Dolar

34,9493

Euro

36,7268

Altın

2.988,87

Bist

10.125,46

Ankara Sancağı'nın ilk başkanı Taha Akyol'muş!

Hüseyin Gülerce, TRT İstanbul Radyosu Radyo1′de gazeteci-yazar Adnan Öksüz’ün hazırlayıp sunduğu “Dört Dörtlük Portreler” isimli programda ilginç açıklamalarda bulundu.

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-01-21 15:12:25

Ankara Sancağı'nın ilk başkanı Taha Akyol'muş!
Mesela biz solcu olmadığımızı herkese söyleyemiyorduk. Namaz kılıyor olmanız falan ayıp karşılanıyordu. Bizimle Çapa'da Mücadeleci arkadaşlar ilgilendiler. 5-6 kişilik topçu ve sinemacı ekiptik. Haftada 5 veya 6 defa sinemaya giderdik ve Metin Oktay'lı Galatasaray'ın maçlarına giderdik.

Asıl Mücadele Birliğinin gücü Çapa'daydı. Kuvvetli olduğu yerler arasında 'Ankara Sancağı' vardı. Ankara Sancağı'nın ilk başkanlarından birisi Taha Akyol'du. Taha Akyol'dan sonra Cemil Çiçek ve onun ardından Melih Gökçek gelmişti.

Zaman Gazetesi yazarı ve Fethullah Gülen'e yakınlığı ile bilinen Hüseyin Gülerce, TRT İstanbul Radyosu Radyo1'de yayınlanan, gazeteci-yazar Adnan Öksüz'ün hazırlayıp sunduğu "Dört Dörtlük Portreler" programında özel hayatına ilişkin önemli ayrıntıları paylaştı.


Programda, bir kaset iddiasıyla CHP Genel Başkanlığından istifa etmek zorunda kalan eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal hakkında sarfettiği, "Deniz Baykal'ın sırrı bende saklı" sözleri çok tartışılan Gülerce, kendi özel hayatını da anlattı. Hüseyin Gülerce, Adnan Öksüz'ün sorularını şöyle cevapladı:

Adnan Öksüz: Mehmet Ali Birand vefat etti. Gazeteci camiası merhum Birand'ı sevimli, renkli hayata sahip, usta gazeteci gibi sözlerle uğurladılar. Sizde onun programlarına katıldınız ve yakından tanıyorsunuz. Neler söylemek istersiniz?

Allah rahmet eylesin. Son olarak kendisinin hazırladığı 32.Gün programına katılmıştım. Oradaki samimiyetini, tarafsızlığını ve hoşgörüsünü hatırlıyorum. Bugün tabi bu övgüleri hak ediyor kendisi ama 28 Şubat döneminde Canan Barlas, Mehmet Barlas ve Cengiz Çandar ile birlikte hiç hak etmediği muameleye maruz kaldılar. Özü itibari ile şunları söylemek isterim; Türkiye vesayet sisteminden demokratikleşmeye geçiyor. Böyle bir süreci yaşıyoruz. Özellikle 28 Şubat süreci bizim medyamız için onur kırıcı sahnelere şahit oldu. Bugün de hala devam eden herkes yerini belli etsin meselesinde Rahmetli Birand, durulması gereken yerde durdu. O açıdan kendisini takdir ediyorum. O konumdaki insanların demokratik duruşlarını muhafaza etmeleri kolay bir şey değil. Birand, zor olanı yaptı. Şimdi ben arkasından iyi bir arkadaştı diyorum. Türkiye'nin demokratikleşmesine omuz vermişti. Kendisi ile ilgili tarihi bir not düşülmüş oldu.

