Erdoğan'ın kavgacı dili siyasette bir norm yarattı
Yeni CHP söylemiyle parti ekibine giren Genel Başkan Yardımcısı Gülseren Onanç'ın Hürriyet gazetesinde yayınlanan röportajı!
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-03-14 12:42:49
TIMETURK / Haber Merkezi
Hürriyet'e verdiği röportajdaki ifadelerinin yanlış yansıtıldığını belirten Gülseren Onanç, ''Hiçbir surette "Erdoğan'ı seven psikoloğa görünsün" şeklinde yorumlanabilecek bir ifade kullanmadığını belirtti.
İŞTE O RÖPORTAJ
TAYYİP ERDOĞAN’IN KAVGACI DİLİ SİYASETTE BİR NORM YARATTI
Yeni girdiğiniz siyasetin genel havasına dair izleniminiz nedir?
Bir mağduriyet üzerinde siyaset yapma AKP ile birlikte bir siyaset yapma biçimi oldu. AKP’de siyaset yapanların bir bölümü mağdur edilmemişlerdir demiyorum. Edilmişlerdir. Ama tabanıyla ilişkiyi bunun üzerinden götürme, bir karşıtlık, bir düşman yaratma ve o düşmana karşı hep kendi cemaatini oluşturma meselesi siyasette derin bir kutuplaşma diline neden oldu. AKP bu ötekileştirme diliyle, hep mağduru oynayarak üç dönem iktidar oldu.
CHP de bu eleştirdiğiniz dilin bir benzeri bir söylemle yanıt vermek zorunda mı?
Tayyip Erdoğan’ın kavgacı dili bir norm olmaya başladı. Tayyip Erdoğan hem içerde hem dışarda güçlü bir diktatör portresi çiziyor. Tayyip Erdoğan Arap dünyasının lideri olma iddiasıyla ‘one minute’ diyerek, İsrail’e dolayısıyla Amerika’ya posta koyan, Müslüman mazlumun ve mağdurun yanında olduğunu söyleyen ve hep bir hakim güce karşı kendisini mağdur gösteren bir figur oluşturdu. Bu figürün varlığı hep ötekine karşı savaşmaktan geçiyor. Bu da onu destekleyenler tarafından başarının, iyi liderliğin normu olmaya başladı. Son 10 yıldır iyi lider eşittir masaya yumruğunu vuran, rakiplerine posta koyan, kendi doğrusunu dayatan, hiçbir uzlaşma aramak zorunda olmayan kişi oldu. Bu siyasi kültürü de çok bozdu. İstikrar, tek seslilik olarak lanse edildi. Halk bizi tek başımıza iktidar yapmazsanız istikrar olmaz diye tehdit edildi.
Kılıçdaroğlu’nu başta aslında başta dosyalarıyla, sesini yükseltmeden konuşan sakin bir profil olarak tanıdık. Ama o da son dönemde dikkat çektiğiniz o hoyrat dilden hiç de uzak durmuyor. Sebebi bu yeni siyasi norm mu?
Evet, bu dil Kemal Kılıçdaroğlu’nu aslında kendi kişiliğinde olmayan bir söyleme itiyor kimi zaman. Geniş kitleler tarafından sahiplenilen öyle bir siyaset normu oluştu ki siyasiler daha yüksek sesli konuşursa daha başarılı olur gibi bir algı oluştu. Öte taraftan bunun toplumun bir kesimini siyasetten uzaklaştırdığı da ortada.Genel Başkanımızın kendi özündeki demokratik, uzlaşmacı, eşitlikçi özellikleri öne çıkarmaya çalışıyoruz.
KILIÇDAROĞLU YUMRUĞUNU MASAYA VURSUN DİYE GERİ BİLDİRİM ALIYORUZ
Halk gerçekten de bağıran, yumruğunu vuran lider mi seviyor?
Bazı kitleler seviyor ne yazık ki. Şu anda Erdoğan’ın yüksek popülaritesi var. Bir diktatöre duyulan bu bağlılığın sosyologlar, antrapologlar, psikologlar tarafından incelenmesi gereğine inanıyorum.
Peki siz bu dili eleştirdiğinizi Kılıçdaroğlu’na söylüyor musunuz?
