Kılıç: Demokratik hukuk devleti insan onurunun yegane güvencesi
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, düşünce ve ifade özgürlüğünün önemine değindiği konuşmasında, "İçinden düşün, içinden konuş ya da içinden inan mantığı, devlete düşman kazandırmaktan başka bir sonuç doğurmamıştır." dedi. Kılıç, demokratik hukuk
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-09-27 12:15:23
Muş Alparslan Üniversitesi (MŞÜ) 2013-2014 akademik yılı açılışına Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Muş Valisi Vedat Büyükersoy, AK Parti Muş Milletvekili Muzaffer Çakar, Belediye Başkanı Necmettin Dede, Cumhuriyet Başsavcısı Hasan Kaya, Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet Hamdi Bayar, akademik ve idari personel ile öğrenciler katıldı.
HAŞİM KILIÇ'IN KONUŞMA METNİ UNUTULDU
Törende konuşan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, konuşma metninin unutulması sebebiyle bir süre kürsüde beklemek zorunda kaldı. Temsil ettikleri kurumun sıkıntıya girmemesi amacı ile konuşma metninden konuşmak istediğini dile getiren Kılıç, "Ben aslında içimden geldiği gibi konuşan bir insanım, fakat işgal ettiğim makamın hassasiyetini gözeterek sizlerle böyle içimden geldiği gibi konuşamıyorum çünkü bazen frene basamıyoruz. Basamadığımız zaman da kurumumuzu sıkıntıya sokuyoruz. O nedenle ben sizlere hazırlamış olduğum metinden konuşma yapmak istiyorum. Tabii gelebilirse." dedi.
"ÜNİVERSİTELER İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN YAŞANDIĞI MEKÂNLARDIR"
Üniversiteleri, ifade özgürlüğünün yaşandığı mekânlar olarak tanımlayan Kılıç, sözlerini şöyle sürdürdü: "Üniversiteleri, düşüncelerin, inançların ve bunları ifade edebilmenin öz ana yurdu olarak tanımlıyor ve nitelendiriyorum. Bu nedenle üniversiteler temel hak ve özgürlüklerin, insan onurunun, demokrasinin, barışın farklı olma hakkının, bilimin ve teknolojinin merkezleri olmuştur. Bu değerleri besleyen, büyüten ve yaşatan bu kutlu çatılar toplumun her zaman göz bebeği olmuştur. Bir başka yaşandığı mekânlardır üniversiteler."
"EN DEĞERLİ VARLIKLAR BU UĞURDA FEDA EDİLMİŞTİR"
'Düşünüyorum, o halde varım' sözüyle konuşmasına devam eden Kılıç, "Varoluşumuzun en ayırt edici özelliği olarak tanımlanan akıl ve düşünce, insanoğlunun yaradılışların en şereflisi olarak kabul görmesini sağlamıştır. 'Düşünüyorum, o halde varım' diyen Descartes da insanın varlık sebebini düşünmek ve düşündüğünü ifade edebilmekle açıklamaktadır. Denilebilir ki düşünmek ve düşündüğünü ifade edebilme özgürlüğü yoksa insan da yoktur. Yaradılış, bu gerçek üzerine kurulmuş, ölüm ötesi sorumluluk tezini ortaya koyan öğretiler de eşrefi mahluk kavramını akıl ve düşünceyle ifade etmişlerdir. Kimine göre, hayat hakkından beri öncelikli olan düşünceyi ifade özgürlüğü insan olmanın tek şartı olarak kabul edilmiştir. Bilgi ve fikir alma, kanaat sahibi olma ve bunları açıklamayı içinde barındıran ifade özgürlüğü, insanlık tarihi süresince çok çetin mücadelelerin konusu olmuş ve en değerli varlıklar bu uğurda feda edilmiştir. Birey olarak, devlet olarak ya da basın mensubu kimliğimizle bugün ifade özgürlüğü konusunda özgeçmişimizi sorgulayarak gelecek kuşaklara sorun bırakmamanın gayreti içinde olmalıyız. Amacımız, çağdaş dünya uygulamalarıyla örtüşmeyen ifade ve inanç özgürlüğüne ilişkin sorumlu alanların ortaya konularak onarıcı ve tedavi edici anlayışların ışığında çözümünü sağlamaktır." açıklamasını yaptı.
