TIMETURK / Fuat Ferhavi
Geçen seneki Ortadoğu’ya yönelik Türk dış politikası büyük ölçüde Suriye meselesinin kısıtlamalarıyla belirlendi. Buna rağmen Türkiye, Mısır ile stratejik ilişki oluşturarak Ortadoğu’daki etkisini artırmayı başardı. Bu arada çıkarlarını korumak için Türkiye Afrika’daki dış politika dahlini artırması artık neredeyse hayatidir.
Arap Baharı’nın bölgesel, kıta-çaplı ve genel uluslararası dallanmalarıyla oluşan yeni jeostratejik ortamla yüzleşmek, 2012’de Türk dış politikası için ağır bir imtihana dönüştü. İçerdiği tüm güçlüklere rağmen Libya, Mısır, Tunus ve Yemen gibi ülkeler demokrasiye doğru ilerleme kaydetti ancak Afganistan, Suriye ve Mali’deki olayların anlamı, bu ülkelerin bölgesel ve uluslararası güçler arasında yeni dengeler oluşturmaya zorlayan odak noktası haline geldikleriydi.
Arap Baharı’ndan etkilenmeyen ülkelere ise şu an için istikrarlarını nasıl koruyacaklarına dair ciddi endişeler yaşamaktadırlar. Tüm bu sarsıntıların ortasında Türk diplomasisi aktif inisiyatifler üstlendi. Bazen Suriye’de olduğu gibi ulusal güvenliği korumaya ve Somali’de olduğu gibi insani ve siyasi ödevlere girişti. Bazı durumlarda Türkiye, Güney Akdeniz’in jeostratejik haritasındaki hakkı olan yeri almak için Tunus ve Mısır’ı destekledi.
Türkiye ve Mısır: Yeni Oluşan Eksen
Suriye’deki sıkıntılar nedeniyle çıkarlarını korumak için Ortadoğu’da yeni müttefikler arayışının bir parçası olarak Mısır ile ilişkilerini geliştirmeye karar verdi. Bu yeni ilişkinin en açık betimlemesi her iki ülke arasında üst düzey yetkililerin ziyaret akışı ve bunların neticesine imzalanan ekonomik ve stratejik anlaşmalardır. Gerçekten kendi ulusal güvenliklerini korumak için her iki ülkenin gerçekleştirdiği çaba aralarındaki ilişkileri tek başına tanımlamaya yetmez. Bunun tüm Ortadoğu için yadsınamaz bir etkisi mevcuttur.
Geçen sene Arap Baharı’yla gölgelenmesine rağmen Kahire ve Ankara’nın anlaşmaya vardığı en önemli başlık Filistin meselesiydi. İsrail’in Kasım’daki Gazze saldırısının ardından Filistin’e gözlemci statüsü verilmesinin Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki toplantının gündemine geri gelmesinin nedeni buydu. Türkiye ve Mısır ittifakının ne ABD ne de İsrail’in karşı çıkması olmadan arabuluculuk görevini ifa ettiği gerçeği de göz ardı edilmemelidir. Gazze’ye saldırı elbette Hamas ve diğer silahlı grupların uzun vadeli faaliyetlerine bir son verme amacı taşıyordu. Dahil olan tüm oyuncular Mısır’ın o zaman kendi iç meseleleriyle meşgul olduğunu ve İsrail dahil ülke dışındaki gelişmeleri izleyemeyeceğinin farkındaydılar. Bu nedenle Mısır Devlet Başkanı İsrail gözünde Hamas’ın ateşkese uymasını en çok isteyecek kişiydi. ABD şu an için Ortadoğu’daki sorumluluklarını azaltarak Asya-Pasifik bölgesine yönlendirmeyi planlıyor. Mısır ile ilişkileri gelecekte bozulabileceğinin farkında olarak ABD, Türk-İsrail ilişkilerinin gelişmesini temin etmek için elinden geleni yapıyor.
Mısır ve Tunus’taki Umutlar
Arap Baharı ülkelerine Türkiye’nin kendileri için bir model olduğu söylendiğinde halklarının çoğunluğu, askeri-sivil ve laik-muhafazakar ilişkilere odaklanarak Türkiye’deki siyasi ve ekonomik değişimler ile Kopenhag Kriterleri’nin kabulüyle başlayan liberalleşme hareketini göz ardı etmeye eğilimindeler. Meşru tarihi nedenlerden ötürü Arap ülkelerindeki nüfusun içinde Avrupa kaynaklı fikirlere şüpheyle bakan bir kesim mevcuttur. Bu gruplar Avrupa içinde meydana gelen ve kıtanın geleceğini doğrudan ilgilendiren entelektüel ve sosyal değişimleri görmezden gelmektedirler. Ekonomik kriz daha doğrusu uluslararası rekabet Asya-Pasifik bölgesine kaydıkça Avrupa’nın geleceğinin Güney Akdeniz’de istikrarın güvence altına alınmasıyla korunabileceğini düşünen bazı Avrupalı analistler vardır.
