'Vicdanım Hüseyin Aygün olayını kabul etmiyor'
Faik Tunay, CHP saflarında siyaset yapsa da 'muhalif olmak için muhalefet'e karşı çıkıyor. Hükümetin bölgesel güç olma çabasını desteklese de Arap Baharı, Suriye, Irak ve İran noktalarında çuvalladığını söylüyor: 'Politika doğru da olsa eylem yanlıştı.'
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-09-17 12:54:13
Siyaset basamaklarını hızlı tırmananlardan biri o… Şişli Belediye Meclisi üyeliğinden TBMM’ye geçişi sadece üç yılını almış. Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) en genç vekili olsa da sıra dışı çıkışlarıyla öne çıkıyor. Naif, makul ve mantıklı muhalefet tarzı, birlikte siyaset yaptığı CHP’lilerce eleştirilse de ‘doğru bildiğini’ korkusuzca söylemesi, yeri geldiğinde partisini de eleştirmesi kamuoyunda takdir topluyor. Karşılaştığı baskıya rağmen çıktığı her platformda ‘millete rağmen siyaset devrinin bittiğini, muhalif olmak için muhalefetin yürümeyeceğini’ söylemekten de geri durmuyor.
Faik Tunay, 1981 İstanbul doğumlu. Kökenleri Bosna ve Trabzon’a dayanan bir aileden geliyor. Baba tarafı 1887’de göçmüş Saraybosna’dan. Eğitim hayatını İstanbul’da tamamlamış. Marmara Üniversitesi Ekonometri Bölümü’nü 2004’te bitirmiş. Ardından yabancı dillerini ilerletmek için yurtdışına çıkmış. Roma, Madrid ve Zagreb’de 3 yıl yaşayıp dil eğitimi almış. Dil merakının ailesinden miras kaldığını anlatıyor: “Balkan göçmeni olunca ailem haliyle çok dilliydi. Dayım 6, annem 3 dil konuşuyordu. Ben de onlardan etkilendim, çabamla 5 dil öğrendim (İngilizce, İtalyanca, İspanyolca, Boşnakça, Hırvatça).”
Tunay (31), bir buçuk yıldır vekil rozeti taksa da siyasetteki geçmişi daha eski. 18 yaşındayken girmiş politikaya. Babasının (Sait Erdal Tunay) etkisiyle ilk adresi Anavatan Partisi olmuş. Beşiktaş gençlik kollarından İstanbul il başkanlığına üç yılda yükselmiş. Aynı dönemde dünyadaki sağ-muhafazakâr partilerin oluşturduğu Dünya Demokrat Birliği’nin başkan yardımcılığına seçilmiş. Bu makamda iki yıl çalışmış (2002-2004): “Babam sıkı bir ANAP’lıydı. Çocukluğum Turgut Özal’ın ‘İcraatın İçinden’ programlarını izlemekle geçti. Siyasete girmemde büyük etkisi vardır Özal’ın. Bugünkü siyaset üslubumda Özal ile Bülent Ecevit’ten izler vardır. Onların hoşgörülü, makul siyaset tavırlarını örnek aldım.”
Üniversitenin ardından dil öğrenmek için yurtdışına çıkmasıyla kopmuş ANAP’tan. 2007’de döndüğünde de bıraktığı gibi bulamamış partiyi. Doğru Yol-Anavatan birleşmesinin millete rağmen hareket edildiği için başarısız olduğunu söylüyor: “ANAP olmayınca kendi işlerime ağırlık verdim. Siyaset biraz da kısmet işi. Hiç aklımda yokken CHP’den, Mustafa Sarıgül’den aldığım teklifle yeniden döndüm politikaya...”