"İNSANLIĞIN ORTAK PAYDASI SAHİP OLDUKLARI ONURLARIDIR"
İnsanlığın ortak paydasının sahip olduğu onur olduğunu vurgulayan Kılıç, hak ihlalleri, baskı ve dayatmanın, insanları kendisine ait olmayan sahte bir hayatı yaşamaya mecbur ettiğini söyledi. Kılıç, "Yaratılanların en şereflisi olan insanı bu denli önemli yapan, şüphesiz ki sahip olduğu insan onurudur. Hukuk devletinin koruduğu, koruması gerektiği de budur. Zira hak ve özgürlüklerin de temeli de özü, amacı ve onurlu bir hayat yaşamaktan başka bir şey değildir. Demokratik hukuk devleti de insan onurunun yegane güvencesidir. Anayasa'nın 2'nci maddesinde öngörülen, değiştirilemez nitelikteki ilkeler de gücünü ve kaynağını insan onurunun dokunulmazlığından almaktadır. Ticarileşen, resmileşen ve tekelleşen inançların, ideolojilerin insan onuruyla yakınlığı yoktur. Hak ve özgürlükler çağını yaşayan insanoğlu, dünyanın en ücra köşesindeki insan onuru ihlaliyle yakından ilgilenmektedir çünkü insanlığın ortak paydası sahip oldukları onurlarıdır. Konuştuğu gibi düşünen, düşündüğü gibi konuşan çok sesli bir toplumda insan sayısında düşüncenin üretildiği ve güvence altına alındığı bir hayatı sunamayanların ayakta kalma şansı yoktur. Hukuk devleti topluma sağlıklı ve güven içinde yaşanır bir ortam sağlamayı taahhüt eder. Bu yükümlülüğünün sorumluları ise yasama, yürütme ve yargı organları olup, hukuk devletinde bu organların insanoğluna yakışan bir hayat sağlamak görevi ve zorunluluğu vardır. Sağlanan bu hayatta ise kendine güvenen, risk alan, suskun ve uslu değil, sorgulamayı görev kabul eden bireyler yetişir. Hak ihlalleri, baskı ve dayatma, insanları kendisine ait olmayan sahte bir hayatı yaşamaya mecbur etmektedir. Demokrasinin imkanlarından yoksun kalanlar ona yabancılaşır ve bağlılıklarını kaybederek hukuk dışı yöntemlerle seslerini duyurmaya çalışır. Baskılayarak, içinden düşün, içinden konuş ya da içinden inan mantığı devlete düşman kazandırmaktan başka sonuç doğurmamıştır. Bunun içindir ki hak ve özgürlükler alanında uluslararası sözleşmeler imzalanmış ve bunu denetleyen mahkemeler oluşturularak küresel bir vicdan denetimi sağlanmaya çalışılmıştır. Hak ve özgürlüklerin barış içinde yaşanmasında en başarılı ve yürekli sistem olarak tanımlanan demokrasi, uygulamaların ön plana çıkmasıyla evrensel anlayışı etkisiz ve tartışılır hale getirmiştir. İkiyüzlü anlayışlar ve uygulamalar demokrasi inancını yok etmekte, kim ve nefret duygularının gelişmesine imkan sağlamaktadır. Gelişen bu duygular ve söyleme ve daha sonra da eyleme dönüşmektedir. Buna bağlı olarak ırk, din ve mezhep bağlamında hızlanan ayrışmalar kaygı vericidir. Siyasi aktörler, maalesef evrensel değer ve doğruları çok çabuk terk edebilmektedir. Büyük emek, ter ve gözyaşıyla oluşturulan bu evrensel değerler küçülürken, nefret söylemi ve eylemleri maalesef büyümektedir. Bunun sonunda elde edilen tek sonuç yoğun hak ihlalleri ve ağır yara almış insanlık onurudur." dedi.
