Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Medya bu süreçte barış dilini nasıl oluşturmalıdır!

Doğan Medya grubu bünyesinde bulunan yayınların genel yayın yönetmenlerine Aydın Doğan bir mektup göndererek “'barış dilini korumanın öneminin' altını çizdi. Peki, medya bu süreçte barışın dilini nasıl oluşturmalı?

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-01-06 14:35:29

Medya bu süreçte  barış dilini nasıl oluşturmalıdır!

Doğan Medya grubu bünyesinde bulunan yayınların genel yayın yönetmenlerine Aydın Doğan bir mektup göndererek “"barış dilini korumanın öneminin" altını çizdi. Doğan mektubunda şunları söylüyordu: “Ülkemizde, son günlerde, terör sorununun çözümü ve Kürt sorunu ile ilgili önemli bazı gelişmeler yaşanıyor. Sürecin seyrini objektif biçimde izlemek ve özgürce yorumlamak temel işlevimiz olmakla birlikte, ülkemizin menfaatleri açısından yüksek derecede sorumlu bir yayıncılık çizgisi izlemek de görevimizdir.

Bu bakımdan, bu süreç boyunca, barış dilini korumaya, süreci, olumsuz etkileyebilecek çatışmacı yaklaşımlardan kaçınmaya özen göstermeliyiz. Söylemimizi, sözcüklerimizi seçerken, yaratacağı algıyı göz önüne alarak hareket etmeliyiz. Hepinizin, gazetecilik ilkeleriyle birlikte, yüksek sorumluluk içinde hareket edeceğinize güvenim tamdır.” Diyordu.

“Türkiye Türklerindir” diyen Hürriyet Gazetesi’nin patronundan böyle bir mektup gelmesi oldukça önemlidir. Geçmiş dönemi burada kaşıyacak değilim ve bence de kaşınmamalı. Geçmiş dönemin haberleri barış sürecinden ziyade savaş sürecini desteklediği için sadece tekrardan aynı hatalara düşülmemesi adına bence incelenmelidir

Trafik kazalarında, alkol ve sigara kullanımında, vb meselelerde medyamız sağolsun zaman zaman bir araya gelerek nasıl davranacağını konuşuyor ve tartışıyor. Başbakan Erdoğan, Genel yayın yönetmenlerini biraraya toplayarak PKK ile mücadelede haberlerin veriliş tarzından şikayet etmiş ve dikkatli olmaları konusunda uyarmıştı…Bu uyarının işe yaradığını özellikle Uludere’de öldürülen 34 vatandaşımızın haberlerinin veriliş tarzında görmüştük. Bazı genel yayın yönetmenleri kraldan çok kralcılık yaparak haberlere sansür uygulamaya başlamışlardı. Başbakan Erdoğan’ın genel yayın yönetmenleri ile yaptığı toplantısı üzerine Beş haber ajansı, AA, AHT, ANKA, CİHAN ve İHA 21 Ekim'de yayımladıkları ortak deklarasyonda "yetkili mercilerin yasaklarına uyacaklarını" belirtmişti AA'nın sitesinden, "terör olaylarına ilişkin ortak yayın ilkeleri belirlendi" diyerek duyurulan ve terör ve şiddet olaylarıyla" ilgili yapılacak haberleri düzenleyen deklarasyonda, "kamu düzeni dikkate alınacak," "korkuya, kaosa, düşmanlığa, paniğe ve yılgınlığa neden olacak yaklaşımlardan uzak durulacak," "yetkili mercilerin yayın yasağına uyulacak," "örgütlerin doğrudan propagandası niteliği taşıyan yayın yapılmaz," "haber ve görüntüler, toplumsal fayda ve dayanışma dikkate alınarak abonelere ulaştırılacak" deniliyordu

