Şii dünyası tezkereyi nasıl okudu?
Uluslararası Ortadoğu Araştırma Merkezi, Suriye tezkeresi sonrası Şii dünyasının tezkereyi nasıl okuduğunu araştırdı. Rapor Türkiye politikasının Şii grupları birleştirdiğini ifade ediyor
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-10-05 10:39:42
Uluslararası Ortadoğu Araştırmaları Merkezi'nden Dr.Kaan Dilek'in hazırladığı rapora göre "Türkiye’nin bugün gelinen noktada Ortadoğu politikasının özellikle de Suriye yaklaşımının Şii dünya için bir tehdit olarak algılandığı ve Ankara’nın izlediği politikaların bölgede farklı anlayışlardan olsa da Şii grupları birbirine yakınlaştırdığı ve bir eksende birleşmelerine neden olduğu görülmektedir"
İŞTE O RAPOR:
"Özellikle son bir yıldır Türkiye başta olmak üzere tüm bölge ülkelerinin en önemli dış politika gündemlerinden biri olarak görülen Suriye krizinin, geçtiğimiz iki gün içinde Akçakale’ye düzenlenen saldırı ve Türkiye’nin Suriye’ye misillemesiyle yaşanan gelişmelerle bambaşka bir evreye ulaştığı görülmektedir. Akçakale’de masum insanların hayatını kaybetmesine neden olan saldırıyla tırmanan Türkiye-Suriye gerginliği, Türkiye Silahlı Kuvvetlerinin henüz net olarak bilemediğimiz Suriye’deki hedefleri vurması ve bunun ardından TBMM’de hükümetin “yabancı ülkelere” asker göndermesini ya da hükümetin ulusal güvenliği tehdit ettiğini düşündüğü bir girişime karşı askeri bir karşılık verme hakkı, kabul edilen tezkereyle hükümetin inisiyatifine bırakılmıştır.
Tezkerede dikkatleri çeken en önemli hususun, ülke ismi belirtmeden yabancı ülkelere asker gönderilmesi ve görevlendirilmesi inisiyatifinin hükümete bırakılması olarak değerlendirilmektedir. Tezkere’de özellikle her hangi bir ülke adının yer almaması ve hükümetin ulusal güvenliğe tehdit içerdiğini düşündüğü ülkelere özelikle de İran ve Irak’a yönelik de bu durumu değerlendirebileceği ciddi olarak tartışılmaktadır.
Suriye krizi bağlamında düşünüldüğünde kendisini doğrudan gelişmelerin bir parçası olarak ilan eden İran’ın Tezkere kararından olumsuz etkilenmediğini ileri sürmek güçtür. Bunun yanı sıra Suriye’deki silahlı çatışmaların Irak’ta Maliki hükümetiyle Lübnan’da Hizbullah’ı da tehdit ettiğini söz konusu kesimlerin temsilcileri tarafından bir çok kez kamuoyuna deklere edilmiştir. Dolayısıyla Suriye’de yaşanan iktidar mücadelesinin bir parçası olarak yukarıda belirtilen ülke ve grupların da zamanla Türkiye’nin ulusal güvenliğinin tehdit eder bir konuma gelmeleri ihtimali göz ardı edilmemektedir.
'DİRENİŞ EKSENİ' SURİYE'DE REJİMİ DESTEKLİYOR!
Daha açık bir deyişle İran, Irak (Şii kesimi) ve Lübnan’da Hizbullah’ın Suriye ile birlikte oluşturduğu ve “Direniş Ekseni” olarak adlandırılan kampın mezhepsel yapısının Şiiliği kapsadığı belirtmek gerekir. Şii eksenin Suriye’deki silahlı mücadeleye doğrudan veya dolaylı olarak rejim yanlısı bir çizgide müdahil olmasına karşın Türkiye’nin de Riyad, Doha ve Batı merkezli bazı ülkelerle birlikte muhaliflerin yanında yer alması ister istemez “Şii Direniş Ekseni” ve Türkiye’nin karşı karşıya gelmesine yol açmaktadır.
Dolayısıyla Türkiye ve Suriye arasında yaşanan sıcak çatışma gündemiyle birlikte TBMM tarafından hükümete sınır ötesi askeri operasyon, asker gönderme ve görevlendirmeyle ilgili Tezkere’nin verilmesinin ardından “Direniş Eksenini” oluşturan Şii siyasi, dini ve askeri yapıları da dikkatlerini Türkiye’ye çevirmiştir.