İkinci olarak ise ölüm gerçek manada zor ve tahammülü olmayandır. Ama bu hayatın gerçeğidir. İnsanoğlunun doğumu nasıl sevinçle karşılanan gerçekse ölüm de üzüntüyle karşılanan bir gerçektir. Bundan herkesin bir ders çıkarması lazım. Yani dünya hayatı devam ederken, hayatın en büyük sürprizi ile karşılaşıyorsunuz. Önemli olan bu dünyada hoş bir sadâ bırakmaktır.

Kişisel olarak Birand'ı nasıl tanıdınız?

Bir defa mesleki açıdan bakınca Rahmetli ile ilgili şunu öne çıkarmak isterim; işini severek yapan bir insandı. Ben öğretmenlik de yaptığım için üniversiteye hazırlanan öğrencilerin tercihlerine yardım ederdim. Hep onlara yazacağınız birinci tercihi kazanmanız söz konusudur. Çünkü yazacağınız mesleği sevmelisiniz derdim. Mesele bir insanın yapacağı işi severek yapması gerekir. Bakınız Mehmet Ali Birand 72 yaşındaymış. Ben o kadar tahmin etmiyordum ve kendisini 65 66 yaşında tahmin ediyordum.

Rahmetli, kendisi ile barışık bir insandı ve sanki mesleğe yeni başlamış gibi aşkla şevkle haber sunuyordu. Bu da demek oluyor ki Birand, ilerleyen yaşına rağmen heyecanını hiç kaybetmemiş. Birand, mesleki açıdan yine geleceği yere gelmişti. Mesela Hasan Cemal ve Cengiz Çandar çok güzel şeyler anlattılar. Diyorlardı ki; Birand, başarıyı kıskanırdı ama açar tebrik ederdi ve geçildikten sonra yine geçerdi diyor. Onun Kanal D'de Ana Haber sunması baştan yadırganmıştı. Eleştiriler, 32.Gün'ü hazırlıyor ama haber bültenini nasıl sunacak diye eleştirildi. Buna karşılık Birand, kendisine özgü bülten hazırladı. Yaptığı hatalar bile insanların hoşuna gitmeye başlamıştı. O kadar seyirciyle güzel bir kontağı oldu ki Allah rahmet eylesin.

Mehmet Ali Birand arkasında yetişen bir gazeteci nesil bıraktı. Bununla ilgili neler söylemek istersiniz?

Kimi insanlar vardır, usta-çırak ilişkisini tercih etmezler ve bütün bildiklerini kendisine saklar. O öyle değildi. Akşam da gördük televizyon kanallarında ne kadar çok kalfası varmış ta şimdi usta olmuşlar. Böyle ortaya bir şeyler koyabilmek güzel olsa gerek.

Hüseyin Gülerce acaba kendisini nasıl tanımlıyor?

Geçen bir yazımda söyledim. Nurcu değilim, İslamcı değilim, düz bir Müslümanım ve insanlardan bir insanım.

Neden bu sözleri yazma ihtiyacı duydunuz?


