Dolar

34,9539

Euro

36,6262

Altın

3.016,99

Bist

10.028,31

Ali Bayram'dan Zaman'a eleştiri 1

Zaman gazetesinin Erzurum'da kuruculuğunu yapmış olan yazar Ali Bayram, Zaman gazetesinin yanlışları olduğunu ifade etti. Ekrem Dumanlı'yı da eleştiren Bayram, 'Ekrem Dumanlı, gazetenin kazancı değil kaybıdır' dedi.

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-07-09 15:33:15

Ali Bayram'dan Zaman'a eleştiri 1
“BAŞKASININ TARLASINDAN GEÇERKEN HAYVANLARIN AĞZINI BAĞLARDIK”

14.05 1953 yılında Erzurum’da dünyaya geldiniz. Hafızlık, Kütüphane memurluğu, Zaman Gazetesinin kurucusu, tercüme yazarlığı, edebiyatçı olarak tanıdık biz sizi. Bilinmeyen yönleriniz neler oldu? Sizi koruması üzerine vacip olan aile efradınızdan nasıl söz edersiniz?

Erzurum'da, Hasankale'ye bağlı küçük bir köyde dünyaya geldik. Biz hayatı algılamaya başladığımızda, bizim ailemiz, Türkiye şartlarında, 1950'lerde, Anadolu’da herkes yoksuldu. Yine en iyi ailelerden biri bizim dedemizdi. İşte koyunları, sığırları, arazileri olan bir yere sahipti. Para ile satmazdı. Babam da, "Rızıklar para ile satılmaz" derdi. Anamla ben biraz mücadele ederdik. Çok olan otlarımızı satmak için. "Hayvanat hakkını ben nasıl satarım?" diye söylerdi. Dini bütünlükle yaşayan üç kardeşinin en küçüğüydü, babam. Babam ve kardeşleri, olmaz böyle bir şey diyeceğiniz kadar kullukta ileri insanlar. 5 vakit namazın haricinde, teheccüdlerini, evvabinlerini kaçırmayan, hakka, hukuka riayet eden insanlardı. Hayvanlarıyla malzeme taşımak için, birinin tarlasından geçerken, hayvanların ağzını bağlar, tarladan öyle geçerdi. Hayvan, başkasının tarlasından, eğilip ot almasın diye.

Peki o ailenin çocuğu olarak gençlik yıllarınızdan nasıl söz edersiniz?Bir dörtlüğünüzde, “Sevmem hiç ıslanmayı lüzumsuz yere, Sulu karda yürümeye bayılırım her yere” diyorsunuz. Hayatınızda fuzuli işlerle uğraşarak geçirdiğiniz bir dönem oldu mu?

Gençliğimi ben yaşamadım. Olmadı. Ben çocukken, babam tahtadan bir elif-be yaptı. Onları belirgin hale getirdi, oradan başladım, sonra hafızlık başladı, Kurşunlu Medreselerine Arapça okumaya koydular...Ailenin bir oğluyum. 18 yaşında nişanladılar. İtiraz edebilirdim, itiraz ettiklerim de oldu ama aileme itiraz edemedim. Hocamın istediği kızı reddettim ama eşimi reddedemedim, kader olduğundan galiba.

“ESVED BİN YEZÎD’İ HOCA EFENDİYE BENZETİRİM”

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Amerika sohbetlerinde “Aşığı olduğum insanlardan birisi” diye bahsettiği bir zat vardı: Esved bin Yezîd en-Nehâî Hz. Sizin Fethullah Gülen Hoca’nın aşığı olmanızın hikayesi nerede başladı?