Bu kapsamda Türkiye’nin Suriye’ye karşı başlattığı topçu atışı ve bu ülkedeki bazı noktaları hedef alması bir anda tüm dünyanın gündemine otururken Tahran’dan gelen ilk tepkilere bakıldığında İran Dışişleri Bakanlığının tarafların soğukkanlı olması yönünde mesajlar verdiği görülmektedir. Aynı zamanda Türkiye ve Suriye’nin bölge düşmanlarının oyunları karşısında uyanık olması gerektiğini vurguladığı görülmektedir. İran Dışişleri Bakanlığının konuyla ilgili üzerinde durduğu bir diğer husus ise Akçakale’yi hedef alan saldırının kaynağı ve nedenlerinin anlaşılmadan tarafların her hangi bir karşıtlığa girmemesi gerektiğidir. Bu tür saldırı ve bölge ülkelerinin birbirine karşı husumet oluşturmasının bölgede barış ve istikrara düşman olanların emelleri olduğuna vurgu yapılan İran Dışişleri Bakanlığı açıklamasında, ayrıca İran’ın Suriye krizinin çözümü için Dörtlü (İran, Türkiye, Mısır, S. Arabistan) Çalışma Komitesinin faaliyetlerini önemsediği ve krizin sadece siyasi girişimlerle çözüme kavuşabileceğini düşündükleri belirtilmektedir.
Dün İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı Rahimi’nin Ankara ziyareti kapsamında Türkiye Başbakanı ile yaptıkları ortak basın açıklamasında Akçakale saldırısı ve ardından Türkiye’nin Suriye’ye yönelik misillemesiyle ilgili sorulara verdiği yanıtlar, bir bakıma Türkiye’yi ve Suriye’de yaşanan silahlı mücadeleyi de kınadıklarını içermektedir. Rahimi, “Her nerede şiddet yüzünden kan dökülüyorsa yasa dışı yollarla kan dökülüyorsa bunları kınıyoruz. Şiddet içeren hiç bir işi kabul etmiyoruz” diyerek özetlediği değerlendirmesinde bir bakıma Türkiye’nin Suriye politikasını da tasdik etmediklerini ve ciddi şekilde bu politikaların eleştirildiğini belirtmektedir. Nitekim bir gazetecinin İran’ın ilk kez Suriye rejimini kınıyor şeklindeki bir değerlendirme ve sorusuna da “bu sizin görüşünüz” diyerek İran’ın doğrudan Suriye rejimini kınamadığını, şiddetin nereden gelirse gelsin karşısında olduğunu ve hatta Pakistan ve Afganistan’da ölenleri de unutmamak gerektiğini Başbakan Erdoğan’ın yanında bir kez daha ifade etmiş oldu.
Esasında resmi düzeyde bakıldığında İranlı yetkililerin Suriye krizinin silahlı mücadeleyle bir yere varamayacağını, krizin siyasi çözüme muhtaç olduğunu, ve bir şekilde Türkiye’nin Suriye’de destek verdiği silahlı mücadelenin sonuç alamayacağını ve Esad rejimiyle ilgili siyasi müzakere ve çözüm yollarının öne çıkarılması gerektiğini düşündüklerini dikkat çekmektedir. Öte yandan ortak basın açıklamasında ise Başbakan Erdoğan Suriye’deki silahlı muhalif grupları mazlum olarak bakıyoruz, mağdur olarak bakıyoruz, diye tanımlamasının İran’da rahatsızlık yarattığı düşünülmektedir.
'TÜRKİYE KENDİ YAKTIĞI ATEŞİN BEDELİNİ ÖDER!'
İran basınının genel hatlarıyla Akçakale saldırısı ve ardından Türkiye’nin Suriye’ye yönelik misillemesiyle ilgili değerlendirmelerine de bakıldığında, bugün Türkiye ve Suriye arasında yaşanan gerginlikle ilgili İranlı makamların bir yıl öncesinden Ankara yönetimini uyardığı ama Ankara’nın Tahran’ın uyarılarını dinlemediği ve Türkiye’nin Suriye’de kendi eliyle yaktığı ateşten çıkan dumanların bugün Türkiye halkının gözlerini yaktığı gibi görüşlerin ağırlık kazandığı görülmektedir.
