Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

'İdareciler kanayan yaraya merhem olamamışlardır'

'Bizlere Harp Okulu’nda öğretilen “Aslında Kürt diye bir ırk yoktur. Dağ Türklerinin yüksek rakımlı arazide karlar üzerinde yürürken çıkardığı kart-kurt sesleri zamanla bu insanların Kürt olarak anılmasına sebebiyet verdi” öğretileri tam bir safsata idi.'

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-09-10 12:33:26

'İdareciler kanayan yaraya merhem olamamışlardır'
TİMETURK / Ekrem Ata

TSK’de görev yaptığım sürece terhis olan her askerle mutlaka oturur, dertleşir, helalleşir ve varsa şikâyet ve önerilerini alırdım. Bu uygulamam ayrıldığım 1999 yılına kadar devam etti. Şahsen çok faydasını da görürdüm ve helalleşmenin huzuru içinde kendilerini terhis ederdim. Halen kendileri ile irtibatta olduğum askerlerim vardır. İlk kıta yerim Çorlu idi. Meslek hayatımda acemilik olarak isimlendirilebileceğim teğmen rütbesi ile 1985-1987 yıllarında görev yapmıştım. Bir gün terhisi gelen Urfalı bir askerim vardı ve ne yaptı isem bana hakkını helal etmedi. O yıllar 1984 yılı Eruh baskını ile terörün kıpırdanmaya başladığı yıllardı. Sebebini sorduğumda meğerse bir gün kızgınlık anımda kendisine maalesef bir tokat atmışım. (Rabbimden af diliyorum, cahillik zamanlarımızda az da olsa böyle hatalarımız olmuştu). Dedi ki “ siz bana bu tokadı Kürt olduğum için attınız”. Şaşırmıştım. Farkında bile değildim. Korktum, “Allah’ım farkında olmadan nasıl bir yürek yıkmışım” dedim. Yarım saatten fazla konuştuğumuzu hatırlıyorum ve neticesinde ikna edebilmiştim ve gönül rahatlığı ile kendisini göndermiştim. O gün bana büyük bir ders olmuştu.

Yıl 1987. Ütğm. Rütbesi ile ilk şark görevim olan Siirt’teyim. Bir gün içtimadayız ve bazı emirleri bölüğe tebliğ ediyorum. Vanlı bir askerim var. Bu askerimin gözlerinden anlıyorum. Sanki zoraki duruyor. Söylediklerimi dinlemiyor ya da ilgisiz davranıyor. Kendisini bir gün çağırdım. Niçin böyle yaptığını sordum. Adeta buralarda zoraki görev yapıyorsun dedim. Kendisi önce inkâr etti ve ısrarım ve samimiyetim üzerine açıldı ve anlatmaya başladı. Dedi ki “Şeyh Sait (1925 yılında bu hükümet dinsizdir mülahazası ile yapmış olduğu ayaklanma neticesinde avenesi ile beraber öldürülen ve o dönemde bölgede oldukça etkin bir kişiliği olan hoca. Adı belki de kasti olarak Said Nursi ile karıştırılır) bizim akrabamız olur. Kendisi ve kendisi ile beraber öldürülen binlerce Kürt bizim içimizde hep yaradır. Bizim evlerimizde Şeyh Sait’in resimleri vardır. Biz bu sebeple size itaat etmeyi kabul etmiyoruz” dedi. Kendisi ile uzun müddet uğraştım. Yapmış olduğu yanlışı kendisine izah ettim. Hatta bu ayaklanma için Said Nursi’den destek istediğini ve bu desteği alamadığını, Said Nursi’nin kendisine “1000 yıldır İslamiyet’in hizmetinde çalışmış kahraman ordunun torunlarına kılıç çekilmez, yanlış yapıyorsun” dediğini, buna rağmen bu yanlışında ısrar ettiğini söyledim. Dâhilde mücadele olamayacağını, bu şekilde kuvvetimizin zayıflayacağını, bu durumun sadece düşmanlarımızı sevindireceğini kendisine söyledim. Uzun görüşmelerden sonra kendisi ikna oldu ve o andan itibaren kendisi terhis oluncaya kadar en iyi askerlerimden biri olmuştu.

Yıl 1988. Gene Siirt’teyim. Şirvan ilçesi Öz pınar köyüne karakol takviye görevine timimle beraber gidiyorum. Karakol personeli de seçim münasebeti ile köylere sandık muhafaza görevine gidiyor. Köye girişimizi hatırlıyorum. Köylü bizi çok asık suratla karşılamıştı. Yüzlerden anlayabiliyorsunuz. Sanki işgal kuvveti geliyordu. Gene şaşırmıştım. O gün sabahtan karakola yerleştik. Hiç unutmuyorum. İkindi vakti gelmişti. Hemen köyün içindeki camiye gittim. Namaz kılmak için abdest alıyordum. Abdestim bitti ve arkamı döndüğümde arkamda köylü elinde havlusunu tutuyordu. Ve artık orada görev yaptığım 5 gün süre içinde köylüler bizim dostlarımızdı. Bir anda kaynaşmıştık. Zaman zaman da Siirt merkezindeki Ulu camiye özellikle tatil günlerinde vaktim oldukça giderdim. Halk ile çok iyi bir kaynaşmamız olmuştu. Dinimizin bölge halkı için ne kadar önemli olduğunu bizzat yaşayarak görüyordum. Hatta tim komutanlarından eğer 5 vakit namazını kılan varsa köylü o timin gönüllü koruyucusuydu. Hepsi gönüllü istihbarat elemanı gibi çalışıyordu. Terörist o köyde barınamıyordu. Bunu görev yapan arkadaşlarımızdan duyuyorduk…

