Dolar

34,8684

Euro

36,6737

Altın

3.022,06

Bist

10.051,58

İslâm dünyasında aslına uygun İslâmî devlet yapısı var mı?

Kazım Sağlam: İslâm dünyasında aslına uygun İslâmî bir devlet yapısı yoktur. Yoksa birileri bize “İran molla diktatörlüğünü” veya “Suud Krallığını” ideal bir İslâm devleti diye mi kabul ettirmek istiyor? Yahut silahı necis sayarak köle olmayı hakiki İslâm diye fanteziler peşinde koşturanların afakî varsayımlarına mı sarılmamızı istiyorlar?

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-01-17 14:56:52

İslâm dünyasında aslına uygun İslâmî devlet yapısı var mı?

TIMETURK / Haber Merkezi

Bugün/iki binli yılların Türkiye’si AKP hükümetiyle bir sayılıyor. Nasıl ki 1920-50 arası Türkiye’si ile CHP genel hatlarıyla aynı kabul ediliyorsa bugün de AKP ile Türkiye aynı kabul ediliyor.

Bu hüküm, bu kabul ediş gerçek manasıyla böyle midir? Bence böyle değildir, ama zahiri şekliyle AKP ile yeni devlet bir kabul ediliyor.

Türkiye, yeni siyasetiyle acaba ne yapmak istiyor? Irak ve İran’ın iddia ettiği ve zaman zaman bazılarının da dillendirdiği gibi “Osmanlıyı yeniden mi ihya ediyor?”, yoksa gene birilerinin nakarat halinde tekrarladığı; “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesini mi yürütüyor.”

Devletlerin dış siyasetlerini tarihî bağlamlarından, coğrafyalarından, ülkenin gerçek gücünden, inancından, kültüründen soyutlayarak değerlendirmek gerçekçi değildir.

Türkiye’yi bütün tarihi, kültürü, inançları, coğrafyası ve gerçekliğiyle değerlendirecek olursak kısaca şunlar söylenebilir:
1. Türkiye, coğrafya olarak İslâm toprağıdır. Ortadoğu tabiri iğretidir ve bize ait değildir. Coğrafyası gereği komşularıyla ortak siyaset yürütmelidir. Ülkeyi idare edenler bunun farkındadır, bilhassa hariciye buna azamî dikkat etmektedir.

2. Türkiye, tarihiyle barışma sürecine girmiştir. Türkiye tarihi, Türkiye Cumhuriyeti ile başlamamıştır. Diyarbakır/Amed, hicrî 639'da fethedildi. Selçuklu, Osmanlı, içerideki Ermeniler ve onların kurduğu her şey Türkiye tarihine dâhildir. Eğer Türkiye’yi, Cumhuriyet’in kuruluş tarihiyle başlatıyorsak, o zaman bugüne kadar yapıp edilenlerin hepsini gözden geçirmemiz gerekecektir. Dinden rahatsızlık duyanlar tarihi, Cumhuriyet’in kuruluşuyla başlatabilirler, ama böyle bir başlangıcın reel tarafı yoktur, inkâr siyasetine dayanır.

3. Türkiye halkı Müslüman’dır. İdare biçimi ne olursa olsun, halk tüm varlığını dinden alır. Kendi varlığını İslâm’a dayandırır. Aidiyetini İslâm olarak kabul eder ve dünya siyaset sahnesine Müslüman kimlikle çıkar, bundan da asla rahatsızlık duymaz. Dış dünya da bunu böyle görür. İslâm’dan yüz-yüz elli yıllık kopuşun sancılarını toplum yeni yeni fark etmeye başladı. Toplumun bu kopuşu bertaraf etme gayreti var.

4. Nüfusu genç ve dinamiktir. Yeteri kadar yetişmiş beyinlere sahiptir. Bugüne kadar beyin göçünü veren ülke artık yavaş yavaş buna engel olmaktadır. Yetiştirdiği veya yetişen insanını istihdam edecek vüsattadır.

5. Unutmamamız gereken bir husus daha var; Türkiye Cumhuriyeti Batı medeniyetine dâhil olmuştur ve bugüne kadar İslâm medeniyetini de Batı medeniyetinin bir alt şubesi olarak kabul edegelmiştir. Bugün AKP iktidarı bu anlayışı da sorgulamaktadır.

6. Dünya siyasetindeki etkinliği ilk sıralarda değildir, ama hiçbir büyük devlet de Türkiye’yi yok sayamıyor. Türkiye küresel bir güç değil fakat bölgesel bir güçtür. Askerî, siyasî, idarî olarak İslâm dünyasında hatırı sayılır bir yere sahiptir.

