Dolar

34,9491

Euro

36,7228

Altın

2.989,28

Bist

10.125,46

El öpecek çocuk bulamayacağız !

Türkiye’nin ‘genç nüfus’u ile övünme zamanları geride kaldı. Çekirdek aileler, kentli hayata ayak uydurmak için az çocuğu tercih ediyor. Başbakanın ‘3 çocuk’ta ısrar etmesi, ülkemizde de alarm zillerinin çaldığını gösteriyor.

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-09-11 21:48:58

El öpecek çocuk bulamayacağız !

Sinan Özdemir (37), kalabalık nüfusun güç olarak görüldüğü ortamda, 8 çocuklu bir ailenin 4. evladı olarak dünyaya geldi. Özdemir’in doğduğu yıllarda, 5-6 çocuk sahibi olmak tabii karşılanırdı. Fakat şimdi durum eskisi gibi değil. Ticaretle uğraşan Özdemir, biricik oğlu Murat Efe’yle yetiniyor. “Neden tek çocuk?” sorusuna, “Oğluma iyi bir gelecek hazırlamak ve onu daha iyi şartlarda yetiştirmek için...” cevabını veriyor.

Özdemir’in bu tavrı aslında yeni neslin bakışını özetliyor. Dededen gelen 5-6 çocuklu kalabalık aileler, babadan gelen 3-4 çocuklu nüfus, şimdilerde yerini 1 veya 2 çocuklu çekirdek ailelere bırakıyor. Gelecek ise daha sıkıntılı görünüyor. Genç nüfusuyla övünen ve uluslararası rekabette en büyük dayanağı olarak bunu gören Türkiye, gittikçe yaşlanıyor. Nüfus artış hızının düşmesiyle birlikte ‘yaşlılar memleketi’ hâline geliyoruz. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ‘en az 3 çocuk’ tavsiyesi tutulmazsa, 2050’de, Avrupa’nın bugün yaşadığı sıkıntıları Türkiye de yaşayacak.

Bugün parklarda, caddelerde sık karşılaştığımız çocuk manzaraları, 40 yıl sonra görülmeyebilir. Sokak aralarında top koşturan çocukların yerini, hava almak için çıkan yaşlı çiftler alabilir.

Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 2010-2050 arasındaki nüfus analizlerinin yayımlanması, Türkiye durumunu ve gelecekte yaşanacak problemleri göz önüne seriyor. Nüfus artış hızının düşmesi ve yaşlanma gibi sıkıntılar, 2050’de bizim de başımızı çok ağrıtacağa benziyor.

Nüfus, günümüz dünyasında ülkeler için güç kaynağı anlamına geliyor. Gelişmiş ülkeler bu güç kaynağından yoksun kalmamak için birtakım teşvikler geliştiriyor. 20. yüzyılın ortalarına kadar devletler, nüfusun sayıca fazlalığını güçlü olmak için yeterli görüyordu. Ancak günümüzde fazlalıktan çok nitelik üzerinde duruluyor. Nüfus özellikleri ile ülkelerin kalkınmaları arasında ilişki kuruluyor. Bir yandan aşırı nüfus artışı çeşitli problemlere yol açarken diğer taraftan nüfusun çok az artması veya eksilmesi ülkelerin geleceğini tehdit ediyor. Bu yüzden nüfusun, belli bir oranda, problem oluşturmadan artırılması hedefleniyor. Bu da her zaman ve her ülke için kolay olmuyor.

Nüfus yapısı değişiyor

BM’nin 2011-2050 arası için yayımladığı nüfus artış verileri, bölgesinde küresel aktör olmak isteyen Türkiye’nin, bu konuya acilen eğilmesi gerektiğini gösteriyor. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sık dile getirdiği ‘üç çocuk’ politikası da aslında aynı tehlikeye dikkat çekiyor. Erdoğan’ın nüfus politikasını etkileyen önemli sebepler; ‘nüfus artış hızının düşmesi, nüfusun yaşlanması ve bu iki durumdan kaynaklanan olumsuz refah etkileri’ şeklinde özetlenebilir. Aslında Başbakan, Türkiye’nin nüfus yapısı itibarıyla Avrupa’ya benzemesinin önüne geçmek istiyor.