Tabii. Ben aslında Kemal Bey’in getirdiği rüzgarla CHP ye gelmiş birisiyim. O olmasaydı partide olmazdım. Kimisi beni bundan dolayı eleştiriyor, ‘bir partiye ideolojisi için gidilir’ diyorlar. Evet ama aynı zamanda bir partiye toplumda birşeyleri değiştirmek için de girilir. Ben CHP de değişimi Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden gerçekleştirebileceğimize inandığım için geldim. Kemal Bey her türlü eleştiriye çok açık, demokrat bir lider, benim getirdiğim eleştirileri çok açık yüreklilikle dinler ve değerlendirir. Bunun çok değerli olduğuna inanıyorum. Ayrıca vatandaştan bazen ‘evet vursun yumruğunu masaya’ gibi geri bildirimler alıyoruz. Halkın belli bir kısmı agresif bir Tayyip Erdoğan’a karşı o da çıkıp masaya vursun istiyor. Bunu hayretle izleyip toplumun bir şiddet sarmalına bir akıl tutulmasına kapıldığımızı düşünüyorum.
Bu sarmal uzun süre böyle devam mı edecek? Halk hep masaya yumruk vuran lider mi isteyecek?
Halka başka bir modelin de mümkün olduğunu göstermek lazım. Çünkü halk başka bir şey görmedi son 10 yılda. Harvard Kennedy Politika Okulu’nda Gandi, Mandela ve Martin Luther King’i iyi lider örnekleri olarak gösterirler. Hepsinin ortak noktası şiddeti kullanmadan geniş kitleleri mobilize edebilmeleridir. Biliyorsunuz Genel Başkanımıza, ‘Gandi’ benzetmesi yapılırdı. Biz de ondaki Gandi hoşgörüsünü, sabrını inancını ve tutkusunu halkımıza gösterdiğimiz zaman bu paradigmayı değiştirebileceğimize inanıyorum.
Siyasette, parlamentoda kadın dendi mi konu ağırlıklı olarak sayısal çerçevede değerlendirilir. Ancak asıl mesele yasa yapma ve karar alma süreçlerinde kadınların ne kadar aktif olabildiği değil mi? İktidar paylaşımı konusunda neredeyiz?
Ben siyasete girene kadar her milletvekilinin mecliste etkin bir rol oynayacağını düşünürdüm ama şimdi bakıyorum ki parti liderinin, MYK’nın oluşturduğu politikalar belirleyici oluyor. Bütün meclis grubu buna uymak zorunda kalıyor. Bir kadın milletvekili kendine ne kadar alan yaratabilir dersen, mutlaka vardır. Ama iki kriter var; bir kendi grubunda üstten belirlenen politikaya uyum, ikincisi de muhalefette ya da iktidarda olmak. Mesela bizim bugün şu anki parlamento dengesi içinde herhangi bir yasa geçirmemiz söz konusu olamıyor. AKP bizim getirdiğimiz yasa teklifi en gerekli en mantıklı öneri dahi olsa baştan reddediyor. Blok halinde çalışan bir AKP grubu var karşımızda. Bir tek soru önergeleri cevaplanıyor ama hazırladığımız yasa taslaklarının komisyonlardan geçip genel kurula gelmesi söz konusu bile olmuyor. Başbakan ne derse yasalaşıyor. Bizim kadın milletvekillerimiz de Meclis içinde yapamadıkları değişimi dışarda aktivist olarak yapıyorlar. CHP’li kadınlar şu anda Meclis dışında halktaki, tabandaki talepleri taşıma noktasında daha aktif ve başarılı.
ÖNCE KADIN DEĞİL PARTİLİ OLACAKSIN
Ya AK Partili kadın milletvekilleri?
