'Çözüm Ortadoğu’da sınırları fiilen kaldırır'
Prof. Dr. Mithat Sancar, çözüm sürecinin her iki taraf açısından yaratacağı dalgalanmaları Milliyet'e anlattı.
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-02-25 10:26:04
TIMETURK / Haber Merkezi
Prof. Dr. Sancar, Kürt sorununda çözümün, silahların tamamen bırakılmasına dayanan 4 aşamadan oluştuğu görüşünde. Çözümde PKK’nın sınırdışına çıkması da önemli bir aşama.
Sondan başlayalım. Sürekli dilimizde olan çözümden ne bekliyoruz? Kürt sorununda çözümün fotoğrafını çeker misiniz?
- Önümüzdeki verilere baktığımızda, çözüm denen şeyin, birkaç aşamalı iki paralel süreçten oluştuğunu görürüz. İlk süreçte birinci adım, çatışmaların durması. Bunun adı ateşkes olur, fiili çatışmasızlık olur, başka bir şey olur. İkinci aşama, PKK’nın silahlı güçlerinin Türkiye dışına çıkması. Sonra da PKK’nın silahlı mücadeleyi bıraktığını deklare etmesi. Dördüncü aşama ise silahların tamamen bırakılması. Buna paralel başka bir süreç daha var.
Nedir o süreç?
- Çatışmasızlığa eşlik edecek olan gelişme; özellikle KCK tutuklularının serbest bırakılması ve siyaset yapma özgürlüğünün genişletilmesi. PKK’nın sınır dışına çekilmesi söz konusu olursa; burada artık anadil ve yerel yönetimler meselesi ile ilgili bazı taahhütler verilecek veya adımlar atılacaktır. Eğer bu aşamaya kadar karşılıklı mutabakatla gelinir ve güven oluşursa, devreye anayasa süreci girer. Eğer burada bir yol kazası gerçekleşmezse, ondan sonraki aşama silahların tamamen bırakılmasıdır ki; biraz daha zaman alır.
‘yaşanan bölgesel sorun’
Bütün bunları konuşurken ne kadar bir zamandan söz ediyoruz?
- Bunu öngörmek çok zor. Kürt sorunu benzer bütün sorunlardan daha karmaşık. İrlanda sorunundan da, Bask sorunundan da... Şu an bir bölge sorunu. Kürt sorununda çözüm; bu bölgede I. Dünya Savaşı’nın ardından inşa edilen coğrafi ve siyasi düzenin esastan değişmesi anlamına geliyor. Şu anda Kürt sorunu, I. Dünya Savaşı sonrasında oluşan Ortadoğu düzeninin değişmesinin anahtarı konumunda. Sınırların en çok sıkıntı yarattığı bölge, Kürtlerin yaşadığı bölge. Araya büyük yol kazaları girmezse, yani yeni süreç derinleşerek ilerlerse, sınırların fiziksel olarak değişmesi değil, fiilen önemsizleşmesi anlamına gelecek bir durum ortaya çıkar.
Ortadoğu’daki diğer yapıların sözünü ettiğiniz ihtimali onaylayacaklarını düşünüyor musunuz?
- Elbette bunun bir ayağı da Suriye ve Irak’taki gelişmeler. Türkiye’de bu aşamaların sağlıklı ve istikrarlı yürümesi, Suriye’de de benzer bir sürecin işlemesine de bağlı.
Irak Kürdistan yönetiminin de Irak merkezi hükümetiyle büyük sıkıntıları var. Orada bağımsız bir Kürdistan ihtimali hiç yoktur diyemeyiz. Ama eğer Türkiye, ABD, Irak Kürdistan yönetimi ve PKK anlaşırlarsa Irak’ta bağımsız bir Kürdistan resmen zorunlu olmaktan çıkabilir. Buna fiilen ihtiyaç olmayacak bir durum gerçekleşebilir.
‘Sınırlar önemsizleşir’
Bu ne demek?
- Türkiye-Suriye-Irak üçgeninde sınırların fiziksel olarak ortadan kalkmadığı, fiili olarak belirsizleştiği, hatta önemsizleştiği bir tür konfederal ilişki sistemi doğabilir.
İdeali bu mu sizce?
- Ben bunu arzu ederim. Ayrıca Türkiye’de süreç başarıyla yürürse, bence bu kendiliğinden gidilecek bir noktadır.
Sınırların şeffaflaşmasını Türklerin de ideal bulacağını düşünüyor musunuz?
- Modern, laik, kentli sosyolojiyi kast ediyorsanız, büyük bir kısmının böyle bir gelişmeyi kolay kabullenmeyeceğini söyleyebilirim. Çünkü böyle bir durumda Türkiye’nin toplumsal kimliğini tanımlama konusunda ellerinde tutmaya alıştıkları kuruculuk tekelini kaybedeceklerdir. Bunun derin anlamı, bu sosyolojinin hep dışladığı, küçümsediği, kendini eşit görmek istemediği toplum kesimleri karşısındaki üstünlük duygusunun temelsiz kalmasıdır. Öte yandan, sözünü ettiğimiz noktaya varılırsa, Türk kimliğini kurgulayanların ideolojik kodlarla bir küçümseme nesnesi haline getirdikleri Ortadoğu, daha doğrusu Doğu, toplumsal kimliğin yeniden tanımlanmasında önemli bir unsur haline gelecek. Klasik Türk kimliği, “Doğu”dan geldiği varsayılan bu iki “tehlike”ye göre kendini inşa etmiştir.
