Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

TMK'da değişiklik sinyali

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ''Eğer bir basın mensubu Terörle Mücadele Kanunu'ndaki maddeleri kendisi için bir pranga olarak görüyorsa, propagandaya ilişkin 6 ve 7'nci maddelerdeki suç unsurlarını yeniden düzenleyerek bir değişiklik yapabiliriz. Ama örgüt adına eylemde bulunmak gibi konulara dokunmamız mümkün değil'' dedi.

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-11-30 14:45:16

TMK'da değişiklik sinyali
TIMETURK / Haber Merkezi


Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenen ''Yerel ve Bölgesel Medya Buluşması'' toplantısına katılmak için Marmaris'e gelen Bülent Arınç, toplantının gerçekleştirildiği otelde TRT Haber kanalında ''45 Artı'' isimli programın canlı yayınına katıldı.

Programda, ''Gazetecileri Koruma Komitesi'nin Ekim 2012 raporunda Türkiye'deki basın özgürlüğünün kriz seviyesine ulaştığının açıklanması ve hapisteki 76 gazeteciden 61'inin gazetecilik faaliyeti nedeniyle ceza aldığının iddia edilmesi'' ile ilgili, şunları söyledi:

''Sadece bu komite değil, başka kuruluşların yazdığı raporlarda da özellikle son yıllarda Türkiye ile ilgili doğru olan, yanlış olan hususlar var. Belki siyasi amaçlarla da bunların kullanıldığını düşünebiliriz, belki de Türkiye'yi bazı noktalarda sıkıştırma amacına uygun diyebiliriz. Bir ihtimal de yazdıkları tamamen doğrudur. 'Türkiye'de gazetecilik mesleğini yapanlar tehdit altındadır, bir kısmı içerde ve bir kısmı da tutuklu olarak mahkemeleri devam etmektedir' diye düşünebiliriz. Bunların hepsini bir arada düşünmek mümkün. Söz konusu rapor konusunda Adalet Bakanı'mız bir açıklama yaptı. Hatta isim isim onların iddia ettiği kişilerin hangi konumda olduğunu ilan etti.''

Aynı konunun medyadan sorumlu bir bakan olarak kendisine de Plan Bütçe Komisyonu'nda sorulduğunu belirten Arınç, bilgilerini komisyondakilerle paylaştığını söyledi.

Söz konusu raporu Türkiye'den yazan 3 kişi olduğuna işaret eden Arınç, ''Benim sorduğum yüz kişiden 98'i bunları tanımadı. Biz tanıdık bir vesileyle. İnanıyorum ki onların yazdığı bu raporu aynı şekilde kabul etmek suretiyle bu kurum yayınlamış oldu. Bu raporu hazırlayanların taraflı olduğunu söyleyebilirim. Bunun bilinçli bir şekilde, gerçeklere uygun olmayarak Türkiye ve hükümetimizi köşeye sıkıştırmak amacıyla hazırlandığını düşünebilirim. Bunlar geçen sene de bir rapor yayınlamışlardı. Başkaları o rapordan dolayı kurumu eleştirdi. Çünkü orada sadece gazetecilik faaliyetlerinden dolayı içerde oldukları söylenen 8 kişi yazılmıştı. Bu sene ne olduysa bu sayı yüzlerin üstüne çıktı. Halbuki geçen seneki isimler bu yıl da var. Bunun dışındaki isimler ya adi suçlardan tutuklu veya hükümlü bulunanlar ya da terörle mücadele kanunu gereği hüküm giymiş insanlar'' diye konuştu.

-''Şiddet ve terörü teşvik etmeyecekler ve kullanmayacaklar''-

Basın özgürlüğü denildiği zaman, gazetecilik faaliyetlerini gazetecinin sınırsız bir özgürlük içinde yapması gerektiğini ifade eden Arınç, basın mensuplarının eleştiri ve habercilik haklarını kullanmaları gerektiğini vurguladı.