Esved bin Yezîd en-Nehâî, yeryüzündeki çok büyük insanlardan birisi. Hatta Tabiin İmamları derler ki: " Züht-ü takva ibadet-i taat tabiinde yedi insanda son bulmuştur, yedi insandan birisi, Esved bin Yezid'dir. " Esved bin Yezid, aynı zamanda Yemenli muhadremundandır. Muharredum şudur: Peygamber zamanında doğmuş fakat Peygamberi görmediği halde, Müslüman olmuş. Ebubekir Efendimizi, bir çok sahabiyi görmüş, Allah'ın resullerinden feyiz almış bir insan. Kuran’dan, sünnetten aldığı ilmi derinlik, oğlu İbrahim vasıtasıyla, Hammad Süleyman, Altınoluk’tan gelen manevi ilmi, İmam-ı Azam’a aktarmış. Ümmetin büyük bir çoğunluğuna, kıyamete kadar imam olan, İmam-ı Azam’ın altın sinsileden aldığı ilmin membaı, Esved bin Yezîd’tir. Mübalağalı olduğunu düşünürsek 700 rekat, mübalağasız olarak gecede 300 rekat namaz kıldığı rivayet edilmiştir. Bütün Kuran’ı Fatiha gibi çok rahat okuyan bir insandır. Ramazan günlerinde, iki gecede bir Kuran’ı hatmeder. Hayatı boyunca, akşam ile yatsı arasında kısa sürede istirahat eder. Talebe yetiştirir, Kuran okur, ilim okur, tefsir okur, rivayet eder…böyle bir zat.

Hoca Efendiyi de benim bu zata benzettiğim yönleri çoktur. Ben Esved bin Yezîd’i bilmezdim. Hoca Efendinin vaazlarından duydum. Sonra Hoca Efendi bana, “Esved bin Yezîd’i yaz” dedi. Ben de araştırdım, 50 kaynaktan Esved bin Yezîd’i yazdım. Ve akabinde bir rüya gördüm. Hoca Efendiye rüyamı anlattım. O da dedi ki:” Türkiye’de ilk kez bu zati senin bu yazınla tanındı, o zat memnun oldu, ruhaniyatı sana geldi, ruhaniyatı seni okşadı” Birinci sorunuza atfen söylüyorum, kütüphanede severek çalıştım, 52 bin cilt kitabın kataloğunu hazırladık, onun yanında İslam dünyasında ne kadar tefsir, ne kadar hadis, ne kadar kelam, ne kadar tasavvuf yazılmışsa biz bunların tamamını kütüphaneye kazandırdık. Şark kütüphanesinin kurulması için tam yetkimiz vardı. Sadi bey ile beraber kurduk. Ciltlerce hadis ravilerini ihtiva eden kitaplar vardı. hadis ravilerinin sıhatlı olanları anlatan kitaplar vardı, ska denir buna. Hafız Reheb’in 10 ciltlik skası vardır.

“HOCA EFENDİ’Yİ TANIMASAYDIM, BUHARİ’YE İNANMAZDIM”


Fethullah Gülen Hocayı orada okuduğunuz kitaplarda mı keşfettiniz?

Orada okuduğumuz kitaplardan aldığımız ilimden sonra geldik baktık ki canlısı var burada. Hoca Efendi’yi tanımasaydım, ben Buhari’ye inanmazdım. Çünkü Buhari, 750 bin hadis içinden seçmiş, en sıhhatli, en kâmil, en tartışmasız, ravileri en sağlam 4500’i aşmayacak hadis koymuş. Hoca Efendi hafızasında, 750 bin hadisin ravilerini, babasının, amcasının, teyzesinin adlarını bilir gibi biliyor.

“HOCA EFENDİ, BUHARİ GİBİ BİR ZAT”

Hoca Efendiyi tanıyınca, hadisteki ilmini görünce, baktık ki, Hoca Efendi, Buhari gibi bir zat. Hoca Efendi, Müslim gibi bir zat. Hadis literatüründe, Müslim mi birincidir, Buhari mi tartışması yapılır, “Buhari birincidir” denilir. O birinci olsa, Müslim ikinci. İmam Buhari, Müslim böyle insanlardır. Fakat Kütüb-i Sitte denilen kitabının 6 yazarı da böyledir. Hoca Efendi hepsi gibi. Buhari gibi, Ebu Davut gibi bir insan. Bir misal vereyim. Erzurum’a bir zat gelmiş, bir hadisi şerifi inkar ediyor…o günün şartlarında böyle bir hadis olup olmadığını bulmak için fihristlere(Fransız profesörlerin Başkanlığında bir heyet, 30 yıl çalışarak hadis fihristi yaptı, 10 kitap aldı, 7 büyük cilt halinde 1935’te Londra’da basıldı) bakmamız lazım. Bizim Fihristin yanına İzmir’e gidiyoruz, gidince Hoca Efendiye soralım, dedik. Hoca Efendiye sorduk. “Böyle bir zat geldi, bilimsel olarak şöyle bir hadis yok, dedi” dedik. Hoca Efendi, “Hele bir bakalım araştıralım” demedi. Hemen dedi ki, “Ebu Davut’un 4.cildinde bu hadisi şerif rivayet edilmiştir” Yalnız, 4. Veya 3. ravide “Şu zatın hafızası zayıftır, bazı hadis imamları itibar etmemişlerdir ” kaydı vardır, dedi. İmam Hafız Zehebi, “Mizan-ül İtidal” isimli kitabının 4.cildinde, getireyim göstereyim onu da. Suru hafıza ile itham edilmiş olan bir ravi.