Merkez sağdan sola geçmek kolay olmamış elbette. Ailesi ‘inandığını savunmaktan geri durmaması’ kaydıyla onaylamış makas değişimini. “Sarıgül“ faktörü önemli bir rol oynamış bunda. Onun inanca saygılı tavrıyla bazı CHP’lilerden ayrıldığını, kendisinin de bundan etkilendiğini anlatıyor: “Sarıgül gerçek anlamda sol bir lider olsaydı onunla çalışmam mümkün olmayabilirdi. Onda Özal’ın dört eğilimini, insanları kucaklayan yaklaşımını gördüğüm için kabul ettim. Daha sonra Gürsel Tekin Bey’le tanıştım. Deniz Baykal ve Önder Sav ekipleri gidince yeni CHP yönetiminden Parti Meclisi üyeliği teklifi geldi. İlk başta sıcak bakmadım. Çünkü her zaman değerlerimle orada bulunamayacağımı düşündüm. Ancak partinin eski, halktan kopuk, millete uzak anlayışını değiştirme yoluna girdiğini söylediler. Bunun sinyallerini gördüm. Kemal Bey’in samimiyetini gördüm. Teklifi kabul ettim, Aralık 2010’da Parti Meclisi üyesi oldum. Ondan sonra da Haziran 2011 seçimlerinde İstanbul 3. Bölge’den milletvekilliğine seçildim. Allaha çok şükür TBMM’nin en genç milletvekillerinden biriyim.”
‘MİLLETE RAĞMEN SİYASET’ BIRAKILMALI
Kürt sorunu ve Atatürkçülüğün istismarıyla ilgili çıkışının ardından parti tabanından gelen ‘ihraç’ talebini hatırlatıp değişim rüzgârına ne olduğunu soruyoruz. Tabandan tepki aldığını, üst yönetimden herhangi bir uyarı gelmediğini vurguluyor. Tepedeki dönüşüm söyleminin tabana tam sirayet etmediğini aktarıyor: “Tabanda ben ve benim gibilere direnç var. Tümü değil, bir kısmı böyle. ‘Özalcı’, ‘sağcı’ diyerek ötekileştiriyorlar. Benim için millete rağmen değil, milletle birlikte siyaset önemli. CHP de olsa bu gerçeği kavrayamayan partinin başarılı olma şansı yok. Bugün tavandaki değişim ve dönüşüm arzusu tabana sirayet etmediği için ve tabanda eski tarz siyaset sürdüğü için CHP bocalıyor.”
CHP bazıları huzursuz olsa da ‘Allah’ın nasip ettiği bu kutsal görevin hakkı ve vicdanı doğrultusunda’ doğru bildiklerini savunmayı sürdüreceğini vurguluyor: “Avrupa standartlarında demokrasiyi, vesayet sisteminin ortadan kalkmasını, insan hakları ihlallerinin son bulmasını milletim istediği için savunuyorum. Vekilliğim 4 yıl da sürse, 30 yıl da sürse bu tavrımdan geri adım atmayacağım. Milletime tepeden bakmayacağım. CHP, bugüne kadar millete tepeden bakan, katı davranan, halkın arasına karışmayanlar etkin olduğu için bu durumda. Beni eleştirenlere, rahmetli Bülent Ecevit’in 1977’de millete yaklaşıp inanca saygılı laikliği savunduğu için parti tarihinin en yüksek oyunu aldığını hatırlatıyorum. 1999’da iktidar oluşunu hatırlatıyorum. CHP geçmişinden ders almazsa başarılı olamaz.”
Tunay, karşılaştığı baskılara rağmen CHP’den ayrılmayı düşünmüyor. Muhafazakâr kanattan gelen bir siyasetçi olarak CHP çatısı altında koşturmayı daha anlamlı buluyor. Varlığının sağ-sol siyaset eksenindeki empatiyi artırdığını düşünüyor. CHP’de Faik Tunay’ların, AK Parti’de Ertuğrul Günay’ların artması durumunda Türkiye’nin normalleşeceğini, kutuplaşmanın azalacağını, ötekileştirmenin dineceğini düşünüyor. Tabii ki yerleşik anlayışı kırmanın kolay olmadığını hatırlatarak: “Dirence rağmen mücadele ediyorum. Allah nasip ederse, ben son ana kadar doğru bildiklerimi söylemeyi sürdüreceğim. Önemli olan milletin takdiri. Her televizyon programından, her röportajımdan sonra insanlar arayıp ‘doğru yoldasın’ diyorsa, bu iyi yolda ilerlediğimi gösterir, eleştiren yüzde 5’lik kesime takılmamam gerektiğini gösterir. Zoru seçtim. Allah yardımcım olsun, başka ne diyeyim!”
