bölgesinden çıkma ola­sılığıydı. Yunanistan'ın, İrlanda'nın ve küresel ekonominin genelinin karşılaş­tığı sorunlar da, bu yılki tartışmalarda ele alındı. (30). Bu sene Yunanistan'ı temsil eden kişiler arasında; Yunanis­tan Maliye Bakanı Yorgo Papakonstantinu'nun yanı sıra, birçok banker ve iş adamı bulunuyordu. [31]

Bu yılki toplantıya katılan ve AB ça­pında nüfuz sahibi kişiler arasındaki bir isim ise, AB Konseyi Başkanı Herman van Rompuy idi. Kendisi, Kasım 2009'da Bilderberg'in özel bir toplantı­sına davet edildikten ve bu toplantı sıra­sında AB çapında vergi salınmasını sa­vunan, AB'nin salt üye ülkelerine değil, aynı zamanda "kendi öz kaynakları"na sırtını dayaması gerektiğini vurgulayan [32] bir konuşma yaptıktan sonra Baş­kan seçilmişti. Van Rompuy, daha önce de, "2009'un, küresel yönetişimin ilk yı­lı olduğu"nu belirtmişti.

Van Rompuy, Bilderberg açısından "sürpriz bir misafir" değildi. Bu yılki toplantıya katılan diğer önemli AB yetk­ilileri arasında ise; Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Joaqum Almunia, AB Konseyi Başkanı'na bağlı Kabine Başkanı Frans van Daele, Avrupa Ko­misyonu Başkan Yardımcısı Neelie Kroes, ve elbette Avrupa Yatırım Bankası Başkanı Jean-Claude Trichet bulunmak­taydı.] (Editör Notu: 23-24 Haziran tarihleri arasında Brüksel'de gerçekleşen AB devlet ve hükümet başkanları Zirve­si sonucunda; İtalya Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi, Avrupa Merkez Bankası'nın gelecek dönemki Başkanı olarak seçildi. Görevini Jean-Claude Trichet'den devralacak olan Mario Drag­hi, 1 Kasım 2011 - 31 Ekim 2019 tarih­leri arasında görev yapacak.)
Her toplantıda olduğu gibi bu toplan­tıda da resmi bir katılımcı listesinin ya­nı sıra, toplantıya katılan ancak isimleri resmi basın bildirisinde yer almayan katılımcılar da bulunuyordu. Bu yılki toplantıda isimleri listeye konmayan ki­şiler arasında; NATO Genel Sekreteri Anders Rasmussen'in (ki bu hiç de şa­şırtıcı değil; hele ki NATO Genel Sek- reteri'nin neredeyse her toplantıda hazır ve nazır olduğu düşünüldüğünde), İspanya Başbakanı Jose Luis Zapatero'nun, Alman şansölye Angela Merkel'in, Bill ve Melinda Gates Vakfı Başkanı Bill Gates'in ve ABD Savunma Bakanı Robert Gates'in bulunduğu söy­leniyor. [34] Guardian'ın aktardığına göre, bu "gayriresmi ziyaretçiler", kon­ferans sırasında bizzat görüldüler veya katılımları "basına sızdırıldı."[35] An­gela Merkel'in daha önce de söz konusu toplantılara katıldığı söyleniyor. Bu du­rum da, bu toplantıya katılmasını çok daha az "şaşırtıcı" kılıyor. [36]

Bilderberg, AB'nin çökmemesi için her şeyi yapacak


Son toplantıda AB yetkilileri, AB'nin gerek kendisini gerekse dünyanın genelini etkileyen ekonomik kriz karşı­sında kitlesel bir güç kapma girişiminde bulunması gereğini masaya yatırdılar. Diğer türlü, Euro ve Birliğin kendisinin çökeceğini savundular. Bu da Bilder- berg grubunun 57 yıllık tarihi boyunca gerçekleştirmeye çalıştığı şeylerin lan­etleneceği bir senaryo anlamına geliyor. Basitleştirmek gerekirse, ortadaki hedef şudur: Kendi başına bir AB polisi yarat­mak ve bu AB polisinin, kurallara uy­mayan milletleri cezalandırmasını sağ- lamakİddia edilene göre, bir Bilderberg'ci de toplantıda şöyle demiş: "Bizim burada yapmak istediğimiz, ger­çek bir ekonomik hükümet tesisi". [37] Toplantıya katılan birçok Avrupalı'nın bu şekilde bir açıklamayı kolaylıkla ya­pabileceğine dair izlenim kuvvetli.