Ancak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında olduğu gibi gazetecilerin suç işlenmesini tahrik edici davranışlarda bulunmaması gerektiğini anlatan Arınç, ifade özgürlüğünün genel anlamda sınırının bu olduğuna dikkati çekti.

''İkincisi şiddet ve terörü teşvik etmeyecekler ve kullanmayacaklar. Üçüncüsü de kişilik haklarına saygı gösterecekler, özel hayata girmeyecekler'' ifadelerini kullanan Arınç, şöyle devam etti:

''Gazetecilik faaliyetleri kitap yazmaktır, karikatür çizmektir, gazete çıkartmaktır, televizyon kurmaktır ve düşüncesini her açıdan faaliyet olarak ortaya koymaktır. Bu konuda bir eksiklik varsa, yasal bir statü varsa o zaman özgürlüğün olmadığından bahsedebiliriz. Onun için hükümeti ve parlamentoyu suçlayabiliriz. Çünkü hükümet, bu özgürlük sınırlanmışsa bunun sorumlusudur, parlamento da bu sınırlamaları kaldırmadığı için ayrıca sorumludur. Şimdi burada isimleri geçenlere tek tek baktığımızda iki konu var. Kitap yazarken, karikatür çizerken, köşe yazısı yazarken bu kişi ister sarı basın kartı sahibi olsun ister olmasın, onu almak şart değil, kendisini gazeteci olarak ifade etmişse yazdıkları konusunda genel kısıtlayıcı hükümlere dikkat etmek şartıyla her şeyi yapabilir. Ancak gazeteci de olsa onu sınırlayan iki şey var. Birincisi Türk Ceza Kanunu, ikincisi ise Terörle Mücadele Kanunu.''

-'''Terörle Mücadele Kanunu tamamen kalksın' diyecek bir parlamentere rastlamadım''-

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, gazetecilerin suç işleme imtiyazı olmadığını dile getirerek, ''Gazeteciler şahsi olarak bir suç işleyebilirler. Allah korusun birisini öldürebilirler, hırsızlık yapabilirler, darp suçu işleyebilirler. Bunu doktor da avukat da bir parlamenter de gazeteci de yapabilir. Genel hükümlere göre ceza alır, gazetecilik sıfatı onu kurtarmaz'' dedi.

Terörle Mücadele Kanunu'nun 1991 yılından beri bulunduğunu ve daha sonra bazı maddelerinin değişikliğe uğradığını belirten Arınç, Türkiye'nin terörle mücadele ederken bu kanuna ihtiyaç duyduğunu söyledi.

Bir kişi elinde silahla terör örgütü adına bir eylem yaptığı için ceza alıyorsa, kanundaki maddelere aykırı hareket edenin sıfatı gazeteci de olsa suçu işlediği zaman karşılığında bir cezası olduğunu anlatan Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Bundan şikayetçi olanların söyleyeceği tek bir şey var. 'Bu Terörle Mücadele Kanunu tamamen kalsın. Biz istediğimizi yazalım, istediğimizi söyleyelim, istediğimizi çizelim ama ceza almayalım. Belki BDP hariç hiçbir siyasi parti bunun sorumluluğunu üstlenemez. 'Terörle Mücadele Kanunu tamamen kalksın' diyecek bir parlamentere 40 yıllık bir siyasetçi olarak rastlamadım. Ancak 'Terörle Mücadele Kanunu'nun şu şu maddeleri kalksın' diyebilirler. Nitekim bu maddelerde bazı değişiklikler zaman içinde yapıldı. Üçüncü Yargı Paketi'nde basın yoluyla işlenen suçlarda bir erteleme getirildi.''

Gazetecilerin yaptıkları işten dolayı daha fazla özgürlükten faydalanması gerektiğini vurgulayan Arınç, bu pozitif ayrımcılığın Türkiye'de uygulandığını kaydetti.

