Dolar

34,8657

Euro

36,6002

Altın

3.046,47

Bist

10.058,47

12 Eylül darbesinin üzerinden 32 yıl geçti

Toplumun bütün kesimlerine yönelik uygulanan vahşi politikalar Suç ve ceza denklemine kısa devre yaptırarak zincirlerinden boşalmış bir şiddetle düşmanlarını bastıran darbenin savaş stratejisi, ülkeyi bir kaos ortamına sürükledi. Mağdurlar geleceğe olan ümitleri kaybetmeyerek bu hesaplaşma gününü bekliyor!

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-09-12 11:39:37

12 Eylül darbesinin üzerinden 32 yıl geçti
TİMETÜRK / Efadil Fırat

Ellerinde çapaları kürekleriyle yamyam ordularının, miğferleri ve apoletleriyle resmi ve gayri resmigeçitler yapıp, toplumu gencinden yaşlısına değin uygun adım hizaya dizerek militarist köhne zihniyetinin karanlığında boğmasının üstünden 32 yıl akıp geçti. Kızılca kıyamet bir dünya ve ülke gerçekliğinin cehennemden farksız hengâmesinde, darbeci generallerin zehir zemberek politik pratikleriyle zihinlerinden vahşetle koparılarak mutlak boşluğa, unutuşun girdabına fırlatıldı.

Toplumun bütün kesimlerine yönelik uygulanan vahşi politikalar Suç ve ceza denklemine kısa devre yaptırarak zincirlerinden boşalmış bir şiddetle düşmanlarını bastıran darbenin savaş stratejisi, ülkeyi bir kaos ortamına sürükledi. Etkilerini bugün dahi hissedebildiğimiz 12 Eylül darbesinin mağduriyetleri bugün hala giderilebilmiş değil.

Eğitim kurumlarından tutun diyanete kadar birçok kurum üzerinden darbe politikaları ile hükümranlığını ilan eden darbeci paşaların marifetlerinin etkilerini bugün siyasi, sosyal hayatın bütününde görme imkanına sahibiz.

Yaşanan bu vahşet 32 yıldır çeşitli şekillerde incelendi ve topluma 12 Eylül ortamı ve toplumsal etkileri anlatıldı. Bugün yine baktığımızda bu darbe sürecinin etkileri hayatımıza ve sosyal siyasal öyle büyük etkiler yaratmış ki , bu etkileri kırmak bunun toplumsal hesaplaşmasını gerçekleştirmek o kadar da mümkün görünmüyor .

Şimdi dönemin mağdurları ve onların çocukları bunun hesabını soruyor? Bu halka reva mıydı bu?


12 Eylül bilançosu

650.000 kişi göz altına alındı.1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.7 bin kişi için idam cezası istendi.517 kişiye idam cezası verildi. Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (26 siyasi suçlu, 23 adli suçlu, 1'i Asala militanı).İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi.71 bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı.388 bin kişiye pasaport verilmedi.30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı.14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi.937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı.23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi. 4 bin yıl hapis cezası istendi.Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.31 gazeteci cezaevine girdi.300 gazeteci saldırıya uğradı.3 gazeteci silahla öldürüldü.Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.13 büyük gazete için 303 dava açıldı.39 ton gazete ve dergi imha edildi.Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.14 kişi açlık grevinde öldü.16 kişi -kaçarken- vuruldu.95 kişi -çatışmada- öldü.73 kişiye -doğal ölüm raporu- verildi.43 kişinin -intihar ettiği- bildirildi.


Darbeden sonra ilk idam edilenler 9 Ekim 1980 tarihinde ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu ve sol görüşlü Necdet Adalı olmuştur. Daha sonra 19 Mart 1980 tarihinde idama mahkûm edilen Erdal Eren'in idam kararı Yargıtay tarafından iki kere iptal edilmiş olmasına karşın, Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan kararla, 13 Aralık 1980'de Ankara Merkez Cezaevi'nde infaz edildi. Erdal Eren'in idamına ilişkin Kenan Evren 3 Ekim 1984'de yaptığı Muş gezisi sırasında ki konuşmada şunları söylemiştir:
"Şimdi ben, bunu yakaladıktan sonra mahkemeye vereceğim ve ondan sonra da idam etmeyeceğim, ömür boyu ona bakacağım. Bu vatan için kanını akıtan bu Mehmetçiklere silah çeken o haini ben senelerce besleyeceğim. Buna siz razı olur musunuz?"

İşte o mağdurların gözünden 12 Eylül anlatıları:

Diyarbakır Cezaevi'nde yaşadığı işkenceleri unutamadığını söyleyen Dr. Sinan Olcan, 32 yıl sonra Kenan Evren ve arkadaşlarından davacı oldu. Olcan, Diyarbakır Başsavcılığı'na sunulmak üzere Sapanca Savcılığı'na verdiği dava dilekçesinde üniversite 4. sınıf öğrencisiyken yaşadıklarını şöyle anlattı: "Günde 8 saat işkence gördüm. Hortumla bayılana kadar dövdüler. Mazgalları kaldırtıp insan dışkısı bile yedirdiler."Darbe şartlarının olgunlaşmasını bekleyen cunta, 12 Eylül 1980 sabahı ülke yönetimine el koymuştu. Parlamento ve hükümet feshedildi.