Toplantı öncesi Avrupa Merkez Ban­kası Başkanı (eski başkanı - Editör No­tu) Jean-Claude Trichet; "bölge çapında süregelen devlet borcu krizinin zaptedilmesi güçlüğü karşısında, 17 ülkeden oluşan bir döviz kuru bölgesi oluşturul­ması için hükümetlerin bir maliye ba­kanlığı kurmayı gözden geçirmesi gere­kiyor" dedi. Trichet şöyle bir soru attı ortaya: "Birlik için bir Maliye Bakanlı­ğı kurma fikri, tek Pazar, tek para biri­mi ve tek merkez bankasının olduğu bir ortamda aşırı zekice mi olur?" Tric- het'ye göre; söz konusu bakanlık, en azından üç alanda doğrudan sorumluluk sahibi olacak:

Mali politikaları ve rekabetçilik po­litikalarını denetlemek;

Birliğin entegre mali sektörüne ilişkin olarak tüm idari sorumlulukları üstlenmek ve mali hizmetlerin tam bü­tünleşmesine hizmet etmek;

Birliği uluslararası mali kuruluşlar nezdinde temsil etmek. (38)

Geçtiğimiz sene Belçika Başbakanı Yves Leterme de, "Avrupa Ekonomi Hükümeti" şeklindeki bir fikri destekle­miş ve şöyle demişti: "Artık masada güçlendirilmiş ekonomik yönetim diye bir kavram var ve bu konuda önümüz­deki dönemde ilerleme kaydedilecek. Son kertede, Avrupa Borç Ajansı veya ona benzeyen bir kuruluş, bir hakikat halini alacak. Ben bundan eminim. Me­sele, Avrupa'nın mali istikrarı olunca, federalizm hakkında ideolojik bir tartış­ma olmaktan çıkıyor konu... Ben bizzat federalizm savunucu olsam da, daha fazla ve daha derin entegrasyon, aslın­da, ortak para birimine sahip olmanın mantıklı birer sonucudur." [39]

Leterme'in selefinin, halihazırda Bil- derberg üyesi ve AB Başkanı Herman van Rompuy olduğu ve Rompuy'un "ekonomi hükümeti" ve "küresel yöneti- şim"in hararetli bir savunucusu olarak kabul edildiği düşünüldüğünde, bu pek de şaşırtıcı olmayacaktır. "Ekonomi hü­kümeti" ne yönelik planlar, hem Fran­sa'nın hem de Almanya'nın güçlü bir ta­ahhüt altına girmesini gerektiriyor. Bu da, Merkel'in Bilderberg toplantılarında boy göstermesini açıklayabilir. 2010 Mart ayında, Alman ve Fransız hükümetleri, hazırladıkları bir taslakta, AB çapında mali politika koordinasyonunu güçlendir­meyi hedefliyorlardı.
Alman gazetesi Der Spiegel'in ele ge­çirdiği söz konusu plan, "sorunlar orta­ya çıkmadan önce eyleme geçebilmek için, münferit üye ülkelerin rekabet güçlerinin daha fazla denetlenmesi çağ­rısında bulunuyordu". Lüksemburg Baş­bakanı Jean-Claude Juncker ise, plana şu şekilde yanıt vermişti: "Euro bölge­sindeki ekonomik politikanın daha güç­lü koordinasyonu için Avrupa çapında bir ekonomi hükümetine ihtiyacımız var." [40] 2010 Aralık'ında ise, Alman Maliye Bakanı Wolfgang Schaeuble şöyle demişti: "10 yıl içinde, siyasi bir­liğe çok daha güçlü şekilde yanıt vere­cek bir yapıya sahip olacağız."[41]

Alman basın organlarının 2011 başın­da aktardığı gibi, Almanlar ve Fransız­lar, söz konusu "ekonomi hükümeti"nin farklı boyutları konusunda görüş ayrılı­ğına düştüler. Bununla birlikte, Merkel'in de belirttiği gibi: "Söz konusu ekonomi hükümeti konusunda görüş­melerimiz uzun süredir devam ediyor. şu anda öngördüğümüz şey ise, bu ko­nuda bir adım daha öteye gidiyor." Bu­nunla birlikte, iki yaklaşım arasındaki farklılıklar, şu şekilde ifade edilebilir:

Fransa'nın tercihi; AB üye ülkelerinin devlet ve hükümet başkanlarından olu­şan AB Konseyi'nin bir tür ekonomi hü­kümetine dönüşmesi yönündedir. Hatta başlangıçta sadece Euro bölgesi ülkele­rinin dahil olacağının açıklanması üzeri­ne, Fransa Maliye Bakanı (ve Bilderberg katılımcısı) Christine Lagarde, projeyi "16-üstü" olarak nitelendirmişti.Alman- lar ise, tamamen farklı bir noktaya odak­lanmış durumdalar. Onlar, mevcut kur­tarma fonunun, 2013 yılında Avrupa ıstikrar Mekanizması ile değiştirilmesini istiyorlar. Buna göre, herhangi bir yar­dım karşılığında nakit sıkıntısı çeken ül­kelerin, kendilerini sıkı maliyet azaltıcı bir rejime tabi tutmaları gerekecek. [42]

