Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Nusayriler:Esed Rejimi’nin sahipleri mi tutsakları mı?

Hızlanan iç savaşın yaydığı mezhepçi çatışma dili, muhalefetle anlaşabilecek Nusayri unsurları rejimin tutsağına dönüştürüyor. Mezhepçi kutuplaşma Şam rejimini müttefikleriyle buluştururken başta Türkiye olmak üzere Suriye sınırları dışındaki Nusayriler üzerinde de etkisini hissettiriyor.

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-06-02 10:07:36

Nusayriler:Esed Rejimi’nin sahipleri mi tutsakları mı?
Suriye, kendisine dair aslında ne kadar az şey bildiğimizi alev alev yüzümüze vuran büyük bir yangın yerine benziyor. Nefesimizi tutarak görüş menzilimizdeki perdelere düşen yansıları izliyoruz. Bazen korku, kimi zaman da umut saçan gölgeler, bedenlerle harlanan ateş sütunlarına göre uzayıp kısalıyor. İyi/kötü karakterler, bu ışık oyununda her gün yeni çehrelerle çıkıyorlar karşımıza. Takip etmekten yorulunca, bizi en çok rahatlatan kareleri zihnimizde dondurup hayatımıza devam ediyoruz. Vicdanlarımızdaki gerilimi dindirmenin, dost/düşman terazisini bir an önce doldurmaktan daha kolay bir yolu var mı? Çatışmanın sıcaklığıyla uygun kefeye yerleştirmek için acele ettiklerimizin başında ise Nusayriler/Aleviler geliyor.

Nusayriler, 1970’lere kadar Ortadoğu araştırmalarında marjinal bir yere sahiptiler. Bu yüzden de az tanınıyorlardı. Hafız Esed’in iktidarıyla birlikte konuya duyulan akademik ilgide bir artış yaşandı. Heinz Halm, Me’ir M. Bar-Asher ve Arieh Kofksy gibi isimlerin ivme kazandırdığı çalışmalar, Nusayriliğin üzerindeki bilinmezlik örtüsünü epeyce araladı. Mevcut literatür bize, karşımızda kökleri 9. yüzyılın ikinci yarısına kadar uzanan” Gulat” Şii fırkalarından birinin olduğunu söylüyor. Nusayrilik adını Ebu Şuayb Muhammed ibn Nusayr el-Bekri el-Numayri’den alıyor. Şii ve Nusayri kaynakları İbn Nusayr’ın on ve on birinci imamlar Ali el-Hadi ve Hasan el-Askeri ile görüştüğünü bildiriyor. İbn Nusayr, vefatından sonra el-Askeri’nin kapısı olduğunu ilan edince Şiliğin ana gövdesi tarafından dışlanıyor. Onun ardından, İbn Cundub, Cunbulani ve Hasibi gibi isimler Nusayriliği “bâb-isim-mana” üçlüsü etrafında kurulana benzer özel bir semboller ve yorumlar dünyasıyla şekillendiriyorlar. Ezoterik yönleri hayli baskın olan Nusayriler hulûl nazariyesi gibi aykırı görüşleri ve hassasiyetle korudukları gizlilikleri sebebiyle ağır eleştirilere maruz kalıyorlar. Nitekim, konu hakkında çalışan akademisyenler, günümüzde hâlâ gizli kaynakların var olduğuna dikkat çekiyor.

Kûfe, Harran, Halep gibi şehirler, Nusayriliğin ilk dönem tarihinde önemli bir yer tutuyor. Lübnan ve Lazkiye havalisi daha sonra yerleştikleri coğrafyalar. Çatışmalar arasında, ancak dengeleri kollayarak varolabildikleri bir maziden geliyorlar. Güvenlik kaygısının hep ön planda olduğu bu zorlu yolculuğun bugüne uzanan izleri var. Örneğin, Memlükler döneminde Nusayrileri tekfir eden İbn Teymiye’ye ait ünlü fetvanın yankıları, Suriye iç savaşında etkisini hissettiriyor.

Nusayriliğin bu uzun geçmişinden günümüze bakarken, özellikle Fransız manda yönetiminin başlattığı dönüşümü mercek altına yatırmamız gerekiyor. Bugünkü Nusayrilik, Suriye’deki kolonyal idarenin tercihlerinden çok etkilendi. Fransızlar, Osmanlı Devleti’nin Sünni eşrafa dayanarak inşa ettiği sisteme, azınlıkları güçlendirerek yeni bir yön vermek istediler.1922’de Lazkiye civarında kurdukları özerk devlette Alevi ismini kullandılar.