“BÜTÜN İNSANLIĞIN ORTAK DEĞERİ, HZ. MUHAMMED’DİR.”

“HOCA EFENDİ EŞYA VE HADİSELERE KARŞI BİR ÖRNEKTİR”


Müslümanlığın ve insanlığın ortak değerleri dindir, bütün insanlığın ortak değeri, Hz. Muhammed’dir. Kuran-ı Kerim, “Seni alemlere rahmet olarak gönderdim” diyor. Hz. Muhammed, her şey için ortak değerdir. Hz. Muhammed’in terbiyesinde yetişen Hoca Efendi ve Hoca Efendi gibi zatlar; insanlara karşı olduğu gibi eşya ve hadiselere karşı bir örnektir. Bir büyük zat, müritleri ile bir yere giderken, Peygamberimiz buyurur ki, “Yoldan eza eden şeyi kaldırıp atma, imanın şartındandır” Bir taş gördün yolda, bir teker o taşa çarpabilir, takla atabilir, ölüm olabilir, onu görüp de oradan almayan herkesi Allah, mesul tutar, onun kamerası var. “Yeryüzünde hiçbir şey yok ki, Allah’ı anmasın, tesbih etmesin” Hoca Efendi budur. Hoca Efendinin zihniyeti, kainata, insanlığa, tabiata hizmet eder.

“HOCA EFENDİ İSTESE, SIRÇA SARAYLARDA YAŞAR”

Fethullah Gülen’i, kulluğu ve ibadetlerinde derinliği bakımından; Şah Nakşibendi, Mevlana Halid Bağdadi, İmam Rabbani ve Abdülkadir Geylani, hoşgörüde Mevlana, Yunus ve Ahmet Yesevi gibi zatlar seviyesinde buluyorsunuz. Peki kusuru yok mudur? Çağımıza uyarlanışında düştüğü hatalar yok mudur? Mesela ABD’de bulunması, İslam ülkelerinde yaşamıyor olması çok eleştiriliyor…

Hoca Efendiyi biz az tanımadık, 30 yıl tanıdık, ziyaretlerine gittik, gittiğimizde geceleri yanında kaldık, yanında kaldığımızda sabahlara kadar konuştuğumuz oldu. Hoca Efendi, Abdülkadir Ceylani, Mevlana Hazretleri, Şah-ı Nakşibendi, daha yukarılarda Esved-i Yezid gibi, İbrahim Ethem gibi. Bugünün şartlarında, Türkiye devletinin ve dünya devletlerinin yaşantıları çerçevesinde Hoca Efendi istese, sırça saraylarda yaşar. Bu kadar mali imkana sahip kendisi. Bunun kaynağı nereden diye söylenebilir ama Hoca Efendinin 1 kitabı, 1 milyon tane satıyor. 10 liraya mal edilecek kitap, 100 liraya satılıyorsa bunun getirisini sen hesap et.

“FETHULLAH HOCA, ÖĞRENCİLERİN SABUNU İLE ELİNİ YIKAMADI”,

“HOCA EFENDİ KİRADA OTURUYOR”


Belki de servetini önüne sermeye hazır bir sürü insan oluşu da, zenginliğidir.

