İmralı sürecinin gösterdikleri -2
Timetürk Yazarı Abdullah Kuloğlu İmralı sürecinin gösterdiklerini yazdı.
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-01-12 00:04:30
TIMETURK / Abdullah Kuloğlu
Hilal Kaplan Vesilesiyle-
Yeni Şafak’ta Hilal Kaplan’ın Türklerin Haysiyeti-Kürtlerin Haysiyeti (11.01.2013) başlığı ile yazdığı makalesini vesile ederek birkaç değerlendirme yapmak isterim.
Hilal Kaplan vesile ettiğim yazısında Kürt Meselesinin mihrakı olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin mihrak şahsiyetinde düğümlü “laikçi anlayış”a vurgu yapıyor ve özetle “Türk” markası altında işlenen cinayet ve uygulanan zulümlerin hem Türk hem de Kürt haysiyetini kırıp döktüğünü belirtiyor. Özetle Türk haysiyetinin korunması için Kürtlerin tabiî haklarının tanıması gerektiğini yazıyor. Çünkü bunun Türk’lerin de haysiyetini kıran “kemalist laikci-şöven” anlayışın kalıntılarının temizlenmesi olacağını söylüyor. Son cümlesi de şöyle;
“Şayet Kürt-Türk kardeşliği kulağa hoşgelen bir sadâdan fazlasıysa, bu zulüm düzenini ıslah etmek için aynı duygu ve amaç ortaklığını sürdürmekten başka yolumuz yoktur.”
El Hak!.. Hilal Kaplan doğru söylüyor.
Türk ve Kürt “aynı duygu ve amaç” birliğinde ve bunun ölçüleriyle “mesele”lerini çözebilmelidir.
Yazısında kullandığı kritik kavram “duygu ve amaç” birlikteliği olduğuna göre, her kesimin de üzerinde birlik tesis etmeyi teklif ettiği bir “duygu ve amaç” bulunduğuna göre Hilal Kaplan’ın ve elbette bu anlayışı paylaşanların teklif ettikleri “duygu ve amaç”ları sarih bir şekilde ortaya koymaları gerekir. Kastım karşı olduğu “laikci-şöven” anlayışın yerine hangi anlayış ve sistemin teklif edildiğidir.
Bundan önceki yazımda dediğim gibi “İster savaş isterse barış olsun, dün ve bugün farkıyla hem Türk ve hem de Kürt kendi “hayat ölçü ve değerleri” göz önüne alındığında batı “hayat ölçü ve değerleri”nin mahkûmu yeniklerdir. Türk ve Kürt kaybetmektedir. Hatta Türk ve Kürt kaybedilmektedir. İşin esası bu. Bundan kaçış yok!..
Elbette bu durumu tersine çevirmenin kaçınılması mümkün olmayan diğer sonucu; ilk adımda ideolojik mahkûmiyetten kurtuluşu temin edecek olan İslamî bir “ideolocya örgüsü”nün gerekliğinin şuuruna varılması.
İlk adım bu!.. Aksi halde mahkûmiyetin savaşla mı yoksa barışla mı devam edeceği tercihinden ibaret faydasız itiş kakışlarla uğraşıp durmaya devam edeceğiz.”
Bunu niye yazmıştım? Şu soruyu gündeme taşımak için elbette. Hilal Kaplan’ın “laikçi anlayış” dediği ve benim de buna bağlı olarak “Türk” adına ortaya koyulan “şövenliği” eklediğim “duygu ve amaç” teklifini red etmesine nisbetle –ki açıkca kemalizmin reddi demektir bu-, bugün liberal demokratik beynelminelci “duygu ve amaç” temelli çözüm tekliflerine mahkûmiyetimizin gösterdiği acaba nedir?
Türk ve Kürt Haysiyetini yaralamak bakımından “laikci-şöven” anlayış ile “liberal-milliyetsiz” anlayış arasında bir fark var mıdır?..
