Avrupa, Japonya'nın yerini mi alıyor?
Euro Bölgesi'nde enflasyonun Ekim ayında yalnızca yüzde 0,7 artması Avrupa Merkez Bankası'nı (AMB) faiz indirimine gitmeye ikna etti.
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-11-14 18:34:18
Ancak öte yandan Avrupa'nın Japonya ile aynı hastalığa kapılmayacağına inanmak için de nedenler yok değil. Kıtalar arasındaki farklılıkları ve paralellikleri belirlemek, politika yapıcıların doğru dersleri çıkarmalarına yardımcı olabilir.
Deflasyonu ele alalım. Deflasyon, Japonya'nın 1990'lardan bu yana yaşadığı ekonomik tecrübelerin sembolü niteliğinde. Japonya'da fiyatların gerilemesinin bazı yönlerden faydalı olduğu savı ileri sürülmüştü. Düzenlemelerin fazla olması ile etkinsizlik, tüketici fiyatlarının yüksek olmasına neden oldu. Deflasyon ise hem ekonominin büyümemesi hem de gelirlerin artmaması nedeniyle tüketicileri bir miktar rahatlattı. Bugün dahi Başbakan Shinzo Abe'nin 'oklarından' biri ticaretin serbestleşmesini ve tarım sektöründe reform yapılmasını öngörüyor.
Durum, yüksek istihdam maliyetlerinin tüketicinin fiyatlarının yükselmesine neden olduğu Güney Avrupa'da da aynı. Brüksel'deki politika yapıcılar da rekabet gücü hakkında yaptıkları konuşmalarda bu duruma sıklıklı değiniyor.
Bu gerçek, AMB'nin deflasyonu memnuniyetle karşılaması gerektiği anlamına gelmiyor. Almanya'daki siyasi güçler, ücretlerin artması için bastırsa bile çevre ülkelerde enflasyon o kadar uzun zamandır düşük ki güçlü ülkelerdeki fiyatları da kendileri ile beraber aşağı çekmeleri mümkün görünmüyor.
Hem Japonya'daki stagnasyon hem de Euro Bölgesi'ndeki merkez bankalarının politikalarının yalnızca ikincil bir role sahip olduğu söylenebilir. Chicago Üniversitesi ekonomistlerinden Takeo Hoshi ile Anil K. Kashyap'ın geçtiğimiz hafta IMF konferanslarından birinde açıklanan çalışmalarında da belirtildiği gibi Japonya'nın kayıp on yılında yapılan siyasi hatalar bankacılık sisteminin düzeltilmesi ve ekonominin yeniden şekillendirilmesi ile ilgiliydi.
Japonya ekonomisindeki ilk çöküş 1991 yılında yaşandı. Japonya Merkez Bankası (BOJ) para politikasında gevşemeye gitmiş ve yenin değerini düşürmüştü. İlk varlık balonunun patlaması ile şirketler ile onlara kredi veren bankalar çökmüştü. Daha sonra 1997'de de bankacılık krizi yaşanmıştı.
Hoshi ve Kashyap çalışmalarında, Japonya'da 15 yıl önce yürütülen bankaların durumunun düzeltilmesi süreci ile Avrupa'nın bugünkü hali arasında esrarengiz benzerlikler olduğunu savundu. AMB, hangi kötü varlıkların kredi verme prosesi üzerinde baskı yarattığını belirlemeye çalışıyor.
BOJ, 1997 krizinde faizleri aşırı derecede düşük tutarak bankacılık sisteminin vurgun yemesini ertelemeyi daha kolay bir hale getirmişti. AMB de bugün faizleri düşürerek aynı riski alıyor.
Japon siyasiler 1991'den sonra yapısal problemlerle döngüsel yavaşlamaları sık sık birbirine karıştırdı. Resmi büyüme tahminleri ile gerçek rakamlar birbirini tutmadı. Mali politika ise kısa vadeli canlandırmaya odaklanmıştı. 1992-2003 yılları arasında altyapı harcamaları tek başına borç/GSYH oranını 40 puan artırdı.
Tokyo ayrıca uzun vadeli büyümeyi teşvik edecek yapısal reformlar uygulamakta da başarısız oldu. Bu durumun Güney Avrupa ülkeleri ile barındırdığı benzerlikler de aşikar. Brüksel'in sert bütçe hedefleri koymakta gösterdiği gayret kamu harcamalarında artış olmayacağına işaret ediyor.
AB ülkeleri göç yaşanmasına Japonya kadar yakın değil. Ancak krizin vurduğu ülkeler insanlarını hızla Almanya'ya kaptırıyor. Buna rağmen Almanya'nın nüfusunun 2060 itibariyle yüzde 15-20 gerilemesi bekleniyor. Deflasyon, Japonya'yı son derece olumsuz etkileyen ve Euro Bölgesi'ni çökertebilecek en popüler olgu. Ancak demografik özellikler her iki yerde de çok daha büyük bir tehlike olarak karşımıza çıkıyor.
SON VİDEO HABER
Haber Ara