Servetini, sağmanını bu işlere veren insanlar için Hoca Efendinin titizliği, sahabiden misaller vereceğim insanların hayatı gibi. Servetini (okullar için vs)millet veriyor ya, Hoca Efendi diyor ki: ”Ben hayatımda hayr sahiplerinin öğrencilere vermiş olduğu sabunla bir defa elimi yıkamadım” O servet isterse dünyalar olsun, Hoca Efendi ona dönüp bakmaz. Kendi kazancı olan kitaplarının bile gelirini kendisinde tutmuyor. Bir sefer Amerika’da bize dedi ki:” Ben burada oturuyorum, bir oda ile benim yattığım yer, oturduğum salona insanlar benim için geliyor, ben buranın aydan aya kirasını veriyorum” (dağın başında bir yer, kira verilmiyor, zamanında satın alınmış) Bir babayiğit demiş ki ben burayı satın alıyorum, hizmet etsin. İçerisinde 10-15 tane ev var, iki katlı…hoca efendiyi ziyaret edenler gelip, kalıyor, bir de hizmet edenler..) Yediği, içtiği şeyler belli. Bir insanın ölmeyecek derecede yediği şeyler. Kılı kırk yararcasına bir hayat yaşayan bir insanı birileri burada imparator ilan ediyor.

“FENERBAHÇE’Yİ ELE GEÇİRDİĞİNİ SÖYLÜYORLAR, HOCA EFENDİ İKİ MÜNİNİN ARASINA İTİLAF SOKMAZ”

Birileri Fenerbahçe’yi ele geçireceğini söylüyor. Hoca Efendi, iki mümin arasında itilaf olabilecek hiçbir şeye gözüyle dahi bakmaz, bırak el atsın…”Ya hocam biz okul arıyoruz, falanca yerde okulu satıyorlar, biz de orada okul arıyoruz, adamlar işletememişler” dediklerinde, “Hayır, oraya o emek sarf etmiştir, göz nuru vermiştir, belki göz yaşı dökmüştür, sen şimdi alsan da adam iç geçirebilir, çaresizlik. Verdi gitti, dedittirmem ben asla, siz de gözyaşı dökerseniz, varsa imkanınız ha sen yapmışsın ha o, ver parasını o yapsın” der. Böyle hassasiyette bir insan bulunur mu hiç Allah aşkına?

“ENTELLEKTÜELLERİN HOCA EFENDİYİ HAZMETMEYİŞLERİ, İMAN EKSİKLİĞİNDEN”

Ama Hoca Efendiyi, kendini entelektüel sanan insanların hazmedemeyişi, iman zafiyetinden kaynaklanıyor. Yoksa ne alıp vermediğiniz var? Hayatını bilmediğiniz bir insan hakkında kurgu yapma, ona göre misyon biçme bizim haddimize değil ki! Biz ise gördüklerimizi müşahede ediyoruz. Hoca Efendi, Esved-i Yezid gibi 3 günde teravih ile hatim indirir. Eskiden arkasında durmaktan usanırdınız, okur, okur, okur…Şimdi kendi yalnız başına kılıyor, kendi okuyor, Hoca Efendinin, Kuran’a karşı saygısı bu. insanlığa karşı saygısı bu. Hoca Efendinin yanında bir insanın asla gıybeti yapılmaz. Falanca dediğin anda Hoca Efendi yüzünü ekşitir, arkasını döner, kalkar. Falanca dedin mi, arkasından bir şey gelecektir.

“HOCA EFENDİ İLE ALAKALI ENSTİTÜLER KURSUNLAR”

İnsanlara karşı saygıyı bugünün insanları öğrenecekse, Hoca Efendi ile alakalı enstitüler kursunlar. Araştırma merkezleri kursunlar, hayatı araştırılsın. İnsanlar, insanlara nasıl değer verecek, münasebetler nasıl olacak biz de görelim, alem de görsün. Şimdi bunu Batılılar yapıyorlar. Batılılar durup dururken, “Hoca Efendiyi anlamak, Gülen mümin” diye kuruluşlar niye yapsınlar? Ama yapıyorlar. İslam; evrensel, insani değerler manzumesi. Allah da buna ‘İslam’ diyor. Allah nezdinde din, İslam’dır.