Arınç, şöyle dedi:

''Dördüncü Yargı Paketi'nde eğer bir basın mensubu Terörle Mücadele Kanunu'ndaki maddeleri kendisi için bir pranga olarak görüyorsa, propagandaya ilişkin 6 ve 7'nci maddelerdeki suç unsurlarını yeniden düzenleyerek bir değişiklik yapabiliriz. Ama örgüt adına eylemde bulunmak gibi konulara dokunmamız mümkün değil. Terör örgütünün doğrudan propagandasını yapan, onu bir kahraman gibi gösteren, onun eylemlerine alkış tutan her şey yasa çerçevesinde propaganda suçunu oluşturuyor. Ancak Avrupa kıstaslarında bu propagandanın terör ve şiddeti bir eylem olarak kullanma unsuru yoksa, kanundan bunu çıkarma imkanı olabilir. Bu Adalet Bakanlığı'mızın da üzerinde çalıştığı bir konudur.''

-Anadilde savunma-

Arınç, ana dilde savunma ile ilgili olarak, ''Bunu sadece bir Kürt yurttaşımızın Kürtçe savunma yapma isteği gibi kabul etmemek lazım. Belki mesele oradan çıktı, belki onun üzerinden tartışılıyor, ama 4 kuşaktan bir Alman savunmasını Almanca yapmak isterse kanun maddesi ona da imkan tanıyor. Her insan için farklı şekilde düşünmek mümkün. Sadece Kürtçe olarak değil. 'Ben son savunmamı Arapça yapmak istiyorum, çünkü ben Arapça konuşan bir aileden geliyorum, yıllardır bu dili konuşuyorum' diyen bir Mardinli, Şanlıurfalı bir başka Siirtli, onlar için de mümkün olabilecektir, bir Alman için de mümkün olabilecektir'' diye konuştu.

Anadilde savunma hakkının sadece Kürt vatandaşlar veya Kürt olmadığı halde Kürtçe savunmasını belli amaçlarda yapmak isteyenler için tanınan bir hak olmadığına işaret eden Arınç, ''Burada şöyle bir ayrım var. Yargı dilinin Türkçe'den farklı olmaması lazım. Eğitim dili Türkçe ise yargı dili de Türkçe olmalı. Son savunması sorulan kişi istediği dilde savunmasını yapmak isteyebilir. Bu savunma hakkına yönelik verdiğimiz bir karardı'' diye konuştu.

''25 yıllık bir avukat olarak söylüyorum, savunma hakkı kutsaldır'' diyen Arınç, ''Bir insan savunmasında her şeyi konuşabilir, her şeyi söyleyebilir. Hakim onu dinlemek mecburiyetindedir. Delil gösterir, savunma yapar, isterse masal anlatır, hakim onu dinler, son savunması olduğu için. Son savunma noktasına gelmiş bir insan 'ben şu dilden savunmamı yapmak istiyorum' derse eskiden bu mümkün değildi şimdi mümkün'' diye konuştu.

Yaşanan gelişmelerin açlık grevleri ile bağlantılı olmadığını ifade eden Arınç, ''Bu son olaylarla bağlantılı değil. Aslında biz bunu kanunlaştırmak için geç kaldık. Çünkü bunu iki seneden beri konuşuyoruz. Son olarak 30 Eylül'de büyük kongremizde sayın genel başkanımızın konuşmasıyla birlikte bir siyasi manifestomuz yayınlandı. Dolayısıyla biz, açlık grevleri başlamadan çok önce bu meseleyi düşünmüş ve kanun yapmak üzere karar vermiştik'' dedi.

