BDP’nin İslami versiyonu çıkabilir
Söylediği sözlerle çok kişi tarafından ağır eleştirilere maruz kalan İslamcı feminist’ Yıldız Ramazanoğlu yine çok konuşulacak açıklamalarda bulundu
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-12-03 08:22:24
İSLAM EŞİTLİKTEN FAZLASINI VAAT EDER
Yeni kitabınız işgal kadınlarında Batı feminizminin bir eleştirisi değil mi bir anlamda?
Bu kitap feminizm eleştirisi olarak yazılmadı. Feminizmin sapması olarak görülebilecek emperyalist dilin nelere yol açtığına, işgalleri nasıl akladığına dikkat çekmek istedim. Mesela Irak’ta işgalden önce kadınlardaki okuma yazma oranı yüzde 80’lerde iken şimdi bu oran yüzde 20’lere geriledi. Sokağa çıkamaz hale geldiler. Bize medeniyet diye dayatılan Batılı paradigmaların aslında insanlığımızı azaltan tarafının da görülmesi lazım.
Ana akım medyada hep “islamcı feminist” diye tanımlanıyorsunuz. Bu doğru bir tanım mı?
Bir insana 40 defa bir şey söylenirse o olurmuş. Ben belki de kendimi kırılgan bir feminist olarak tanımlayabilirim bir alt kimlik olarak. Kendimi feminist olarak tanımlamama gerek yok aslında çünkü İslami referanslarla hareket ediyorum ve feminizmin de evrensel olduğunu düşünmüyorum. Herkesin bunun içinde yer alması gerektiği inancında değilim.
Kırılgan feminizm ne demek?
Feminizm aslında Avrupalı kadın tecrübesinden doğmuş bir şey. 19.yüzyıla baktığımızda Avrupalı kadın oy hakkı, mülkiyet hakkı ve kanun önünde eşitlik hakkı için büyük bir mücadeleye girişti. İslam dünyasının tecrübesi başka. Mesela Arap sosyolog Sıdıka Arabi’nin tezini okumuştum. 18. Yüzyılda Kayseri’de yaptığı tapu sicil çalışması Kayseri’deki bütün mülklerin %30’unun kadınlarda olduğunu gösteriyor. Yani Avrupalı kadınlarla Müslüman kadınlar ortak bir tecrübeden gelmiyorlar ki ortak bir şemsiyenin altında feminizm evrenselliği içinde hareket etmiş olsunlar. Feminizmi temellendiren şey Müslüman kadının koşulları değil. Evli kadınların mal edinmesi kanunu İngiltere’de yaklaşık 1 asır önce ortaya konabilmişken Müslüman kadınlar buna zaten 13 asır önce sahipti, mülkiyet hakkı ve siyasal katılım hakkına da. Peygamberimiz erkeklerle biatlaştığı gibi kadınlarla da biatlaşıyor Akabe’de. Bu eşitlik içinde ekonomik siyasal ve insani kimliğin teslimidir. O yüzden Müslümanım zaten. Eşitlikten çok daha fazlasını vaat eden, çok daha hakkaniyetli bir inanç sistemi bu. Ama yine de bütün bunlara rağmen kendi feminizmimi belki ben şu şekilde açıklayabilirim; zaman içinde Müslüman kadınlara büyük bir rönesansla verilmiş olan hakların erkeklerin istismarıyla geri alınmasından bahsedebiliriz. İslam’ın öngördüğü kadına yaklaşımla aramız zamanla o kadar açıldı ki Batılı kadınların yaşamış oldukları zorluklarla da buluşturmuş oldu. Yoksa referans aldığımız kaynak ya da ilkeler bazında değil bu gerileme. Ama pratikte kadının inkişafının önüne sayısız bariyerler kondu, statü kaybettirildi.
Kitaptaki temel eleştiriniz Batı’daki kadınların Müslümanlar kadınlara bir kurtarma kaygısıyla yaklaşması. Bu neden kötü birşey?