Türkiye'nin en büyük problemi kutuplaşmadır. 150 yıldan beri süregelen bir durum. Bir cihan devleti, tarihe taş atacak bir durumumuz yok, küçüle küçüle Anadolu'ya sıkışınca bu ülkenin düşünen aydınları, vicdan sahipleri ve entelektüelleri hem onun sebeplerini hem de çıkış yollarını aradılar. Maalesef galip gelen İttihat ve Terakki zihniyeti oldu. Dünya demokratikleşirken, içini doldurmak lazım, hukukun üstlüğü ve insan hakları bugün belli şeyler insan onuru ile ilgilenir. Dinen bunların hepsi de kabul gören şeylerdir. Evrensel İnsan değerleri dediğimiz zaman, İslam'a ters düşen bir yanı yok. Dinimiz de öne çıkarıyor. Hatta ben Fethullah Gülen Hocaefendi'den duyduğumda çok etkilenmiştim: ''Allah Kuran'ı Kerim'de mü'minler üzerine yemin etmiyor, insan üzerine yemin ediyor.'' Yani insanı önemsemek lazım. Fikir dünyamızda bir savrulma yaşadık. Vesayet zihniyeti dediğimiz şey ise kendisi gibi düşünmeyenleri ötekileştirdi. Biz birbirimizi ötekileştirmediğimiz halde onlar bizi ötekileştirdiler. 27 Mayıs darbe dönemlerinde 60'tan başlayan 28 Şubat'a kadar varan darbe süreci ve ardından AK Partinin kapatılması gibi bunların hepsini genel açıdan değerlendirdiğimizde kendilerinden olmayana hayat hakkı vermemişlerdir. Bu işi kolay yapılabilmesi için Kürt-Türk, Sünni-Alevi meseleleri icat etmişler. Bunlar cinayet ve provokosyonlarla icat edilip devreye konulmuştur. Sivas'ta 33 canın yakılması ve ertesi günlerde Erzincan Başbağlar'da 33 kişinin kurşuna dizilmesi kutuplaştırmanın ürünüdür. Şimdi böyle bir hengamede kendimce tanımımı, insanlardan bir insan diyerek, Yeni Anayasa çalışmaları da devam ettiği için eşit yurttaşlık kavramına vurgu yapıyorum. Gelin bu ülkede kimse kimseyi ötekileştirmesin. Kimse kendisinin en doğru fikre sahip olduğunu söylemesin. Fikirleriniz sizce doğru olabilir. Ama unutmayın insanların bütün fikirleri doğru olamaz. Hatadan beri olmak sadece peygamberlere has bir şeydir. Biz müminler olarak inanıyoruz ki onlar kendileri başlarına bir şey yapmıyorlar. Onun için onları sorgulamıyoruz. Buna da itiraz eder bir insan. Öyle şey olmaz diyerek kızıp bağırmanın anlamı yok. Çünkü inanç bir tercih konusudur. İnsan tercih hakkına sahip olduğu için senin onu küçümsemek ve alaya almak hakkın değil.


Bunların sonucunda demokratikleşme sürecine tam manasıyla gelemedik. Bunun en bariz örnekleri siyaset sahnesinde var. Nedense iktidar ya da muhalefet karşı tarafta doğru fikirler göremiyor. Muhalefete göre iktidarın yaptığı her çalışma yanlış. İnsaf edin ya hu! Hiç mi doğru çalışma yapmıyor bu insanlar? Bugünkü iktidar için konuşalım. Üçüncü defa iktidara geliyor ve bu halk her seferinde daha fazla oy veriyor.


Siz AK Partinin 3. Dönemi olmasına rağmen siyaset arenasında yıpranmamasını neye bağlıyorsunuz?


Aslına bakılırsa iki unsura bağlıyorum. Birincisi AK Parti, hizmet ediyor. Bakınız bir insan hastaneye gidiyorsa ki herkes gidiyor. Daha önceki döneme göre hastanelerde çok büyük farklar var. Ulaştırma alanında Türkiye'nin çehresinin değiştiğini görüyorum. Bir hızlı tren dediğimiz zaman İstanbul-Ankara, İstanbul-İzmir gibi çeşitli projeler var. Bakıldığında yollar kuzeyden güneye yollar hep bağlanmış olacak. Bu sebeple 2023'ü önemsiyorum. Türkiye'nin 10 sene sonra çok farklı yerde olacağını öngörüyorum. AK Parti'nin, yine Kürt meselesini çözerse 15 sene daha kafadan iktidar olduğunu söyleyebilirsiniz.


İkinci sebep ise Türkiye'de toplumda geniş bir demokratikleşme talebi var. 12 Eylül 2010'daki referandum, Türkiye'nin son iki asırlık tarihinin en önemli olayı referandumda evet çıkmasıdır. Bugün darbeler ile ilgili yargılamalar devam ediyorsa o evet kararı sayesindedir. Yeni Sivil bir Anayasa konuşabiliyorsak o evet sayesindedir. Dolayısıyla kendimi tanımlamada insanlardan bir insan olarak seçmemin sebebi Türkiye'de ki kutuplaşmanın sona ermesi ve gerilimin bitmesidir.