İran’da medya ve devlet görevlilerinin yanı sıra din adamları ve kanaat önderlerinin de bu tartışmalara müdahil olduğu görülmektedir. İran’da toplumsal saygınlığı bulunan ve özelikle İran rejimi içinde bürokrasi ve diplomasi efradı için önemli bir din adamı olarak kabul edilen Ayetullah Mekarim Şİrazi’nin Türkiye karşıtı söylemleri ve Erdoğan hükümetini hedef alan açıklamaları da oldukça dikkat çekmektedir.
'SURİYE HALKI TERÖRİSTTİR!'
Ayetullah Şirazi basına yaptığı açıklamasında Afganistan, Pakistan, Irak ve Suriye’yi hedef alan düşmanca tutumları eleştirerek, özellikle küresel ve bölgesel güçlerin Suriye halkının kendi geleceğini belirleme hakkına müdahale ettiğini, Suriye halkının her ne olursa olsun kendi kaderini kendisinin belirlemesi gerektiğini ve Suriye krizinin sadece halkının iradesiyle çözüme kavuşabileceğini belirtti. Ayetullah Şirazi Türkiye, S. Arabistan ve Katar’ı Batılı ülkelerle işbirliği yaparak Suriye’yi kaosa sürüklemekle suçlayarak özellikle de Erdoğan hükümetinin Suriye’de yaşanan kaosun en büyük nedeni olduğunu açıklaması oldukça düşündürücüdür. Zira siyaset sahnesinin bir aktörü olmaktan ziyade toplumda kanaat önderi bir din adamı olarak Ayetullah Şirazi’nin Türkiye karşıtı düşüncelerinin aynı zamanda kendisini takip eden Şii dindar toplulukların da düşünce ve algısını yansıtması, Şii topluluklar arasında Türkiye karşıtlığının durumunu yansıtabilecek bir gösterge olarak okunabilir. Ayetullah Şirazi Erdoğan’ın İran, Rusya ve Çin’in Suriye tutumu yüzünden tarih karşısında utançla anılacağı sözüne karşılık Erdoğan hükümetine hitapla Türkiye’nin İsrail ile el ele vererek masum Suriye halkına kasteden teröristleri Suriye’ye gönderdiği iddiasında da bulunarak, bir Şii din adamı ve kanaat önderinin Erdoğan hükümeti ve Türkiye algısının ne derece olumsuz bir zemine kaydığı rahatlıkla görülmektedir.
Ayetullah Şirazi, 18 Temmuz’da Şam’da Suriye Ulusal Güvenlik Nerkezi’ne yapılan saldırı sonrası da yaptığı açıklamada, düşman güçlerin direniş cephesi olan Suriye’yi yıkmayı planladıklarını, bu yıkımın Suriye ile sınırlı kalmayarak Irak, Lübnan ve İran’daki emperyalist ve zorba güçler karşısındaki direniş cephelerine ulaşması için planlar yapıldığına değinerek, aslında Şii ulemanın Şam saldırısı ile direniş cephesinin daha doğrusu Şii dünyasının hedef alındığı yönündeki algısını en üst düzeyde teyit etmiştir.
İran’da rejime muhalif grupların da Akçakale saldırısı ve ardından Türkiye’nin Suriye’ye yönelik misillemesiyle ilgili değerlendirmelere yer verdiği ve İran’ın yanlış politikalarıyla bölgesel bir savaşı kapısına kadar getirdiği gibi eleştirilerde bulunduğu görülmektedir. Bu gruplar Suriye krizine taraf olan Türkiye’nin artık Esad rejimine karşı tüm gücüyle yükleneceği, Suriye içinde desteklediği silahlı gruplara yönelik desteğini artırarak Esad’ı zayıflatmak için her yolu deneyeceği ve bütün bu girişimlerin bölgesel bir çatışmaya dönüşerek bu çatışmaların baş aktörlerinden birinin de İran olacağı yönünde analizler yapmaktadırlar. Tahran yönetiminin yanlış politikaları sonucu İran halkının gereksiz bir savaşa tahammül etmek zorunda kalabileceğini düşünen bu gruplar, Türkiye’nin Suriye ile ve NATO’nun da İran ile sıcak çatışmalar yaşayabileceğini ve bu durumun tüm bölge halklarını topyekün bir savaşa sürükleyebileceğini düşünmektedirler.