-''Kürtler Anadolu'da bin yıldan beri var''-


Kürtlerin Anadolu'da bin yıldan beri var olduğunu anlatan Arınç, şunları söyledi:

''Kürt sorunu belki 30 yıldan beri sorun olmuş, konuşulmuş, tartışılmış, bazen isyanlar olmuş, bazen karşı koymalar olmuş. Bu bir kimlik meselesi... Yani 'benim kimliğim budur' demek insanlara yasaklandığı için bu yasaklamadan kaynaklanan siyasi, toplumsal, sosyal çok fırtınalar esmiş. Çünkü çok haksızlıklar yapılmış, insanlar çok cefa görmüş. Kürtçe konuşamazsınız diye kanun çıkarmışlar. Diyarbakır Cezaevi'ne konulan, başka cezaevlerindeki bütün mahkumlara da olmadık eziyetler yapılmış. Bir insan kendi etnik kökenini, kendi kimliğini söyleyemezse o kimliğin gerektirdiği insan hakları, anayasal hakları da kullanamazsa o zaman bir sorun vardır. Bu sorun hiç bir zaman yok olmaz, kronik hale gelir ve içinden çıkılmaz nokta olur.''

Geçmişte siyasetçilerin ve bilim adamlarının Kürt sorunu ile ilgili konuşmalarını da bildiklerini söyleyen Arınç, şöyle devam etti:

''Başbakanımız da 2005 yılında Diyarbakır konuşmasında meseleyi tamamen ortaya koydu. 7Bu mesele şu olsun veya bu olmasın vardır ve biz bunu çözmek için adımlarımızı atıyoruz' dedi. Bu çok büyük bir güvenceydi Türkiye için ve biz buna uygun olarak çok güzel şeyler yaptık. Kürtler Anadolu'da bin yıldan beri var, kimse inkar edemez. Onların bir dili var, bir medeniyeti var, gelenekleri örf ve adetleri var, inançları var. Bu toplumda da birlikte yaşamışız, birlikte yaşarken de çok mutlu olmuşuz. Cumhuriyeti de birlikte kurmuşuz. Aynı amaç uğrunda aynı birlikteliğimizi göstermişiz. ''

-Okullarda kıyafet serbestliği-

Arınç, eleştirilerin doğal olduğunu, fakat bu eleştirilerin çocukların pedagojik formasyonu üzerinden yapılması gerektiğini söyledi.

Okullardaki disiplin anlayışının çocukların sosyal konularıyla ilgili olması gerektiğini vurgulayan Arınç, ''Okullarımızdaki disiplin anlayışının çocuklarımızın sosyal konularıyla ilgili olması lazım. Maalesef görüyoruz ki CHP'nin bakışı sadece laikliğe aykırılık gibi, geçmişte ağızlarına sakız yaptıkları bir konuyla ilgili. Bu kıyafetlerin şöyle veya böyle olmasının laiklikle ilgisi yok. Bu yönetmelik değişikliğinin de laikliğe aykırı bir tarafı yok'' diye konuştu.

Arınç, Kılıçdaroğlu'nun zaman zaman çok aşırı ve çok çirkin ifadeler kullandığını ifade ederek, ''Sapıklık' gibi bir ifade kullandı ki yine kendi ağzından böyle herhalde gayri ihtiyari saçma bir söz çıktı diye düşünüyorum. Yani çocukların kolsuz kıyafet giymesine karşı olan düşünceyi veya bunu yasak sayan bir anlayışı sapıklık olarak tasvip eden bir ana muhalefet liderini ben ilk defa görüyorum. Kılıçdaroğlu'nun dilini biraz daha dikkatli kullanması lazım ve ağzını temiz tutması lazım. Yarın iktidar olmaya namzet bir ana muhalefet liderine boş konuşmak, çirkin kelimeler kullanmak yakışmaz. 20 defa eleştirebilirsin bu yönetmeliği ama bunun laiklikle, Atatürkçülükle, sapıklıkla bağlantısını kurmak hiç kimseye bir şey getirmez'' diye konuştu.