Ben kendi adıma bu serinin devamında ele alacağım gibi, “Kemalizm” prangasından kurtuluşu temin eden her türlü gelişmenin bu millet için faydalı olacağını peşinen ifade edeyim. Öyle ise derdimin, giden ile ilgili olmadığını bu konuda liberaller de dahil tüm anti-kemalistlerle ittifak edilebileceğini fakat asıl meselenin gelenin ne olduğu ile ilgili bulunduğunu söylemiş olayım.
Politik olarak gücünüzün yetmemesinden dolayı “kendi”nizi öne sürmenizin yine –dikkat- politik olarak yanlış olduğu durumlar vardır. Bunu anlayabilirim. Fakat bu “başka”sı üzerinden “kendi”nize yol açmanın, “kendi”nizi teklif etmenin şartlarına erme gayesine bağlı olarak kabul edilebilecek bir şeydir.
AB kriterleri veya evrensel insan ve topluluk hakları gibi unsurların politik bir araç kıymetinden ibaret olduğu yerde, bunların yerine hayat tarzınıza ve benimsediğiniz “güzel ahlâk”ınıza hizmet etmek üzere hangi kriteri, hangi insan ve topluluk haklarını benimsediğinizi bilmek zorundasınız.
Bugün biz müslümanlar bağlı olduğumuz iman kutbu belli olduğuna, zaten müslüman olmanın yolu bu olduğuna göre, benimsediğimiz “siyasî sistem”in ne olduğunun cevabını vermek durumundayız. Aksi halde bir boyunduruktan kurtulayım derken “politik” bir enstrüman olarak kullandığımız “liberal-demokrasi” kucağına düştüğümüz diğer boyunduruk olacak.
Farkında iseniz “İmralı Süreci” mesele konuşmanın bahanesi.
Nasıl kemalist “laikci-şöven” anlayış, “savaş” yolu ile ne Türk’ü Türk bırakmış ne de Pkk’nın aksü amelini proveke ederek Kürd’ü Kürd bırakmış ise, liberal demokrasinin vaad ettiği “seküler-milliyetsizlik” anlayışı da, bu sefer “barış” yolu ile Türk’ü Türk, Kürd’ü Kürt bırakacaktır.
Alıntı yaptığım yazıda “Türk ve Kürt kaybedilmektedir” vurgum bu sebeple idi. Eğer Türk ve Kürd’ün haysiyeti dava edilecek esas mesele ise “savaş ve barış”ın ucuz yollu övülmesinden ziyade hangi “barış ve savaş”ın övünülecek olan olduğu konusu taraflarca ortaya konulmalıdır.
Bugün politik mücadelenin gerekleri yerine getirilirken yüksek sesle sormamız gereken şudur; Biz KİMİZ?.. Hangi “ahlâk”a bağlıyız? Bu ahlâkımızı kökleştirmek ve yaygınlaştırmak için bugünün eşya ve hadiselerine hangi “Siyasî Sistem” ile cevab vereceğiz?..
Hilal Kaplan’ın ifadesiyle “duygu ve amaç”ta birliğimizin zemini ne olmalıdır?
Kısaca Salih Mirzabeyoğlu’nun ifade kalıbıyla söylersem, “Beni Türkün-Kürdün meselesinin ne olduğu değil, ne olması gerektiği ilgilendiriyor”.
Hilal Kaplan’nın duygu ve amaç birlikteliği, eğer kuru bir “Kürt-Türk kardeşliği kulağa hoşgelen bir sadâdan fazlasıysa” demekten ibaret kalacaksa vay bizim halimize!?.. Ben sorayım Hilal Kaplan’a “kulağa hoşgelen bir sadâdan fazlası” nedir?
@umeyrtürkî
Notlar:
1) Hilal Kaplan’a saygılarımı sunarım, meselenin kendisi vesilesiyle bir “anlayış” zaafını ele almak olduğunu takdir edeceklerdir. Dolayısı ile sorduğum soru tüm İslamî anlayış bağlısı yazar ve dertlilere sorulmuş kabul edilsin.
2) Alıntı yaptığım yazının adresi şudur: http://www.timeturk.com/tr/2013/01/10/imrali-surecinin-gosterdikleri.html
Haber Ara