Türkiye yaşlanıyor

Nüfusun yaşlanması, 21. yüzyılda ön plana çıkan en önemli demografik olgulardan biri. Günümüzde insanlar daha uzun yaşıyor. Bununla birlikte doğum oranları azalıyor. Dolayısıyla yaşlı nüfus sayı ve oran olarak artıyor. Nüfus yaşlanması, sağlıktan sosyal güvenliğe, çevreye, iş imkânlarına, sosyal kültürel faaliyetlere ve aile hayatına kadar toplumun bütün yönlerini etkiliyor. Çoğunlukla gelişmiş ülkelerde daha görünür olan yaşlanma olgusunun, artık Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde de değerlendirilmesi gerekiyor.

Bugün Avrupa’nın yaşadığı nüfusa bağlı iktisadi ve sosyal sorunlar tedbir alınmaması hâlinde Türkiye’de de görülecek. Türkiye’nin nüfus yapısıyla alakalı en önemli sorunlardan biri 2050’lilerde nüfusun yaşlanacak olması ve bunun paralelinde orta yaşın 40’lı yaşlara dayanma ihtimali. Bu problem çözülmediği takdirde, yaşlanan nüfusun getireceği iktisadi ve sosyal faturaya hazırlıklı olmak gerekiyor.

Yaşlanan nüfus ne getiriyor?

Nüfusun yaşlanması bir ülke için başlı başına problemler yumağı. Yaşlı nüfustan en çok etkilenecek mekanizmalardan biri sosyal sigorta sistemi. Çalışan-emekli dengesinin emekliler lehine dönmesiyle, sosyal sigortalar sistemindeki açıkların baş edilemez hale gelmesi bekleniyor. Daha çok emekliye daha az çalışan bakmak zorunda kalacak. Yaşlanan nüfusla birlikte gelişme yavaşlayacak. Sanayide ve üretimde yaşanacak eleman sıkıntısı ve ülkenin millî güvenliğinin tehlikeye girmesi, meselenin diğer tarafı. Gelecekte tornacılar, berberler gibi çırak ihtiyacı olan meslek erbabını ciddi sıkıntılar bekliyor. Üretici ve sanayicinin ara eleman sıkıntısı muhtemelen 2050’de çok konuşulacak.

Meselenin bir başka boyutu da kültürel aktarımın hayli zorlaşacak olması. 25-30 sene önce bir dede veya nine hayatının değişik dönemlerinde 20-25 torunla vakit geçirirken, rakam 2050’de epey aşağı inecek. Bu, kültürel aktarımın daha zor olacağı anlamına geliyor. Nihayetinde birbirinden kopuk nesiller ortaya çıkacak. Gelecekte dedesini çok az gören torunlarla, daha az torun gören dedelerin dramlarını konuşabiliriz. Ali Yıldız (67), bu dramı şimdiden yaşayanlardan biri. 6 çocuğundan 5’i evli. Fakat çocukları kendi gibi çok çocuk yapmıyor. Yıldız’ın yalnızca 7 torunu var. Ali Yıldız çocukların bu durumunu “Zamane şartları gençleri zorluyor, şehirde geçim çok zor, şartlar eskisi gibi değil; az çocuk yapıp daha iyi yetiştirmek istiyorlar.” şeklinde özetliyor. Daha çok torununuzun olmasını ister misiniz sorusuna “Çok isterdim, daha fazla torunum olsun, onları çok seviyorum, torunlarımla vakit geçirmek bana huzur veriyor.” cevabını veriyor.

Diğer bir husus gerek çocukların gerekse yaşlıların psikolojisinin söz konusu durumdan olumsuz etkilenmesi. Uzmanlar, dede ve ninelerinin yanında büyüyen çocukların psikolojisinin daha sağlam olduğunu vurguluyor. Yaşlılarda da durum aynı. Bahçelievler Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi Müdür Yardımcısı Dr. Taner Artan bunu doğruluyor: “Her insan başlı başına bir dünya. İstisna vakalar dışında, ailelileriyle irtibatlı yaşlılar diğerlerine göre daha mutlu. Aileleriyle irtibatı kesen yaşlılarda bazen içe kapanma bazen çevreye ve kendilerine karşı saldırganlık durumları ortaya çıkıyor.”

