Ruhun sevinci: Tillo
Kültürümüzde hakiki ilim erbabının yeri daima en yükseklerde idi. Âlimler ise hocalarıyla anılmayı, onlara nispet edilmeyi tercih ederlerdi, bu ilmin içine nefs karışmamasının bir gereği sayılırdı.
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-09-26 10:42:01
Hadis, tefsir ve fıkıh eğitiminin yanı sıra astronomi, psikoloji, tıp ilimleri de tahsil eden, ilmini daha çok Fakirullah Hz.lerine borçlu olan 1703 doğumlu İbrahim Hakkı Hazretleri'nin, türbeyi inşa ederken gönlünden geçen şuydu: Gece ve gündüzün eşit olduğu 21 Mart ve 23 Eylül günlerinde Kalat-ül Üstad denilen tepenin ardından doğan güneşin ilk ışıklarının, hiç kimseye değmeden, ilk olarak hocasının kabrinin baş ucuna düşmesi. Bu, çok boyutlu manalarla yüklü bir düşüncenin sonucudur elbette; ilmin ışığıyla hayatı başlatmak, ziya ile nur arasında bağlantılar kurmak, gelecek nesillere bir selam vermek, hikmet meş'alesinin aslında hiç sönmeyeceğini göstermek, emeğe, özveriye, ilminden verene sadakat, birlikte yaşanan sırlara, hallere bir gönderme, bağlılık, şükran ve daha nice ulvi dile gelmez duygular.
İnce hesaplarla ilk olarak bu tepeye güneşin ilk ışıklarını tutması, bütün Tillo kasabasını gölgede bırakması için sal taşlarından yığma bir duvar yapar ve ışığın geçebilmesi için bir boşluk bırakır. Buradan süzülen ışık üç kilometre aşağıda inşa edilen türbeye bitişik yapılan kuleye gelmekte, burada kırılıp yön değiştirerek türbenin doğu cephesindeki pencereden içeri girmekte. Sabahın erken vaktinde İsmail Fakirullah Hazretleri'nin sandukasını aydınlatan süzme ışığı görmek gerçekten eşsiz bir tecrübe. Güneşin henüz kasabaya doğmadan ilk ışıklarını üstadın üzerine salmasının dokunaklı anı. Peki neden yıllardır bilinmiyordu. Aslında bu olayı 'ışık hadisesi' olarak iki üstadın dördüncü, beşinci göbekten torunları yaşamaktaymışlar, ta ki restorasyon çalışmaları sırasında bu incelik göz ardı edilip ışıkların girip çıktığı aralıklar kapatılıncaya kadar. Arkeolog Prof. Cengiz Işık ve arkadaşları bir ekip çalışmasıyla sistemi yeniden işletecek değişiklikleri yapmayı başardılar ve 23 Eylül'de Tillo halkıyla birlikte bu manevi kozmik ana şahit olmak bizlere de nasip oldu.
Peki, bu olayı açığa çıkaran, emek veren hocaların söyleyişiyle bir âlimin hocasına vefasını gösteren 'kozmik teşekkür' Tillo halkında nasıl yankılanıyor? Küçücük türbe, büyük bir kalabalığı alamayacağı için kasabanın meydanına birkaç saniye sürecek olan ışık olayını izlemek üzere dev bir ekran kurulmuştu. Güneydoğu halkının insanlık haline, soludukları manevi iklime uygun biçimde burada da halk, ağırbaşlı, saygılı belirgin bir olgunluk ve diğerkamlık içinde. Sabah gün doğmadan uyanan ve namaz kılıp meydana gelen insanların yüzlerinde sandukaya düşecek olan ışığı karşılamaya durmuş bir aydınlık ışık vardı zaten. Ne aradığını bilen, bulduğunu hemen tanıyacak feraset parıldıyordu simalarda. Bu dünyada önceliklerin sıralanmasında asıl olana yukarılarda yer vermeyi bilen bir topluluk gibi göründüler bana. Yüz yıllar öncesinin iki âlimi selamlaşacak ve biz de buna tanıklık edecektik. İlim, tevazu, sadakat, ahde vefa, sabır ve fedakârlık ışığı hepimizin başucunda yanacak, herkes kabı kadar dolduracaktı bu an'ın üzerimize serptiklerinden. Şehrin ortasında türbenin etrafında doğal bir şekilde uzanan mezarlar da ölümün sessiz öğretmenliğinin ve yol göstericiliğinin meş'alesini yakmış, türlü çeşit mezar taşları şahitlik için kıyama durmuşlardı. Bir tek yaprak kımıldamıyordu doğrusu ama hava serin ve berraktı. Dağlar ve Botan vadisi sonsuz ufuklar bahşederek beldenin etrafında deniz misali dalgalanıyordu.