İranlı muhtelif kesimler Türkiye’nin Suriye politikalarının devam etmesi ve krizin derinleşmesiyle birlikte bölge ülkelerinin kamplaşarak çatışmalara taraf olabileceğine dikkat çekmektedirler. İranlı üst düzey yetkililer daha önceleri defalarca Suriye’ye yapılacak her türlü askeri müdahalenin karşısında taraf olduklarını hatta Şam yönetimi ile imzalanan ikili savunma anlaşması gereği Suriye’ye yapılan saldırının Tahran’a yapılmış gibi algılanacağını belirtmişlerdi. İran’ın üst düzey askeri yetkileri daha önceleri Türkiye’yi Suriye girişimleri nedeniyle uyarmış ve Ankara’nın tehlikeli bir oyun oynadığını söylemişlerdir.
Tahran yönetimi Ankara’nın Suriye politikalarını değiştirmesi gerektiğini öne sürerek, Türkiye’nin Körfez ülkeleri ile başladığı Suriye macerasının kendisi için ağır faturaları olabileceğini açıklarken aslında gelişmelerle birlikte başta Türkiye, İran ve Irak’ın Suriye meselesi yüzünden karşı karşıya gelebileceklerini dillendirmiştir. Bugün TBMM tarafından hükümete verilen yetkiyle bir anlamda Ankara, Suriye meselesiyle ilgili bölgesindeki tüm ülkelere de açıkça mesaj vermiş ve Suriye politikalarından geri adım atmayacağını, bu doğrultuda bölge ülkelerine gözdağı verildiğini ilan etmiştir.
Sınırlarında dört Müslüman ülkenin (İran, Azerbaycan, Irak, Suriye) bir şekilde ya demografik olarak ya da siyasi iktidar olarak Şii İslam anlayışından olan ülkeler üzerinden Ortadoğu ve İslam Dünyasına açılan Türkiye’nin gerçekçi ve güven tazeleyici yeni bir Şii açılımına ihtiyacı vardır. Sınırlarımızın hemen yanı başında yaşayan Türklerin büyük çoğunluğunun da Şii İslam anlayışından olduğu düşünülürse Ankara’nın Şiilerle tekrar köprü kurabilecek politikaları hayata geçirmesi hayati öneme sahiptir.
Suriye’de silahlı gruplar ve rejim arasında yaşanan çatışmalar ve Esad rejimini hedef alan saldırıların muhatabı bizlerce Esad rejimi gibi görünse de bu görüntü bölgede farklı güçlerce farklı şekilde algılanabilmektedir. Suriye’de çatışma ortamının uzun vadede kendisine yönelebilecek bir tehdit unsuru olarak algılayan başlıca bölgesel güçler İran, Irak ve Lübnan Hizbullah’ı olmuştur. Şiiliğin siyasal ve dini mercileri, Esad rejimini eleştiren ülkelerin söylemlerindeki Alevilik ve Nusayrilik karşıtlığının zamanı geldiğinde Şiilik karşıtı ve Şia düşmanlığı olarak çok daha sert bir şekilde geri döneceğini hesaplamaktadır. Özellikle de Lübnan’da başta Hizbullah olmak üzere bu ülkedeki Şii topluluklar doğrudan bu hesapları yapan ve gelişmelerden derin güvenlik tehdidi algılayan konumuyla Türkiye ve Suriye arasında yaşanan gelişmelere de doğrudan tepki vermektedir.
LÜBNAN ŞİİLİĞİNİN TEPKİSİ
Suriye gelişmelerini birinci derecede kendi güvenlikleri için tehdit unsuru olarak algılayan ve Suriye’de başarılı olacak bir silahlı mücadelenin Lübnan’da direniş cephesini zayıflatacağını düşünen Hizbullah’ın önemli isimlerinden Naim Kasım, bölgede yaşanan tüm olumsuzluklara ve son olarak yaşanan Suriye gelişmeleri ve Türkiye-Suriye gerginliğinin Hizbullah’ın yapılanmasına ve güçlerini takviye etmesine mani olmadığı, Hizbullah’ın hızla askeri gücünü takviye ettiği ve özellikle de Hizbullah için kurulan tuzaklara düşmeden direnişe devam edecekleri yönündeki açıklamada bulunmuştur. Hizbullah’ın farklı makamlarından gelen açıklamalara bakıldığında da bu grubun Suriye krizinin bir parçası yapılmak istendiği gibi bir algıyla hareket ettiği ve Hizbullah’ın kendisi için kurulan tuzakların farkında olduğu ve kendi gücünü takviye etmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Hizbullah’a yakın Lübnanlı din adamları ve akademisyenlerin de yoğun bir şekilde Türkiye’yi Suriye konusunda tutumundan dolayı eleştirdikleri ve Ankara’nın Şam yönetimi karşıtlığı saplantısıyla bölgede çok büyük sorunların doğmasına zemin hazırladığını düşündükleri görülmektedir.
