Kaleci babanın oğlu Alperen Uysal'ın gözü ay - yıldız formada
Genç Millî Takımların kalesini başarıyla koruyan Galatasaraylı genç yıldız adayı Alperen Uysal aileden sporcu olmanın mutluluğunu yaşarken, ay - yıldızın genlerine işlediğini söyledi.
Annesi eski bir millî atıcı, kardeşi ise millî karateci
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-08-01 14:36:21
Annesi eski bir millî atıcı, kardeşi ise millî karateci olan Alperen Uysal'ın profesyonel bir kalecinin oğlu olarak seçimini bu yönde yaptı. Futbol aşkıyla daha 12 yaşında ailesinden ayrılarak Florya'da yaşamaya başlayan, Barcelona ve Real Madrid'in katıldığı turnuvanın en iyi kalecisi seçilen, mükemmel fiziğiyle göz dolduran genç oyuncunun hayali bir gün Galatasaray'ın ve A Millî Takım'ın kalesini korumak.
Futbol Federasyonu Basın Departmanı tarafından hazırlanan TamSaha dergisinden Mazlum Uluç'a konuşan Alperen Uysal'ın röportajının ayrıntısı şöyle:
Babanın da bir kaleci olduğunu ve futbola onun sayesinde başladığını biliyoruz. Bize biraz o dönemden, babandan ve futbola nasıl başladığından söz eder misin?
Söylediğiniz gibi babam Levent Uysal eski bir kaleci. 25 yaşına kadar profesyonel olarak kalecilik yapmış, 2. Lig'de olduğu dönemde Balıkesirspor'da oynamış birisi. Daha sonra amatör olarak kalecilik yapmayı sürdürmüş. Yolumu da babamın çizdiğini ve onun sayesinde kaleci olduğumu söyleyebilirim. Küçük yaşlardan beri hep yaşıtlarımdan uzun bir çocuktum ve fiziğim de kalecilik yapmaya uygundu. 9 yaşında Balıkesir Yeni Sanayispor'un altyapısına girdim. Babam antrenmanlarda kalenin arkasında durur, "Topa çık, sağa git, iki adım yana kay" diye beni yönlendirirdi.
Ailende futbolla ilgilenen başka birileri de var mı?
Biz aslında babam dışında millî sporculardan oluşan bir aileyiz. 1996 doğumlu kardeşim Şahin Uysal millî karateci. Karadeniz ve Hazar Denizi Ülkeleri Şampiyonası'nda kazandığı altın madalyanın yanı sıra uluslararası turnuvalarda elde ettiği madalyaları var. Annem Ayla Uysal da yivli silahlarda madalyaları ve Türkiye rekorları olan eski bir millî atıcı.
Galatasaray tarafından keşfedilmen nasıl oldu? Balıkesir'de oynarken ve henüz 12 yaşındayken seni nasıl keşfettiler?
O dönemde Danone Kupası maçları vardı. O maçları izleyen Galatasaray'ın kaleci antrenörü Nezihi Boloğlu beni beğenmiş. O sayede Balıkesir'den Galatasaray'a geldim.
Henüz 12 yaşındayken ailenden ayrılıp Galatasaray için İstanbul'a gelmek seni korkutmadı mı? İlk geldiğinde neler yaşadın?
Benim için çok zor bir dönemdi. 12 yaşındaki bir çocuğun annesini, babasını, kardeşini uzaklarda bırakıp hiç bilmediği bir şehirde, hiç bilmediği bir ortamda yaşamaya başlamasını kelimelerle anlatmak kolay değil. Çok üzüntüler çektiğim, ağladığım günler oldu ama her şeye rağmen ayakta kalmayı başardım. Çünkü futbolcu olmayı istiyordum ve bu hedefime ulaşmak için de zorluklara göğüs germem gerektiğini biliyordum. Eğer o gün pes etseydim bugün millî formayla karşınızda olamazdım.
Futbola başladığın dönemde idollerin var mıydı?
Ben hep bir Gianluigi Buffon hayranı oldum. Onun gibi bir kaleci olmayı hedefledim. Genellikle de onun maçlarını izliyorum ve Buffon'un neler yaptığını öğrenmeye çalışıyorum. Bence en önemli özelliği adım atan kaleci olması... Toplara direkt atlamak veya tek adım atarak gitmek yerine bir kaç adım alarak yaklaşıyor.
Galatasaray'daki altyapı eğitiminden söz eder misin? Nasıl bir eğitim sürecinden geçtin?