Mario Draghi, halihazırda İtalya Merkez Bankası başkanı. Aynı zamanda Uluslararası Ödemeler Bankası BlS'in (yani dünyadaki tüm merkez bankaları­nın merkez bankası) de yönetim kuru­lunda bulunuyor. 2010 Mart'ında BlS'in websitesine konan bir mülakatta, Mario Draghi, Yunan krizine yanı olarak, "Eu­ro alanında, çok daha koordineli yapısal reformlar ve çok daha büyük bir disip­lin sağlayacak türden, daha güçlü bir ekonomik yönetişime ihtiyaç duyduğu­muzu" belirtmişti. [43] Mario Draghi, Bilderberg Grubu'nun 2009 yılında dü­zenlediği konferansa da katılmıştı. [44] Mario Draghi'in, Avrupa Merkez Ban­kası başkanlığı için 2011 Ekim ayı iti­bariyle Trichet'nin halefi olması yönün­de Euro-bölgesi maliye bakanlarının desteğini alması, bu anlamda şaşırtıcı olmasa gerek. [45]

Kuşkusuz Avrupa düzeyinde ekonomi yönetimi hedefi, önümüzdeki yıllarda da devam edecek. Hele ki ekonomik kriz bu şekilde devam ederse... Uzun dönem­dir Bilderberg'in katılımcısı olan Dominique Strauss-Kahn'ın da söylediği gibi, "kriz, bir fırsattır." [46] Bilderberg, her ne kadar gücü her şeye yetmese de, Eu­ro'nun çökmesini ve AB'nin son bulma­sını engellemek için elinden gelen her- şeyi yapacak. Ne de olsa, Bilderberg, başından beri, Avrupa entegrasyonunu asli hedeflerinden biri olarak saptamıştı. Bilderberg'in kurucusu ve uzun süre bo­yunca yöneticiliğini yapmış olan Prens Bernhard'ın resmi biyografisinde, Bilderberg Grubu, "Avrupa Topluluğu'nun doğum yeri olarak belirlenmişti". [47]

IMF'de bir rejim değişikliği mi?