Bugün geldiğimiz noktada hepimizi umutlandıran, geleceğe daha güvenle bakmasını sağlayan benim “Ataköy Süreci” olarak adlandırdığım yeni bir süreç başlıyor. Önce silahın susturulması, sonra silahın bırakılması ve en sonunda tamamen toplumsal barışa gidecek yol konusunda çok büyük bir adım atıldı ve devlet iradesi İmralı’da Öcalan ile görüşmeye başladı. Bu sürecin toplumsal gerginlik başlatılmadan, provokasyonlara alet edilmeden ve toplumun rızası alınarak yürütülmesi oldukça önemli. Bu nedenle öncelikli görev siyasilerin kullandığı dilin barış diline dönüşmesi olayıyken, medyanın buradaki tutumu da sürecin başarılı veya başarısız yürütülmesindeki en büyük etkenlerin başında geliyor.

Türkiye Barış Meclisi’nin de son süreçle ilgili açıklamasında belirttiği "Toplumu yanıltan, abartılı beklenti yaratan ve gerçeklerle ilgisi olmayan haber ve yorumlardan kaçınılmalı. Oslo sürecinin kesintiye uğramasının ve sonrasında yaşananların, toplumda yarattığı tahribatta medyanın payı tartışma kaldırmaz. Medya organlarının, 'misyon gazeteciliği' yerine barış gazeteciliği yapmayı yeğlemeleri toplumsal, büyük bir arzudur." Galatasaray Üniversitesi'nden Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu da "Medyadaki mülkiyet ilişkilerinin barış gazeteciliğine çok da imkan veremeyeceğini bilsek de, medya çatışmanın sonuçları ve bağlantının izlerini de sürmeli. Şiddetin yalnız görünen değil görünmeyen etkileri de haberleştirilmeli, tarafların ortak zeminde buluşmalarını sağlayacak kısımları göstermeli."diyerek medyanın buradaki rolüne dikkat çekiyor

Medyanın demokratikleştirilmesi yönünde baskı grupları oluşturulması vemedyada barışın dile getirilmesi için çaba harcanması da barışı savunan toplumsal hareketlerin görevlerinden bir tanesidir. Medyanındemokratikleştirilmesi sürecinde, entelektüellerin, siyasetçilerin, demokratik tüm kurum ve kuruluşların desteği ile mücadele yürütülebilir, medyada savaşdestekçiliğine karşı tepkisel bir gücün oluşturulması ve kitlelere ulaşılarak savaşa karşı barışın savunusunun yapılmasında demokratik medyanın önemi anlatılabilir. “Demokratik toplumlarda medyanın asıl görevi iki tanedir; 1. Toplumda farklı seslerin duyulmasına izin vermek ve 2. Kamuoyunun demokratik entagrasyonu sürecinde farklı sesleri aktarmak” tır.