"BİR DAMLA PETROLÜN İNSAN ONURUNDAN ÜSTÜN OLDUĞU VAHŞİ BİR ÇAĞI YAŞIYORUZ"
Bir damla petrolün insan onurundan üstün olduğu vahşi bir çağın yaşandığını belirten Kılıç, "İnsan tüm varlığın özü ve özetidir. İnsan da ancak onuruyla insandır. Onursuz bir insanlık asla düşünülemez ancak son yıllarda dünyada yaşanan olaylar maalesef insandan daha kıymetli varlıkların olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bir damla petrolün insan onurundan üstün olduğu vahşi bir çağı yaşıyoruz. Irk, din, mezhep ve gelir paylaşımı adına hareket edenler, çocukları bile acımasızca katledebilmektedirler. Yurtlarından yoksun bırakılan milyonlarca insan aç, sefil ve çaresiz bir durumda kendilerine sahip çıkacak bir nefes beklemektedir. Bu felaketi yaşayanlar, din, ırk ve mezhep farkı gözetmeden sadece insan oldukları için kendilerine uzanacak ellere ihtiyaç duymaktadır. İnsanlık onurunu ancak insan olanlar savunabilir. Bu göreve sahip çıkarak katkı sunmalıyız. Kendi mutluluk ve refahını başkalarının felaketi üzerine inşa edenleri insan olarak tanımlayamıyorum. Üniversitelerimizin temel dinamiklerimizden birisi de farklı olma hakkının sorunsuz ve yoğun yaşanması gereken en temel kurumların başında olmasıdır. Bu, aynı zamanda bilimsel özerkliği ve özgür yapısının olması gereken en doğal sonucudur. Farklılıklar olmasaydı doğrulara biz nasıl ulaşacaktık? Farklı olma Allah'ın iradesidir, O'ndan iz ve işaretler taşır. Farklılıkları ötekileştirmeden bu gözle yaklaşabilirsek siyaset hukukunun yarattığı, demokrasinin çoğulculuk niteliğine ulaşmış oluruz. Başka bir ifadeyle çoğulculuk yaratılışın özünde vardır diyebiliriz. Demokrasi çözüm olarak demokratik sabır, hoşgörü ve güven ortamında tanışmayı, konuşmayı ve uzlaşmayı önerir ve diyalog çağrısı yapar. Bizler bütün dünyayı vatanımız, bütün insanlığı da vatandaşlarımız olarak gören anlayışın sahipleri olmadıkça insanlık onurunu koruyamayız." şeklinde konuştu.
MŞÜ Rektörü Prof. Dr. Nihat İnanç da konuşmasında, üniversitenin kısa sürede önemli mesafe katettiğini belirterek, Muş'un varlık içinde yokluğa mahkum edilmiş bir şehir olmaktan kurtulduğunu söyledi. Prof. İnanç, "Dünya yeniden yapılandırılıyor. Yeniden yapılandırılmaya çalışılan bu dünyada Türkiye'nin alacağı yer, bizim dünyayı anlamamız ve göstereceğimiz tepkilere bağlıdır. Mesela ülkemizde bir süredir ardı ardına gelişen sokak olayları ve onu takip eden gösteriler. Arap Baharı denilen, büyük operasyon gibi olaylar. Bütün bu olanlar karşısında bütüncül ve derin bir bakış açısı geliştiremezsek, üniversite olarak bu olaylar karşısında sağduyulu, onurlu ve doğru bir duruş sergileyemezsek ya bakışların hedefine katkı sağlamış oluruz ya da bu milletin bize fedakarlıkla temin ettiği bu kadar imkana mağaralarımıza çekilerek karşılık vermiş oluruz." ifadelerini kullandı.
Muş Alparslan Üniversitesi olarak geçmiş dönemlerdeki üniversiteler gibi dünyadan, halktan kopuk, kendi mağarasına çekilmiş bir üniversite olmadıklarını söyleyen İnanç, "Yerel, ulusal ve uluslararası her sorun bizim de sorunumuzdur. Madem dünya küreselleşmiştir, o halde bu kürede biz de önemli bir aktörüz artık. Bunun için çalıştık ve bu sorumluluk ile daha çok çalışacağız." şeklinde konuştu.
Konuşmalardan sonra, KKTC Yakındoğu Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Levent Köker tarafından akademik yılın ilk dersi verildi.
SON VİDEO HABER
Haber Ara