Bu üç olay beni bölge ile ilgili düşüncelerimi yeniden gözden geçirmeye zorladı. Anladım ki din bölge için çok önemli idi ve gene anladım ki elbette önce herkes kendi ırkını, milletini severdi. Bizlere Harp Okulu’nda öğretilen “Aslında Kürt diye bir ırk yoktur. Dağ Türklerinin yüksek rakımlı arazide karlar üzerinde yürürken çıkardığı kart-kurt sesleri zamanla bu insanların Kürt olarak anılmasına sebebiyet verdi” öğretileri tam bir safsata idi.

Bugün bölgede kanayan yara büyümüştür. Çoğu zaman bölge gerçeklerinden habersiz yöneticiler, idareciler kanayan yaraya merhem olamamışlardır. Camide bölge halkı ile yan yana saf tutamayan idareciler üzülerek söylüyorum ki kalıcı çözümler getirememişlerdir. Herkes görev süresinin dolmasını bekleyerek gününü doldurmuştur. Cumhuriyet döneminin bazı hataları da maalesef bölge halkını devlete küstürmüştür. Bölgenin çok itibar edilen dini kanaat önderlerini küçümsemişiz, zaman zaman onları da takip eder duruma gelmişiz, gene bölgede çok etkin olan dini tedrisatı da takip altına almışız. Bu şekilde halk iki arada bir derede yaşantısını sürdürmüş. Terör örgütünün dinle hiç alakası olmadığı halde zaman zaman “bu ordu dinsizdir, bunlara itaat edilmez” propagandası yapılmasına sebebiyet vermişizdir. Dinin bölge için olan önemini maalesef tam anlayamamışız. Bugün gene üzülerek söylüyorum ki bölgede PKK sempatizanı din görevlileri sayısı da az değildir.

100 yıl önce mühim bir mütefekkir bölge ile ilgili 3 temel hastalık ortaya koyuyor. Bu hastalıkları Sultan 2 nci Abdülhamit’e de arz ediyor. Ayrıca meşrutiyetin idaresinden sonra İstanbul’da bölge gazetelerinde de bu fikirlerini beyan ediyor.

“Bizim üç büyük düşmanımız vardır ki, bizi harap etmektedir. Cehalet, fakirlik ve ihtilaf (birbirimize olan düşmanlık, ayrımcılık). Bu üç büyük düşmana karşı eğitim, sanat ve ittifak silahıyla mücadele edeceğiz.” bu çerçevede çalışmalar yapıyor ve bölgede hem din ilimlerinin ve hem de fen ilimlerinin okutulduğu büyük bir üniversitenin açılması için çaba gösteriyor. Zira dinsiz ilimden inkârcı felsefe, ilimsiz dinden de taassup doğduğunu çok iyi biliyordu. Hatta Van merkezli kurulması düşünülen bu üniversite için Sultan Reşat’tan gerekli maddi destek bile alınmıştı. 1913 yılında Van valisi Tahir Paşa ve bazı resmi görevlilerin katılımı ile bu üniversitenin temeli de atıldı. Ancak hemen sonrasında meydana gelen 1 nci dünya savaşı ve akabindeki istiklal mücadelemiz ve sonrasındaki olaylar bu planı akim bıraktı.