Oradaki kadın milletvekillerinden birşey çıkmıyor. Ben bu kadar pasif bir Milletvekili olma durumunu kadınlara yakıştıramıyorum doğrusu. Ben Kagider Başkanı iken bütün kadın milletvekillerini Kürt sorununu tarışmak için iki kez davet etmiştim. Şöyle demişlerdi: ‘Biz hiçbir zaman oturup kendimiz bir konuyu konuşmayız. Hep parti grubuna paralel yaşarız. Siz bizi farklı bir ortamda biraraya getirdiğiniz için sağ olun’. Ben o zaman buna inanamamıştım. Biz kadın dayanışmasından geldiğimiz için bir konu konuşulurken diğer kadın grruplarının ne dediğine bakarız. Ama mecliste öyle olmuyor. Siyasetin gömleği daha birinci günü kadına giydiriliyor. Sen ilk önce kadın değilsin, ilk önce AKP’lisin, CHP’lisin ya da MHP’lisin deniyor. Parti söylemi önceliklidir, parti disiplini vardır ve sen de buna uyacaksın deniyor. Siyaset kadının özgür ruhunu bir kalıba sokmaya çalışan bir süreç.
BENDE TORNA TUTMUYOR
Siz bu durumu nasıl idare ediyorsunuz?
Bende pek torna tutmuyor galiba. Beni bir kalıba sokuyorlar, tak diye bir yerden atıyor. Yeniden bir torna daha bu sefer başka bir yerden daha patlıyor. (Kahkalar...) Ama hakikaten böyle bir kalıp var. İyi kadın milletvekili kalıbı var. Parti söyleminin dışına çıkmayan, sorgulamayan bir adım geride duran kadın daha makbul gibi.
Neden bir adım geride duracak?
Bir kaç öne çıkan örnekte bunu gördük. Mesela Aylin Nazlı Aka’nın vajina söylemi hemen cinsiyetçi bir tarafa çekildi. İyi bir kadın milletvekilinin koşullarından biri de kadınlığı ile öne çıkmamasıdır. Burası sonuçta erkek egemen bir alan. O erkek egemen alana cinsiyetini de getirmesin diye bakılıyor. Hala pantalon yasak TBMM’de. Hep etek ve mümkünse uzun bir etek ve ceket. Kadının hem ruhunu, hem de bedenini kalıba sokan hakim bir kültür var.
Milletvekilli olmadığınız iyi olmuş o halde.
Siyasetçi olmayı daha bilinçli bir şekilde seçtim. Milletvekili olmayı yasa yapma süreçlerinde etkin olmak adına düşünmüştüm. Ama orada hem norm olarak hem siyaset yapma biçimi olarak sana bıraktıkları yaşam alanının içine girme aynı zamanda ciddi bir fedakarlık. Kadına ciddi bir dayatma. Bu erkek egemen alanı değiştirmeliyiz.
POLİTİKAYI FATMA ŞAHİN BELİRLESE BÖYLE OLMAZDI
Kagider başkanı olduğunuz dönemde Hayrünnisa Gül, Emine Erdoğan ve Fatma Şahin ile çok yakın çalıştınız. Hatta bir çok konuyu onların desteğiyle gündeme getirdiniz. Şimdi nasıl buluyorsunuz? İktidarın kadın meselesine ilgisi aynı hızda devam etti mi?
Benim için kopuş Başbakan’ın ‘kadın erkek eşitliğine inanmıyorum’ demesiyle başlamıştı. Bana göre bu AKP’nin gerçek kadın politikasıyla yüzleştiğimiz andı. Ondan öncesinde evet iyi niyet vardı. Ben hala Fatma Şahin’in iyi bir bakan olduğuna, iyi niyetine inanıyorum. Hayrünnisa ve Emine hanımların iyi niyetine de inanıyorum. Ancak burada politika belirleyen Başbakan ve etrafındaki muhafazakar erkek egemen zihniyet. Kadının kürtajına, sezeryanına kadar giden, kadının bedenini siyasetin bir aracı haline getiren bir zihniyet. Çocuk doğurmak için yapılan teşvikler de kadın bedeni üzerine egemenlik kurmak isteyen bu zihniyetin devamı. Halbuki bu politikaları Fatma Şahin ile Emine Hanım yapsalardı böyle bir dayatmayı değil, kadının sezaryenine, kürtajına kendisinin karar vermesi yönünde düşünürdü. Kadın ve erkek muhafazakarlığının arasında fark var. Kadın muhafazakar da olsa bir kadının çocuk kaybetmeyi zaten istemeyeceğini çok iyi bilir.