Yönetmeliğin, eleştirileri görmek için önümüzdeki yıl yürürlüğe gireceğini hatırlatan Arınç, ''Sanki 3 gün sonra yürürlüğe girecekmiş gibi 'öldük, bittik' demenin doğru bir tarafı yok. Eleştiriler belki yönetmeliğin değişmesine de yol açacak, yeter ki haklı eleştiriler getirelim. Ama böyle tam karşıdan 'laiklik elden gitti' diye başlarsanız vallahi sizi dinlemeyiz'' dedi.

-Kürt meselesi-

TRT'nin bugün 15 kanalının bulunduğunu ve bir kanalının tamamen Kürtçe yayın yaptığını belirten Arınç, şunları söyledi:

''Bu, 10 sene evvel yoktu. Geçmişte bunların hiç birisi yoktu, biz bunları koyduğumuz zaman o yörenin halkı geldi ve 'Size hükümetiniz olarak teşekkür ediyoruz. Bunlar yoktu, biz İran televizyonları seyrediyor, Ermenistan radyolarını dinliyorduk. Şimdi kendi televizyonumuzu izliyor, kendi radyomuzu dinliyoruz' dedi. Biz bunu başarmış bir hükümetiz. Şimdi seçmeli Kürtçe dersini haftada 2 gün müfredatına koyan bir hükümetimiz var. Bu öğrenciler için öğretmen yetiştiriyoruz. Bunlar için alfabe bastırdık ve bu dilin öğrenilmesi konusunu seçmeli bir ders haline getirdik.

Bir Kürt vatandaş bugüne kadar bizden hangi haklı bir talepte bulunmuşsa, köylere geri dönüşten terör mağdurlarına, tazminat ödemeye kadar bir takım imkanlar sağlayarak onları kalkındırmaya çalıştık. Kürt meselesinde kimse artık 'Şu olmadı' diyemeyecek bir noktadayız. Bir tarafından da terör var ve terörün çok vahşi eylemleri var. Bu eylemlere karşı da mücadelemizi sürdürüyoruz. Ama onu yaparken bile 25 kişinin sığındığı mağarada onları canlı alabilmek için uğraştık. Yoksa içeriye el bombası atardık, içeridekiler giderdi. Bir gün bekledi askerimiz. Çıkanların üzerine parkasını koydu, karnını doyurdu, su içirdi. Hukuk içerisinde terörle mücadele yapıyoruz.''

-Dokunulmazlıkların kaldırılması-

Anayasa'nın 83. maddesinin yasama dokunulmazlığını kapsadığını anlatan Arınç,bu maddenin 1961 ve 1982 anayasalarında da olduğunu kaydetti.

Bütün dünya parlamentolarında yasama dokunulmazlığı imtiyazının milletvekili için bir hak olduğuna dikkati çeken Arınç, şöyle devam etti:

''Milletvekili bir verdiği oylardan sorumlu değildir, iki yaptığı konuşmalardan dolayı sorumlu değildir. Ama diyelim ki Türk Ceza Kanunu'na göre veya başka ceza kanunlarına göre işlemiş olduğu bir suç varsa onun seçilmeden önce işlenmiş olmasıyla seçildikten sonra işlenmiş olmasını dokunulmazlık maddesi kapsıyor. Kimsenin kafasını karıştıracak sözler söylemek istemiyorum. Çünkü herkes bir tarafından tutuyor, herkes dokunulmazlığın işine gelen tarafını konuşuyor. Basitleştirelim olayı... Bir milletvekilinin dokunulmazlığının kalkması yoluna gidilecekse, önce savcılığın o suçla ilgili olan bir fezlekeyi Adalet Bakanlığı kararıyla Meclis'e göndermesi lazım. Komisyonlar toplanır ve eğer suç vahimse, dokunulmazlığın kalkması gerekiyorsa ona göre rapor hazırlarlar. Yok 'o kadar vahim değil dönem sonuna kalsın' derlerse ona göre rapor hazırlarlar. Bunların hepsi olmuştur Meclis'imizde.''
SON VİDEO HABER

Iğdır'da AK Parti İl Başkanlığı binasına molotoflu saldırı

Haber Ara