Yüz binlerce kişi gözaltına alındı. Karakollarda, cezaevlerinde işkence altında imzalatılan ifadelerle, suçsuz onlarca insan idam edildi. Darbenin ardından öğrenci gösterisine katılması bahane edilerek gözaltına alınanlardan biri de Sinan Olcan'dı. 2 Aralık 1980'de tutuklanarak gönderildiği Diyarbakır Cezaevi'nde üç yıl kaldı. Olcan, "O dönem iç güvenlik amiri Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran'dı. İnsanın onurunu ayaklar altına alan işkenceler yapıyorlardı. Ali Sarıbal isimli arkadaşımızı demir sandalye ile 170 kişinin gözü önünde öldürdüler." diyor.

Abdurrahim Semavi:  Diyarbakır bir başka cehennem. Henüz dile getirilmemiş bir cehennem. İnsanlarıın hatırlamaya bile cesaret edememediği cehennem. O cezaevinin bize öğrettiği bir şey var. Benliklerimiz orada kaldı. Dışarıda onurlarımız kaldı. Orada yaşanan vahşet Diyarbakır Cezaevi'nde başlamadı. 90-95 gün gözaltılar var. Ben 96 gün gözaltında kaldım. Resmi gözaltı süresi 90 gün. Ama 6 gün gözaltımı geç yazmışlar. Mardin'de, Diyarbakır'da onlarca insan katledildi. Gözaltına alıp katlettiler. Foseptik çukurlarından tutun, dışkı yedirtmeye, joplar, kardeşi kardeşin üstüne idrarını ettirmeye kadar... Burada söylenmeyecek o kadar çok vahşetler yaşandı ki...

Diyarbakır cezaevinde hafif sallanabileceğim kadar bir hücre vardı. Ayakta kalabileceğim kadar... O hücrelerde 22 kişi ayakta istiflendi. Bazı hücrelerde 40 kişinin kaldığı söyleniyor. O hücrenin altındaki foseptik çukurunda insan pisliği içinde yatırılan insanlar vardı. Bir farenin yarısı yedirildi bana. Gülerek ayakta kalabiliyorduk. Gülmediğin sürece zalim kahkaha atar. Onların direncini kıracak tek şey gülebilmektir. Farenin diğer kısmını yiyen arkadaşımla hâlâ yumuşak tarafını ben yedim diye şakalaşırız. Ağzımda diş kalmadı. Binlerce insan benden çok daha feci şeyler gördü.

Jo diye bir köpeğ vardı bir yüzbaşının. Ona tekmil vermediğimiz sürece saldırırdı. Öyle eğitilmişti. Yüzbaşı Sait Oktay Yıldırım 'O benim, ben oyum. Ben gelmediğim zaman ona tekmil verirsiniz' derdi.

ZORLA LAĞIM İÇİYORDUK

En çok da lağım işkencesi yaralamış onları. Sevinç'in sesi o anları anlatırken titriyor, yüz ifadesi değişiyor: "1 saate yakın dövdükten sonra bizi hücrelerin önündeki lağım kanalına sokuyorlardı. Ağzımız burnumuz kan içerisinde lağımda sürünüyorduk. Lağımı zorla içiriyorlardı. Sonra pis, yaş halimizle hücreye tekrar tıkılırdık." Sevinç, "Buna insan nasıl dayanır, vallahi benim bile yaşadıklarıma inanasım gelmiyor" diyor. 1 aylık hücre cehenneminden sonra 'koğuşlara geçeceğiz' diye yeni bir umuda kapılmışlar. 'Belki koğuşta rahat ederiz' demişler. Sevinç'in cümleleri iç burkuyor: "Çünkü çok açtık. Uzun süre insan aç kaldığı zaman bütün düşünceleri yemek üzerine oluyor. Dayağın acısı bir iki saat sonra geçiyor ama açlığı unutamıyorsunuz."

UYGUN ADIM İŞKENCE

29. koğuşun önünde elleri, kolları, ayakları morarıncaya kadar dayak yemişler. İşkence seansından sonra 20 kişinin bile zor kalacağı bir koğuşa 60 kişi sıkıştırılmışlar. Sevinç, akşama kadar nasıl bir muameleye tabi tutulduklarını şöyle özetliyor: "Bize 50 civarında askeri marş öğretmişlerdi. Sabah 9.00'a kadar yerimizde sayarak o marşları söylüyorduk.
Sonra havalandırmaya çıkıyorduk. Askeri sıraya giriyorduk. Bacaklar göğse değecek yükseklikte çok sert bir yürüyüş yapıyorduk. Biri öne çıkıp Atatürk'ün hayatını okurdu, biz yüksek sesle tekrar ederdik. Oturmadan, dinlenmeden akşama kadar..."