Fatma Şahin’in partisindeki erkeklerden farklı düşündüğüne inanıyorsunuz.
Benim tanıdığım Fatma Şahin üzerinden söylüyorum bunu. Fatma Şahin partide daha etkili olabilse daha kadın duyarlı olurdu politikalar. Ama bu lider egemen AKP’de bunun olamayacağını düşünüyorum.
SİVİL TOPLUMCUYKEN YAPTIKLARIMI ŞİMDİ YAPAMIYORUM
BDP’li vekiller ile nasıl bir ilişkiniz var?
Bundan önce kadın hareketi içinde çalıştık onlarla. Geldikleri o feminist ve sosyalist yaklaşımdan dolayı eşitlikçi politika dilini çok iyi biliyorlar. AKP’li vekilerdense, BDP’li kadın vekillerle çok daha hızlı ortak bir dil tutturabiliyoruz. Ama daha önce Kagider Başkanı iken onlarla yaptığımız toplantıları şu anda yapamıyoruz.
Bugün CHP Genel Başkan Yardımcısı olarak kalksanız AK Parti’nin, MHP’nin, BDP’nin kadın vekillerine davet götürseniz, ‘kendi aramızda diyalog toplantıları yapalım’ deseniz ne olur?
Sen bu soruyu sorarken şunu düşündüm, hiç farkında olmadan ben de tornaya gelmişim bak. Ben bunu yapmayı çok düşündüm ama bir yerde istemeyi, hatta düşünmeyi bırakmışım. Ankara siyaseti ve başta söz ettiğimiz AKP ve Tayyip Erdooğan ın yarattığı kültür buna engel oluşturdu. Bizi kutuplaştırdı. Yaparsam....
Büyük kriz mi çıkar?
Şu anda siyasetin kuralları böyle işliyor işte. Ben bu kuralları değiştirmek isterim ama bu o kadar kolay değil. Bir kere ‘biz ve onlar’ diye bir durum yarattı AKP. Başbakan kalkıyor bizim Genel Başkanımıza demediğini bırakmıyor. Sonra mecliste öğle yemeğine gidiyoruz AKP’li milletvekilleriyle aynı lokantada. Ama iki genel başkan grup toplantılarında öyle laflar etmiş ki bizim diyaloğumuza olumsuz yansımaması mümkün değil. Karşılıklı kırılmalara neden oluyor. ‘Bırakalım bunları’ diyemiyoruz.
CHP BARIŞ SÜRECİ İÇİN KİLİT ROL OYNAYABİLİR
Kürt meselesinde CHP tam olarak nerede duruyor? İmralı görüşmelerine karşı mı, değil mi?
Genel Başkanımız görüşmelere karşı değil aksine bu sürece kredi açtı. Ama biz bu sürecin şeffaf olmamasını eleştiriyoruz. Toplumsal bir mutabakat ile sürdürülmesi gereken bu süreçte toplumun bilgilendirilmemesine karşı çıkıyoruz. Genel Başkanımız barışa inanıyor ve destek olmak istiyor. CHP’nin de sonuçta devletin kuruluşundan gelen yaklaşımları var. Bu bünyenin bugün konuşulan farklı çözüm süreçlerini anlaması ve desteklemesi gerekiyor. CHP nin barış sürecinde en önemli parti olduğuna inanıyorum. Eğer vatandaşlığı belli bir kimlik üzerinden tanımlamazsak yarın ülke fiziksel olarak da bölünür diye bir endişe var. Bu endişenin yersiz olduğunu bir şekilde anlatmak da gerekiyor. Burada CHP’nin oynayacağı roller var. Biz CHP olarak eğer bölünme olmayacağını doğru anlatırsak, vatandaşlarımızın tüm haklarının tanınmasıyla ve güvence altına alınmasıyla bölünmeye değil güçlenmeye doğru evrileceğimizi anlatabilirsek Türkiye bu süreci daha sağlıklı geçirir.
CHP’nin dahil edilmesi gerçekten de süreci başarıya götürebilir mi? İki taraf varken bile bilgiler sızıyor. Bu kadar siyaseten çatışan taraf işin içine girerse iş tavsamaz mı?