Elbette hiçbir şey için geç değildir. Bir milletin millet olması için dil, din, vatan birliği olması kuvvetli bir sebeptir. Hatta bunlardan ikisi dahi olsa kuvvetli bir millet olmamız mümkündür. Elbette herkes kendi ırkını milletini sever, ama bu sevmekler ayrımcılık manasına asla gelemez. Birimiz Abana’lıyız, birimiz Bozkurtluyuz ama hepimiz Kastamonuluyuz. Birimiz Kastamonulu, birimiz Siirtliyiz ama hepimiz Türkiyeliyiz. Birimiz Fenerbahçeli, birimiz Galatasaraylı, birimiz Beşiktaşlıyız. Ama hepimiz milli takımı tutuyoruz. Bu ayrılıklarımız bizim zenginliklerimizdir. Buradan hareketle Cenab-ı Hak bizleri ırk ırk, cins cins, millet millet yaratmış ki birbirimizi tanıyalım sevelim, kaynaşalım diye. Yoksa birbirimizi yutalım, birbirimizi yiyelim diye değil. Irkımızı seçme hakkımız bize verilmedi. Bu yönden birbirimize üstünlüğümüz yok. Üstünlük ancak Allah’ın katındaki değerimize göredir. Öldüğümüzde “dinin nedir, peygamberin kimdir, kitabın nedir, ömrünü nerede harcadın” soruları var ama “ırkın nedir” sorusu yok. Efendimiz “Arabın aceme, acemin araba bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak sizin takva derecenize göredir” buyuruyor. Bizler böyle bir anlayışa sahip dinin mensuplarıyız. Elhamdülillah % 99’u Müslüman olan bir ülkeyiz. En büyük ortak paydamız dinimizdir. Elbette milliyetimizi, ırkımızı seveceğiz. 1988 yılında vefat eden ve defalarca görme şerefine mazhar olduğum Kastamonu evliyalarından Rahmetli Mehmet Feyzi Efendi’nin buyurduğu gibi “Sadakati vataniye (vatanseverlik), Mefahiri Milliye (Milliyetçilik), Hamiyeti Diniye (Dindarlık)” birbiri olmadan olmaz. Müspet milliyetçiliği iyi anlamalıyız. Ama kendimizden başkalarını da kabul edeceğiz. Milliyetimiz cesedimiz ise, dinimiz ruhumuzdur. Ruhsuz ceset yaşamaz. Ceset ruh olmadan bir hiçtir. Ayrıca bugün 10.200 Kürt vatandaşı üzerinde yapılan bağımsız anket sonuçlarına göre bölge halkının sadece % 9,7’si bağımsızlık talebinde bulunuyor. % 31’i ise kültürel haklarında düzeltme istiyor. Bu mesajları iyi okumak ve gerçekten bölge halkını doğru anlamamız lazım. Günlük öfkelerimiz bizim doğru düşünmemizi engelliyor. Bu tuzağa düşmeyelim. Ortak paydamız gerçekten çok fazla…
Said Nursi Hz.lerinin bu konuda ilginç bir hatırası var. Sizlerle paylaşmak isterim.

“Ben Van’da iken hamiyetli Kürt bir talebeme dedim ki: ‘Türkler İslamiyet’e çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?’ Dedi: ‘Ben Müslüman bir Türkü, fâsık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarım. Çünkü tam imana hizmet ediyorlar.’

“Bir zaman geçti, (Allah rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken, İstanbul’da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı muallimlerden aldığı aksülamel ile o da Kürtçülük damarıyla başka bir mesleğe girmiş. Bana dedi: ‘Ben şimdi gayet fâsık, hatta dinsiz de olsa rafızi bir Kürdü Salih bir Türk’e tercih ediyorum.’ “
“Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaati geldi ki, Türkler bu millet-i İslâmiyenin kahraman bir ordusudur.” (Emirdağ Lâhikası, s. 844-5)

Bölgedeki fakirlik de terörü besleyen ayrı bir sorundur. Yapılan bütün yatırımların terör örgütü tarafından engellenmesi de bu yüzdendir. Zenginleşen bir halkı kandırmak kolay değildir. Kaybedecek bir şeyi olmayan insan en tehlikeli insandır. Ama bu yolda ısrarla çabalarımız sürdürmeliyiz. Ne yapıp yapıp ortak paydalarımızı ortaya çıkarıp birliğimizi muhafaza etmeliyiz. Onlarca birliğimiz var. Dinimiz bir, peygamberimiz bir, kitabımız bir, kıblemiz bir, vatanımız bir, geçmişiz bir, bir, bir…
Kaldı ki bugün küreselleşen dünyada ortak paydası olmayan birçok insan sadece insan olabildiği için sosyal medyada bir araya gelebiliyorsa bizlerin bir araya gelmemesi için hiçbir sebep yoktur. Cehalet, fakirlik, ihtilaf hastalıklarına eğitim, sanat, ittifak silahları ile karşılık verelim. Düşman elbette her zaman var olacaktır. Ama biz bünyemizi sağlam tutmak mecburiyetindeyiz. Unutulmasın mikroplar her zaman var, ancak hastalık vücudun zayıf anını kollarlar. Bünyemizi sağlam tutacak o kadar değerlerimiz var ki? Bunların farkına varmayı Cenab-ı Hak bu milletin yöneticilerine nasip etsin…
Yazımı Said Nursi Hz.lerinin 1922 yılında mecliste yaptığı tarihi konuşmadan bir bölüm ile son veriyorum.
“Bu millet-i İslam’ın cemaatleri, her ne kadar bir cemaat namazsız kalsa, hatta fasık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hatta umum Şarkta, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: "Acaba namaz kılıyorlar mı?" derler. Namaz kılarsa, mutlak emniyet ederler, kılmazsa, ne kadar muktedir olsa, nazarlarında müttehemdir.
Bir zaman, Beytüşşebap aşairinde isyan vardı. Ben gittim, sordum:

"Sebep nedir?"

Dediler ki:

"Kaymakamımız namaz kılmıyordu; öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?" Halbuki, bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıya idiler.

Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi Garbda gelmesi Kader-i Ezelinin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değildir. Madem Şarkı intibaha getirdiniz; fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa, sa'yiniz ya hebaen mensura gider veya sathî kalır.”
SON VİDEO HABER

Iğdır'da AK Parti İl Başkanlığı binasına molotoflu saldırı

Haber Ara