'Çok namaz kıldı ama gavurdu'
Diyarbakırlı Ermeniler Konuşuyor kitabı bir sözlü tarih çalışması. Bir dönem Diyarbakır’da yaşamış, Müslüman olmuş ama hala ‘gavur’ olarak anılmaktan kurtulamamış insanların hikayesi, bu topraklarda empatinin geldiği yeri anlatıyor
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-01-20 14:15:21
Bizim kemiklerimiz harammış, Dedeme köyünde Müslüman Ermeni derlermiş, Ne kadar iyi bir Müslüman olsa da köylüler kızdıklarında ona gavur derlermiş, Çok namaz kıldı ama gavurdu. Bu cümleler bir sözlü tarih çalışması neticesinde kitaplaştırılan Diyarbakırlı Ermeniler Konuşuyor kitabında geçiyor. Hrant Dink Vakfı tarafından Sessizliğin Sesi serisinin ikinci kitabı olarak yayımlanan eserde, bir kısmı halen Diyarbakır, Beyrut, Kanada, Amerika ve Ermenistan’da yaşayan Diyarbakırlı Ermenilerin yaşam hikâyeleri anlatılıyor. Emine Kolivar’ın danışmanlığını yaptığı ve Ferda Balancar’ın derlediği kitapta, on altı ayrı hikâye var. Çalışma kapsamında seksen bir kişiyle mülakat yapılmış. Kitabın önsözünü yazan Ali Bayramoğlu ‘Bu kitap yitik bellek denizini oluşturan damlalardan biridir’ diyor. 2011′de Türkiye Ermenileri Anlatıyor kitabını da hazırlayan Balancar, Diyarbakırlı Ermenileri seçme nedenlerini ’2 sene önce Surp Giragos Kilisesi restore edildi. Bu bize bir ışık yaktı. Bir de Diyarbakır’da Ermenilerle ilgili daha olumlu bir hava var. Anadolu’nun pek çok şehrinde böyle bir çalışma yapmak zor olacaktı. İnsanları konuşmaya ikna edemezsiniz, tepki görürsünüz. Ayrıca Amerika ve Kanada ile de irtibat kurduk. Amerika’da Diyarbakırlılar belirli şehirlerde toplanmışlar. Kanada’da Toronto’da Lübnan’da Beyrut’ta yaşıyorlardı’ cümleleriyle açıklıyor.
MÜSLÜMAN OLDUK, HACCA GİTTİK
Kişisel yaşam öykülerini anlatan Diyarbakırlı Ermenilerin ortak özelliği, dünyanın farklı noktalarına dağılmış olsalar da, ortak kültürü halen devam ettiriyor olmaları. Hala aynı yemekleri pişiriyorlar, aynı örf ve adetleri uyguluyorlar ve en önemlisi araya mesafeler, diller, farklı insanlar da girse Diyarbakırlı Ermeniler hala aynı lehçede konuşuyorlar. Halen Diyarbakır’da yaşayan Ermenilerin birçoğu Müslüman olmuş, hacca gitmiş. Fakat bir yönüyle de Ermeni olduklarını hiç unutmamışlar. Balancar, Ermeni olduklarını uzun süre saklayan bu insanlara dair ‘Birçoğu hikâyelerini daha önce hiç kimseye anlatmamışlardı, çünkü korkuyorlardı. Bazıları çocuklarına anlatmadıkları hikâyeleri bize aktardılar. Bunda dönemin siyasi havası ve Hrant Dink Vakfı’nın verdiği güven de var tabi. Bir de yaşlılar ‘Ben ölüp gideceğim, ölüp gitmeden hikâyemi anlatayım, kayda geçsin’ diyorlar’ diye belirtiyor.
Diyarbakırlı Ermenilerin neler yaşadıklarını, ne düşündüklerini bize aktaran ‘Dİyarbakırlı Ermeniler Konuşuyor’ kitabını tanımlayan kelime Emine Kolivar’a göre ‘empati, Ferda Balancar’a göre ‘haram kemikler’
MÜLK EDİNMİYORLAR
Çalışma kapsamında mülakatlarda bulunan Hrant Dink Vakfı’nın tarih koordinatörü Emine Kolivar ise gözlemlerini şu cümlelerle aktarıyor: ‘Konuşmaya açık insanlardı. Hikâyelerini anlatmak istiyordu. Mesela biri mülakatta dedesini anlatıyordu, dedesinin adını sorduğumda ismini söyleyemedi ağlamaktan. Sonra halasının adını sordum, yine ağladı ve ismi bir türlü söyleyemedi. Diyarbakır’da görüştüğümüz insanların hepsi Müslüman Ermenilerdi. Çok bilincinde ve farkındalar. Kimliklerine fazlaca sahip çıkıyorlar ama Müslüman Ermeni’ye de vurgu yapıyorlar. Mülk edinmiyorlar, her an başımıza bir şey gelebilir diyorlar.’