Hayır. O süreci nasıl yöneteceğinize bakar. Barış süreci toplumsal mutabakat isteyen bir süreç. Sadece iki partiyle bunu yaparım demek çok sağlıksız. Şöyle görülüyor; bu anayasa tartışmalarının artık AKP tarafından belli bir süre sonra sonlandırılacağı, kendi anayasasını başkanlığı içeren bir şekilde dayatacağı. AKP ve BDP oylarıyla da referandumda geçireceği. Başbakan iki ay önce de elinde halatla dolaşıyordu, MHP’ye ‘niye bunları asmadınız’ diye soruyordu. Başbakan güvenini ve inandırıcılığını çok yitirdi. En azından CHP nezdinde bu böyle. Barış olacaksa bunun kahramanı ben olacağım, onun karşılığında da bu ülkenin ilk başkanı olacağım diyeceğine, toplumun temsil eden bütün siyasi aktörleri kucaklamalıydı. Ama bu onun siyaset yapma biçimi değil.
CHP İmralı görüşmelerinde masada olmak ister mi?
Hayır. Tek yöntem bu değil. Bu iş parlamento çatısı altında çözülebilir. BDP kendi görüşmelerini Öcalan ile yapabilir, MİT de yine eşlik edebilir. Oradaki beklentiler BDP üzerinden meclise getirilir. Bütün parti temsilcileri anayasa komisyonundaki gibi konuşur. Ama kimsenin süreci tıkamayacağına yönelik ön koşullar da belirlenir.
Meclis çatısı altında bütün partilerin katılımı ile sürekli ve kalıcı bir barış sağlanabileceğine inanıyoruz.
MHP’nin bu ön koşulların hepsinde sorun yaratma ihtimali çok yüksek değil mi?
O zaman oybirliğiyle değil çoğunlukla uzlaşma aranır. Önemli olan sürecin içinde olmasıdır. Ben bir partinin siyasi sorumluluk almasının önemine inanıyorum. İktidar şu anda siyasi sorumluluk aldırtmıyor muhalefet partilerine. Muhalefet sürekli süreçlerin dışına itilerek dışlanıyor. Oysa ki MHP de sürece katılsa, bir Mehmetçik cenazesi gelmemesi konusunda onlara da sorumluluk verilse farklı olmaz mı? Bir barış başarı hikayesi yazılacaksa gelin birlikte yazalım demeyi istemiyor Başbakan. Herşeyin kendisine yazılmasını istiyor.
Partinizden milletvekillerinin Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’a yaptığı son ziyeret Başbakan Erdoğan tarafından çok sert bir dille eleştirildi. CHP, Suriye’de ne yapmak istiyor?
Biz CHP olarak elbette Esad’ın halkına yaptığını kabul etmiyoruz. Suriye’deki iç savaş Türkiye’yi çok yönlü etkiliyor. Bölgede önemli bir güvenlik sorunu var. Akçakaleye düşen bomba ile 5 vatandaşımızı kaybettik. Hatay ve Urfa sınırlarında güvenlik tesis edilemedi. Türkiye’deki mülteci sayısı 250 bini buldu ve zor koşullarda yaşıyorlar. Bunun da ötesinde Gaziantep, Hatay gibi şehirlerinin ekonomisine ve lojistik sektörüne çok zarar veriyor. Her savaş gibi biz bu savaşında hemen bitmesini istiyoruz. Barış çatışan tarafların konuşması, uzlaşmasıyla tesis edilir. Ama biz rejimin muhaliflerine direk destek vermeyi de o ülkenin iç işlerine karışmak olarak algılıyoruz. Kamuoyu araştırmaları da gösteriyor ki Türkiye’de çok büyük bir çoğunluk hükümetin Suriye politikasını desteklemiyor. Tayyip Erdoğan’ın bölge lideri olma iddiası ile bölgedeki radikal islamcıları destekleyerek taraf olmasını çok tehlikeli buluyorum. Türkiye’nin çıkarlarını gözetmiyor ama artık bu beni şaşırtmıyor. Biz komşumuzun barış sürecine katkı vermek istiyoruz.(Hürriyet)
SON VİDEO HABER
Haber Ara