'Savaşın şeytanı ya da şeytanın savaşı'
Pulitzer Ödüllü gazeteci ve yazar Chris Hedges’in Afganistan İşgalinin 11’nci yıldönümünde New York’taki bir gösteride yaptığı konuşmayı Timeturk okurları için tercüme ettik.
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-10-09 14:51:33
Pulitzer Ödüllü gazeteci ve yazar Chris Hedges’in Afganistan Savaşı’nın 11’nci yıldönümünde New York’taki bir gösteride yaptığı konuşmayı Timeturk okurları için tercüme ettik.
Burada bulunan birçoğumuz içimizde ölümü taşır. Çürümüş ve şişmiş cesetlerin kokusunu. Yaralıların feryatlarını. Çocukların çığlıklarını. Silahların seslerini. Sağır eden patlamaları. Korkuyu. Barutun ufunetini. Dehşete teslim olup hayatınız için yalvardığınızda gelen aşağılanmayı. Dostlarınızın ve silah arkadaşlarınızın yitişini.
Ve ardından gelen sonu. Uzun yabancılaşmayı. Hissizliği. Kabusları. Uykusuzluğu. En çok sevdiklerimiz dahi tüm yaşayan şeylerden kopuşu. Pişmanlığı. Etrafımızda onur, kahramanlık ve zafer hakkında dillendirilen iğrenç yalanları. Anlamsızlığı. Beyhudeliği. Faydasızlığı.
Savaşı en sonunda bilenler sadece sakat kalanlardır. Bizlerdir, sakat kalanlar. Bizlerdir, kırık-dökük ve aksayanlar. Bağışlanmak dileriz. Kefaret ararız. Sırtımızda bu korkunç ölüm yükünü taşırız. Çünkü ölümdür, savaşın özü Onun ağırlığı omuzlarımıza çöker ve ruhlarımızı tüketir. Onu tüm hayatın içine sürükleriz. Yokuşlarda ve inişlerde, yollarda, hayatlarımızın en gizli ve özel yerlerinde yanımızdadır. Asla bizi terk etmez. En iyi bilenler bilir ki içimizde barınan konuşulamayacak bir şey; bir şeytan vardır. Bu şeytan mahremdir. Kişiseldir. Adını telaffuz dahi etmeyiz. Yapılan ya da yapılmamış şeylerin şeytanıdır bu. Savaşın şeytanı.
Savaştan bahsetmeyiz. Savaş ancak uzun ve boş bakışlardadır, sessizliklerde, titreyen parmaklarda, birçoğumuzun derinlere gömdüğü anılarda ve gözyaşlarındadır.
Savaşı tasvir etmek imkansızdır. Anlatılar, hatta savaş-karşıtı anlatımlar dahi mantıksızı mantıklı kılar. Anlatılmaz olanı anlatılır; tutarsız tutarlı; alçak olanı güzel yapar. Tüm kelimeler ve resimler, tüm tartışmalar, tüm filimler, savaşın tüm çağrışımları; iyi ya da kötü ne olursa olsun iğrençtir. Söylenecek bir şey dahi yoktur. Sadece izler ve yaralar vardır. Bunlardır içimizde taşıdığımız. Bunlardır ifade edemediklerimiz. Dehşettir, dehşet.
Savaş, katillerine can almak için Tanrı-benzeri bir güç verir. Ve bugün burada o gücü hissetmiş ve kullanmışlar var. Onlar, diğer insanları nesnelere dönüştürdüler. Onlar öldürürken kendilerini nesnelere, makinelere, ölüm araçlarına, savaş gaddarlarına ve savaş kurbanlarına dönüştürdüler. Ve onlar artık tekrar makineler olmak istemiyorlar.
İçimizdeki savaşın donukluğu ile hayatın içinde dolanırız. Kaçış yoktur. Huzur yoktur. Korkunç bir gerçeği, varoluşsal bir gerçeği biliriz. Savaş, kiliselerimizin, okullarımızın, basınımızın, sinemamızın, kitaplarımızın ve hükümetimizin bizim hakkımızda, kim olduğumuz hakkında söylediği hamiyet ve müşterek erdem yalanlarını ortaya çıkarır. Ve bizler, bu yanılsamalar arasından bakarız. Fakat bu gerçeği konuşanlar dışlanır ve sürülür. Hayaletler olur. Garip bir topraktaki garipler...