Böylece Nusayrilerin Anadolu Aleviliğiyle karıştırılmasına da sebep olan bir adlandırmayı yaygınlaştırdılar. Bu sırada toplam 176,285 kişilik Nusayri nüfusun yalnızca 771’i şehirlerde yaşıyordu. Manda idaresi, söz konusu oranı değiştirecek adımlar attı. Fakat asıl büyük dönüşüm askeri gücün, Troupes Spéciales’in çatısı altında gerçekleşti. Sekiz taburdan üçü neredeyse tamamen Nusayrilerden oluşuyordu. Nusayrilerin ve diğer azınlıkların nüfus içindeki oranlarına nispetle yoğun biçimde temsil edildikleri bu birlikler, gelecekteki Suriye ordusunun da temellerini attı. Bu yüzden, 1930 ve 40’larda Nusayrileri Manda idaresinin sona ermesine karşı çıkarken buluruz. İtirazlarını dilekçelerle ve isyanlarıyla ortaya koymuşlardır. Ancak daha sonra bu tavır yumuşar ve 1946’da ağırlıklı olarak Sünni Araplardan oluşan milliyetçiler bağımsızlığı elde ettiklerinde, Nusayrilerin muhalefetiyle karşılaşmazlar. Bağımsızlıktan 1963’e kadar ordu üst yönetimine Sünnilerin yerleştiğini, alt kademelerin ise yüzde 65 oranda Nusayri subaylardan oluştuğunu görüyoruz. İlerleyen süreçte, Sünni askeri elitin yaşadığı bölünme Nusayri kadroların önünü daha da açtı. Baas’ın 1963 darbesi ardından 700 subay ordudan atılmış, bunların yerine istihdam edilenlerin yaklaşık yarısı ise Nusayriler arasından seçilmişti. Nusayriler 1950 ve 60’larda Baas Partisi içerisinde de benzer bir hızla yükseldiler. Baas’ın seküler ideolojisi, Nusayrilere çoğunluk karşısındaki dezavantajlı konumlarından kurtulma imkanı sunuyordu. Dağı terketme vakti çoktan gelmişti. 1943-57 arasında Nusayrilerin göçü Hama nüfusunu üçe, 1957-79 arasında ise Lazkiye nüfusunu dörde katladı. Hafız Esed iktidarı eline alırken Suriye’nin iç dengeleri zaten önemli bir değişim sürecindeydi.

Baba Esed’in iktidarı boyunca izlediği stratejinin ana sütunlarına baktığımızda karşımıza şöyle bir manzara çıkıyor. Hafız Esed, bir taraftan ordunun ve istihbarat birimlerinin idari mekanizmasını birbirini tanıyan Nusayri unsurları merkeze alarak kurarken, diğer yandan da rejimin tabanını genişletmek için mezhep sınırlarını aşan girişimlerde bulundu. Suriye kırsalındaki hoşnutsuz kitlelerle de, ticaretle uğraşan Sünni eşrafla da değişik düzeylerde bağlantılar kurdu. Ancak, siyaset sahnesinde Sünni bir rakip görmek istemiyordu. Bunun için Lübnan iç savaşına Hıristiyan gruplar lehine müdahalede bulundu. Takip eden olaylar Suriye’yi, Müslüman kardeşlerin temsil ettiği Sünni kitlelerin sesini yükselttiği, ancak 1982’de Hama’da şahit olduğumuz tüyler ürpertici katliamlarla mevcut muhalefetin bastırıldığı yeni bir sürece götürdü. Hafız Esed bu dönemde Nusayri iktidar çekirdeğinin içinde de bir iktidar kavgası yaşadı. Rıfat Esed’in Hafız’ı devirmek için yaptığı hamle, başarısızlıkla sonuçlansa bile rejimin Nusayri damarlarının da tehdit üretebileceğini göstermiş oldu.