“FETHULLAH HOCA’NIN AMERİKA’DA OLMASINI KUSUR SAYIYORUZ”


Zorla kusur aramayalım ama Peygamberler dahil, Kuran-ı Kerim, zelle diyor. Belki Hoca Efendide de, insanların görüp göremediği kusurları vardır. Allah karşısında kusursuz kul olmaz düşüncesine göre belki kusurları vardır ama irad-i kusurlarının olduğu kanaatinde değilim ben. Hele fili kusurlarının olduğu kanatinde hiç değilim. Amerika’da yaşamasına gelince. Bir değerimizin, bizde değil de, Amerika’da olmasını biz de kusur sayıyoruz. Biz mahrum oluyoruz Hoca Efendi’den. Yeni nesil Hoca Efendiyi ziyaret edip, görse ne güzel olur. Ziyaretçi, önemli bir keyfiyettir. Büyük zatlara bakma, onlarla yüz yüze olma, onların maneviyatını, içini dışını temizler. Halbuki velayet sahibi insanların ziyareti, ziyaret edenler için büyük bir kazanımdır. Beziüzzaman Hazretleri diyor ki, “Bir gün İmam Rabbani’nin hayatta olduğunu, dirildiğini duysanız, binlerce lira harcayıp, gidip Hindistan’da onu ziyaret etmez misiniz?” Bu sözüyle, binlerce lira harcamaya değer bir konumdur, demek istiyor.

“HOCA EFENDİ YAŞANMAZ BİR HAYAT YAŞIYOR”


Hoca Efendiyi ziyaret edene mükafat vardır demek mümkün ama kapıları herkese açık mı? Gazetecilere konuşmadığını biliyorum.

Açık değil. Hoca Efendi neticede, et kemikten bir insan. Zaten şu haliyle bile Hoca Efendi yaşanmaz bir hayat yaşıyor, sabah erkenden namaza tecehhüte kalkılır, bir saat kadar namaz kılınır, kuranını okur, sabah namazı kılınır, namazdan sonra ders okunur, ardından hoca efendiden ders okuyan talebeler, tefsir, hadis, fıkıh dersi verirler. 15 farklı tefsir ele alınır, bir ayet okunur, ayette şu tefsir ne demiş herkes söyler, hoca efendi “şöyle de denmeliydi, ben olsam şöyle de derdim”der, biri der ki, “Hocam 6. Asırda Endülüs’te yaşamış İbn-i Hayyan şunu demiş, der. Sanırsınız ki, herkesin ellerinde ayrı ayrı tuttuğu 15 farklı tefsir ile ayetle alakalı, müzakereli ders yapılıyor. Hoca Efendinin tefsirdeki ilmi de bu. Görüşmesinde zaruret olanlar oluyor, onlara zaman ayırıyor, hasta olduğunda, çıkamıyor ama insanların hakkına, hukuka riayet ediyor. “Beni görmeye gelmiş olan insanla ilgilenemezsem, ben bunun hesabını Allah’a nasıl veririm?” deme durumunda olan hassas bir insan. Diyelim ki, randevu almadan, hatırı sayılır bir insan geliyor, Hoca efendi çevresine neden haber vermediniz diye kızıyor, “Bana haber verseydiniz ilgilenirdim” diyor. Çok saygılı bir insan. Ondan ötürü de herkesi kabul etmek istemiyor.

“MUKAYESELİ HUKUKTA HOCA EFENDİDEN ÖTESİNİ TANIMIYORUM”

İlmi yönü bu, tefsire vukufiyeti öyle, mesela İslam hukukunda, mukayeseli hukukta hoca efendiden ötesini tanıyorum diyemem. Mukayeseli hukukta 4 mezhep vardır. 4 Mezhebin dışında yine mezhepler(Zahiri, Caferi, Taberi) ve 4 legal mezhepi(Şafi, Hanbeli, Maliki, Hanefi) bunların bütün İslam hukuku nezdindeki, ibadet yönünü, muamelat yönünü, ceza yönünü, alışveriş yönünü hoca efendi en ince ayrıntısına kadar bilen bir insan. Bu ilmi nasıl elde etmiş diye bilenler, görenler şaşırıyorlar.