7. Türkiye NATO üyesidir, uluslararası vecibelerini yerine getirmek zorundadır. AKP bu hususta vazifesini icra etmekte kusur etmiyor.

8. Türkiye, dünyayı yok sayacak veya dünyaya rağmen tek başına siyaset üretecek güç ve takatte değildir. İki binli yılların Türkiye’si şimdilerde derlenip toparlanmaya çalışıyor. Siyasî, askerî, iktisadî, sinaî, kültürel alanda güçlenme çabasındadır. Yenidünyada hiçbir devlet diğer devletleri hesaba katmadan siyaset üretemez, hesaba katmaklık güce göre değişir.

9. Ülkenin AB süreciyle neler elde edeceği veya hangi tahribatlara uğrayacağı henüz netlik kazanmış değildir. Bu süreç, şu anki iç işleyişte bazı iyileştirmelere vesile olmuş görünüyor, ama on beş-yirmi sene sonra inancımızla AB kriterleri nasıl bağdaştırılır, Müslüman olarak neler kaybederiz meçhuldür.

Bu kısa değerlendirmeden sonra “Türkiye rol model olabilir mi?” sorusunu değerlendirmek daha olasıdır. Bu soru beraberinde iki ana konuyu/soruyu da gündeme taşır:

1. İslâm dünyası bir araya gelsin mi gelmesin mi?

2. İslâm dünyasının bir modele ihtiyacı var mıdır?

Müslüman dünyanın ortak hareket etmesine aklı başında hiç kimse karşı çıkmaz. Karşı çıkanlar da korku taşıdıkları için karşı çıkıyorlar. Nasıl bir korku; eğer ümmet tekrar bir araya gelirse, ortak bir siyaset yürütürse, İslâm düşmanları tekrar üzerimize gelir, bizi tekrar köleleştirir ve bir daha toparlanamayız. Bu endişe yabana atılır bir endişe değildir. Bunu fark edenler diğer devletleri -bize zarar verecek güç ve kararlılığında olan devletleri- hesaba katarak hareket ediyorlar.
Müslümanların itikatları gereği gerçek modelleri Kur’ân ve Kur’ân’ın açıklaması, anlaşılması ve uygulaması olan Sünnet’tir. Asr-ı saadet de bunların hayata tatbik edilmiş şekli olduğu için örnektir. Daha sonra ortaya çıkan İslâm devletleri bu örneğe uydukları kadar model olabilirler. Emevî, Abbasî, Osmanlı vs. gerçek örnekliğimiz değildir. Onlar vakii devletlerdir, doğruları bizim, yanlışları kendilerinindir.

Bugün üzerinde durulan model alma böyle bir model alma değildir. Mevcut şartlarda nasıl hatt-ı hareket edebiliriz için çare arayışlarıdır ve geçici kabullerimizdir. Kimse yapıp edilenleri idealize etmesin.

Yapıp edilenler büsbütün kötüdür deme hakkına da sahip değiliz. Bu temkinli yaklaşımımı bazıları belirsiz ve henüz zihinde çözülmemiş bulabilir ve hatta insanları şüpheye düşürdüğümü de sanabilir. Ama aslında şüphe ve tereddüt bende değil tüm Müslümanların içine düştükleri acziyettedir. Oysa Müslümanların ortak siyaset gütmeleri fantezi yapılamayacak kadar mühim bir meseledir, hayati önemi haizdir. Halkı Müslüman olan devletlerin ortak hareket etme zamanı gelmiştir. Bu hem tarihî hem dinî bir vecibedir.

Model olmanın iki yolu vardır: Biri, devletlerin birbirlerini taklit etmesi veya birinin diğerini model kabul edip kendini ona göre yeniden düzenlemesidir. Diğeri de halkların birbirlerine yakınlaşması ve aynı hedefe doğru ortak değerlerin oluşmasıdır. Bu ortak değer oluşumunda belli kıstaslar vardır.

İslâm dünyasında, şu an iki model şekli aynı anda işliyor. Halklar arasında ortak bir değere doğru gidiş var, bu gidişi hazırlayan Müslümanların ortak dünya görüşleridir. Tevhid inancı bunun temel harcını oluşturuyor. İki yüzyıldır bir arayış var ve bu arayış yavaş yavaş mecrasını bulacaktır.

Halkı Müslüman olan devletlerin idare biçimlerinde birbirlerinden etkilenme ve ortak dış siyaset üretme çabaları görünmeye başladı diyebiliriz. Eğer model oluşturma bu ise bu da hayata geçiriliyor demek acelecilik olmaz.