Kadınların çiğnenmiş haklarının iade edilmesini isteyen, kadınlarla erkeler arasındaki eşitlik duygusunun kurulması için mücadele veren feminist akımdan bir sapma olarak görüyorum ben bunu. Aslında bu feminizmden çok baştan beri oryantalist söylemin sorunu. Bir “doğu”nun üretilmesi, bunun içinde kadının zayıf olarak tanımlanması, Müslüman kadınlara inançlarının statü kaybettirdiğine yönelik bir zihinsel arka plan inşa edilmesi, feminist hareketlerde de kurtarma duygusu yaratmış olabilir. Ama bu zaman içinde öyle bir noktaya geldi ki bilinçli ya da bilinçsiz olarak işgallere zemin oluşturma noktasına geldi. Irak’ta, Afganistan’da bugün kadınların kurtulmuş olmasından bahsedemeyiz. Sosyal bir evrim projesi gibi herkesin Batılı yaşam tarzı hedefine ulaşması gibi şeyler asla kabul edilemez. Ben bir Müslüman kadın olarak Batı’nın yaşam biçimini ve değerlerini bir norm olarak kabul etmiyorum. Evrensel olarak herkesin zaman içinde ulaşması gereken bir hedef olarak da görmüyorum. Örtüşen insani hedefler var ama bizim tasavvurumuz iki dünya arasında kurulacak dengeye dayalı, bireyciliğin hazzın sahip olmanın ele geçirmenin kutsanmasına dayalı değil.
Eğer Müslüman ülkelerin pek çoğunda kadının ikinci planda olması din kaynaklı bir durum değilse sebebi size göre nedir?
Temel sorun aslında İslam’ın tamamen yanlış bir şekilde algılanmaya başlanması, söylemin kadının zayıflatılmasına doğru geriletilmesi. Toplumsal hayatta eğer bir şeyler muhafaza edilecekse birilerinin evde oturup bunu muhafaza etmesi gerekiyor. Buna en uygun ve elverişli olanlar kadınlar diye düşünülüyor. Kısıtlama, yaptırım, azalma hep kadınlara. İslam dünyasında İslami uygulamalardan söz etmek de bir yanılgı. Mesela şiddetin referansı tamamen cehalet. Acaba Batılı kadınlar neden asla tartışmaya açılmıyor. Onların aslında ne kadar büyük mutsuzluklar, çaresizlikler yaşadığı, modern zamanlar içinde bireyselliğin onlara ne getirip ne götürdüğü, erkek profilinin sorumsuzluğu hiçbir zaman tartışılmıyor. Mesela Hollandalı bir Avrupa Parlamentosu üyesi olan Emine Bozkurt’tan Türkiye üzerine bir rapor yazması istenmişti. Raporuna Avrupalı kadınların da çok şiddete maruz kaldığına dair bir cümle eklemek istediğinde Hıristiyan Demokratlar bu cümlelerin rapordan çıkarılmasını istedi. Töre cinayetleri aslında Avrupa’da da yaşanıyor ama bunlar yansımıyor. Bunlar kültürler arası mücadelenin bir parçası olarak istismar edilen konular. Medya gücü kimin elindeyse, söz söyleme gücü kimin elindeyse bunlar politik olarak dönüştürülüyor. Bir karalama kampanyasına dönüşüyor.
EŞİTLİĞİ EN ÇOK DİNDAR ZORBALARA KARŞI SAVUNURUM
Size göre kadınla erkek eşit mi?
Ben Batı’nın verileri ile düşünmek zorunda değilim. Aslında bizim anlayışımıza baktığımızda kadın ve erkek birbirine eşit olamaz. Ancak ve ancak Tanrı’ya yakın olma noktasında, fıtratı noktasında bir eşitlikten bahsedebiliriz. Hukuk önünde eşitlik olmak zorunda. İnsanlar farklılıklara sahip ve herkes kendi içinde biricik. Dolayısıyla kadın da üstün, erkek de üstün. Üstünlüğe ve farklılıkların inayetine inanıyorum.
Başbakan Erdoğan kadın sivil toplumcularla yaptığı bir toplantıda kadın erkek eşitliğine inanmadığını söyleyince feministler tarafından çok eleştirilmişti. Sizinki de benzer bir söylem değil mi?