Avrupa çapında bir ekonomi hükü­meti önerisini getiren süreçte öncü rol üstlenen Fransız Maliye Bakanı Christi- ne Lagarde, aynı zamanda IMF'nin Di­rektörlüğü yarışında açık ara önde. (Bu makalenin yazılmasının ardından, Ha­ziran sonunda Lagarde, IMF Başkanlığı'na seçildi - Editör Notu) IMF'nin Direktörü her zaman için (bu sene ha­riç) Bilderberg toplantılarına katılmış­tır. Dolayısıyla, bu pozisyon da, Bilderberg toplantılarından en az birine davet edilmiş kişilere genellikle ayrı­lır. Christine Lagarde'ın da 2009 yılın­da bir Bilderberg toplantısına katılmış olduğunu belirtmekte yarar var. [48]
Yeni dünya düzeninde Çin'e yer var mı? Araştırmacı gazeteci Daniel Estu- lin'in bu seneki toplantıya katılanlardan elde ettiği bilgilere göre, toplantıda Çin'in rolüne dair önemli bir tartışma yaşanmış. Pek de şaşırtıcı olmasa gerek; hele ki bu meselenin birkaç yıldır top­lantıların temel konusu olduğu düşünül­düğünde... Çin, Pakistan'ın en yakın ekonomik ve stratejik müttefiki olarak Pakistan ile ilgili tartışmalarda ağırlığını koyuyor. Amerika, Afgan savaşını kom­şu Pakistan topraklarına genişletmeye devam ettikçe, bu durumda herhangi bir değişiklik olması da beklenmiyor. Çin, ayrıca Afrika'da da büyük bir oyuncu olarak kabul ediliyor ve Batı'nın özellik­le Dünya Bankası ve IMF yoluyla kıta üzerinde kurduğu hakimiyetini tehdit ediyor. Çin, dünyada ABD'nin başlıca ekonomik rakibi oldu. IMF'nin de kısa süre önce tasdik ettiği gibi, Çin ekono­misinin 2016 yılı itibariyle ABD ekono­misini geride bırakacağı bekleniyor. Bilderberg, bu konuyla sadece mali-ekonomik pencereden değil, dün­yanın jeopolitik dönüşümü açısından da ilgileniyor ve bunu "çağımızın en büyük hikayesi" olarak nitelendiriyor. [49]
Bu seneki toplantıda Çin konusundaki tartışmaları özgün kılan ise; ilk kez Çin'­den iki katılımcının bulunması oldu: Pe­kin Üniversitesi'nden saygın ekonomi profesörü Huang Yiping ve Çin Dışişle­ri Bakanı yardımcısı Fu Ying. [50] Bu tamamen beklenmedik bir durum ve Bilderberg'in tamamen Avrupa ve Kuzey Amerika (Atlantik) örgütü olduğu düşü­nüldüğünde, meselenin aslında ne denli önemli olduğunu da gösteriyor. Örneğin geçmişte, Bilderberg üyelerinden David Rockefeller ve Zbigniew Brzezinski, Ja­ponya'nın aralarına 1972'de katılması yönünde öneri getirdiklerinde, Avrupalı­lar bu öneriyi reddetmişler; bunun yeri­ne 1973'te kurulan Üçlü Komisyon, Batı Avrupa, Kuzey Amerika ve Japonya'nın elit tabakasını bir araya getirmişti. Üçlü Komisyon içindeki Japonlar, 2000 yılın­da "Pasifik Asya Grubu"na dönüşmüş ve Japonya'nın yanı sıra, Güney Kore, Avustralya, Yeni Zelanda, Endonezya, Malezya, Filipinler, Singapur ve Tay­land'ı kapsar hale gelmişti.
2009 yılında, G-20'ye, küresel ekono­mik krizi "yönetme" görevi verildi; Çin ve Hindistan başta olmak üzere "yükse­len" ekonomik devler de bu kapsama alınacaktı. Bilderberg üyesi Jean-Claude Trichet'nin belirttiği gibi, bu du­rum, "küresel ekonomik kriz açısından öncelikli grup olarak G-20'nin ortaya çıkışı" anlamına geliyordu. [51] Aynı yıl içinde, göreve yeni atanan Herman van Rompuy, "küresel yönetişimin ilk yılı olduğu"nu ilan etti. Bunun sonu­cunda, 2009 yılında Çin ve Hindistan, Üçlü Komisyon'un resmi üyeleri olarak davet edildiler.[52]
Tüm bunlar ise, Hindistan ve özellikle Çin'in küresel meselelerde artan bir rol sahibi olduklarının bir işareti. Bilderberg toplantılarına katılım; Çin'in yerleşik kurumlardan, ideolojilerden ve küresel güç sistemlerinden dışlanmaması hede­fini vurguluyor. Aynı zamanda, Çin'in bu sistem içine tam entegre edilmesi öngörülmüştü. Belki de en iyi şekilde Bilderberg tarafından temsil edilen küresel elit kesimin hedefi, Amerikan impara­torluğunun çöküşüne ve yeni bir impara­torluğun yükselişine izin vermemekti. Daha ziyade, Amerikan hegemonyasının çöküşünün yepyeni bir küresel yöneti­şim sistemi içinde yönetilmesi söz konu­suydu. Bu "büyük fikir" ise, Çin'in katı­lımı olmaksızın imkansızdı. Bilderberg, küresel yönetişim ideolojisine tamamen doyduğu için, Çin'in davet edilişi şaşkın­lık yaratmamalı. Belki de şaşkınlık ya­ratması gereken şey, bu sürecin bu denli uzun sürmesidir.