Öğrencilik yıllarınızdaki anılarınızı anlatır mısınız?

Fazla derine girmemek lazım. Edirne Keşan doğumluyum. Babam nalbant mesleğini icra ediyordu. Hayatımla ilgili kimsenin bilmediği hikaye; bana rahmetli dedemin adını vermişler. Keşan'dan evlenip, bir kız çocuğu sahibi olarak ayrılıp Birinci Dünya Savaşına katılmış. Osmanlı, İngilizlere karşı bir takım subayların Yemen'de kalmasını arzu etmiş. Ama onu neden Keşan'a haber vermemişler bilmiyorum. Dolayısıyla dedem, 20 yıl Yemen'de kalmış. Eşine baskı yapmışlar ve zorla onu Uzunköprü'den evlendirmişler. Dedemde Yemen'de rahmetli babaannemle evlenmiş. Benim babam Yemen doğumludur. Keşan'da küçükken kimlerdensin? diye sormuşlardı. Babamın Nalbant Ahmet olduğunu söylerdim. Dediler ki bana; "desene Arap Ahmet'in oğluyum" diye. Babama o zaman sormuştum ve büyüdükçe anlattı. Rahmetli babaannem, amcam, halam dönüp gelmişler. O sırada Uzunköprü'deki hanımının kocası ölmüş ve dedemi yanında kalmak istemiş.


İlkokulu babamın mesleğinden dolayı Enez'de bitirdim. Ortaokulu Keşan'da bitirdim. Sonra Edirne Öğretmen Okulunda parasız yatılı okudum. 2.sınıftan 3.sınıfa geçerken İstanbul'a geldim. İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Fizik-Matematik mezunuyum. Yayından önce sizlere anlatmıştım Çapa'daki eğitim yıllarımda gençlerin kutuplaştırılmış hali vardı ve yine içlerinde öyle bir Marksist rüzgar vardı ki bugün onu gençlere anlatmak çok zor. Mesela biz solcu olmadığımızı herkese söyleyemiyorduk. Namaz kılıyor olmanız falan ayıp karşılanıyordu. Bizimle Çapa'da Mücadeleci arkadaşlar ilgilendiler. 5-6 kişilik topçu ve sinemacı ekiptik. Haftada 5 veya 6 defa sinemaya giderdik ve Metin Oktay'lı Galatasaray'ın maçlarına giderdik. Bu arada Dev-Genç ile mücadele edenler münakaşalara başlamışlardı. İşte o zamanlarda Mücadeleci grup bizimle ilgilenmişlerdi. Mücadelecilerin bende güzel bir hatırası vardı. İlk defa Cuma namazına gitmeye başlamıştım. Sonra denk geldi ve bayramda Keşan'a gitmiştim. Orada Cuma günü namaza gitmiştim. Keşan'da üniversite okuyanların sayısı ise 10-15 kişiye yakındı. Cumaya gittiklerimi duyunca Sefer Dedeme haberi iletmişler ve herkes üniversiteli olduğum halde namaza gittiğimi duyunca şaşırmışlardı. Neticede rahmetli anneme de gelmişler ve demişler ki; "korkma düzelir, kurtulur oğlun bu durumdan.." dediklerini biliyoruz.