Batı’nın gelmiş olduğu noktada kadın ile erkek arasındaki farkların minimize edilmesi, aynılaştırma gibi bir hedef gözetiliyor. Geldiğimiz noktada bunun bireysel anlamda büyük acılara yol açtığını da görüyoruz. Burada önemli olan farklılıkların kendi iç derinliğine saygı duymak. Aslında en son tahlilde bir aslanla bir kaplanın eşit olamayacağını ama hiçbirinin de birbirine üstün olamayacağını, ayrı ayrı biricik var oluşun da çok kıymetli olduğunu görmeliyiz.
Peki haklar boyutundaki eşitliğin hiç mi önemi yok?
Tabii ki o var. Ama onun ötesinde bütün insanlığı unisex bir noktaya taşımak gibi bir gayret içinde olmamak lazım. Hedef bu olmamalı. O zaman kadın da azalıyor, erkek de. Oysa kendi cinsiyetiyle barışık ve hoşnutluk içinde olmayı önemsiyorum. Farkı fark etmek zeka işi. Farklılıkları ortadan kaldırmaya çalıştığın zaman bu aslında yavaş yavaş düşüncenin de toplumsal hayatın da yoksullaşması anlamına gelir. Eşitliği eşitlikten hoşlanmayan, erkeğin üstünlüğüne inanan dindar erkeklerle karşılaşınca savunurum daha çok, durmadan kadının yerini haddini bildirmeye kalkışan, elindeki gücü kötüye kullanan laik ya da dindar zorbalara karşı. Yoksa can yoldaşlığına yol arkadaşlığına iniş çıkışlı helezonik bir hakkaniyete, vermeye sonra almaya inanırım.
Neden rahatsız oluyorlar eşitlik kavramından?
Çünkü bilincinde devamlı bir ast üst ilişkisi var. Bu noktada önemli olan erkeklerde güç olması. Fiziksel bir gücün yanısıra toplumsal bir gücün vehmedilmesi. İşte aileyi koruyor, gözetiyor. Bu görevin ona verilmiş olması, bu gücün kötüye kullanılması, kadın üzerinde yıkıcı etkilerinin olması, onu zapt-u rapt altına alma görevinin de ona verilmiş olmasını getirmiyor. Ama hep böyle algılanıyor ve buradan da eşitsizlik çıkıyor.
Müslüman dünyadaki erkekler zaman zaman bu yanlışa düşüyor demek istiyorsunuz.
Zaman zaman değil her zaman.
GENÇ MÜSLÜMAN KADIN ARTIK MAĞDURİYET KONUŞMUYOR
İslami kesimde kadınlarla erkekler arasındaki bu çekişmeler bugün ne durumda?
İnanır mısınız bu konuştuğumuz şeyler yeni nesilde giderek konu olmamaya başladı. Ben mesela birkaç senedir Müslüman kadınların mağduriyetlerinden ziyade üretkenliklerine odaklandım. Artık genç kesim bu tartışmalarla ilgilenmiyor bile. Bu eşik kesinlikle atlandı. Bu hala bizim kuşağa sorulan sorular. Siz 20’li yaşlardaki bir genç kıza “evde mi oturmak lazım dışarıya mı çıkmak lazım” gibi sorular soramazsınız bile. Çünkü onlar bunlarla hiç ilgilenmiyorlar. Eşitsizlik duygusu içindeki yazarların yazdıkları yazılarla da ilgilenmiyorlar. Biz eskiden bazı yazarları okur hayıflanırdık kadını ne kadar kötü konumlandırmış diye. Genç kuşak onları ne okuyor, ne ilgileniyor. Artık İslamcı kadınların üretkenlik ufkunu konuşuyoruz, engellemelere rağmen. Edebiyat sinema tıp televizyon sanat nice konularda eserler veriliyor, tezler yazılıyor.
Kuşak değişikliğiyle birlikte İslamcı kadının hikayesinin şekli de değişti diyebilir miyiz?
Hikayenin şekli tamamen değişti. Başörtüsü üzerindeki birtakım engellerin kalkmış olması önemli. Benim öğrencilik zamanımda hiçbir resmi dairenin kapısından giremezdik. Çok acı bir şey; Milli Kütüphane’ye araştırma yapmak için gittiğimde bile “Kusura bakmayın, alamıyoruz” denmişti. Bu şartlar altında kariyerinizde nasıl ilerleyebilirsiniz? Seçilme hakkınız yok mesela, nasıl bir duygu verir bu. Ama kadınların tam anlamıyla var olma mücadelesi birçok kesimde “Bir takım haklar elde ettiniz, görece bir rahatlık var artık gürültü yapmayın” şeklinde bastırılmaya çalışılıyor. Şimdi bütün engeller kalksa yirmi otuz yılda eşitlik zor kurulur açıkçası.