Toplumsal gruplar arasındaki çatışmanın sona erdirilmesi ve barış sürecininyaşama geçirilebilmesi için öncelikle iletişimsel alanda özgürleşme vedemokratikleşmenin yaşama geçirilmesi ve medyadaki milliyetçi, ırkçı nefret söyleminin ortadan kaldırılması gereklidir. Kürt açılımı süreciyle beraber, Kürt sorunu medyada en çok “bölücülük” vurgusuyla gündeme geldi. Askeri kanadın, “bu ülkeyi bölmeye kimsenin gücü yetmez, üniter devletin bir tek çivisi bile yerinden oynamaz”, ve yine muhalefet partilerinin, “böldürmezler bu ülkeyi”, “bu süreç bölücülüktür, ülkeyi bölmektir” vb. ifadeleri ve hatta Bahçeli’nin “gerekirse biz de dağa çıkarız”, ve Baykal’ın, “bu iş kanlı olabilir,” gibi sorunu “kanlı bir çatışmaya dönüştürme” ve şiddet içinden okuyan savaşçı, husumet dolu ifadeleri sıklıkla dolaşıma girmiştir. Aynı süreçte, Kürt sorunuyla ilişkili olarak, “yabancı devletlerin tezgâhı, yabancı ülkelerin kışkırtması” gibi hem Kürtlere, hem de yabancı ülkelere karşı zenofobik bir söylem de tekrar güçlü bir biçimde dolaşıma girmiştir. Milliyetçi kanat ve devlet bürokrasisinden bir kesim “bu bir Amerikan projesidir”, “baş aktör Amerika’dır, maşası da AKP’dir” sözlerini sıklıkla tekrarlamışlardır. Ana akım medya bu konuda, askeri kanattan, emekli generaller, albaylarla, öne sürdükleri Amerika’nın “Büyük Kürdistan projesi” üzerine özel programlar yaparak sıklıkla söyleşilere koyulmuş, bu yöndeki açıklamalara, haber bültenlerinde, özel programlarda ve yine gazete sayfalarında sıklıkla yer vermiştir. Kısacası, Kürt sorunu, “dış mihraklı” bir “bölücülük” sorunu olarak yeniden kurulmuştur.” Bir zamanlar sıkça vurgulanan bu bakış açısı ne yazık ki bize kan ve göz yaşından başka bir şey vermedi. Bu nedenle bu bakış açısına bu süreçte yönelmemek ve yeni bir dil oluşturmak gerekiyor. Bu yeni dilde özellikle aileleri düşünerek, kimseyi ötekileştirmeden ortak bir payda üzerinden yeni bir dilin medyaya hakim olması gerekmektedir.

"Toplumsal düşmanlıkları sona erdirmek için medyanın da yeniden-biçimlendirilmesi gereklidir. Medya bu süreçte etkili olduğu için barışın dilini konuşan bir medyanın, “barış medyası”nın yaratılması önemli bir sorundur; “barışgazeteciliği, gazetecileri ve medya kurumlarını politik, ırksal, etnik, toplumsal vekültürel adaletsizliklerle ilgili enformasyon üretirken kendilerini ve kendietkinliklerini derinlemesine sorgulamaları konusunda cesaretlendirmekleilgilenmek zorundadır” (Ross).

Medyada, çalışanlar özellikle gazete vetelevizyon habercileri gerçekleri barışa hizmet etmeleri için kitleler aktarmasorumluluğunu üstlenerek, egemenlerin resmi açıklamalarını tek olası gerçeklikolarak sunanlara ve savaşın söylemini meşrulaştırarak yeniden üretenlere karşımücadele ederek, gerçek bir habercilik hattı yaratmak sorumluluğunu yerine getirmelidir. Barış medyasının yaratılması ve savaş çığırtkanlığı yapan, şiddeti meşrulaştıran ve ölümleri yücelten medyaya karşı etkin bir mücadele yürütülmesi de gereklidir. Toplumsal barışı alternatif medyaları kullanarak ya da yaratarakbarışı savunması, toplumlararası iletişim yeniden kurması gereklidir. Toplumlararası iletişimi kesintiye uğratan egemen medyaya karşı, toplumların birarada yaşama olanaklarını tartışan ve düşmanlığın nedenlerini irdeleyerek,savaşın çözümsüzlüğünü ortaya koyan yaklaşımları kullanan bir alternatif medya,barış mücadelesinde önemli bir destek kuvvet sağlayacaktır. Alternatif medya,toplumsal alanda “barış eğitimi” vererek, toplumsal barışı gündelik yaşama dairtüm alanlarda ve pratiklerde yeniden üretebilir

Eric John Hobsbawm’inde belirttiği gibi “Milliyetçiliğin popülerleşmesinin en önemli nedenlerinden birisi de toplumsalanlamda yaşanan sorunların çözümsüzlüğüdür,
sınıfsal anlamda yaşanançatışmanın muhalif özgürlükçü bir ideoloji tarafından yönlendirilemediğidurumlarda, milliyetçilik ezilen toplum kesimleri için kendilerini ifade edecekleri ve öfkelerini “öteki”lerden çıkararak geçici ve yalancı bir boşalım yaşayacakları olanakları yarattığı için de başarılı olmaktadır. “Militan milliyetçiliğin dirilmesini basit bir umutsuzluk refleksi diye görmesek bile, belli ki başka ideoloji, politikproje ve programların insanların umutlarını gerçekleştirme yeteneksizliği,başarısızlık ve acizliğin bıraktığı boşluğu dolduran bir şeydi”