Doğumlar azalıyor

Bir zamanlar gurbetçilerle Almanya’nın nüfusunu bile artıracağına inanan, bu konuda filmler çeken, espriler üreten Türk toplumu, 2050’de kendisi espri konusu olabilir. Hayli doğurgan Türk toplumunun yapısı gittikçe Avrupa toplum yapısına dönüşüyor. Türkiye nüfusunun gelecekte yaşayacağı önemli meselelerden biri kaba doğum hızının düşmesi. Kaba doğum hızı, ‘bin nüfus başına düşen doğum sayısı’ olarak ifade ediliyor. Türkiye’de 2010-2015 arasında kaba doğum hızı binde 16,95 iken 2045-2050 arasında binde 11,50’ye düşecek. Bu, tehlike çanlarının şimdiden çalmaya başladığını gösteriyor. Afrika ülkeleri, kaba doğum hızında ilk sıralarda, gelişmiş ülkeler sıralamasında ise sonlarda yer alıyorlar. Türkiye’de, çalışan kadınlara hamilelik öncesinde ve sonrasında birtakım haklar veriliyor. Doğum izni, geçici iş göremezlik ödeneği, süt parası gibi haklar tanınarak onlar, rahatlatılmaya çalışılıyor.

Neden çocuk yapılmıyor?

Nüfus verilerinin kötü olması, “Türk toplumu neden eskisi gibi çocuk yapmıyor?” sorusunu akla getiriyor. Dar gelirli aileler, ‘iyi bir gelecek hazırlayamam’ endişesiyle çocuk yapmazken, hâli vakti yerinde olanlar daha farklı sebeplerle az çocuğu tercih ediyor. Eğitim seviyesinin yükselmesi, kadınların iş hayatında daha fazla yer alması çok çocuk yapılmasını engelliyor. ‘Kariyer de yaparım çocuk da!’ sözü ilk çocuktan sonra kadınlar için hükmünü yitiriyor. Zaten ikinci çocuktan sonra birçok kadın iş hayatına veda etmek zorunda kalıyor. İşe erken veda edenlerden biri de Sümeyra Yıldırım (28). İkinci çocuğundan sonra çok sevdiği öğretmenlik mesleğine ara vermek zorunda kalmış. Sebebi ise bakıcı sıkıntısı çekmesi ve çocuğuyla daha iyi ilgilenmek istemesi. Büyük şehirlerde çalışan aileler için bakıcı, kreş gibi sıkıntılar ilk çocuktan sonra çiftlere çoğu zaman ‘tamam’ dedirtiyor. Eğitimli erkeler de askerlik, memurluk/yüksek lisans sınavları ve kariyer gibi gerekçelerle çocuk yapmayı erteliyor ya da uzun süre 1 çocukla yetiniyor.

Sonuçta,1935’ten bu tarafa saptanan veriler ışığında Türkiye’nin nüfus yapısının bir değişim ve dönüşüme uğradığı gerçeği ile karşı karşıyayız. Nüfus yapımız gittikçe Avrupa’ya benziyor. 2050’lerde çocuk sesine hasret kalabiliriz. Bugün Avrupa’nın başını ağrıtan nüfus problemleriyle Türkiye’nin karşılaşmaması için acilen önlem alınması gerekiyor. Meselenin sosyal ve iktisadi boyutu düşünülmeli. Bir taraftan genç nüfus teşvik edilmeli, diğer taraftan yaşlı nüfusa yönelik politikalar geliştirilmeli.

Türkiye’nin nüfus politikaları

Türkiye, zaman ve şartlara uygun nüfus politikaları geliştirme çabasında oldu. Bazen nüfus artışını destekledi bazen de nüfus planlamasına gitti. 1923-1963 arası, nüfus artış hızını kontrol altına alma çalışmalarıyla geçti. Doğum oranlarını düşüren uygulamalar teşvik edilmezken, ‘çok çocuk’ çeşitli sosyal, ekonomik ve hukuki önlemlerle desteklendi. Mesela, 1929’da fazla çocuk sahibi olan aileler yol vergisinden muaf tutuldu. 1936’da çok çocuklu ailelere hazineye ait topraklardan tarla bağışlanması gibi uygulamalara gidildi.

1963-1967 arasında uygulamaya konan 1. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda yeni bir nüfus politikası oluşmaya başladı. Bu politika, ekonomik kalkınmanın olumsuz etkilenmesini önleme gayesi taşıyordu. Neticede nüfus planlaması yoluna gidildi. 1965’te Sağlık Bakanlığı’na bağlı Nüfus Planlaması Genel Müdürlüğü kuruldu.

1968’de uygulamasına geçilen 2. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda politika ‘aile planlaması’ olarak değişti. Aile planlaması ile anne çocuk sağlığı hizmetlerinin birlikte yürütülmesi hedeflenmişti. 3. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda nüfusun nitelik ve nicelik değişimleriyle sosyal ve ekonomik kalkınma arasındaki karşılıklı etkileşime değinildi. 4. Kalkınma Planı’nda bir öncekinde olduğu gibi anne çocuk sağlığı üzerinde duruldu.