Lübnan Şiileri İslami Yüksek Meclisi Sorumlusu Şeyh Abdulemir Kablan da son olarak Suriye eksenli yaşanan gelişmeler ve Türkiye’nin Suriye’yi hedef almasıyla ilgili İran’ın bölgede alevlenen fitne ateşini söndürecek güç ve yetenekte olduğunu açıklayarak, Lübnanlı Şiilerin İran’ın yanında yer aldığını ve Suriye gelişmeleriyle ilgili Tahran’ın tutumunu benimsediklerini vurgulamaktadır. Özellikle İran Dini Lideri Ayetullah Hamenei’nin Suriye gelişmeleriyle ilgili alacağı kararları sonuna kadar destekleyeceklerini belirten Şeyh Kablan, açıklamalarıyla dolaylı olarak Suriye’de yaşanan gelişmelerin aktörleri arasında gösterilen Türkiye, S. Arabistan ve Katar karşıtı bir konuma sahip olduklarının altını çizmektedir.[
Öte yandan Lübnan Hizbullah’ı, Irak ve Körfez ülkelerinden Şii gruplarla birlikte Bağdat hükümetinin de eklemlendiği ve İran’ın önderliğinde Şii bir eksenle Suriye krizine taraf olduğunu defalarca ortaya koymuştur. Lübnanlı Şiilerin Türkiye, S. Arabistan ve Katar başta olmak üzere diğer bölge ülkelerinin Suriye krizinde oynadığı rol üzerinden güvenlik tehdidi algısı oluşturduğu ve Suriye’de değişim için yoğun çaba harcayan bu ülkelerin Suriye’den sonra kendilerinin hedef alınacağına inanarak refleksif tutum içinde Suriye’de yaşanacak gelişmelerden sonra Orta Doğu’da mezhep çatışmasına karşı koyamayacaklarını, bu sürecin kısa bir süre içerisinde yaşanabileceği yönünde bir algıya sahip oldukları açıkça görülmektedir.
IRAK ŞİİLİĞİNİN TEPKİSİ
Suriye’de yaşanan krizin öncelikle bu ülke ile sınırları olan ülkeleri doğrudan etkilediği, Suriye’deki silahlı çatışmaların Suriye ile sınır ülkeleri için ciddi güvenlik tehdidi olarak algılandığı herkesçe kabul edilmektedir. Bu noktada Suriye gelişmeleriyle ilgili ciddi güvenlik tehdidi algılayan ülkelerin başında Irak da gelmektedir. Özellikle de Irak Şiiliğinin Suriye krizinden doğan tehditlerle ilgili algısı Türkiye gibi diğer Suriye ile sınır olan ülkelerden çok daha farklı boyutları içermektedir.
Akçakale saldırısı ve ardından Türkiye’nin Suriye’ye yönelik misillemesinin yaşandığı gelişmeler sonrası hükümetin Tezkere inisiyatifinin Irak eksenli okumasına bakıldığında ilk göze çarpan değerlendirmenin Türkiye’nin Suriye ve Irak ile tarihsel bir hesaplaşmaya doğru hareket ettiğidir. Özellikle Iraklı Şiilerin Erdoğan hükümetine karşı duyduğu güvensizliğin son yaşanan gelişmeler ve Ankara’da hükümetin Tezkere girişimiyle daha derin kaygıları içerdiği de göze çarpmaktadır.
Şii basın yayın organlarında dikkat çeken konulardan biri de “Suriye’de yaşayan Iraklı Şiilerin Türkiye’nin desteklediği silahlı gruplarca katledildiği ve Suriye’deki Iraklı Şiilerin doğrudan hedefte olduğu algısının Irak Şiiliğinin artık kanıksadığı ve Suriye’den sonra sıranın kesinlikle Iraklı Şiilere geleceğinin” düşünüldüğü bir konjonktür olarak kabul edildiği görülmektedir.