Çapa'da ki anılarım genelde kavgalarla şekillendi. Metin Toker, 2 Mart 1971 Darbesinden sonra bir kitap yazmıştı ve TRT'de program olmuştu. ''Sağ'da Sol'da Vuruşanlar'' şeklindeydi. Ben de ona karşılık ''Biz Vuruşmadık, Vuruşturulduk'' demiştim. Yüksek Öğretmen Okulları Türkiye'nin dört bir tarafından öğrencilerin geldiği bir yerdi ve bu öğrenciler garibandı. Bir şeylerden haberi olmayan öğrencileri sağcılıkla solculukla atıfta bulundurup öldürmek çok saçma geliyor. Bu milletin evlatlarını böyle karşı karşıya getirdiler. Onun için darbecileri, cuntacıları affetmemiz mümkün değil. En çok ta canım ona sıkılıyor. Davalar devam ederken birileri onları sempatik göstermeye çalışıyorlar. Bunlar yaş büyütüp adam asmış ve yüzlerce insanı işkenceden geçirip öldürmüşlerdir.


Şimdi o sağcı-solcu olmazdan önce bizim topçu ve sinemacı ruhumuz vardı. Okulda arkadaşlarla top oynardık. Birkaç arkadaşımızın üstünde kırmızı eşofman olurdu. Psikiyatri servisindeki bazı hastalar, Fakülte penceresinden arkadaşlara ''Şiişşşt Komünist misin?'' derlerdi.


O yıllardan bahsetmişken Milli Mücadele Hareketi dönemlerinizde Sayın Cemil Çiçek, Melih Gökçek ve Ahmet Taşgetiren arkadaşlarınız arasındaydı. Tanışmanız nasıl oldu?


O dönem adımız Mücadelecilerdi. Çıkardığımız derginin ismi Yeniden Milli Mücadele idi. Mesela Ahmet Hakan da köşesinde o yanlışı yapmıştı. Yeniden Milli Mücadele, Mücadele Hareketinin yayın organıydı. Asıl kurucuları Afyon Lisesinden Aykut Edibali ve Yavuz Aslan'dı. Derginin ardından dernek kuruluyor. Asıl Mücadele Birliğinin gücü Çapa'daydı. Kuvvetli olduğu yerler arasında 'Ankara Sancağı' vardı. Ankara Sancağı'nın ilk başkanlarından birisi Taha Akyol'du. Taha Akyol'dan sonra Cemil Çiçek ve onun ardından Melih Gökçek gelmişti. Merkezle beraber 'İstanbul Sancağı' vardı. Yine Erzurum ve Trabzon gibi şehirlerde çok kuvvetli bir birliktik. Yayın organımız Yeniden Milli Mücadele'nin ilk çıkışından beri yazar kadrosundaydım. Fizik-Matematik öğretmeni olduğum halde gazetecilik çalışmalarım bu dergiden geliyor. Hatta askere gidinceye kadar dergide çalıştım ve sarı basın kartına sahiptim. Askerlik dönüşümde günlük olarak 'Bayrak' gazetesi çıkmıştı. O gazetenin de altı ay baş yazarlığını yapmıştım.

Ahmet Taşgetiren ise yayın organımız Yeniden Milli Mücadele'de yayın müdürlüğünü yapıyordu. Yazar kadrosu olarak beşimiz bir evde kalıyorduk. Yine kendisiyle dört beş yıl anı evde kalmıştık. Cemil Çiçek ile kısa bir dönem Üsküdar Selamsız'da aynı evde kalmıştık. O ev büyük abilerin kaldığı evdi. Sonra bizi ayırmışlardı. Yayında olanlar ile aynı evde kalmıştık. Dolayısıyla gazeteciliğimiz buradan geliyor.

Mücadele Birliği, 12 Mart 1971 muhtırasından sonra dağılma demiyorum dağıtılma sürecine girdi.


Neden dağılma değil de dağıtılma dediniz?

Çünkü vesayetin el atmadığı öğrenci teşkilatı kalmamıştı. Mesela 'Yeniden Milli Mücadele' dergisi güvenlik mahkemelerin kurulması için manşetler attı. Askerin politikalarına uygun bir yayın oldu. Şimdi eski sayıları karıştırınca daha net görüyorum. Ama işin içindeki insanlar arasında samimiyet vardı. Şu an değişik partilerde olanlar var. Zaten hayat çok kişiyi değiştiriyor. Ama bu değişme Mücadeleciler içerisindeki büyük çoğunluk için menfi manada olmadı.