Bu hususta Türkiye şu anda bir önceliğe sahiptir. Bu önceliğe sahipliğin sebebi Türkiye’nin yukarıda belirtilmeye çalışılan kendine gelişin sonucudur. Türkiye özüne döndükçe İslâm dünyasında itibar kazanıyor.

Mısır, Suriye, Tunus, Libya, Fas, Sudan, Ürdün gibi değişime başlayan ülkelerden Türkiye devlet yapısıyla ve uluslararası tecrübesiyle bir adım ileride olduğu için adı geçen ülkeler bu tecrübeden yararlanmak istiyorlar.

Şu an Türkiye tecrübesi Cumhuriyet tarihi boyunca elde edilen tecrübe olarak alınmıyor, AKP dönemi siyaseti esas alınarak faydalanılmak isteniyor.

İslâm dünyasının elan, devletin işleyiş biçimi ne kadar İslâm ’a uygundur veya değildir durumunu ela alacak gerçeklikleri yok. Yani tiranların baskısı altında inleyen bir halkın ilk önceliği devletlerinin kendilerini ezmemesi ve dış dünyada onurlarını korumasıdır. Bu sağlanmadan başka alternatifler düşünemezler.

Bu hususta Türkiye birkaç adım ileridedir ve bu da Müslümanlar eliyle sağlanmıştır. Öyle ise örneklik denilen şey eğer zalimlerden ve baskıcı rejimlerden kurtulmakla başlıyorsa bu da Türkiye olur, bunda garipsenecek bir durum yoktur.
Tam tamına taklit de söz konusu değildir. Sadece bir tecrübedir ve bu tecrübeyi Mısır, Tunus vs. her bir ülke kendi yerel ve kültürel şartlarına göre uyarlar olur biter. Bunda büyütülecek bir durum yoktur. Bakarsınız on sene, yirmi sene sonra bu sefer Türkiye, Mısır’ın yeni tecrübesinden istifade eder.

İslâm dünyası birbirinden yararlanmalıdır. Biz bir ümmetiz ve birbirimizin eksikliklerini tamamlamaya çalışmalıyız. Eğer Mısır bugün Türkiye’yi model almaya başlamışsa bu hayra alamettir ve biz ümmet olmanın ilk adımlarını atıyoruz demektir.
Eğer Arap Baharı’yla adı geçen ülkeler ABD’yi, Fransa’yı, Almanya’yı, Rusya’yı veya Çin’i model kabul etselerdi kimse bu kadar rahatsızlık duymazdı. Halkı Müslüman olan bir devletin, yine halkı Müslüman olan başka bir devleti model alması neden bu kadar tepki topluyor?

Bundan kim niye gocunuyor anlamakta zorluk çekiyorum. Türkiye Mısır’ı takviye edecek Mısır da Türkiye’yi takviye edecek. Batı taklitçiliğini bırakıp birbirlerinden yararlanmak niye sıkıntılı olsun?

“Türkiye tam bir İslâmî devlet değildir, onun için model olamaz.” deniliyorsa o zaman ümmet tedrici olarak İslâm’ın özüne ve esasına nasıl dönecektir? Hangi tedrici safhaları uygulaması lazım gelir? Bunları gündeme getirelim ve gelecek için hazırlık yapmaya çalışalım, alt zemini oluşturalım.

Başka bir husus da şudur: İslâm dünyasında aslına uygun İslâmî bir devlet yapısı yoktur. Yoksa birileri bize “İran molla diktatörlüğünü” veya “Suud Krallığını” ideal bir İslâm devleti diye mi kabul ettirmek istiyor? Yahut silahı necis sayarak köle olmayı hakiki İslâm diye fanteziler peşinde koşturanların afakî varsayımlarına mı sarılmamızı istiyorlar?

Ehl-i İslâm; fikriyle, iktisadıyla, askeri gücüyle, uluslararası siyasetiyle, kendi kültürüyle dünya siyaset sahnesine çıkmaya mecburdur bu arayışlar onun belirtileridir. Kötümserliği tarihin çöplüğüne atmamız lazım. Tarihin ve kaderin bize sunduğu bu iklimi gereği gibi değerlendirelim ve yarına hayırlı izler bırakmanın yollarını arayalım. Yanlışlarımızı görelim fakat onları bayraklaştırıp eldeki imkânları yok saymayalım. Herkesi adil olmaya ve ferasetle geleceğe hazırlık yapmaya davet ediyorum.

Haber Ara