Türk sorunu bu mu?
- Evet, çok büyük ölçüde budur Cumhuriyet modernleşmesinin dışlayarak kontrol ettiği iki önemli unsur, dindarlar ve Kürtler şimdi cumhuriyetin yeniden inşası diyebileceğim bir aşamada en belirleyici güçler haline geldi. Bu, o sosyoloji açısından ciddi bir statü kaybı demektir ve buna bağlı olarak hakimiyet duygusunun kaybı. Bunun travmatik etkileri olacaktır.
Sizce Kürt sorunun çözümü cumhuriyetin yeniden inşası mı demek?
- Kürt sorunun çözümü demek, Türkiye’de toplumsal, ulusal kimliğin yeniden tanımlanması ve siyasal sistemin yeniden yapılandırılması demektir. Çok ciddi bir dönüşüm bu. Ve evet, bana göre Kürt sorununun çözümü, cumhuriyetin yeniden kurulması demektir.
‘Kürtler hem fiziksel hem de zihinsel olarak silahsızlanmalı’
Çözüm süreciyle oluşan kuşkular hep Türkler üzerinden konuşuluyor. Ancak Cengiz Çandar geçen hafta yazdığı yazıda, Hakkari’de sürece kuşkulu bakıldığını söyledi.
- Kürtlerde yaygın bir duygu var: “Biz hep masada kaybettik ve liderlerimiz hep kandırıldı. Şeyh Sait’ten Seyit Rıza’ya kadar. Her türlü oyunla bizi hiçbir şey elde etmeden kandırabilir ve oldubittiye getirebilirler”. Bu kaygılar, tıpkı Türklerdeki kaygılar gibi, ciddiye alınmalı ve giderilmeleri ya da dönüştürülmeleri için yöntemler aranmalı. Çözüm sürecinin selameti açısından önemli bir meseledir bu.
Tıpkı Erdoğan’ın Öcalan’la işbirliği yapmasına öfkelenen Türk milliyetçileri gibi, Öcalan’ın devletle işbirliği yaptığına kızan Kürt milliyetçileri mi var?
- Bence öncelikle PKK ya da aynı anlama gelmek üzere Kürt hareketinin tabanına bakmak lazım. Şu aşamada bu tabanda bu yüzden yaygın bir kızgınlık olduğunu sanmıyorum. Burada başka bir sorun var. Çok geniş ve siyasallaşmış bir kitleyi ifade ediyor bu sosyoloji. Sadece silahla var olmadı bugüne kadar PKK. Ama silah çok güçlü bir güvence duygusu yaratıyor bu kitlede. Otuz yıldır, sıkıştıklarında dağlara çekilme imkanının varlığından kaynaklanan bir güven söz konusu. O nedenle PKK tabanının silahsızlanma fikrine alışması o kadar kolay değil. Yani silah sadece elde değil, aynı zamanda zihinde. Fiziksel silahsızlanmadan önce, zihinsel silahsızlanmaya ihtiyaç var. Silahın yerini siyasetin alacağı bir zihinsel dönüşüm demektir bu. Bu konuda da öncelikle Kürt hareketinin siyasal kadrolarına önemli bir görev düşüyor. Aynı şekilde hükümetin de bu dönüşümü teşvik etmek için siyasete güveni artıracak, siyasal alanı ve araçları güçlendirecek bir yol izlemesi lazım.
‘Barış için arzu var’
Bölgeyle ilgili Çandar’ınkine benzer izlenimleriniz var mı?
- Evet var. Üç hafta önce Mardin, Kızıltepe ve Diyarbakır’daydım, geçen hafta sonu Antep’teydim. AKP’ye veya Türk devletine bir güvensizlik, özellikle Kürt siyasetinin orta kademe kadrolarında hissediliyor. Bunun tabana yansıması da oluyor haliyle. Ancak barış ve çözüm konusunda büyük bir arzu olduğunu da görüyoruz. “Bu iş sonuçlanmalı” diyorlar. Fakat “ne pahasına olursa olsun sonuçlanmalı” diye bir havanın olduğunu da söyleyemeyiz. Barış derken, onurlu barış kelimesinin dikkatle kullanıldığını görüyorsunuz. Çözüm derken, hakların tanınmasını içeren bir çözüm kastedildiğini anlıyorsunuz.
‘Eskiden AB şartıydı bugün ekonomi hesabı’
Etyen Mahçupyan laik burjuvazinin Kürt sorununun çözümüne, Türkiye ve Irak Kürdistan’ı arasındaki ekonomik alanda yer alabilmek için destek verdiğini yazdı...