Bu güç birliği devam ediyor mu?

Güç birliği olmuyor ama bizim aramızda önemli bir yakınlık var. Bir gün başıma şunlar geldi; Ali Müfit (Gürtuna) Bey, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıydı. Yine bizim önemli arkadaşımızdı. Melih Bey yine Ankara Büyükşehir Belediye Başkanıydı. Cemil Çiçek yine siyasette belli bir yerde. Ahmet Taşgetiren ve ben de yazarız. Söylentiler çıkmıştı ve görüştüklerimizi iddia ediyorlardı. Biz elbette görüşeceğiz ama birileri bizim parti kuracağımızı bile söylediler. Bu hiçbir zaman söz konusu olmaz.

Hüseyin Gülerce, 10 yıl sonraki Türkiye'yi nasıl hayal ediyor?

Öyle bir nesil geliyor ki çok ümitliyim. 44 seneden beri bu işin içindeyim. Hele o Mücadeleci yıllarımızda 'biz olmasak Türkiye batacak' gibisinden bir sorumluluk vardı. Hiç te öyle değilmiş. Ama şimdi görüyorum ki bu iş nesiller ile ilgili. Dünyayı iyi bilen ve dil bilen bir nesil geliyor. Türk eğitimcilerin ve iş adamlarının 140 ülkede okul açmalarını ve diyalog merkezlerini kurmalarını, değerlerimizi tanıtmalarını çok büyük bir olay olarak görüyorum. Rahmetli Ecevit demişti ki: ''Türkçe'nin yaygınlaştırılması adına Osmanlı bile böyle bir şey nasip olmadı.'' Allah bu millete tarih sahnesinde yeniden büyük bir yer açıyor. İnsan potansiyeli, heyecanımız yine siyaset açısından güzel işlerin yapılması kendimize güvenimiz var. Onun için Kürt Meselesini çözdüğümüz zaman ülkemizi kimse tutamaz. 10 sene sonra Türkiye, Güneydoğunun cazibe merkezi haline geldiği, insanlarımızın rahatça gidip gezebileceği bölge ve orta sınıfı çok güçlenmiş bir ülke oluruz. Küresel çapta en iyi ekonomiler arasına girecek ve demokrasi kültürü ile beslenen bir ülke olacağımızı düşünüyorum. Hayal olarak demiyorum gelecek nesle bağlı olarak konuşuyorum.

Bizim kuşağımız çatışmacı kuşaktı. İstediğimiz kadar diyalog, hoşgörü diyelim ara sıra lastik patlıyor. Çünkü bu çatışma, genlerimize kadar işlemiş. Mesela siyasette, demokratikleşme ile ilgili bu kadar talep olduğu halde yine çatışma üslubunu devam ettiriyorlar. Sebebi ise geçmişteki yerleridir. Sayın Başbakan, Kemal Kılıçdaroğlu'na sertlik göstermeyebilir. Benim konferanslarda verdiğim bir örnek var:'' Kırıcılık yapmayalım'' diye.

Biliyorsunuz Kılıçdaroğlu yanlışlıkla ters merdivene bindi. İşte bunu malzeme yaparak sataştı Başbakan. Sataşmaya Kılıçdaroğlu'nun bir cevabı olmuştu:'' Sen beygirden düştün. Biz bir şey dedik mi?'' demişti. Sonuçta siz birine bir şey söylerseniz karşısında cevap veriliyor. Ben de diyorum ki ortamı gerilimden kurtaracaksak eskinin olumsuzluklarını unutmak lazım. Çünkü eskinin olumsuzları hatırlatıldıkça yeni olumsuzluklarda devreye giriyor. Dört partiden oluşturulmuş bir Anayasa Komisyonu var. O komisyon çalışmasını ekrana getirsek ve birde iktidar-muhalefet arasında konuşmaları versek, demezler mi komisyonda beraber güzelce konuşuyorsunuz, peki liderleriniz niye böyle tavır sergiliyor? Bence bizim siyasetimizin hastalığıdır. Bence Türkiye'de kavgaya sebep olacak hiçbir şey yok. Kavga etmeden bunların hepsini konuşabiliriz. Kavgadan sonuç çıkmayacağını bile bile kavgaya tutuşuyorlar.