ÖLÜME GİDİŞİN ADI TAHLİYEYDİ

"Tahliye umudumuz yoktu, önemli olan ölmeden günü kurtarmaktı" diyen Sevinç, yaklaşık 4 yıllık işkencenin ardından tahliye edildiği gün sevinememiş. "Çıktığıma inanmıyordum" diyor. Çünkü bazı tutukluların tahliye diye ölüme götürüldüğüne şahit olmuşlar. Hatta cezaevi yönetiminin 'tahliye oluyorsun' diye bazı tutuklularla dalga geçtiğini söyleyen Sevinç, sözlerine şöyle devam ediyor: "Öyle ki idama götürüyoruz diye seni alıyorlar. İdam sehpası var zaten. Ama ip boşlukta. Asmıyorlar ama o duyguyu yaşatıyorlar." Bu arada tahliye olan bazılarının da kısa zaman sonra bir bahaneyle tekrar geri getirildiği oluyormuş. Sevinç, "O şartlarda insanın ailesine kavuşacağına inanası gelmiyordu" diyor.

Dr. Vedat Güzel: Arkamda ama biraz uzağımda durduğunu hissettiğim; yavaş, sakin kararlı ve otoriter bir ses ‘‘Bu O… çocuğunu konuşturmadan içeri salmayın…’’ diyordu. Ayakta duran esmer Tatar yüzlü Akın Bey dedikleri I. Şube Amiri… Ve üzerinde kağıtlarla dosyalar kalabalığı olan bir masada oturan I. Şube Müdürü M. Salih Zeki’ye ‘devam mı…’ sorar gibi başını bir yana sallayıp bana baktı, sandalyelerde oturmuş beyefendi kılıklılar başlarını duvara çevirirken…

Ahmet Türk : 
Beni 200 askerin arasına çırılçıplak getirip copla dövdüler. Tuvaletlerde pislik yediriyorlar, 24 saat işkence yapıyorlardı. Dayaktan her yerimiz simsiyahtı. Bir gün adam copunu kaldırmış “Atatürk'ün annesinin adı ne” diye sordu, bildiğim halde söyleyemedim, aklım copa takılmıştı. Gece baskın yapılıyor, dayakla marş okutuluyordu, korkudan 56 tane marş ezberledim. Birçok insan cezaevinde gözümüzün önünde öldürüldü, yüzbaşı doktora bağırarak, “rapora ranzadan düşme yaz” diyordu. Bir asteğmen doktoru gözlerimle gördüm, insanlığımdan utanıyorum diye ağlıyordu. Cezaevinden çıktıktan sonra köyüme gittim, şafakta uyanıyordum köyün etrafı panzerle sarıldı diye. Evimde bile geceleri uykuda ayağa kalkıp marş okuyordum dayak korkusundan.

Darbe öncesi suikastler

11 Temmuz 1978'de Bedrettin Cömert Ankara'da
1 Şubat 1979'da Abdi İpekçi İstanbul Teşvikiye'de
10 Eylül'de Türkiye İşçi Partisi Adana eski il başkanı Ceyhun Can yazıhanesinde
Çukurova Üniversitesi Rektör Vekili Fikret Ünsal evinin önünde
19 Eylül'de Malatya Ülkü Ocakları eski başkanı Mürsel Karataş İstanbul Sultanahmet'te
28 Eylül'de Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul
19 Kasım'da eski Adalet Partisi İstanbul milletvekili İlhan Egemen Darendelioğlu İstanbul Beyazıt'ta
20 Kasım'da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Ümit Doğançay İstanbul Etiler Profesörler Sitesi'nde
3 Aralık1979'da, Fedai Dergisi sahibi yazar Kemal Fedai Coşkuner İzmir Agora semtinde
7 Aralık'ta İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyelerinden Cavit Orhan Tütengil İstanbul Levent'te
11 Nisan 1980'de TRT İstanbul Radyosu prodüktörlerinden Ümit Kaftancıoğlu
27 Mayıs 1980'de Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak Ankara'da
24 Haziran 1980'de Milliyetçi Hareket Partisi Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok evinde eşi ve kızıyla birlikte
15 Temmuz 1980'de Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu Şişli'deki işyerinde
19 Temmuz 1980'de Eski Başbakan Nihat Erim İstanbul'da Dragos Deniz Kulübü'nden çıkarken
22 Temmuz 1980'de DİSK ve Maden-İş Sandikası genel Başkanı Kemal Türkler İstanbul Merter semtinde silahlı saldırı sonucu öldürülmüştür.
SON VİDEO HABER

Kassam, İsrail askerlerini araçlarıyla birlikte imha etti

Haber Ara