- Laik burjuvazi, büyük sermaye, Özal döneminde de, Türkiye’de çatışmanın bitmesini daha çok Avrupa’yla bütünleşmenin bir şartı olarak algıladığı için destekliyordu. Şimdi Türkiye-Irak-Suriye üçgeninde ekonomik açıdan büyük imkanlar sunan ve daha büyük vaatler içeren yeni bir alan var, elbette laik burjuvazi de hesabını şimdi bu alan üzerinden yapacaktır. Ben laik burjuvazinin Kürt sorununun çözümünden çok, taşra burjuvazisinin sisteme ortak olmasından tedirginlik duyduğunu düşünüyorum. AKP iktidarında bugüne kadar çözüme açık ve doğrudan destek vermemelerinin altında esasen Kürt sorununun çözümünü istememeleri değil, bu muhafazakar-mütedeyyin sosyolojinin siyaseten çok güçlenmesinden duydukları tedirginlik var.
‘Kuzey Ege’de Sinop’tan daha sert tepki gelebilir’
Birkaç haftadır yazdığınız yazılara bakınca, BDP’nin Karadeniz gezisinde olanlara şaşırmadığınızı tahmin ediyorum. Size göre bu erken bir gezi miydi?
- O tartışmayı çok anlamlı bulmuyorum. Belki sürecin rengi belli olduktan sonra daha sistematik bir çalışma çok daha verimli olabilirdi. HDK heyetinin gezisinin provokatif bir yanı olduğunu düşünmüyorum. Esasen daha ileri aşamalarda gitselerdi de benzer tepkiler ortaya çıkacaktı.
Mart’ın ilk günlerinde HDK Kuzey Ege gezisi planlıyor...
- Tepki denen bu hareketler, zaten esas itibariyle ulusalcı kaynaklardan besleniyor bence. Bu açıdan bakarsak, pekala Kuzey Ege’de daha öfkeli ve daha kalabalık saldırı girişimleri olabilir. Böyle bir hareketi organize etmek isteyenler, açıkçası “derin güçler” neyi ne kadar riske edebileceklerine dair bir hesaplama yapacaklardır. Ortam da burada etkili olacaktır. Ama ben Türkiye’de “derin güçler”in bu yarayı kaşımaya ciddi bir şekilde devam edeceklerini düşünüyorum. Bunu, AKP’den rövanş alma fırsatı olarak değerlendirmek isteyeceklerdir.
‘ÇATIŞMASIZ YÜRÜTÜLECEK BİR DÜZEN KURULMALI’
Sık sık Güney Afrika modelini örnek veriyorsunuz. Öcalan’ın hayat çizgisi bir gün Mandela ile benzerlik taşır mı sizce?
- Öncelikle şunu söyleyeyim: Bu gibi durumlarda şahsiyet karşılaştırması değil de, işlev karşılaştırması yapmak bana daha doğru geliyor. Eğer Öcalan gerçekten bütün örgütsel riskleri, olası tehlikeleri çok iyi yöneterek bir geçiş döneminin eş kurucusu olarak davranır ve bunu başarırsa, dünyada işlev açısından Mandela ile birlikte anılacak isimlerden biri haline gelir.
Peki ya Erdoğan’ın konumu?
- Hemen söylemeliyim ki, Erdoğan’ın konumu, G. Afrika’nın o zamanki devlet başkanınınkine benzetilemez, yani Erdoğan, bu süreçte bir De Clark değildir. Bence Mandela’nın işlevine benzer bir işlev, Erdoğan açısından da söz konusudur. Erdoğan ve Öcalan, bu süreci başarıyla yönetip “büyük barış”ın kurulmasını sağlarlarsa, ikisi de Mandela’nın işlevini görmüş olacaklardır.
Öcalan bir gün Mandela gibi serbest kalırsa Türkler bununla yaşayabilir mi sizce?
- Türkler derken ayrım yapmak gerekiyor. Silahlar tamamen devreden çıktıktan sonra, büyük bir kesimin bununla bir sorununun olmayacağı kanısındayım. Ama özellikle statü takıntısı olan Beyaz Türk sosyolojisinin belli öfkeleri olacaktır. Kıyaslama her zaman risklidir ama yine bir kıyaslama yapacağım. Erdoğan başbakan olduğu zaman Beyaz Türk sosyolojisinin yaşadığı infiali düşünelim. Daha beteri, darbe aşamasına geldiğimiz, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olma ihtimalinde yaşandı. Asla kabul etmeyeceklerini söylüyordu o kesim. Öfkeler, kızgınlıklar siyasal ve toplumsal hayatta her zaman olacaktır. Sorun, bunları silahsız yürütebileceğiniz bir düzen kurabilmenizde. Kalıcı çözüm budur. Yoksa çatışmaları, öfkeleri ortadan kaldıramazsınız.
(Milliyet)
SON VİDEO HABER
Haber Ara