Erkek ve kız kardeşlerimiz kimlerdir? Ailemiz kimdir? Kimler olduk? Bir zamanlar hor gördüğümüz ve öldürdüğümüz kişiler haline geldik. Düşmanlara dönüştük. Annemiz, katledilen çocuğu üzerinde ağlayan anadır. Biz bu çocuğu öldürdük; Afganistan’ın bir kerpiç-duvarlı köyünde ya da Felluce’nin kum-dolu bir mezarlığında. Babamız bir barakada demir-saçan bombanın patlamasıyla felç olmuş yatıyor. Kız kardeşimiz, Kabil’in dışındaki bir mülteci kampında, dul, umutsuzca fakir, tek başına çocuklarını yetiştiriyor. Erkek kardeşimiz, evet, kardeşimiz, Taliban’da, Irak direnişinde ve El-Kaide içerisinde. Otomatik bir silahı var. Öldürüyor ve o da biz oluyor. Savaş her zaman aynı vebadır. Aynı ölümcül virüsü açığa vurur. Ötekinin insanlığını, değerini, varlığını öldürmek ve ölmek için reddetmeyi öğretir.
Bir bütün olmayı dilediğimiz günler var. Bu yükten kurtulabileceğimiz istediğimiz günler. Masumiyetlerinde, Amerika’nın fıtri iyiliğine, savaşın haklılığına ve bizim aşağılık olduğunu bildiğimizi kutlayanları kıskanırız. Bazen bu bizi ölümü, onun huzurunu dilememize neden olur. Fakat korkunç gerçeği çok fazla biliriz. James Baldwin’in sözlerindeki gibi “Gerçeğe gözlerini kapatanlar basitçe kendi yıkımlarına davetiye çıkarır. Ve masumiyetin ölümünden uzun süre sonra dahi masumiyet halinde kalmada ısrar edenler kendilerini bir canavara dönüştürür”. Ve bizler canavar olmak yerine acı içinde eksik ve sakat olmayı isteriz ki bazılarımız bir zamanlar canavardı.
Sizi iyileştirmem. Asla iyileşemeyeceksiniz. Görünen ya da görünmeyen yaralarınızı saramam. Her şeyi düzeleceğine dair sözler veremem. Amerika’nın laneti olan o çocuksu ve neşeli iyimserlikten bahsedemem. Size sadece kalkıp, yükünüzü omuzlayıp devam etmenizi söyleyebilirim. Size sadece sizi, ulusu yiyip bitiren bu güçlere, savaşın bu vebasına her daim karşı çıkmalısınız diyebilirim.
Bazen öksüz bir çocuk gibiyim.
Evimden çok uzak. Evimden çok uzak.
Bizim yüzümüzden küplere binenler, savaştan kar eden bankalar ve mali kurumlardır. Savaş, bazıları için, bir ticarettir. Ve tüm ülkede, boydan boya, ölüm araçlarından başka hiçbir şey üretmeyen askeri endüstrilerin labirenti bulunur. Ki bazılarımız bir zamanlar bunlara hizmet etti. Karşı çıktığımız ölümdür, kendi ölümümüz değil; ölümün o muazzam şirketine karşı çıkıyoruz. Güç ve kişisel servet için karanlık, ilkel ihtirasları, savaşın ve hamiyetin aşırı-erkeksi dili; zayıfın, masumun katledilmesi ve adaletle dalga geçmek için kullanılır... Ve biz savaşın bu kelimelerini kullanmayacağız.
Bu şeytandan kaçıp kurtulamayız. Bazılarımız içerek, ilaçlarla ve kendi-kendini mahvederek bunu denedi. Bu şeytan hep bizimle olacak. Çünkü biz bu şeytanı biliyoruz, kendi şeytanımızı, bırakmadığımız ve teslim olmadığımız şeytanı. Çünkü şiddetten-beri olduğumuz için şiddeti biliyoruz. Ve biliyoruz ki bu bizimle ilgili değildir; bize bunu savaş öğretti. Bu öteki, yolun öte tarafında yatan hakkındadır. İnançlara ve yeminlere, dine ve millete karşı çıkarak, düşmanımız elinden tutup kaldırmak hakkındadır. İyileşme ve sevginin tüm amelleri ki savaşa karşı çıkmak sevginin tasdikidir, bizleri evrenin engin güçlerine karşı haykırmamızı sağlar. Ne kadar kırık-dökük olursak olalım, çaresiz değiliz. Ne kadar meyus olursak olalım umutsuz değiliz. Ne kadar zayıf hissedersek hissedelim bizler her zaman, her daim direneceğiz. Gerçekte bu direnişte bizler kurtuluşumuzu bulacağız.
Bu konuşma Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.
SON VİDEO HABER
Haber Ara