SURİYE VE İRAN BAŞARISIZ
İstanbul Milletvekili Tunay, salt CHP’yi eleştirmiyor elbette. AK Parti’ye, hükümete dair önemli karşı duruşları var. TBMM Dış İlişkiler Komisyonu Üyesi olarak hükümetin Arap Baharı, Suriye ve İran krizlerini bertaraf etmede yetersiz kaldığını düşünüyor. Hükümetin bölgede yaşananları önceden öngöremediğini, sorunların ortaya çıkmasından sonra müdahale etmeye çalıştığını belirtiyor. Daha da önemlisi dış politikanın, krizlerin iç siyaset malzemesine dönüştürülüp ülkeye zarar verildiğini vurguluyor: “Dış politikayı da iç politika gibi çalışıyoruz maalesef! Arap Baharı’nı, Suriye krizini, İran sorununu hükümet ile muhalefet birlikte masaya yatırmalıydı. Siyaset malzemesine dönüştürülmemeliydi. Bunlar sadece AK Parti’nin sorunu değil ki! Hepimizin sorunu. Siyasiler sadece cenazelerde bir araya geliyor. Cenazede de konuşulmuyor zaten. Bir araya gelip memleket meselelerini konuşabilsek sorunlar daha kolay halledilecek.”
Tunay, bazı CHP’lilerin aksine Esed rejimini meşruiyetini yitirmiş bir yönetim olarak nitelendiriyor. Bu noktadan sonra Esed’in var olamayacağını düşünüyor. Bazı CHP’lilerin Esed’i emperyalizme karşı duran bir lider gibi değerlendirip desteklediğini ancak özünde halkını ezen bu liderin ne ABD ne de İsrail’e karşı durmadığını hatırlatıyor. Bununla beraber Türkiye’nin Esed rejimini dönüştürmeye çok geç soyunduğunu, 40 yıldır halkına zulmeden Şam iktidarının 2010’dan beri hedef alındığını belirtiyor. Hükümetin Suriye’yi Arap Baharı’nın yaşandığı diğer Ortadoğu ülkeleriyle bir tutup adım attığı için güç durumda kaldığını anlatıyor: “Suriye, bir Mısır, Libya veya Tunus değildi. Kendine özgü yapısı vardı. Bunun yanında Rusya, Çin ve İran arkasındaydı. Moskova ve Pekin, Şam’ı Ortadoğu’daki son kaleleri olarak gördüğü için savunuyordu. İran için de tarih boyu vazgeçilmez bir ortaktı. Ön cephesiydi. Rusya ve Çin’in BM’yi Suriye konusunda etkisiz hâle getirmesi görmezden gelinerek hareket edildi. ‘Bizim yaptırımlarımız BM’den daha etkili olur’ denildi. Hataydı bu. Bir özgüven patlamasıyla hareket edildi. Hâlbuki Türkiye bugün itibariyle ne Çin ne de Rusya ile boy ölçüşecek durumda. Türk hükümeti bu hesaplamaları yapmadan, fazlaca angaje oldu Suriye krizine. Bakın jetimiz düşürüldü, kimse çıkıp bize destek vermedi, yapayalnız kaldık. Biraz sakin, soğukkanlı olmalıydık. Türkiye şimdi bu hesapsızlığın faturasını ödüyor.”
Hükümetin Ortadoğu’nun liderliği konusunda inandırıldığını, ‘gaza getirildiğini’ ancak bölgenin yapısı itibariye böyle bir liderliğin kısa sürede mümkün olmayacağının gün yüzüne çıktığını anlatıyor. Üç semavi dinin (İslamiyet, Hıristiyanlık ve Musevilik) çıkış noktası olan Ortadoğu’da Arapların kendi aralarında bile anlaşmamak üzere anlaştıklarını hatırlatıp Türk liderliğini kolayca kabul edeceklerini düşünmenin hata olduğunu ifade ediyor. AK Parti’nin, Balkan coğrafyasında tutan yakınlaşma ve derinleşme politikalarını Ortadoğu’da da aynı hızla hayata geçirmeyi hesapladığını, bu yanlış hesaplamadan ötürü Irak, Suriye, İran ve İsrail ile kritik sorunlar yaşamaya başladığını aktarıyor: “Ortadoğu’da her dönem aynı oyun farklı oyuncularla oynanır. Ankara, Ortadoğu’da nüfuzu artsa da bölgenin reisi yapılmayacağının farkında olmalıydı. İktidarı bundan dolayı eleştiriyorum. Güç sarhoşu oldular. Biraz da gaza getirildiler. Rusya, Çin, hatta ABD’ye rağmen hareket etmeye çalıştılar. Bugün Rusya ve Çin’i kim boşlayabilir?
