Dolar

34,8660

Euro

36,6016

Altın

3.044,19

Bist

10.058,47

Orwell’in Burma’sı

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört ve Hayvan Çiftliği romanlarından tanıdığımız George Orwell’in 1900’lü yıllarda Burma/Mynmar’ı içeriden anlattığı “Burma Günleri” kitabını hatırlamanın tam zamanı.

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-08-16 12:29:04

Orwell’in Burma’sı
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört ve Hayvan Çiftliği romanlarından tanıdığımız George Orwell’in 1900’lü yıllarda Burma/Mynmar’ı içeriden anlattığı “Burma Günleri” kitabını hatırlamanın tam zamanı. Kendisi de Burma’da görev yapmış olan Orwell, İngiliz sömürgeciliğini roman üzerinden cesurca ve başarılı bir şekilde yansıtmıştır.

Roman, İngiliz askerlerinin ülkeye girişlerinde yaptıkları gösteriyi izlerken dehşete kapılan bir çocuğun “kendi insanlarının bu devler ırkıyla asla başa çıkamayacağı” kabülüyle başlıyor. Bu “kabulleniş” bölge halkını adeta tek bir kelimede anlatacak kadar işe yarar çünkü Beyaz Adam’ın üstünlüğüne öyle inanmışlar ki bundan kurtuluşun olmadığına çok eminler. Böyle düşünmelerinde hiç şüphesiz Hindistan din öğretilerinin ve Budizm etkisi çok büyük. Zaten kast sistemi içerisinde bulunan halkın Beyaz Adam için “asla ulaşılamayacak bir üstünlük” olduğuna inanmak kolaylaşıveriyor. Orwell’ın Burma’yı yakından anlattığı romanında ülkenin Budist dünyasından söz etmekte olduğunu hatırlatalım, Müslümanlardan ve onların sömürgeleşmeye olan tepkilerinden söz edilmemesi sanırım yazarın Budist ağırlık yerlerde yaşamasından kaynaklanıyor.
Romanda yerli halkın işbirlikçi ve fırsatçı pek çok örnekleri işleniyor. Sadece kişisel menfaatleri için her şeyi gözden çıkararak işgalcilere dalkavukluk yapanlar bir yana safiyane bir şekilde Avrupalının seçkin insanlar olduğuna inanlar da var. Örneğin bölgede yerel bir mahkemede görevli bir savcı eliyle görülen hukuksuzluk, yolsuzluk ve rüşvet olayları bölge halkının tek sorunun sömürgeciler olmadığını gösteriyor. Üstelik bu zalim insanlar dünyada yaptıkları kötülüklere karşılık inşa edecekleri ibadethanelerin reenkarnasyonda kendilerini üst bir canlı olarak yaratılmasına vesile olacağına inanıyor. Bölgedeki yolsuzluk ve güvensizlik ortamı iktidarsızlığın iktidar olduğu bir döneme tam bir şekilde uyuyor. Öyle ki mesela İngiliz karşıtı bir düşünce beslemek rüşvet yemekten daha kötü bir suç çünkü yerli bir memurun rüşvet almasına alışıklar ama beyaz adam’ın, sadakatinizden şüphe etmesi işinizin bittiği anlamına geliyor. Burma’da yerli halkın sömürüldükleri gerçeğini çok çabuk ettiğini okuyoruz. Beyaz Adam’ın güçlü ve zengin oluşu değil aynı zamanda daha zeki, daha kibar, daha insan olarak bir üst-insan gibi algılandığını görüyoruz.

Bugün televizyon ekranlarından izlediğimiz Burmalıların, İngiliz sömürgesinden bu yana hala aynı şekilde zalim ve diktatör bir devlet sistemiyle yönetildiğini biliyoruz. Zaten hep aynısı olmuş, sömürgeciler işgal ettikleri topraklarda mutlaka bir “emanetçi” /bir diktatör bırakmıştır.

Hindistan’da başlattığı sömürgecilik faaliyetleri her bölgede olduğu gibi burada da sömürgeyle birlikte oluşturulmaya başlanan düzeni anlatıyor roman. Avrupalı’nın/Beyaz Adam’ın sadece zencilere ya da Müslümanlara değil kendisi gibi olmayanlara “vahşi, barbar” dediğini görünce Doğu’ya yönelik genetik bir düşmanlık bu diyorsunuz. Bir doğu halkı olan Burmalılar için de bu ötekileştirme ve aşağılanma roman boyunca devam ediyor. Burma’da “kara”lara katlanmak zorunda kalan ve kendilerine Anglo-Hintli diyen beyaz adamların burada bulunma sebepleri bölgedeki kereste, maden ve tarım zenginliklerinden yararlanarak işletmeler kurmak. Uzun yıllar bölgede kalan beyaz adam yerli halkla arasına ördüğü kalın duvarları hiçbir zaman inceltmez, onları anlamak bir yana ülkelerini işgal ettikleri ve sevdiklerini öldürdükleri bu insanlara zulmederler.