Tam da bu noktada Türkiye’de bilinen bir yanlışa vurgu yapıyor Balancar: ‘Bu ülke kamuoyu bir yerde hata yapıyor. Din ve milliyetçilik arasında girift bir ilişki var. Bir insan bütün hayatı boyunca namaz kılmış, oruç tutmuş ama sen gavursun diyerek öldürülmüş ve Müslüman mezarlığına gömülmemiş. Vahim bir durum, insanlar mutlu olamıyor. Oysa ki din ve milliyet ayrı şeylerdir.’
ACI VE HÜZÜN ORTAK
Kitabın empatiye yönelik bir adım olduğu muhakkak. Satış rakamları beklenenin üzerinde çıkınca, hazırlayan ekibin umudu artmış. Kolivar ‘Empati kolay bir şey değil. Karşınızdakini anladığınızda iş orada bitmiyor. O acı içinize yerleşiyor, uykularınız kaçıyor. İnsanların bu kitabı okuduklarında etkilenmemeleri mümkün değil’ şeklinde konuşuyor. Kitapta anlatılan hikâyelerin hepsi acıda ve hüzünde kesişiyor. Hiç eğlenceli hikâyeleri yok muydu diye sorduğumuzda ‘Biz sadece acı yaşamış insanlarla görüşmedik, ‘Diyarbakırlı Ermenilerle’ konuştuk. Ama hepsi bize aynı hikâyeyi anlattı, aynı acıyı. Arafta kalmış insanlar onlar. ‘Başını secdeden kaldırmadı, ama en ufak bir olayda ‘seni gavur’ dendi. Şimdi bu ortamda nasıl eğlenceli bir öykü anlatsınlar ki’ cevabını aldık.
Birbirinden farklı hikayeler
Kitapta isimleri verilmeyen birbirinden farklı hikayeler var. İşte bunlardan bazıları
-Neyse… Evlendik, Diyarbakır’a geldik. Çocuklar oldu. Ben çocuklarımı Ermeni okuluna göndermek istedim. İstanbul’a geldim. Ne yaptıysam çocuklarımı Ermeni okuluna gönderemedim. Bir şart çıkıyor karşına: Anne veya baba Ermeni olacak. ‘Ermeniliğini ispatlayacaksın’ diyorlar. ‘Bakın, zaten yüz senedir Ermeniliğimizi ipslatlayamıyoruz, bari siz bize bunu yapmayın’ demiştim bizimkilere. Sonuçta nüfusta din hanesinin Hıristiyan olması lazım.
-Öte yandan pek çok Müslüman arkadaşım oldu, dostlarım oldu. Benim can dostum Müslüman’dır, çocuğumun ismini bile o koydu. Çok yakın arkadaşım vardı, Müslüman. Bazı aileler dışında ilişkilerimiz çok güzeldi. Kendini bilmezler her zaman vardır. Okumamakla da alakalı bir şey değildir bu, farklı bir bakış açısıdır. 1915′te de koruyan, kollayan olmuş. Herkesi aynı sınıfa sokmamak lazım.
-34 yaşında İstanbul’a gelmeye karar verdiğimde babama beni Diyarbakır’a götürmesi için çok ısrar ettim. 45 senelik hayatım boyunca yaptığım en akıllıca şeydi Diyarbakır’a gitmek. Babam ve annemle birlikte atalarımın topraklarına gittim. Büyükbabamın mezarına gidip dua etmeyi çok istiyordum. Orada tütsü yakıp dua ettik. Tütsüyü bütün mezarlıkta dolaştırdım, çünkü o mezarlıkta yatanlar bir dua bile duymamışlardı senelerce.
-14 yaşından beri beş vakit namazımı kılarım, hiç kaçırmadım. Askerde bile, çok zor durumda kalmama rağmen kıldım. Ondan bundan değil, Allah’a olan inancımdan namazımı kılarım. Bir laf vardır, cami ile kilise arasında kalmak diye, bizimki de böyle bir karmaşa işte. (Yenişafak)
Haber Ara