SEÇİLMA HAKKI GELMEZSE GELECEK SEÇİME OY KULLANMAYACAĞIM
Seçilme hakkını gündeme getirdiğinizde İslami çevrelerin muktedirlerinde yükselen ses bu mu?
Şu anki durum bu. Resmi siyaset kanalı olmayınca aslında dindar kadınların çok daha farklı sivil kanallardan, bireysel kanallardan yine siyaset yapabildiklerini, yaptırım gücü olduğunu görebiliyorsunuz. Bence bu daha da değerli. Ama burada önemli olan Meclis’te yer almak değil, bir hakkın teslim edilmesi. Bu bir göstergedir. Bundan sonraki seçimlerde bu hak hala teslim edilmemiş olursa bence çok büyük bir kırılma yaşanacak. Ben mesela asla oy kullanmayacağım. Bir çok insan da kullanmaz.
Bugüne kadar hep oy kullandınız mı?
Çok kritik eşiklerde tabii ki kullandım. 2007’de, anayasa referandumunda “yetmez ama evet” şeklinde kullandım. Ama artık kritik eşikteyim.
BDP’NİN MÜSLÜMAN VERSİYONU ÇIKABİLİR
Kürt meselesinde cesur adımları savunan bir tarafınız var. Sizce hükümet neden Kürt sorununun çözümü konusunda daha geleneksel bir çizgiye doğru geri çekildi?
Aslında bu politik atmosfer gerçekten çok zehirleyici, kendinizi kapatmanıza neden olan bir atmosfer. Mesela geçenlerde Mazlumder’in düzenlediği bir Kürt forumu oldu. Yalnızca dindar insanlar Kürt meselesine nasıl baktıklarını konuştular. Çıkan sonuç bildirgesi bence çok heyecan verici çünkü Kürt halkının içine sinecek her türlü alternatifin göz önünde bulundurulmasına dair, ya da herkesin kendini birinci sınıf yurttaş hissedeceği şekilde devletin baştan sona yeniden yapılandırılmasına ilişkin maddeler var. Mesela hükümet bunlarla hiç ilgilendi mi? Keşke birkaç milletvekili gelip izleseydi, kulaklarına inanamayacakları cümleleri duysalardı.
Nasıl oluşumlar?
Dindar gençler arasında neredeyse BDP’nin Müslüman versiyonunu üretmek isteyen insanlar var. Ben bu gidişatın çok iyi gözlemlenip, algılanabildiğini düşünmüyorum. Sürekli Meclis’teler ama biraz da dışarda olanlara, marjinal gibi görünen şeylere bakmaları lazım. Çünkü aslında o marjinal gibi görünen şeyler marjinal değil. Bunlar zaman içinde beklenmedik bir trend haline gelip, güçlenip, merkeze de yerleşebilecek hareketler. Sivil siyasete kulak verilmesi lazım. Siyaset bir tek o genel kurulda yapılmıyor. Dışarıda koca bir ülke var ve bu ülke inanılmaz bir alt üst oluş içinde. Uludere’nin ağırlığını Müslüman gençler taşıyamıyor bu bilinmeli, yepyeni bir zihinsel yapılanmaya doğru gidiyoruz. Mesela artık Abdullah Öcalan ile görüşmeler yapılıyor ve çok büyük tepki uyandırmıyor çünkü artık halkın bilincinde “ne yapılacaksa yapılsın, yeniden kardeşliğimiz tahkim edilsin” duygusu var. Dağlarda hayatın9ı kaybeden askerlerimizin acısını nasıl içimizde duymayız. Kimisi nişanlı kimisi evli Çanakkale türküsündeki gibi.