Galatasaray'da Eser Özaltındere Hocamız tarafından kurulan ve sonrasında Nezihi Boloğlu Hocamız tarafından sürdürülen farklı bir kalecilik eğitimi var. Kaleciliğin doğaçlama yapılmaması, standart bir eğitiminin olması gerektiği anlayışı yerleşmiş durumda. Kalecilerin ısınma sistemleri bile bir standarda oturtulmuş. Bu sistem sayesinde kalecide istikrarlı bir yapı yakalanmaya çalışılıyor. "Kaleci yenilecek golleri yer, yenilmeyecek golleri yemez" diye özetlenebilecek bir eğitim anlayışı bu.
Kalecilik sadece topu kurtarmakla sınırlı değil artık. Bir libero gibi sezgilere sahip olmayı, ayakları çok iyi kullanmayı, elle de oyun kurabilmeyi gerektiriyor. Bu açılardan baktığında kendini hangi noktada görüyorsun?
Dediğiniz gibi modern futbol anlayışı kaleciye yeni görevler yüklüyor. Hocalarımız da bizi bu yeni görevler doğrultusunda yönlendiriyor ve çalıştırıyor. Oyunu bir libero gibi izlemek ve tehlikeyi başlamadan bitirmek de önemli, topu oyuna doğru biçimde sokabilmek de... Büyük takımda oynayan kalecilerin maç içinde konsantrasyon sorunları doğabiliyor. Uzun süre kalenize top gelmediğinde oyundan kopabiliyorsunuz. Mesela ben kendimi bazen şarkı söylerken yakalayabiliyorum. Top kalenizden çok uzakta bir yerlerdeyse bu tip hatalara düşebiliyorsunuz. Dolayısıyla konsantrasyonunuzu sürekli üst düzeyde tutmanız gerekiyor. Topu oyuna doğru biçimde sokmaya gelince... Yan top çalışmalarımızda hocalarımız orta sahanın ilerisine küçük kaleler koyar ve çıkıp topu aldıktan sonra elinizle veya ayağınızla o kalenin içine atmanızı ister. Bu antrenmanda hem yan toplara hem de ayak tekniğine çalışmış oluyorsunuz.
Yan toplarda sorun yaşamıyorsundur herhalde, boyun ve fiziğin oldukça etkileyici...
Kaleci için fizik önemli elbette, fakat yan toplarda sadece uzun boylu olmanız yeterli değil. Zamanlamanız, topun hızını ve falsosunu öngörüp nereye düşeceğini kestirmeniz, topun düşeceği bölgedeki oyuncuların dağılımına göre bir strateji belirlemeniz gerekiyor.
Galatasaray'ın kalesini dünya çapında bir kaleci olan Muslera koruyor. Ondan bir şeyler öğrendiğini düşünüyor musun?
Elbette... Muslera da Buffon'dan sonra en dikkatli biçimde izlediğim kaleci. Onun en önemli özelliği ise topu çelmek yerine tutmak konusundaki kararlılığı. Bir kaleci için çok önemli bir şey bu. Çünkü topu tuttuğunuz anda pozisyonu sonlandırıyorsunuz. Topu çelmek ise ikinci bir pozisyonun doğmasına yol açıyor. Bu işe Muslera kadar dikkat eden ve kararlılık gösteren bir başka kaleci görmedim diyebilirim. Muslera'nın bir başka iyi yanı da son derece sıcakkanlı bir insan olması. Çok önemli ve değerli bir kaleci ama etrafına böyle hissettirecek davranışlar göstermiyor.
Bir başka avantajın da Claudio Taffarel gibi dünya markası bir kalecinin şimdi hocalığını yapması. Ondan neler öğreniyorsun?
Taffarel, Brezilya ile Dünya Kupası kaldırmış, Galatasaray'ın en büyük başarılarında kalesini korumuş birisi ama son derece mütevazı. Sahadaki çimcisinden malzemecisine herkesle arkadaş. Müthiş bir pozitif enerji yayıyor çevresine. Ondan insanlık dersi alıyorum diyebilirim. Kalecilik konusunda bana katkısına gelince, daha önce yer toplarına biraz yukarıdan atlıyordum, bunun saliseyle de olsa zaman kaybına yol açtığını ve o toplara daha aşağıdan uzanmam gerektiğini öğretti bana.
2010'da Real Madrid ve Barcelona'nın da yer aldığı Hagi Talent Cup'ta en iyi kaleci seçilmenden söz eder misin?