1985–1989 arasında uygulanan 5. Kalkınma Planı’nda nüfusun sağlık, eğitim, beslenme ve barınma imkânları, bebek ölüm hızının azaltılması konularına ağırlık verildi.

1990–1994 döneminde nüfus politikasının kapsamı, hızlı nüfus artışının çevre üzerindeki etkilerinin önlenmesi, kadının statüsünün yükseltilmesi konularını da kapsayacak biçimde genişletildi.1994 kalkınma programında, kadının kalkınmaya katılımı için politikaların geliştirilmesi, cinsiyete dayalı veri tabanı oluşturulması ve kadınların eğitiminin desteklenmesi vurgulandı.

1996-2000 döneminde sanayileşme ve şehirleşmenin aile yapısında meydana getirdiği değişimden hareketle bu değişimin etkilerine karşı ailenin çağdaş kurum ve hizmetlerle desteklenmesi kararlaştırıldı.

2001-2005 döneminde nüfus artış hızındaki düşmenin devam edeceği tahmin edildi, aile planlaması hizmetlerinin sağlık hizmetleri ile bütünleştirilerek sunulacağı ilkesi benimsendi.

2007-2013 döneminde Türkiye’nin değişen nüfus yapısı, özellikle eğitim, istihdam ve sosyal güvenlik alanlarındaki politikaların ele alınması kararlaştırıldı.

Hindistan 2050’de dünya lideri

Hindistan, Çin’i geçerek 2050’de dünyanın en kalabalık ülkesi unvanını ele geçirecek. 1950’lere kadar Çin hükümeti nüfusu güç olarak gördüğü için yayılma politikası uyguluyordu. Fakat 1953 sayımlarında nüfus 583 milyon olarak açıklanınca artış hızını düşürmek için özellikle şehirlerde doğum kontrol kampanyası başlatıldı; fakat etkili olmadı. Nüfus artış hızı planlanandan daha yüksek çıktığı için 1979’da, resmen ilan edilmeyen tek çocuk siyaseti izlenmeye başlandı. Daha sonra kırsal kesimden yakınmalar gelince 4 yıl sonra bir çocuk daha edinme hakkı tanındı. Çin, 30 yıldır nüfusu kontrol edebilmek için her aileye bir çocuk kuralını genel olarak sıkı bir şekilde uyuluyor. Kurala uymayanlara para cezası veriliyor. Bu nüfus politikası şehirlerde sıkı takip edilirken taşrada ise iş gücünü karşılamak için göz ardı ediliyor. Uyguladığı bu politikalar neticesinde, Çin’in nüfusu, 2050’de Hindistan nüfusunun gerisine düşecek.

Prof. Dr. Burak Arzova (Marmara Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi): Büyümek için genç nüfus şart

“Nüfusun yaşlanmasıyla birlikte en büyük sorun sosyal güvenlik sisteminde olacak. İş gücünün azalması, çalışanların sayısının giderek düşecek olması sebebiyle emekli maaşlarının ödenmesinde sıkıntılar oluşabilir. Sağlık hizmetlerinin maliyet ve miktarı artacak, bu da sağlık bütçesinde açıklar oluşturmaya başlayacak. Kırsal kesimde nüfus artış hızının yüksek, kentlerde çok az olması kırdan kente dengesiz göçü hızlandıracak. Bu birtakım sıkıntıları beraberinde getirecek. Bugün Avrupa ekonomisinin içinde bulunduğu sıkıntının sebebi yaşlanan ve üretime katkısı azalan yaşlı nüfustur. Büyümenin önündeki en büyük engel nüfusun yaşlanması ve genç nüfustan yoksun olunması. Ayrıca nüfusun yaşlanması bazı finansal araçların sonu olabilir. Örneğin bireysel emeklilik sistemi gibi genç nüfus endeksli araçlarda ciddi sıkıntılar meydana gelebilir. Ülkede genç nüfusun istenen seviyede olmaması sebebiyle işçi ihtiyacı dışarıdan karşılanacak, bu da gelecekte birtakım kültür çatışmaları meydana getirebilecektir. Yine yaşlanmanın artmasıyla büyük şehirlerde mezarlık sıkıntısı ortaya çıkabilir

AKSİYON

SON VİDEO HABER

Emlakçılar arasında silahlı çatışma: 2 ölü

Haber Ara