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun etkisi de oldu elbet. Bosna’da, Balkanlarda hayata geçirdiği ve başarılı olan politikaları Ortadoğu’da hayata geçirmeye çalıştı. Kendi inandığı doğrular etrafında yol aldı. İyi niyetli olabilir ama bu coğrafyada lider olmanın zorluğunu da hesap etmeliydi… Ankara, kapasitesine ve realiteye göre ilerlemeliydi...”
Türk hükümetinin Esed sonrasına hazırlanmasını, muhaliflere destek vermesini, Suriye’de Müslümanların katledilmesine karşı durmasını da destekliyor Tunay: “Suriye’deki katliama kayıtsız kalamazdık. Ecdat mirasına, soydaşlarımıza da... Ancak muhaliflere destek gizli olmalı, Esed sonrası planlar sessizce yapılmalıydı. Esed rejimi kürsülerden bağıra bağıra hedefe konmamalıydı. Türk hükümeti bunu aleni biçimde yaptığı için Ortadoğu’daki şer şebekelerini aktive etti. Esed, PKK’yı desteklemeye başladı. Uçağımız düşürüldü, vatandaşlarımız kaçırıldı. Dış politika iç politika gibi yürütülmeye çalışıldığı için yaşandı bunlar… Lügatimde ‘taşeron’ kelimesi yok, kullanmam ama Ankara Suriye krizine haddinden fazla angaje oldu. Eylem doğru olsa da yöntem yanlıştı.”
İSTİHBARAT ZAFİYETİ ORTAYA ÇIKTI
TBMM Dışişleri Komisyonu Üyesi Tunay, içe bakan yönüyle Türkiye’nin Ortadoğu’nun liderliğine hazır olmadığını, kurum ve kuruluşlarının çağın standartlarının gerisinde kaldığını belirtiyor: “Arap Baharı ve Suriye krizi bize bölgesel ve küresel güç olma noktasında altyapımızın yetersiz olduğunu acı tecrübelerle öğretti. Bölgesel, küresel güç olmak istiyorsanız kurum ve kuruluşlarınız çağın şartlarını yakalamalı. İstihbaratınız, ordunuz, siyasetiniz, ekonominiz, üniversiteleriniz donanımlı, etkili, güçlü olmalı. Aksi takdirde bir miktar yol alıyorsunuz. Uzun soluklu bir maratona girince soluğunuz yetmiyor, arkadan gelenler sizi geçiyor. Bugünlerde Türkiye’nin hâli bu!”
Yetersiz altyapıdan dolayı hükümetin Suriye krizi gibi İran sorununda da hazırlıksız yakalandığını iddia ediyor Tunay. Doğuda yakalanan İran ajanlarının Tahran’ın Türkiye’ye dönük gerçek niyetini ortaya koyduğunu ancak Ankara’nın bu olay karşısında İran’a hak ettiği cevabı veremediğini söylüyor: “İran bölgede uzun soluklu politikalar yürütüyor. Maraton koşuyor. Ajanlığı, casusluğu da iyi kullanıyor. Ne Irak’a ne de Suriye’ye benziyor. Ankara, İran’ın niyetlerini tam anlayamıyor. Oradan gelen hamlelere vaktinde cevap veremiyor. Hükümet gülüşüne kanıyor. Karşı hamle çok geç veriliyor. Hâlbuki İran’ın karşıt tavrı yeni de değil. Eskiden beri böyleydi. PKK ile işbirliği de yeni değil. Ne CHP ne AK Parti İran’ı doğru analiz edebildi. Edebilseydik bu durumda olmazdık.”
Faik Tunay, PKK’nın son dönemde artan etkinliğinin ardında da İran ve Suriye’nin bulunduğunu ifade ediyor. Ona göre bu iki devlet PKK’yı destekleyerek Türkiye’nin bölgesel planlarını akim bırakmaya çalışıyor. Ancak PKK sorununun kökünün Türkiye’de olduğunu da es geçmiyor. Hükümetteki bir eksenin ‘mücadeleyi bırakalım, müzakere yapalım’ zihniyetinde olduğunu, bu tavrın PKK-KCK yapısına nefes aldırdığını söylüyor. Hükümetin Kürt sorununa dönük reformlarını desteklediğini ancak bu sürecin Habur kazasıyla rayından çıkarıldığını anlatıyor. Hükümetteki müzakereci kanadın Ankara’nın Kürt sorununa dönük çabalarını akim bırakmaya çalıştığını vurguluyor. Bu noktada çuvaldızı CHP’ye batırıp ülke meselesi olarak gördüğü Kürt sorununda etkili politikalar oluşturamadığını ifade ediyor. Tunay, AK Parti gibi CHP ve MHP’nin de maalesef Kürt meselesine oy devşirme refleksiyle yaklaştığına, bu tavrın sorunu derinleştirdiğine değiniyor: “Liderler samimi olarak bir araya gelse, terör belasından, dış destekçilerini deşifre ederek bir yılda kurtuluruz.”