Benim için çok güzel bir hatıraydı. Hagi'nin ekibiyle birlikte dört takımın katıldığı bir turnuvaydı. Orada roller değişmişti. Türkiye'deki rakiplerle oynarken büyük takım kalecisi olarak kalesine daha az top gelen bir kaleciyken, Barcelona ve Real Madrid maçlarında tam tersini yaşadım. Bu defa biz baskı altında oynayan taraftık. Mesela Real Madrid'e 2-0 yenilmiştik. Ama yine de turnuvanın en iyi kalecisi seçildim, çünkü kaleye çok fazla top gelmiş ve ben çok fazla kurtarış yapma şansı bulmuştum.
Bu ödülün motive edici bir yanı da olmuştur mutlaka...
Tabii ki... Zaten futbolu da kazanmak, ödüller almak için oynuyorsunuz. Böyle bir turnuvada en iyi kaleci seçilmek, kendime olan güvenimi daha da artırdı, motivasyonumu yükseltti.
14 yaşından bu yana Genç Millî Takımlarda forma giyiyorsun. İlk seçilişini, o zaman neler hissettiğini ve ilk maçını anlatır mısın?
2008 yılında Turan Mesçi ve rahmetli Fatih Eser Hocaların çalıştırdığı, kaleci antrenörlüğünü de Yavuz Şimşek Hocanın yaptığı U15 Millî Takımı'na çağrılmış ve Belçika'ya karşı oynamıştım. İnanılmaz bir heyecandı benim için. İlk 10 dakika boyunca dizlerim titremişti ama Allah'tan o bölümde kaleye top gelmemişti. Sonrasında bir daha dizlerim titremedi ama Millî Takım'la çıktığım her maçta aynı heyecanı duymaya devam ettim. Zaten o heyecanı hiç kaybetmemek gerekiyor.
Genç Millî Takımlardaki unutulmaz maçın hangisiydi?
2009 yılında U17 Millî Takımıyla Avrupa üçüncüsü olduğumuz finallere gitmeden önce Elit Tur'da Fransa ile oynadığımız maç benim açımdan unutulmaz. Fransızlar neredeyse tek kale oynamışlardı o gün. Maç onlarla bizim savunmamız aramızda geçmiş ve kaleye çok sayıda top gelmişti. Yine de 1-0 kazanmayı başardık. Golü de Okan Derici direkt kornerden atmıştı. O maçta yaşadığım heyecanı ve mutluluğu hayatım boyunca unutmayacağım.
Eğitimini sürdürüyor musun?
Bir yandan futbol oynarken diğer yandan eğitime devam etmek kolay değil. Hem kulüp hem de Millî Takım maçları olunca okula devam etmeniz zorlaşıyor. Yine de liseyi bitirdim ve halen Bahçeşehir Üniversitesi İşletme Fakültesi öğrencisiyim. Aslında Marmara Üniversitesi BESYO'da okumak istemiştim ama orada devam zorunluluğu vardı. Benim de okula devam edebilmem mümkün değildi. Galatasaray'da Sosyal Gelişim Koordinatörümüz Hakan Kaya'nın vasıtasıyla Bahçeşehir Üniversitesi İşletme Fakültesi'ne kaydımı yaptırdım.
Gelecekle ilgili nasıl hayaller kuruyorsun? Futbol geleceğini nerede görüyorsun?
İlk hedefim Galatasaray'da oynamak. Elbette öncelikle kadroda kalmak istiyorum. Sonrasında oynamak, başarılı olmak ve Avrupa'ya gitmek amacındayım. Avrupa'daki hayalim Premier Lig'de oynamak. Orada çok farklı bir atmosfer var. Herkesin çocukluk hayali orasıdır zaten. Ben de İngiltere Ligi maçlarını izleyerek büyüdüm. Başta Manchester United olmak üzere oradaki bütün takımlara sempatim var. İngiltere'de sahalar güzel, tribünler coşkulu, futbol çok yüksek tempoda oynanıyor ve bunların hepsi bana büyük bir keyif veriyor.
Futbolun dışında nelerle ilgileniyorsun? Boş vakitlerinde nelerle uğraşıyorsun?
Kitap okumayı seviyorum. Özellikle tarih kitaplarına meraklıyım. Şu anda Beyazıt Akman'ın "Dünyanın İlk Günü" romanını okuyorum. Tesislerde kaldığım için genellikle oradaki arkadaşlarımla vakit geçiriyorum. Çok hareketli bir insan değilim, genellikle sessiz, sakin birisiyim.
SON VİDEO HABER
Haber Ara