Iraklı Şii siyasetçilerin de Şii basınında yer alan kaygı ve algıyla hareket ettiği açıkça görülmektedir. Irak Parlamentosunda Iraklı Şiilerin temsilcilerinden Kasım El-Araci Suriye’de Vahhabi anlayışının ülkeyi tahrip etmekte olduğunu ve Suriye’den sonra bu anlayışın Iraklı Şiileri hedef alacağını düşündüklerini ifade etmiştir.[ Iraklı Şii siyasetçiler ve sosyal gruplardan bazıları da açıkça olmasa da Suriye krizinde S. Arabistan ve Katar gibi ülkelerle birlikte rol alan Türkiye’nin politikalarının Iraklı Şiiler için tehdit içerikli olduğunu düşünmektedirler. Iraklı bu gruplar arasında özellikle Sadr grubunun Suriye gelişmelerine paralel olarak Irak ve Suriye Şiilerini korumak için Mehdi Ordusunun güçlendirilmesini dillendirmesi de ayrıca üzerinde durulması gereken bir gelişmedir.Sadr grubunun Esad rejiminin yıkılması ardından İhvan-ı Müslimin ve benzer İslamcı grupların Şam’da iktidar olmalarını Iraklı Şiiler için büyük bir tehdit olarak gördükleri göz önünde bulundurulursa bu İslami gruplara destek veren ülkeler de Sadr grubunun hedefinde yer alabilecektir.
İran ve Iraklı Şiilerden oluşan ve organik ilişkileri bulunan sosyal grupların Suriye krizi ve bu krizin aktörlerine yönelik algılarına bakıldığında da Türkiye’nin Esad karşıtı politikalarının bu gruplarca Şiilik karşıtı cephenin faaliyetleri gibi görüldüğü anlaşılmaktadır. Iraklı Şiilerin bir diğer olumsuz Türkiye algısının nedeni de Ankara’nın Suriye politikalarıyla dolaylı olarak Selefi grupların birleşmesine ve Suriye ile Irak karşıtlığında bu grupların güç birlikteliğine gitmelerine zemin hazırlamasıdır. Iraklı Şii grupların Ankara hükümetinin tezkere ile elde ettiği yetkilerden kaygılanmasına neden olan sebepler irdelendiğinde, bu grupların birkaç yıldır Bağdat hükümetini hedef alan siyasi yapılar ve silahlı gruplarla Türkiye’nin ilişkilerinin Ankara’ya yönelik olumsuz algılarda önemli rol oynadığı görülmektedir.
İran ile de organik bağları olan ve karşılıklı etkileşimleri bulunan Iraklı bazı Şii gruplar, Ankara’da hükümetin İslamcı eğilimleri içermesine rağmen bu yapısının milliyetçi ve muhafazakar eğilimlerle tarihsel husumetleri hafızalarından atamadıklarını ve Şii topluluklara karşı olumsuz bir tutum içinde olduğunu düşünmektedirler. Bugün Ankara hükümetinin Suriye’ye karşı takındığı tutumu ciddi olarak eleştiren ve aynı tutumun Irak Şiiliği içinde gerçekleşebileceğini düşünen Iraklı Şiiler Türkiye’nin Ortadoğu politikalarını kaygıyla karşılamaktadırlar.
Özellikle Haşimi meselesi sonrası Irak’ta Bağdat Hükümetinin Türkiye karşısında Ankara’nın üslerini kapatmasını ve Irak hava sahası ihlallerine son vermesini istemesi, Rusya’dan uçaksavar ve füze savunma sistemleri almasıyla başlayan gelişmelere de bakıldığında Bağdat’ın Akçakale saldırısı ve sonrası tezkere konusundan önce Ankara’ya karşı güvenini çoktan kaybettiği ve iki ülke arasında politik ilişkilerin gergin bir düzleme kaydığı görülmektedir.
Sonuçta Türkiye’nin Irak ile başlayan ve Suriye kriziyle ortaya çıkan yeni Ortadoğu politikası ve bölgesel yaklaşımı Şii dünyasında özellikle Suriye sorunuyla ilgili İran, Irak, Lübnan ve en son olarak Suriye’de var olan mezhepçi savunma refleksinin derinleşmesine yol açmış bulunmaktadır. Söz konusu refleksin derinleşmeye ve yeni bir çatışma sürecine doğru sapmaya başladığının işaretleri gerek İran ve Irak’ta gerekse de Suriye ve Lübnan’da açıkça ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin bugün gelinen noktada Ortadoğu politikasının özellikle de Suriye yaklaşımının Şii dünya için bir tehdit olarak algılandığı ve Ankara’nın izlediği politikaların bölgede farklı anlayışlardan olsa da Şii grupları birbirine yakınlaştırdığı ve bir eksende birleşmelerine neden olduğu görülmektedir."
SON VİDEO HABER
Haber Ara