Sizce Kürt Devleti kurulacak mı?

Asla olmayacak. Dünyanın başka ülkelerinden Kürt Meselesi ile ilgili çeşitli örnekler getiriliyor. Fakat o ülkelerin bizim gibi kaynaşma unsuru yok. Bazıları buna kızıyorlar. Bırak artık o hikayeleri diyorlar. Bu kardeşlik çok önemli. Evvela örnekler gelen ülkelerde ayrı devlet kurma isteği olmamış ki. Türk-Kürt evlenmişler. Şimdi bunun çocukları Kürt mü? Türk mü? Ne konuşuyoruz arkadaş? İsrail, Irak, İran ve Suriye'den bir fitne sokuldu. Yine Avrupa ve ABD'den güçlü lobiler bölgede ayağa kalkmamızı istemeyenlerin hepsi PKK terörünü kullanıyorlar. Bizim ayağımızda bir pranga olmuş durumda ve bunu çözersek sıçrayacağız. Bu meselenin çözümü kolay değil ama fırsat doğdu.


İmralı'da Abdullah Öcalan ile Devlet açıktan konuştuğunu söylüyor. Daha önce "biz görüşmüyoruz, devlet görüşür" diyordu Sayın Başbakan. Devlet dediğiniz demokrasilerde hükümettir. Herkes hükümete bağlıdır yine TSK'da hükümete bağlıdır. Bu yakalanan fırsat değerlendirilirse Türkiye, gücünü bütün dünyaya gösterebilir. Türkiye, örnek alınan ülke haline gelir. Sonuç olarak söylenirse, Kürt devletini kurmak hayalperestlerin işidir. Kin ve nefret dolu insanların işidir. Kardeşçe yaşamak varken ne gerek var buna! Bu barış görüşmelerinin olmasının büyük sebebi PKK'nın büyük zarar görmesidir. Devlet ise terörle mücadelede büyük başarılar kazanıyor. Yani terörün beli kırılıyor. PKK bundan sonuç alamadı. Eskiden eşit sayıda zayiat oluyordu. Mesela iki şehit veriyorsak onlar iki tane ölüyordu. Şimdi biz bir şehit veriyorsak onlarca ölü sayısı onlarca oluyor.

Bu bölüm çağrışımlar bölümü…Bu kelimeler size ne çağrıştırıyor?

Ankara

Siyasetin karanlık labirentleri.


Pensilvanya?


Muhterem Fethullah Gülen Hocamızı hatırlatıyor.


Fizik?


Öğretmenliği çok sevdim.


Zaman?


Türkiye'nin ihtiyacı olan gazete.


Keşan?


Çocukluk hatıralarımı hasretle andığım yer.


Yalova?


Memleketim oldu. 35 yıldır oradayım ve Yalovaspor Başkanlığı da yaptım.


Deniz Baykal?


Sırrı bende saklı olan kişi. Daha önce bir internet röportajında söylemiştim. Bana göre demokrasiye büyük hizmeti geçmiş kahramandır.


Aykut Edibali?


Gençlik yıllarımızda ki hareketimizin lideri.


2014 Köşk seçimi?


Ülkemiz açısından dönüm noktası.


Hüseyin Bey, röportaj için teşekkür ederiz.


Ben teşekkür ederim


(Haberdemeti.com )

Haber Ara