Bugün Türkiye’de geldiğimiz noktada Genel Yayın Yönetmenlerinin bu sürece destek verecek bir deklarasyonla süreci desteklemeleri gerekiyor. Bana göre öncelikle olarak gerek devlet kanadından gerekse de PKK’dan bu sürecin sağlıklı yürüyebilmesi açısından, doğru kanalların kullanılması gerekmektedir. Onlarda;

1-Bu sürecin yürütücüsü olarak bakanlar kurulunda sadece bir isim açıklama yapmalı ve sürecin temsilcisi o kişi olmalıdır. Bu yeni ve gereksiz polemiklerin oluşmasını engelleyeceği gibi, yanlış bilgininde kamuoyuna aktarılmasının ve kamuoyunun kamplaştırılmasının önü alınmalı…

2-PKK’da süreçle ilgili olarak kimin açıklamasının dikkate alınacağı noktasında bir isim belirlenmelidir. Bu bakımdan gerek Avrupa kanadından gerekse de Kandil’den gelecek olan açıklamaların kafa karışıklığı yaratılmaması için bu süreçteki sözcü belirlenmelidir.

3-BDP çevresinden bu süreçle ilgili olarak ilk gün sergilenen tutum devam ettirilmeli, her kafadan basına demeç verme yerine bu saatte açıklama yapılmalı denilerek süreç devam ettirilmeli ve bu konuda da bir sözcü seçimelidir.

4-Siyasilerin kullandığı dil bu süreçte barış üzerine inşa edilmeli, kişi, kurum ve temaslar sekteye uğratılmamalı, değerler düşürülmemeli ve insanlarda kamplaştırma yapacak açıklamalar kullanılmamalı.

5-Süreç basın üzerinden yürütülmemeli, bu noktada Oslo sürecindeki olduğu gibi basın üzerinden mesajlar taşınmamalı

6-Süreçle ilgili olarak Türkiye’de genel yayın yönetmenleri “ Barış dili ve gazeteciliği” noktasında ortak bir kararla haberleri nasıl vereceklerini ve süreci destekleyeceklerini açıklamalı, bu yönde çağrı yapmalıdır.

7-Sürece en büyük zarar verecek olayların başında birilerinin yapacağı provokasyon olacaktır. Bu noktada doğru ve tarafsız kişiler ekranlara, gazetelere çıkarılmalı ve kanaat önderlerinden faydalanmalıdır. Böyle bir süreçte süreci baltalayacak haberlere dikkat edilmelidir.

8-Dünyada bu ve benzeri süreçlerin nasıl yürütüldüğü ile ilgili olarak doğru yazı dizileri ile toplum bilinçlendirilmelidir.

9-Gazeteciler cemiyetleri ve basın dernek ve vakıfları bu süreçle ilgili olarak Türkiye’de konferans ve seminerler verdirmeli, yabancı konuklarla bu süreç desteklenmelidir.

10-Geçmişi çok deşmek yerine yeni ve gelecek üzerine yeni bir toplumun nasıl inşa edildiği masaya yatırılmalı, geçmiş dönemin muhasebesi vicdanlı ve tek taraflı yapılmamalıdır. Bu sorunun çözümü durumunda Türkiye’yi nasıl bir geleceğin beklediği istatistiki olarak anlatılmalıdır.(Nevzat Çiçek-Timetürk)
SON VİDEO HABER

Uçakta olay çıkarıp, 'Türkiye'yi satın alırım' diye tehdit etti

Haber Ara