Tillo'daki coğrafyayı, manevi atmosferi, buradaki evliyaları bir yazıya sığdırmak mümkün değil. Tefekkür Tepesi, Dua Tepesi gibi manevi iklimlere tırmanmak ve oradan dünyanın ahvaline hikmetle bakabilmek, sonra türbenin ayakucundaki yüzlerce yıllık bir fıstık ağacını ziyaret etmek ve o dirayetli duruşuyla fısıldadıklarına kulak verebilmek. Fakirullah Hazretleri'nin çilehanesinin avlusuna diktiği nar ağacının üçyüz elli yıldır meyve vermesine şahit olmak. Bir kadın evliya ile karşılaşmak, başka bir veli olan eşi Gavsul Memduh'un onun için inşa ettiği kubbenin önünde erkeklerin tazimle eğilişini görmek de Tillo'nun asaletinden. Zemzem-ül Hassa, bir kadının çilehanesi içine adım atar atmaz sanki bizi ruhumuzla buluşturuyor, ruhun sevinciyle karşılaştırıyor. Çile ve sevincin eşsiz çarpışması. Bu küçük şehir, zamanın arkasından sürüklenmeyen, ona yol gösteren nadide yerlerden. Avrupa'da 'yavaşlayan şehirler' özlemi içinde olanlar burayı keşfetseler akın ederler belki ama o zaman da bu gizli sırrımız olan şehirden eser kalır mı bilemiyorum.
MANEVÎ BİR İKLİMİN 'TAŞ'LARI
Peki, bu atmosfer insana ne yapar, insanı nasıl bir insan yapar? Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri'nin torunu Belkıs İbrahimhakkıoğlu, geçtiğimiz günlerde yayımlanan Aşk ile An Seyretmek adlı kitapta, hikâyeci Melek Paşalı'ya böyle velî kullarla rabıtalı olmanın hayata nasıl yansıdığını anlattı. Büyük dedesinin izinde geçen hayatın derinliklerine götürmüş okuru. İslam'ı yaşamak üzerine kopan fırtınaların, tartışmaların, gerilimlerin aksine, burada yatağında hikmetle akan nehir misali güzelin içinde akan hayatları görünce, insan, ayinesi iştir kişinin noktasına geliyor dönüp dolaşıp. Babası küçük bir kız olarak onu ulu dedesinin ilim ülkesi Tillo'ya getirdiğinde bastığı yerleri taş toprak olarak görmez Belkıs Hanım. Manevi iklimin yeşerdiği, kemale erdiği, babasının abdestsiz basmadığı yerlerdir buralar.
Kendini haklı çıkarmamayı, çok yönlü düşünmeyi, nerede hata yaptım demeyi, sıkıntıların Allah'tan bir uyarı ve bizi terk etmediğinin, kendi halimize bırakmadığının bir kanıtı olduğunu küçük yaşta öğrenir. Babası Allahu alem (Allah en doğrusunu bilir) diye başlamadan bir soruyu cevaplandırmamıştır. Hz. Süleyman'dan Hüthüt kuşunun kıssasından örnekler verilen, çocuklara emanete riayetin, özü sözü bir olmanın, alışverişteki hakkaniyetin, verdiği sözü tutmanın öğretildiği bir günlük hayat. Kimsenin hatırına doğru sözün eğilip bükülemeyeceğinin görerek gözle, kulakla, tenle öğrenildiği bir ortam. Kitap iyi, doğru ve güzel olanı eserleriyle, yazdıklarıyla temsil etmeye çalışan, kelimeleriyle hayatı müsemma olan bir âlimin şimdiki zamana nüfuz edebilmesini anlatıyor. Allah'a olan sadakatin toplumsal hayattaki sessiz ama etkili ve güçlü açılımı. İslam'ın gürültü etmeden ama gereğini yaparak hakiki manada nasıl yaşanabileceğinin yansımalarından bir pencere. Bu, elbette İbrahim Hakkı Hazretleri'nin eserlerinin kritik edilemeyeceği ve kutsal metinler olarak görülmesi gerektiği anlamına gelmez. Yeter ki ilmi bir dil, edepli bir usul olsun ve zamanın koşullarını göz ardı etmesin bu çabaya girenler. Tillo, yıldızların adeta yeryüzüne indiği, yerin ve göğün nice hikmetlerle buluştuğu, ilimle, ibadetle ruhun sevinç duyup yükseldiği binlerce yıllık kadim bir varoluş yeri. Mekânın insan üzerindeki etkilerinin çok önemli ipuçlarıyla karşılaşmak mümkün. Astronomi ile ilgilenmemek imkânsız buralarda, her yerden gökyüzüne, oradan âlemin hakikatine açılıyor insan ruhu. Bu yüzden 'gökyüzünü Tillo'nun sokaklarından daha iyi biliyordu' İbrahim Hakkı. Bu yüzden 'Musiki, feleklerin gökyüzünde hareketleri esnasında çıkardıkları sesler, nağmelerdir, feleklerin hareketleri birbirinden farklı olduğundan her biri bir başka perdeden seslenerek Allah'ı zikreder' diyordu. Ruhu kanatlandıkça ne müzikler geliyordu kulağına kim bilir. ( Yıldız Ramazanoğlu / Zaman)
Haber Ara