PKK’lılar, dağa çıkan gençler ; aslında onların temel hedefi her genç gibi iyi bir eğitim almak, iş bulmak, yuva kurmak, bir şeyler üretmek, mutlu olmak. Peki o insanlar bugün acaba neden orada? Bu soruları soran ve bu insani dili kuran insanlar büyük bir tepkiyle karşılaşıyor. Mesela Diyarbakır Emniyet Müdürü. Onu dinlerken inanın “işte insan” diye düşündüm, gözlerim doldu.
Neden BDP, kendisini hem Müslüman hem Kürt olarak tanımlayan kesimi temsil edemiyor?
Aslında bir insanı tek bir kimliğe mahkum etmek, hele de günümüzde olmayacak bir şey. İnsanlar kendi içlerinde de çoğul kimlikler taşıyorlar. Kimliklerden hangisi baskı altına alınırsa kimlik orada tezahür ediyor. Normalde her gün sabah kalkıp “Ben bir Kürdüm, ben bir başörtülüyüm, ben bir kadınım” diye gezmezsiniz. Ne zaman ki sadece kadın olmanız dolayısıyla bir baskıya, kötülüğe maruz kalırsınız o zaman kadın olduğunuzu daha çok algılarsınız. Kürt kimliği de bu şekilde, baskılandığı için doğal mecraında değil. BDP’nin birinci hatası bütün Türkiye’yi içine alan, kuşatıcı bir politika üretememesi, ikincisi sadece insanların tek bir kimliğine odaklanması. Tamam çok acıtıcı bir yer, ama yeterli olmuyor. O insan aynı zamanda inancı yüzünden de baskılanıyor. Gençler kendisini oraya da, buraya da ait hissetmiyor, bütüncül çoğulcu bir aidiyet peşindeler diye gözlemledim Kürt Forumu’nda.
HAYIRLI OLACAK OLSAYDI KÜRTLERİN DEVLET KURMASINI İSTERDİM
Size göre Kürt sorunu nasıl çözülür?
Bütün bu gerilimlerin bize maliyetine bakalım. Zaten 1. Dünya Savaşı’ndan sonra İslam hinterland’ı tamamen atomize edildi. Her kabile neredeyse bir devlet kurdu. Geriye kaldı kankardeşleri Kürtler ve Türkler. Buna da kastedilmek isteniyor. Kaldı ki eğer hayırlı olacaksa ben Kürt kardeşlerimin devlet kurmasını da isterim. Ama hayırlı olmayacağını görüyorum. Biz ulusal boğucu bir devlet kurduk, daralttık kendimizi, şiddet dolu bir tanımın içine soktuk da ne oldu? Daha da azalsak ne olacak? Bence çıkış yoku ademi merkeziyetçilik, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, ve insanların daha çok kendi üzerine söz sahibi olabilmesinde, eşit kurucular olarak hissedebileceğimiz yeni bir yapılanmada.
Tam da bunları söylediğiniz için iktidar çevrelerini kızdırıyorsunuz değil mi?
Evet ama sonuçta bakın herkes tek tek aklın yoluna geliyor. Ama çok yavaş olmasındansa bir an evvel bunların sakin kafayla, soğuk kanlılıkla tartışmaya açılması lazım. Daha kaç bin insanımız ölmek zorunda.
Bunları söyleyen Kürt kadınlar da var, baş örtülü olmayan Türkler de var. Neden İslamcı bir gelenekten gelen kadınlar aynı şeyi söylediği zaman daha şiddetli bir tepki geliyor sizce?
Evet çünkü aslında sanki tanımlanmış bir yerimiz var. İslami mensubiyet statükoculuğu şart kılarmış gibi. Bugüne kadar hep böyle algılanmış ama artık böyle değil. Her düşünce soğukkanlılıkla tartışmaya açılabilir diye düşünüyorum. Son tahlilde bu kadar atomize olmak, son iki parçanın da birbirinden kopması, ayrılması hayırlı mıdır? Hayır, benim esas temennim tam tersine. Bütün bu bölgedeki Arapların, Farsların, Kürtlerin, Süryanilerin hatta Muhallemilerin Ermenilerin ve herkesin biraraya gelmesi. Avrupa Birliği’de nasıl pasaportsuz İspanya’nın en ucuna kadar gidebiliyorsunuz aynı şeyin İslam dünyası içinde de olması bizim temel hedefimiz. Saraybosna’dan trene binip sevgi ve güven içinde Kabil’e varmak isterim.