Romanda yakalanması gereken en önemli içerik burada uzun yıllardır kerestecilik işi yapan beyaz adam Flory ile yerli doktor W.’nin diyaloglarıdır. Flory, kendi ülkesinin bu zavallı ve masum insanlara ettiği zulmü görmüş ve bu düşüncelerini sadece kendisine yakın bulduğu ve tek dostu olan doktor Veraswami ile paylaşmaktadır. “Ne biçim bir yerdi burası, ne biçim bir uygarlıktı bizimkisi! Tanrısız bir uygarlık! Tanrı, hepimize acısın çünkü hepimiz bunun bir parçasıyız. Zavallı siyah kardeşlerimizi soymak için değil onları kaldırmak yalanıyla buradayız!” Doktor ise tam bir beyaz adam aşığıdır; kendi halkını oldukça küçümseyen, onları basit ve kaba olarak nitelendiren doktor için Avrupalılar ülkesini modernleştirmişti ve bunun için tüm beyaz ırkına büyük bir minnet duyuyordu. Flory’nin kötülediği Batı uygarlığına sahip çıkıyordu ve kurulan yasa ve düzenin “nimetlerinden” anlatıyordu. Beyaz adam kurulan yasa düzeninin daha fazla banka ve hapishane için olduğunu, dünyayı dolaşıp hapishaneler kurduğunu ve bunun da adına “ilerleme” dediklerini söylese de doktor bir an bile düşüncesinde de olsa Avrupa’ya ihanet etmiyordu! Onlar olmasa ülkesine ne ticaret ne de ulaşımın mümkün olacağını hatta ormanlarının yakılacağını düşünüyordu. Cehalet dolu halkının uygarlaştırılması gerektiğine inanıyordu. Flory ise son sözü söylüyordu: “Eğer biz uygarlaştırıcı bir etkiysek bunun tek nedeni daha büyük parçalar koparmak istememizdir. Eğer buna değmediğini görürsek her şeyi bir anda çöpe atabiliriz.”

Romanda hem bu diyalogda geçtiği şekliyle Flory ve doktor arasındaki kıyaslamalar hem de her iki dünyayı bilen Flory’un kendi kendine İngiltere ve Burma’yı karşılaştıran cümleleri “medeniyetler savaşı”nın aslında somut halini başarılı bir şekilde yansıtıyor. Diğer iş arkadaşlarına göre daha “insancıl” olan kereste taciri Flory yıllardır beraber yaşadığı bu insanları “hoş görmeye” başlamışsa da zaman zaman kendi centilmen ve özgür ülkesini anımsıyordu. Her düşüncenin ve cümlenin sansürlendiği Burma gerçeğine inanamıyordu. İngiltere’de herkes özgür diyordu. Oysa burada ayyaş, serseri, korkak ve düşük ahlaklı biri olmak dışında bir özgürlüğünüz yok, sahibiniz ne derse o!

Orwell’in roman karakteri Flory’un dilinden sömürgeciliği eleştirmesi ve bu politikaları deşifre etmesi dünya tarihimizin yakın geçmiş zamanına ayna tutması açısından büyük önem taşıyor. Burma veya Mynmar denilen Hint bölgesinde yaşananlar bir din mensubunun başka bir dinden olanı öldürmesi şeklinde görülse de mesele sadece “din savaşı” değil işte bu sömürgeci adamların işleri bittiklerinde arkada bıraktığı kalıntılardır. Mynmar Müslümanları için başlatılan yardım kampanyaları sevindirici olsa da, halen devam eden bu emperyalist zihniyet yıkılmadıkça barış ve güven ortamı beklemek beyhude. Bu sebepten Mynmar hükümetine dünya çapında bir yaptırım uygulanması gerekiyor.

Biz, müslüman çoğunluktaki Arakan’a gitmenin gerekli olup olmadığı tartışaduralım “Burma günleri” sessiz sedasız yazılmaya devam ediyor…
[email protected]
SON VİDEO HABER

Kassam, İsrail askerlerini araçlarıyla birlikte imha etti

Haber Ara