Hüseyin Aygün olayını tasvip etmediğini de ifade ediyor Faik Tunay: “Eğer Aygün, dağdan indiği gün ‘Yıllardır burada bir savaş var. Türk de ölüyor, Kürt de... Kardeş kardeşi katlediyor. Artık gelin bu savaşa son verelim, elimizden geleni yapalım’ deseydi algı farklı olurdu. Ama o ‘Benim üzerimi örttüler’ dedi. Yani ‘Tanırım, iyi çocuklar’ gibi oldu. Askerimizi şehit eden canileri iyi insan gibi gösterirsen bunu kimse kabul etmez… Vicdanlarımız bunu kabul etmez…”
HİZMETİ ÇOK TAKDİR EDİYORUM
Türk Okulları’nı, Türkçe Olimpiyatları’nı ve Fethullah Gülen Hocaefendi’nin hizmetlerini takdir ediyorum. Yurtdışı programlarında okulları yerinde görüp inceledim. Başarılarına şahit olup takdir etmemek, haklarını teslim etmemek vicdansızlık olur. Bu okullar bulundukları ülkelerdeki gelecek nesilleri yetiştiriyor. Aynı şekilde Türkçe Olimpiyatları için dünyanın dört bir tarafından gelen gençlerin çocuklarımızdan iyi Türkçe konuştuğunu görmek göğsümüzü kabartıyor. Bundan dolayı gururlanmamız gerekmez mi? Afrika’da, Amerika’da, Avrupa’da insanların Gülen cemaatinin faaliyetlerinden olumlu bahsettiği nasıl görmezden gelinir? Bunları görmemek için vicdanların körelmesi gerekiyor! Cemaatlerin ülkeye faydalı olduğunu düşünüyorum. Bunları söylediğimde beni zorlayanlar, karşıma çıkanlar oluyor. Ama doğrusu bu, söylemekten de geri durmayacağım...
BAŞBAKAN HOŞGÖRÜLÜ OLMALI
Rahmetli Turgut Özal, milletin gönlüne engin hoşgörüsüyle girdi. Halk onu sempatikliğinden ötürü bağrına bastı. Bugün hükümet hoşgörüsüz. Başbakan biraz daha hoşgörülü olmalı. Hâlbuki daha geçen yıl, 2011 seçimlerinin ardından yaptığı ‘Balkon Konuşması’nda her kesimi kucaklamıştı. Bir yılda ne değişti de bir anda beraber yürüdüğü insanları yolda bıraktı? Bu hâle nasıl geldi anlamış değilim. Gücünün zirvesinde olmasından, kendine alternatif görmemesinden, siyasetin tıkanmasından, oy oranının yüzde 52’yi aşmasından kaynaklanıyor olabilir. Danışmanları da yanlış yönlendiriyor olabilir. Unutulmamalı ki düşmez kalkmaz bir Allah. Yine unutulmamalı ki Türkiye’de siyaset bir gecede yeniden şekillenebiliyor.
SIFIR SORUN POLİTİKASI RİSKLİ
Sıfır sorun politikası, içinde büyük riskler barındırıyor. Bu riskler kazanca dönüştürülebilir elbette. Ancak işler yolunda gitmezse de durum negatife dönşer. Şu an Türkiye kritik bir noktada. Sırat köprüsünün üzerinde. Ortadoğu’da yapacağımız ufak bir hata ülkeyi ateşe atabilir. Hata yapmamak için sakince, konjonktürü iyi okuyup dış güçlerin nasıl davrandığını, kimin nasıl bir işbirliği içinde hareket ettiğini görmeliyiz. 4 cephe (Irak, İran, Suriye ve İsrail) ile aynı anda savaşamayacağımızı da anlamamız gerekiyor. (Aksiyon)
SON VİDEO HABER
Haber Ara