Din Müslüman kadının toplumsal hayattaki yerine dair ne söylüyor?
Aslında Müslüman kadınların ne yapması gerektiği tartışmasında Peygamberimizin koyduğu bir çıta vardır. Bu kadar kargaşaya gerçekten gerek yok. ‘Öyle bir zaman gelecek ki bir kadın tek başına Yemen’den Hadramut’a yola çıkacak ve başına hiçbir şey gelmeden emniyet içinde seyahat edebilecek’ der. Ama şimdi baktığınızda hala ‘Bir Müslüman kadın 90 kilometrenin ötesine gitmemeli’ diyenler var. Bazı fıkıh alimlerine sorarsanız benim bu kadar seyahat yapmam, dünyanın her bir yanına tek başına gitmem olmaması gereken şeyler. Ama Peygemberimizin 1500 sene önce koymuş olduğu çıtaya bakın. Bugün de sorunlar yok mu? Mesela Pippa Bacca bir yola çıktı başına neler geldi. İslamın temel hedefinde bütün kadınların yeryüzünde emniyetle varolması var. İlahiyatçılar ilim için Endülüs’ten çıkıp Çin’e giden Fatıma Binti’den söz etmişlerdi bir sempozyumda. Bunun sağlanması için seferber olmak dururken mevcut emniyetsizliği değiştirilemez olarak kabul etmek islamın atılımlarıyla çelişir. Durumu de facto kabul edip kadını da bunun içinde konumlandırmak. Herşey çok tehlikeli, o zaman evimizde oturalım. Senin vazifen bu tehlikeleri kötü telakkileri gidermek. Bu verili dünyevi ve zihinsel alana, kötücül dünyaya teslim olmak değil.
Bu söylediklerinizi dayatmayan bir ortamda mı yetiştiniz?
Ben kendi ailemde hiçbir ayrımcılığa uğramadım. Hatta babam sonsuzca kendimi gerçekleştirmemin arkasında oldu. ‘Kızım Fizan’a kadar gidebilirsin, ben senin arkandayım’ diyen bir babayla büyüdüm. Yaşadığım en büyük sıkıntıyı laiklik, çağdaşlık adına bana yapılan baskılar oluşturdu. Şimdiki genç kızlara baktığımda ise o baskıcı zihinlerin kısmen havalandığını, o siyah tortuların yavaş yavaş açıldığını, kör noktaların aydınlanmaya başladığını, eşitlik duygusunun, birarada yaşama iradesinin özümsendiğini görüyorum ben.
GÜÇ ALANLARI HALA SEKÜLER KADINDA
Bu deneyimlerden geçmiş birisi olarak kendisini laik, cumhuriyetçi diye tanımlayan gruptaki kadınların son dönemde kendi yaşam biçimlerine karşı bir baskı oluştuğunu hissetmesi doğal mı? Mahalle baskısı şimdi onlara mı döndü gerçekten?
Bize yaşatılanların kimseye yaşatılmasını istemem. Bu tecrübeden sonra başka insanların hakkının, hukukun çiğnenmesinin karşısında her zaman olurum. Fakat baskı söyleminin çok abartılı olduğunu düşünüyorum. Böyle bir mahalle baskısını hisseden varsa buna saygı duyarım. Birisi ‘ben bunu hissediyorum’ diyorsa ‘hayır böyle bir şey yok’ diyemem. Bize bu yapıldı, ben de aynısını başkasına yapmak istemem. Fakat ailemde çevremde sayısız laik başı açık kadın var, kişisel gözlemime göre böyle bir baskı yok. Kaldı ki hala o güç alanları, edebi kamu, karar alma mekanizmaları, kamu alanı kendini seküler olarak tanımlayan kadınların elinde. Herhangi bir el değiştirme sözkonusu değil ki. Sanki eşitlenme korkusu, imtiyazların kaybedilmesi korkusu var daha çok. İktidar el değiştirmiş falan değil. Zaten ben böyle bir el değiştirme de istemiyorum. Ben eşitlik duygusu içinde herkesin dilediğince varoluşunu gerçekleştirmesini istiyorum.
