Lozan’dan bugüne Kürt sorunu
27 Mayıs’ın, Kürt ileri gelenlerini Sivas kampında toplaması önemlidir. DP’yi destekleyen Kürtler, 1960 sonrası siyasi kamplaşmada, Sol’un kampına itilmiştir.
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-02-03 08:03:49
Zorlu’nun öğrendiği plan
Milli Mücadele’nin başında Atatürk’e İstanbul’dan çıkış vizesi de veren, İngiliz İstihbarat subayı Yüzbaşı Bennett, Nezih Uzel’e verdiği mülakatta “Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu’da Kürt ve Ermeni devletlerinin kurulması fikrinden niye vazgeçildi?” sorusunu, “Çünkü birleşemediler, biz bunu anladık ki, bir lider, bir reis çıkmıyor” şeklinde cevaplar. İngilizlerin Kürtlere ilgisi malumdur. 2. Dünya Savaşı sonrası değişen güç dengelerine bağlı olarak İngiltere ve ABD arasında bir rol değişimi olur ve ABD dünya lideri olur. Başkan Wilson’dan beri bölge ile irtibatlı olan ABD’nin ilgisi, bu tarihten sonra artar. Ahmet Emin Yalman’ın Vatan Gazetesinde Genel Yayın Yönetmenliği de yapmış gazeteci Kemal Bağlum’un hatıratında şu çarpıcı ifadeler mevcuttur: “ Özellikle 1958`in ortalarına doğru ABD, Türkiye`ye karşı yeni bir plan hazırlamıştı. Türkiye tarafından Amerika’nın başını ağrıtacak veya çıkarlarına aykırı düşecek davranışlarda bulunulursa Türkiye desteklenmeyecek veya çeşitli alternatiflerle Türkiye için sorunlar yaratılabilecekti. Bunlar arasında Ermeni ve Kürt sorunları hazırlanan yeni planda yerini almıştı. Amerika’nın gizli olarak hazırladığı yeni planı ilk öğrenen zamanın Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu olmuştu.” Zorlu devamla, “Adnan Bey bu ısrarlarım karşısında Sovyetlerle ekonomik alanda işbirliği yapılmasını ve Üçüncü Dünya Ülkelerinin lideri durumunda bulunan ülkelerle ilişki kurulmasını kabul etti. Ben de Başbakan Adnan Menderes’in Moskova’yı resmen ziyaret etmesi için gerekli girişimlerde bulundum. Bu girişimlerin özellikle Amerika`yı rahatsız ettiğini de biliyorum” demektedir. Kemal Bağlum’un hatıratında naklettikleri doğruluk derecesini, meseleyi doğrudan bilenlerin aydınlığa kavuşturması gerekir. Ancak karineler bunun doğru olma ihtimalinin yüksek olduğunu söylemektedir.
27 Mayıs sonrası Kürt hareketi yeni bir sürece girer. 27 Mayıs’ın, Kürt ileri gelenlerini Sivas kampında toplaması önemlidir. Çünkü Kürt meselesi, 27 Mayıs’ın görünür sebeplerinden değildir. Önemli ölçüde DP’yi destekleyen Kürtlerin, 1960 sonrası siyasi kamplaşmada, Sol’un kampına bir nev’i itilmesi, apayrı bir meseledir. Sosyalizme düşman olmayan Türkçüler veya Mustafa Suphi gibi evvelden Türk Ocağına devam eden sosyalistler, artık azdır. 60 sonrası Türkiye’nin Amerika’yla ilişkileri NATO dolayısıyla, milliyetçiler anti-komünist olurlar. Türkçülükteki bu yeni pozisyon alış ile beraber, sanki Sol cenah, Kürtlerin ve Alevilerin doğal varlık alanıdır gibi bir hâl ve algı zuhur eder. Ve bu tablo, Sağ-Sol kutuplaşması 70’lere, silahlı hareketlere dönüşerek evrilir.