Peki Bilderberg, Küresel bir Yönetim mi Kuruyor?
Jon Ronson, Guardian'a yazdığı bir köşe yazısında, toplantılarının gizliliği konusunda süregelen "komplo teorileri"ni yok etmek amacıyla, Bilderberg Grubu'nun kilit üyeleriyle yaptığı bir mülakatı yayımlamıştı. Bununla birlik­te, söz konusu mülakatlar sırasında, grubun sosyal önemine ilişkin önemli bilgiler de yavaş yavaş ortalığa saçıl­maya başlamıştı. Ronson, David Rock­efeller ile temas kurmaya çabalamış; ancak basın sekreterliğine ulaşabilmiş­ti. Oradan aldığı yanıt ise; "Rockefeller ve Bilderberg gibi küresel düşünce ku­ruluşları hakkındaki komplo teorileri­nin artık David Rockefeller'i usandırdı­ğı" yönünde olmuştu. Basın sekreterliğine göre, "Bay Rockefeller'in vardığı sonuç şuydu: Bu, mantık­lı olan ve mantıklı olmayan düşünce arasında bir çarpışmadır. Mantıklı in­san, küreselleşmeyi savunurken, man­tıksız insan ise milliyetçilikten yana ta­vır koyar." [53]
"Dünyayı Bilderberg'in yönettiği" şeklindeki komplo teorilerini reddeden Ronson'un anlattığına bakılırsa; görüş­tüğü Bilderberg üyeleri şunu kabul et­mişti: "uluslararası ilişkiler, zaman za­man bu oturumların etkisinde kalır."
David Rockefeller, küreselleşmenin "papa"sı sayılır.
İdari Komite'nin 30 yıllık üyesi Denis Healey, bu konuyu şu şekilde açıkla­mıştı: "Dünya üzerinde tek bir hükümet kurulması fikri karşısında hepimizin ya­nıp tutuştuğumuzu söylemek, abartılı olabilir; ancak tamamen haksız da sa­yılmaz. Bizim gibi Bilderberg'de görev alanlar, birbirimizle sonsuza dek didişip duramayacağımızı, insanları mütemadi­yen öldürüp milyonlarcasını evsiz bark­sız bırakmaya bir son verme zamanının geldiğini gayet iyi biliyorlar. Dolayısıy­la, dünya üzerinde tek bir topluluğun oluşması fikrinin iyi olabileceğini de hissetmeye başladık. Bilderberg, politi­kacıları, sanayicileri, finansçıları ve ga­zetecileri bir araya getirmenin bir yolu­dur. Politikanın, politikacı olmayan insanları içermesi gerekir. Genç politi­kacıları da bünyemize alıp, onları finansçılar ve sanayicilerle bir araya getirip onlardan akıl almalarını sağlıyoruz. Tüm bunlar ise, hassas bir küresel poli­tika yaratma şansını artırıyor." [54]
Geçmişte Bilderberg toplantılarına da katılmış olan Observer'ın eski editö­rü Will Hutton, zamanında grubu "küre­selleşmenin başpapazları" olarak nite­lendirmişti. [55] Hutton'a göre; "insanlar, dünyanın gidişatını etkilemek ve politika alanında uluslararası bir sağ­duyu yaratmak adına bu ağlarda yer alı­yorlardı." Bilderberg Grubu Başkanı Viscount Etienne Davignon ise, küresel bir yönetici sınıfın varlığına inanmıyor; daha ziyade etki gücü sahibi olmak iste­yen insanların nüfuzlu insanlarla görüş­tüğünü düşünüyor. [56] Kaliforniya Üniversitesi'nde Psikoloji ve Sosyoloji profesörü olan G. William Domhoff da, Bilderberg Grubu hakkında yazanlar­dan... Ancak, asıl araştırdığı konunun "elitlerin aralarında bir uzlaşı geliştir­mek için nasıl çabaladıkları" meselesi olduğunu açıklıyor. [57]
Bilderberg'çiler, uzun yıllardır küre­sel yönetişim ve "küresel hükümet"in savunucuları oldular. "Kriz" her zaman, gündem maddelerini ilerletmelerinin mükemmel bir yolu olageldi. Nasıl ki Yunanistan'daki kriz, "Avrupa çapında bir ekonomi hükümeti" kurulması yö­nündeki çağrıları artırsa da, küresel ma­li kriz de, "küresel ekonomik yöneti­şim" davasının ilerletilmesi için bir gerekçeye dönüştü. 2010 Mayıs'ında yapmış olduğu bir konuşmada "Kriz bir fırsattır" diyen Dominique Strauss-Kahn, "küresel bir merkez bankasının çıkardığı yeni bir küresel döviz kuru"na yönelik bir çağrıda bulunmuş; küresel merkez bankasının aynı zamanda son çare olarak kredi verecek bir kurum ol­masını önermişti. Bununla birlikte, "he­nüz küresel işbirliği düzeyinden olduk­ça uzakta olmamız, beni korkutuyor" demeyi de ihmal etmemişti. [58] Elbet­te, dünya, ekonomik ve mali bir harabe­ye dönüşmeyi sürdürmezse...