BAZI DİZİLERİ RTÜK’E ŞİKAYET EDİYORUM
Başbakan Muhteşem Yüzyıl dizisine çok sert çıktı. Ama reytingler ülke genelinde dizinin çok sevildiğini söylüyor. Muhafazakarları gerçekten kızdırıyorsa, burada bir çelişki yok mu?
(Gülüyor) Seyirci de Ak Parti’nin tabanı zaten evet. Aslında Muhteşem Yüzyıl’ın popüler olmasının çok sebebi var. Bilinmeyen bir tarihin bir şekilde deşifre edilmesinin büyüsü. Kostümler kadınları cezbeden birşey. Tarihin o dönemine dair bir merak. Savaşlardan söz edilmiyor deniyor ama insanlarda daha çok kapalı olana, mahrem olana bir merak vardır. Ama diğer diziler de çok popüler ve bunların çoğuna karşı ben de tutucuyum. Yüzde 90’ında ortada bir kız var ve bütün aile fertleri ona aşık ve baba oğul mesela bu yüzden yumruklaşıyor. Başka bir dizide, iki kız kardeş aynı adama aşık ve aralarında çatışma. Sürekli ensest ilişkiler. Aile içindeki, toplum içindeki bütün değerleri istismar eden temalar.
Kurgu bunlar ama hayatın içinde hiç mi yok böyle örnekler?
Hayatın içinde bu kadar yaygın mıdır? Her iki erkek kardeş aynı kıza mı aşık olur? Milyonda bir olacak şeyler bunlar. Sanki sık sık olan, olması gereken şeylermiş gibi lanse ediliyor ve değerler yerle bir oluyor. Toplumda inanılmaz bir ahlaki yozlaşmadan bahsedebiliriz ve bunda dizilerin de etkili olduğunu düşünüyorum. Diziler hakkında çok tutucuyum. RTÜK’e de defalarca telefon açtım itiraf ediyorum, şikayet ediyorum. Toplumun en süfli tarafına hitap eden hikayeler seçiliyor hep. Canalıcı meselelerimiz senaristlere cazip gelmiyor.
ÇAMLICA’YA HAYIR TAKSİM’E EVET
Çamlıca’da otuyorsunuz, sizce planlanan yeni cami bir gereklilik mi?
Çamlıca bir orman, artık İstanbul’da tükenmekte olan çam ağaçlarının olduğu bir yer. Ben Çamlıca’da ormanın içine hiçbir malzeme taşınmasını istemiyorum. Problem bu. Oraya demir, çimento, taş, tuğla, hiçbir şeyin gelmesini istemiyorum. Dünyanın en güzel camisi yapılacak olsa da, projelendirilip en zarif form bulunsa da toprak ve ağaca ihtiyacım daha çok. Elbette camilere karşı olduğum düşünülemez ama kuş bile görecek çok az yer kaldı İstanbul’da. Çamlıca tamamen beton zaten artık, adı kaldı yadigar. Oranın tevazusunu bozacak lüks restoranların, yapıların gelmesini de istemiyorum ben. En güzel bina bile olsa, o bana Çamlıca’da malzeme yığını olarak görünecek. O tepe zaten çok da küçük. O tevazusuyla, Boğaz’ı hasır iskemleler üzerinden seyredebileceğimiz, çay içtiğimiz, az para ödediğimiz bir yer olarak kalmasını istiyorum.
Peki ya Taksim?
Taksim’e cami istiyorum acilen. Çok sık gittiğim bir yer ve gittiğimde hep namaz kılma problemiyle karşı karşıya kalıyorum. Çoğu zaman işlerimi tamamlayamadan koşa koşa eve geri dönmek zorunda kalıyorum. Ama Taksim’e caminin de sessiz sedasız, sadece ihtiyaç olduğu için, çok da büyütmeden abartmadan şık bir şekilde yapılmasını istiyorum. Eskiden orası Levantenlerin yaşadığı camiye çok da ihtiyaç olmayan bir yerdi. Fakat artık Taksim’in insan profilinin değiştiğini kabul etmemiz lazım. Yüzbinlerce Müslüman dolaşıyor, gelen turistler de var.
SON VİDEO HABER
Haber Ara