70’li yılların sonlarına doğru kurulan PKK, 1984 yılında silahlı eylemlere başlar. 1993 yılında merhum Turgut Özal PKK ve Kürt meselesini çözmeye teşebbüs etmişken şaibeli bir şekilde ölür. Zaten Özal’ın ölümünden önce Özal’ın kurduğu/kurmaya çalıştığı dengeler birer birer ortadan kaldırılmaktadır. Uğur Mumcu, Adnan Kahveci, Eşref Bitlis’in ölümü ve diğer aydınlatılamayan cinayetler bu bağlamdadır. Muhittin Fisunoğlu’nun beklenmedik emekliliği de, dikkat çekicidir. Sivas Madımak katliamı, Erzincan Başbağlar Katliamı ile ise süreç zirveye taşınır. 1993’teki olaylara baktığımızda, özellikle Kürt meselesi ağır basmaktadır. O dönemde Türkiye tarihin en sert çatışma dönemlerinin henüz başındadır ve sorun henüz kangrenleşmemiştir. Bu nedenle de silahsız bir çözümü hayata geçirmek bunun için toplumu hazırlamak daha kolaydır. Nitekim söz konusu olaydaki kilit isimlere baktığımızda Kürt sorununda demokratik çözüm için inisiyatif almış kişilerdir. Tamamı şüpheli şekilde ölen bu kişiler iç ve dış karanlık güçler tarafından ortadan kaldırılmakta gibidir. Yani 1993’te belki de bir askeri darbe şartlarında bile kolaylıkla yapılamayacak işler yapılır, olaylar yaşanır. Belki de 1993 bir açık darbeden, fazlasının gerçekleştiği bir süreçtir. Rejimi ayakbağlarından kurtararak, Cumhuriyeti Osmanlı hinterlandında var etmek çizgisinde olan Özal’ın düşünce ve teşebbüsü, iç ve dış çevrelerin direnci neticesi akim kalır. Bunun Yeni-Osmanlıcılık falanla da, alakası yoktur. Bu Osmanlı’ya hayat veren prensiplerin düstur edinilmesidir, bu prensiplerle bugünün dünyasında nasıl hareket edilebileceğinin, fikrî ve fiilî yollarının araştırılmasıdır.
Ve bugün PKK sorunu, bugüne değin 7 başbakan ve 9 hükümetin çözemediği bir sorundur. 16 Şubat 1999, Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiği gündür. 16 Şubat 1999 çok hadisenin çakıştığı, yakın tarihimizin uzun günlerinden biridir. Aynı gün Özdemir Sabancı’nın katili Mustafa Duyar da, cezaevinde öldürülür. ABD generali, Tarık Aziz’in ziyaretinden rahatsızlığını Anıtkabir’de ifade eder. Sonradan ne olduysa, Abdullah Öcalan Türkiye’ye verilir. Ecevit sonradan Öcalan’ın niye verildiğini anlayamadığını ifade eder. Ancak Ecevit DSP’sine yüzde 21 oy veren halkın Ecevit’e mesajını, “örgüt lideri elinde, o halde bu işi çöz”, şeklinde de anlaşılabilir.
Türkiye örgüt lideri elinde olduğu halde, bu sorunun çözümünde mesafe alamaz. Oysa bunun bir benzeri Peru’da yaşanır ve Peru Komünist Partisi Lideri Abimael Guzman 12 Eylül 1992’de CIA tarafından organize edilen operasyonla yakalanır. Guzmán yakalandıktan sonra Peru televizyonuna çıkarak Peru hükümetiyle barış görüşmelerinin başlatılması gerektiğini açıklar. Açıklama Aydınlık Yol içerisinde bir yarılma yaratır ve ilan edilen af ile 6 bin gerilla silah bırakır. Herşeye rağmen ise bir kısmı, silahlı mücadeleye devam ederler. Ama nihayet 1999 yılında, örgüt çökme noktasına gelir.
Türkiye’de bunun olamamasının sebeplerinden biri, bir kısım devlet güçlerinin, AK Parti hükümeti ile uğraşmayı elzem görmesi, olmalıdır. Bir yanıyla da PKK’nın tarihinin karanlık noktalarıyla irtibatlıdır. PKK bir yanıyla Abdullah Öcalan ve arkadaşlarının kurduğu bir örgüttür. Diğer yanıyla ise derinlerde bir yerlerde, düşünülmüş bir proje olduğu söylentisi vardır. Şurası önemlidir ki; Türkiye’nin derinliği, dünyanın derinliği ile irtibatsız olamaz. Demek ki PKK, belki de en başından, büyük güçlerin, ilgi ve bilgi alanında olmalıdır. Neredeyse herkes, PKK ve benzer yapıların taşeronlaşmasından, başka devletlerin, güç odaklarının, aleti olmasından söz etmektedir. Peki, bu nasıl mümkün olmaktadır? Burada bazı hususlara değinmek gereklidir.