Terör mühendisleri ve Reyhanlı olayı

Beşar Esed döneminde de, devlet çarkının merkezindeki bürokratik yapı mezhep kompozisyonunu korudu. İyice yaşlanan aktörler yerine, aynı köken ve çevreden benzer nitelikte isimlerin seçimiyle rejim yoluna devam etmeye çalıştı. Bununla birlikte Esed’in iktidarının tabanını genişletme yönünde bazı adımlar attığını da biliyoruz. Doğrudan siyasetle ilgilenmeyen Nakşi, Kadiri ve Şazelilerin faaliyetlerine göz yumuldu. Ramazan el-Buti gibi bazı sevilen isimler rejimin yanında tutuldu. Yani, Baas yönettiği Sünni çoğunluğa belirli ölçülerde nüfuz eden iletişim kanalları açmayı başardı. Bu yüzden çatışmalar başlamadan önce Sünnilerin blok halde Baas’ın karşısında olduklarını söylemek de, Nusayrilerin eksiksiz Şam rejiminin arkasında durduklarını iddia etmek de doğru değil. Baas rejiminin devletin kilit noktalarında Nusayrilere yoğun biçimde yer vermesi, bu topluluğun tüm üyelerinin ekonomik ve toplumsal bakımdan imtiyazlı hayatlar sürdüğü anlamına da gelmiyor. Nitekim sayıları az, rejimle anlaşmazlık gerekçeleri farklı olsa da Nusayri muhalifler Suriye’deki gösterilerin ilk evresini desteklediler. Üç önemli Nusayri şeyhi, Muhib Nisafi, Yasin Hüseyin ve Musa Mansur bir deklarasyon yayınlayarak Beşar Esed ve yardımcılarının işledikleri cinayetler yüzünden suçlanmamaları gerektiğini dünyaya ilan etti. Liste halinde sayabileceğimiz başka girişimlere de şahit olduk. Doğrusu, krizin başlarında muhaliflerin mezhep kimlikleri ve etnisitelere dayalı bir kutuplaşmayı reddettiklerini ısrarla vurgulamaları da bu türden çıkışları kolaylaştırmıştı.

Ancak tırmanan çatışmaların çift yönlü bir etki yarattığını görüyoruz. Bir yandan Şam rejimi, sadık tebası Nusayrileri daha fazla cepheye sürüyor. Öte yandan muhalefet saflarındaki bazı gruplar Nusayrileri topyekun hedef alan saldırgan konuşmalar yapıyor. Bunun yarattığı endişe, Baas’la arasına mesafe koymak isteyebilecek Nusayrileri de en azından suskunluğa itiyor. Şam rejiminin kaybetmesi halinde, muhalefet saflarındaki bazı unsurların ayrım gözetmeksizin tüm Nusayrilerden intikam almak isteyeceği düşüncesi, özgürlük taleplerine sempati duyanları da Esed’in yanında görünmek zorunda bırakıyor. Hızlanan iç savaşın yaydığı mezhepçi çatışma dili, muhalefetle anlaşabilecek Nusayri unsurları rejimin tutsağına dönüştürüyor. Demografik bakımdan çok güçlü olmasa da varlık/yokluk kavgası verdiği düşüncesindeki bir toplumsal çekirdeğe sırtını yaslayan Baas, çatışma rejim/toplum ikileminden çıkıp düzey değiştirdikçe kuvvet buluyor. Ayrıca mezhepçi kutuplaşma, Şam rejimini müttefikleriyle buluştururken başta Türkiye olmak üzere Suriye sınırları dışındaki Nusayriler üzerinde de etkisini hissettiriyor. Tam bu noktada devreye giren terör, iç savaş coğrafyasının civarına yaydığı ayrıştırıcı mesajları pekiştiriyor. Güney sınırlarımızın önemli kısmını çepeçevre saran ateş denizinden sakınmak için yapmamız gerekenler var. İlk adımı, yangın yerine dönen bölgemizdeki kimlikleri yalnızca savaş alevlerinin aksettirdiği gölgeler üzerinden değerlendirmeyi reddederek atmalıyız. Sıcak gerçekler neyi gösterirse göstersin, bilhassa sorumluluk sahibi ağızların kullandıkları dile dikkat etmeleri lazım. Aksi takdirde, zaten bütünüyle dışında olmadığımız çatışmayı Türkiye’ye daha fazla bulaştırarak yaymak isteyenlerin işini kolaylaştırmış olacağız. Reyhanlı örneği, terör mühendislerinin neyi hedeflediğini açıkça gösteriyor. Oyunu bozmanın yolu, ülkemizde ve bölgemizde ayrışmanın öznesi yapılmak istenen kesimlerle soğukkanlı iletişimi sürdürmekten geçiyor. Elbette, Nusayri vatandaşlarımızın bizi izlediklerini unutmadan...

Doç. Dr. MEHMET AKİF OKUR- [email protected]

Haber Ara