2009 Nisan'ında gerçekleşen G-20 zirvesinin ardından, "dünya rezerv ku­runda ABD dolarının üstlendiği rolü idame edecek yeni bir küresel kur oluş­turulması doğrultusunda bir takım plan­lar açıklandı." Telegraph'ın aktardığı gi­bi; "G-20 liderleri, IMF'nin para basma gücünü harekete geçirmişler ve küresel düzeyde "niteliksel bir gevşeme"yi baş­latmışlardı. Bu şekilde davranarak, dün­ya çapındaki döviz kurunu fiili olarak kullanmaya başlıyorlardı. Bu, herhangi bir egemen kuruluşun denetimi dışında bir durumdu." [59] Washington Post'un aktardığına göre; İMF, "küresel ekono­mi açısından gerçek bir Birleşmiş Milletler'e dönüşmeye kararlıydı."
IMG, dünya ekonomisini yönetmede kuşkusuz merkezi bir rol edinecekti. So­nuç olarak, Washington da, küresel mali politika açısından bir güç merkezi olma­ya namzetti. Tıpkı Birleşmiş Milletler'in New York'u diplomasi merkezi haline getirmesi gibi... [60] Bununla birlikte, IMF, küresel döviz gündeminin ön sıralarına doğru itilirken, Uluslararası Ödemeler Bankası BIS, "küresel yönetişim" anlamında gerçek otorite olmayı sürdü­rüyor. IMF'nin dergisi Finance and Development'ta 2009 yılında belirtildiği gi­bi: "1930 yılında kurulmuş olan BIS, küresel yönetişim düzenlemelerinin ko­ordinasyonunda en eski ve merkezi odak noktası olmayı sürdürüyor." [61] Jean- Claude Trichet ise, 2010 Nisan'ında Dış İlişkiler Konseyi'nde vermiş olduğu bir konuşmada; "bugün mühendisliğini yap­makta olduğumuz küresel yönetişimin yaşamakta olduğu çarpıcı dönüşüm, üç örnekle simgeleniyor":
Küresel ekonomik yönetişimin başlıca grubu olarak G-20'nin ortaya çıkması;
Merkez bankalarının işbirliğinin yönetişimi alanında temel grup olan BIS çatısı altında merkez bankaları guvernörlerinden oluşan Küresel Ekonomi Toplantısı'nın tesis edilmesi;
Mali İstikrar Kurulu'na üyeliğin yükselen piyasa ekonomilerini de kap­sayacak şekilde genişletilmesi. [62]
Trichet konuşmasını tamamlarken şu noktaya da vurgu yapmıştı: "Küresel yönetişim, küresel mali sistemin diren­cini artırmanın özünü teşkil eder." [63] Trichet, bir sonraki ay Kore Bankası'nda bir konuşma yapmış ve şöyle de­mişti: "Merkez bankaları arasındaki iş­birliği, küresel yönetişimin yeniden şekillendirilmesinde genel bir eğilime dönüşüyor ve bu durum, küresel mali kriz tarafından da tetikleniyor. Dolayı­sıyla, kriz sonucunda merkez bankala­rın ekonomik öneminin arttığı daha iyi anlaşıldı ve küresel yönetişim dahilinde onların tam bir entegrasyona dahil ol­maları gereği ortaya çıktı." Trichet, bir kez daha BIS'i ve onun oluşturduğu "fo­rumları" -Küresel Ekonomi Toplantısı ve Mali İstikrar Kurulu gibi-, merkez bankalarının işbirliği için "ana kanal" olarak nitelendirdi. [64]
Rockefeller’in rüyası
David Rockefeller, 96. Yaş gününü geçtiğimiz haftasonu Bilderberg toplan­tısı sırasında kutladı. Kendisi, 1954'te kurulan grubun ilk kurucularından hay­atta kalan tek kişi. Eğer Bilderberg Gru­bu, "küreselleşmenin başrahipleri"ni temsil ediyorsa, David Rockefeller de "Papa" sayılır. James Wolfensohn, Rockefeller'ların sadece Amerika için değil, tüm küreselleşme süreci için önemini temsil eder. Avusturya asıllı James D. Wolfensohn ise, 1992-2005 arasında Dünya Bankası'nın başkanlığını yaptı ve o zamandan beri Wolfensohn & Company, LLC adıyla kurduğu kendi şirketini yönetiyor. Kendisi ayrıca Bilderberg grubunun da idari komitesinde uzun süre yer aldı ve Amerikalı düşün­ce kuruluşlarından Brookings Enstitüsü'nün de onursal üyeleri arasında bu­lundu. Rockefeller Vakfı'nın da yönetim kurulunda yer alan Wolfensohn, ayrıca Dış İlişkiler Konseyi'nin de üyesi. Wolfensohn'un babası Hyman'ın patronu, Rothschild bankacılık hanedanlığından James Armand de Rothschild idi; hatta James ismini ondan alır. Babası ona, "kılavuzlarını, dostlarını ve nüfuzlu ki­şilerle bağlantılarını nasıl yöneteceğini" öğretmişti. [65] Wolfensohn, finans dünyasında hızlı adımlarla yükseldi ve babası gibi o da, 20.yüzyılın hakim ko­numdaki ailesi Rothschild'ların hizme­tinde çalıştı. David Rockefeller'ın dok­sanıncı doğum günü vesilesiyle Dış İlişkiler Konseyi'nde konuşma yapan James Wolfensohn şöyle demişti:
"Kendisi bu ülkede benim mesleki yaşantımda en büyük etki doğuran kişi­dir ve bunu söylemekten son derece mutluyum. Kendisiyle ilk olarak 1957 veya 58'de Harward Business School'da tanışmıştık. 20.yüzyıl başında Rockefeller ailesi, artık gündemdeki mesele­lerin sadece ABD açısından bir önem arz etmediğini, daha küresel bir vizyon edinmek gerektiğini fark etti ve David'in dedesi, Rockefeller Vakfı'nı kur­du. Dolayısıyla, Rockefeller ailesi, son 100 yıl boyunca, özellikle kalkınma meselelerine son derece büyük bir önem atfetti. Hatta küreselleşme süre­cinde ve küreselleşmeden kaynaklanan meselelerde onlar kadar nüfuz sahibi başka bir aile yoktu. Hatta, bugün bile birçok açıdan bizden bir adım önde ol­duklarını da söylemek gerek. David'e de varlığından ve yaptığı katkılardan dolayı müteşekkiriz." [66]
David Rockefeller ise, ailesinden ve dünyayı şekillendirmedeki kişisel ro­lünden söz ederken, çok daha az alçak­gönüllü ve hatta belki de daha dürüst bir görüntü sergiliyor. 2002'de yayımla­dığı Hatıralar adlı kitabında şöyle yaz­mıştı: "Bir yüzyıldan uzun süredir, siya­si spektrumun ideolojik açıdan aşırı uçlarında konumlananlar, bizim kamu­oyuna yansıyan girişimlerimizi, Ameri­ka'nın siyasi ve ekonomik kurumlarını yönlendirmek istediğimiz şeklinde yo­rumladılar. Hatta bazıları, ABD'nin çı­karları karşısında gizli bir komplonun parçası olduğumuzu iddia ettiler. Beni ve ailemi "uluslararasıcı" olarak yafta­layıp, dünya çapında çok daha bütünle­şik bir siyasi ve ekonomik yapı kurma -yani tek bir dünya yaratma- hedefimiz olduğunu ileri sürdüler. Eğer bana isnat edilen suç buysa, evet ben suçluyum ve bundan da gurur duyuyorum." [67]
Bu kabul yeterince açıklayıcı değilse, David Rockefeller'ın 1991 yılında Bil- derberg toplantısındaki konuşmasını anımsayalım: "Washington Post, New York Times, Time Magazine ve diğer büyük yayın kuruluşlarının direktörleri­nin kırk yıllık sözlerini tutup toplantımı­za iştirak etmelerinden çok memnunuz. Bu yıllar boyunca yaptıklarımız kamu­oyu önünde aleni bir şekilde sergilenmiş olsaydı, dünyaya dair planımızı uygula­maya koymamız imkânsız olurdu. An­cak, dünya artık çok daha sofistike ve bir dünya hükümeti kurmaya doğru ha­zırlanıyor. Entelektüel elit tabakanın ve dünya bankerlerinin ulus-üstü egemenli­ği, geçmiş yüzyıllarda ulusal düzeyde uygulanan kendi kaderini tayin ilkesin­den çok daha tercih edilesi?" [68]
Dolayısıyla, ne mutlu ki David Rock­efeller 96.yaşına basmış! Ancak şunu da söylemek gerek; anaakım medya, ağzını sıkı tutma yönündeki taahhüdünü tut­muş olabilir; ama alternatif -yeni- med­ya sözünü tutmadı. Sizin de söylediğiniz gibi, "Bu yıllar boyunca yaptıklarımız aleni bir şekilde kamuoyu önünde sergi­lenmiş olsaydı, dünyaya dair planımızı uygulamaya koyamazdık.
Ancak, artık "alenilik ışıkları", sizin dünya planınızın üzerine doğru düşmek­te; bu da işinizi zorlaştırıyor. Dünya çok daha sofistike; ama bunun sebebi, dün­yanın sizin planınız için "hazır" olması değil; dünyanın bu planı reddetmeye ha­zırlanması. Her ne kadar ulusal egemen­lik sorunlu bir kavram olsa da ve ideal olarak kabul edilmesi güç görünse de, "entelektüel elit kesimin ve dünya ban­kerlerinin ulus-üstü egemenliği", akla hayale gelebilecek en kötü senaryodur. Dolayısıyla, Sayın Rockefeller, size bir doğum günü hediyem var: Sizin "dünya­ya dair planlarınızı" ifşa etmeye devam edeceğim. Dolayısıyla, sizin rüyanız -ve bizim kâbusumuz- hiçbir zaman hakika­te dönüşmeyecek. Işık, gereğince parla­yacak ve insanlar, önlerinde açılan bu yoldan ilerlemeye hazır olacaklar.Dış ılişkiler Konseyi'nin de üyesi. Wol- fensohn'un babası Hyman'ın patronu, Rothschild bankacılık hanedanlığından James Armand de Rothschild idi; hatta James ismini ondan alır. Babası ona, "kılavuzlarını, dostlarını ve nüfuzlu ki­şilerle bağlantılarını nasıl yöneteceğini" öğretmişti. [65] Wolfensohn, finans dünyasında hızlı adımlarla yükseldi ve babası gibi o da, 20.yüzyılın hakim ko­numdaki ailesi Rothschild'ların hizme­tinde çalıştı. David Rockefeller'ın dok­sanıncı doğumgünü vesilesiyle Dış ılişkiler Konseyi'nde konuşma yapan James Wolfensohn şöyle demişti:
"Kendisi bu ülkede benim mesleki yaşantımda en büyük etki doğuran kişi­dir ve bunu söylemekten son derece mutluyum. Kendisiyle ilk olarak 1957 veya 58'de Harward Business School'da tanışmıştık. 20.yüzyıl başında Rocke- feller ailesi, artık gündemdeki mesele­lerin sadece ABD açısından bir önem arz etmediğini, daha küresel bir vizyon edinmek gerektiğini fark etti ve Da- vid'in dedesi, Rockefeller Vakfı'nı kur­du. Dolayısıyla, Rockefeller ailesi, son 100 yıl boyunca, özellikle kalkınma meselelerine son derece büyük bir önem atfetti. Hatta küreselleşme süre­cinde ve küreselleşmeden kaynaklanan meselelerde onlar kadar nüfuz sahibi başka bir aile yoktu. Hatta, bugün bile birçok açıdan bizden bir adım önde ol­duklarını da söylemek gerek. David'e de varlığından ve yaptığı katkılardan dolayı müteşekkiriz." [66]
David Rockefeller ise, ailesinden ve dünyayı şekillendirmedeki kişisel ro­lünden söz ederken, çok daha az alçak­gönüllü ve hatta belki de daha dürüst bir görüntü sergiliyor. 2002'de yayımla­dığı Hatıralar adlı kitabında şöyle yaz­mıştı: "Bir yüzyıldan uzun süredir, siya­si spektrumun ideolojik açıdan aşırı uçlarında konumlananlar, bizim kamu­oyuna yansıyan girişimlerimizi, Ameri­ka'nın siyasi ve ekonomik kurumlarını yönlendirmek istediğimiz şeklinde yo­rumladılar. Hatta bazıları, ABD'nin çı­karları karşısında gizli bir komplonun parçası olduğumuzu iddia ettiler. Beni ve ailemi "uluslararasıcı" olarak yafta­layıp, dünya çapında çok daha bütünle­şik bir siyasi ve ekonomik yapı kurma ?yani tek bir dünya yaratma- hedefimiz olduğunu ileri sürdüler. Eğer bana isnat edilen suç buysa, evet ben suçluyum ve bundan da gurur duyuyorum." [67]
Bu kabul yeterince açıklayıcı değilse, David Rockefeller'ın 1991 yılında Bil- derberg toplantısındaki konuşmasını anımsayalım: "Washington Post, New York Times, Time Magazine ve diğer büyük yayın kuruluşlarının direktörleri­nin kırk yıllık sözlerini tutup toplantımı­za iştirak etmelerinden çok memnunuz. Bu yıllar boyunca yaptıklarımız kamu­oyu önünde aleni bir şekilde sergilenmiş olsaydı, dünyaya dair planımızı uygula­maya koymamız imkansız olurdu. An­cak, dünya artık çok daha sofistike ve bir dünya hükümeti kurmaya doğru ha­zırlanıyor. Entelektüel elit tabakanın ve dünya bankerlerinin ulus-üstü egemenli­ği, geçmiş yüzyıllarda ulusal düzeyde uygulanan kendi kaderini tayin ilkesin­den çok daha tercih edilesi?" [68]
Dolayısıyla, ne mutlu ki David Rock­efeller 96.yaşına basmış! Ancak şunu da söylemek gerek; anaakım medya, ağzını sıkı tutma yönündeki taahhüdünü tut­muş olabilir; ama alternatif -yeni- med­ya sözünü tutmadı. Sizin de söylediğiniz gibi, "Bu yıllar boyunca yaptıklarımız aleni bir şekilde kamuoyu önünde sergi­lenmiş olsaydı, dünyaya dair planımızı uygulamaya koyamazdık.
Ancak, artık "alenilik ışıkları", sizin dünya planınızın üzerine doğru düşmek­te; bu da işinizi zorlaştırıyor. Dünya çok daha sofistike; ama bunun sebebi, dün­yanın sizin planınız için "hazır" olması değil; dünyanın bu planı reddetmeye ha­zırlanması. Her ne kadar ulusal egemen­lik sorunlu bir kavram olsa da ve ideal olarak kabul edilmesi güç görünse de, "entelektüel elit kesimin ve dünya ban­kerlerinin ulus-üstü egemenliği", akla hayale gelebilecek en kötü senaryodur. Dolayısıyla, Sayın Rockefeller, size bir doğumgünü hediyem var: Sizin "dünya­ya dair planlarınızı" ifşa etmeye devam edeceğim. Dolayısıyla, sizin rüyanız -ve bizim kabusumuz- hiçbir zaman hakika­te dönüşmeyecek. Işık, gereğince parla­yacak ve insanlar, önlerinde açılan bu yoldan ilerlemeye hazır olacaklar.

Haber Ara