Türkiye’nin Mısır ve Tunus’la imzaladığı ekonomik anlaşmalarının ardından bu ilişkilere ilave Avrupa-ilintili boyut eklenmesine yönelik bir arzu mevcut gibi görünmektedir. Bu yüzden Ekim’de “Uluslararası Köprüler” adıyla üç-taraflı bir proje İstanbul’da başlatıldı. Amacı bin kadar Avrupalı firma ile onların Mısır, Tunus ve Türkiye’deki emsalleri arasında stratejik anlaşmalar kotarılmasıydı.
Türkiye ve Afrika
Ankara Somali’deki siyasi süreci desteklemeyi sürdürüyor. Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Somali Parlamentosu’nda konuşan ilk yabancı konuk unvanına sahip oldu. İnsani yönlerle ilgili olarak Türk kurum ve kuruluşları Somali’ye yardım göndermeye devam ediyor. Somali Genelkurmay Başkanı geçen Eylül’de Ankara’yı ziyaret etti. İki ülke arasındaki askeri ve güvenlik ilişkileri de önem kazanmaya başladı.
Aynı zamanda bölgesel konularda Türkiye’nin konumunun sürekli güçlenmesi bazı güçleri endişelendirdiği gerçeği de fazlasıyla açıktır. Bazı kabile liderleri ve “savaş reisleri” Türkiye’nin böylesi bir rolüne karşı çıkmaktadırlar. Somali’nin tarihine kısa bir bakış oradaki durumun bölgesel ve ulusal yetersizliklerin etkileşimiyle ilgili olduğunu ve güvenliğiyle ilgili bir mücadelenin ufukta belirdiğini gösterir. Bu çerçevede Ekim’de TIKA (Türk Uluslararası Yardım Organizasyonu) Afrika Şefi Mustafa Haşimi’ye yönelik Somali merkezdeki Galkayo kasabasındaki saldırı düşünülebilir. Saldırının detayları ise kamuoyuna açıklanmadı. Ayrıca Türk petrol firmasının Somaliland’e (Somali, Cibuti ve Etiyopya parçalarını kapsayan bölge) 1 milyar dolar yatırım yaptığı olgusu da vardır. Bölgedeki bazı yetkililer bunu Somaliland’in bağımsızlık ilanına destek olarak yorumlamışlardır. Mogadişu’daki başka bir görüşe göre ise yatırımın amacı bölgeyi diğer Somali bölgelerinden ayırmaktır.
Sonra Cezayir vardır. Suriye meselesi ve Cezayir Parlamento seçimlerinde İslamcıları desteklediğine yönelik Türk büyükelçisinin açıklamasıyla ilgili sessiz bir kriz mevcuttur. En önemlisi petrol olmak üzere kriz büyük ölçüde ikili ekonomik ilişkilerin güçlendirilmesi arzusuna dayanır. Bunun nedeni ise İran’a yönelik ambargonun uygulanmasının Türkiye’nin önemli bir petrol ihraç kaynağını kaybetmesidir.
Türk-Cezayir ilişkilerindeki başlıca gündem maddesi, silahlı grupların kuzey Mali’yi ele geçirmesiyle başlayan Afrika’da büyük krizdir. Bu kriz güney Cezayir’de bağımsızlık taleplerini tetikleyebilir. Yakın zamanda Cezayir ziyaretinde Türk Dışişleri Bakanı meseleyi ele alıp Mali’ye gideceğini söyledi.
Mali’nin bütünlüğünün korunması ve meseleye siyasi çözüm bulunması Ankara için önem taşıyor. Ancak buna karşı Fransa’nın baskısıyla Batı Afrika Ekonomik Topluluğu’nun kuzey Mali’yi silahlı gruplardan kurtarmak için 3 bin asker gönderme kararı yüzleşilmesi gereken başka bir olumsuz senaryoyu oluşturuyor. Nijerya, Senegal ve Fildişi Sahilleri’yle ilişkilerinde gerilimler oluşturmanın bedeli ödemeye Türkiye’nin hazır olup olmadığı ise merak konusu.
Yani Ortadoğu’ya yönelik Türk dış politikası geçen sene genelde Suriye meselesinin sınırları içerisinde gelişti. Buna rağmen Türkiye Ortadoğu’daki etkisini artırarak Mısır ile stratejik ilişki kurdu. Şu an için çıkarlarını korumak için Afrika’daki dış politikasının etkinliğini artırmak Türkiye için neredeyse hayatidir. Bunun nedeni ise Arap ülkelerinde seyir halindeki krizin orada yeni elde edilmiş çıkarları kısa ve uzun vadede etkileme potansiyelinin olmasıdır. Rus bir silah satıcısının Güney Afrika’da sarf ettiği şu söz anlamlıdır: “Ülkem buraya uzun süre kalmak için geldi”.
Fuat Ferhavi, Direktörlüğünü Özdem Sanberk’in yaptığı Türk Think-Tank’i USAK’ta Ortadoğu ve Afrika konusunda araştırmacıdır.
EurasiaReview’deki bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.