Adım adım çözüme doğru
1- Adı Aydınlanma olmakla birlikte, modernite, hakikatin yerine insanı, vahyin yerine rasyonel aklı merkeze alır. Bunun sonucu, göklerle olan irtibatın zayıflamasıdır. Netice, Nûr’dan tedrici ve izafi bir uzaklaşma, zulmete çekilmedir, karanlığın artmasıdır.
2- Bu sebepten, hakiki özne denilebilecek güçler, çoğunlukla ve büyük ölçüde karanlıkta, yani perde arkasındadır.
3-Görünürdeki öznenin ise, iradesi dâhilinde veya iradesi haricinde, bazen de, kısmen iradesi dâhilinde kısmen de iradesi haricinde belirli bir rolü oynayan, bir tür ‘imal edilmiş’ ‘özne’ olduğunu anlamak önemlidir. Buna ‘hayali özne’ demek de, mümkündür.
4- Bunu mümkün kılan, öncelikle ‘özne’nin ideolojik karakteridir. İdeoloji, vahiy ile irtibatı olmayan beşeri düşünce formu, kapalı devre bir düşünce sistemidir. Bu, bu tür yapıları zihnî açıdan bir cendereye sokmaktadır. İdeolojilerin modern dünyada, büyüsel bir işlevi olduğu söylenebilir. Çünkü ideolojilerin marifeti ile birey ve toplumlarda, hakikaten acayip bir zihin yapısı, çarpık ve garip bir dünya algısı/kavrayışı görülmektedir. Uç örneklerde bu durum bireylerin ve hatta toplulukların ‘mankurtlaşması’ halini dahi alabilmektedir. Dine dayalı ideolojilerde durum biraz farklıdır ve ayrıca ele alınması gerekir. Yine de onlar da -bir ölçüde- aynı bağlamda değerlendirilebilir.
5- Kurgulanmaya müsait bir iktisadi sistem olan kapitalizmin veulus-devletin ve ulusçuluğun/milliyetçiliğin ortaya çıkışı ve toplumsal hayatı belirlemeye başlaması da, kurguların hayata geçmesinin zeminidir.
6- Bu zeminle birlikte, görünürdeki ‘hayali özne’, iradesi dâhilinde veya iradesi haricinde, bazen de, kısmen iradesi dâhilinde kısmen de iradesi haricinde, çoğunlukla ve büyük ölçüde karanlıkta, yani perde arkasında olan, ‘hakiki özne’nin, plan ve projelerinin hayata geçmesinin vasıtasıdır. Hayali özne’nin, bu vasıta olma durumunun dışına çıkması için, sadece durumun idrakine varması da, yeterli değildir. Şartların ne derece buna müsaade edeceği de, elbette önemlidir.
İşte, PKK ve benzer yapıların ‘taşeronlaşmasından’ bunu anlamak gerekir. Tepe yöneticilerinin, hangisinin hangi istihbarat teşkilatı ile irtibatlı olduğu ise, ikinci dereceden bir meseledir. Ve hatta hiçbir yer ile irtibatları olmasa da, yapabilecekleri, bu şartlarda sınırlıdır. PKK açısından, Kürtler için bir şeyler yapabilmek, öncelikle, mevcut ideolojik cenderenin ve bundan kaynaklanan silahlı mücadele konseptinin dışına çıkılması ile mümkün olabilir. Şu da önemlidir ki, bugün konjonktür bunun için, önemli ölçüde müsaittir.
Sürdürülebilir bir çatışmasızlık, herhalde ilk elden gerçekleştirilebilecek olandır. Nihayetinde ise bir genel af elbette gündeme alınabilir. Öcalan’ın içeriden çıkması bir tarafa, ev hapsine bile şiddetle karşı çıkanların, Öcalan ölümsüz olmadığına göre, cezaevinde eceliyle ölmesinin, olumsuz sonuçlarını hesaplamış olmaları gerekir. Bir genel af Ergenekon sanıklarına da, yarayabilir, diye düşünülebilir. Derin devletin “suça karışmış unsurlarını” yargı eliyle tazyik altına almak mümkündür. Ancak derin devletin bütününün suça karışmış olduğu düşünülemeyeceğinden, derin devletin tasfiyesi ve/veya dönüşmesi, yalnız ve sadece, hukuk ve yargı marifeti ile olabilecek bir iş değildir. Bu yeni anayasa ile beraber, devletin yeniden yapılandırılması ile mümkündür. Genel af, böyle bir sürecin tamamlayıcı unsurlarından biri olmalıdır. (Tahir Güroğlu-Star)
SON VİDEO HABER
Haber Ara