“HOCA EFENDİNİN GİZLİ AJANDASI YOKTUR”,

“HOCA EFENDİ ASRIN YUNUS’U, MEVLANA'SI”,

“HOCA EFENDİYE KÖTÜ SÖZ SÖYLEYEN, SAHABEYE KÖTÜ SÖZ SÖYLEMİŞ GİBİDİR”

Bu ilmin devamını kimler, nasıl getirecek, veliaht konusuna gelmek istiyorum. Sürekli bir veliaht tayin edilmeye çalışılıyor. Koltuğu kime bırakacağı hep tartışılıyor.

Öyle bir şey. Kendisi ona karışmıyor. Bu Allah’ın işi, kimsenin karizma olarak, kişisel olarak, zati olarak bir değerde hakkı yoktur, böyle bir değeri doğamaz. Allah hizmetin devamını kimlere nasip ederse, onlar işi omuzlar götürürler. Hoca Efendinin hiçbir şeyle alakalı gizli ajandası yoktur. Hoca Efendi de, tam bir teslimiyet vardır. Allah’a tam bir teslimiyet vardır. 24 saat dolduğu zaman, kendimi orada fazla hissediyorum. Bir tevhidi anlayışı -Allah’ı birleme anlayışı- var ki, her şey yadımdan siliniyor, adeta o büyük zatların, vahdet-i vücudun zirvesini ihraz etmiş olan, Muhittin İlmi Arabi hazretleri gibi. Hallacı Mansur gibi…”İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır” Hoca efendi de bin defa tecelli etmiş durumdadır. Hoca efendi bu yönüyle asrın Yunus’u! Hoşgörüde, müsamahada, kendisine karşı kötülük edenlere karşı asrın Mevlana’sı… Biri gelip Mevlana’ya yalan söylemiş, çıkartmış cübbesini vermiş, sonra demişler ki, “Efendim o yalan söyledi” Demiş ki “Zaten ben onun yalanına o cübbeyi verdim, hakikisine canımı da veririm” Hoca Efendi, insanlara karşı aynen böyledir. Hoca efendi, kendisine kötü söz söyleyeni, o kötü sözünden ötürü değerlendirmememizi söyler. “Ben rükün değilim” der. Ben diyorum ki, “Hoca Efendiye kötü söz söyleyen, sahabeye kötü söz söylemiş gibidir.“

“KENDİSİNE HAKARET EDENE BİLE HAKKINI HELAL ETTİ”

Taifliler, Peygamber Efendimizi taşladığında, kan revan bırakmışlardı da Allah Resulü: "Allahım! Sen onları affet çünkü onlar beni bilmiyorlar, bilseler böyle yapmazlar." demişti. Buna benzer bir şey mi acaba?

Hoca Efendi de aynen öyle. Senelerce Hoca Efendi hakkında yazıp, çizen, hakaret eden insana siz de şahit olun ”O zata bile hakkımı helal ettim” dedi. Biz, hocam öyle şey mi olur dedik ama “Ben Allah’ın nezdinde kendimi kurtarmakla mükellefim, falanla filanla neden cebelleşeyim, bana ait olanı helal ederim ama hizmete ait olanı Allah helal eder onu bilmem” dedi.

“FETHULLAH HOCA: BİRİLERİNİN AYAĞIYLA YÜRÜYOR OLSAM, ALLAH BU HİZMETİ ALT ÜST EDER, DEDİ”

Gizli ajandası yok dediniz de, CIA’nın eski şefi ve ABD’nin uluslararası ilişkiler uzmanı Fuller, Gülen okulları için şunları söylemişti: “Bütün bölgeye yayılan ve Türkçe yanı sıra İngilizce öğretilen Türk okulları çok önemli. Orta Asya’da, İngilizcenin zamanla Rusçanın yerini alması beklenmeli. Çünkü Rusça uluslararası ticaretin dili değil...” Bu bir kabulleniş gibi…Gülen Hareketinin CIA, MİT gibi ajana ihtiyacı var mı?

Hoca Efendinin böyle bir ajana asla ihtiyacı yok ama asla yok. Onlarla hiçbir zaman zerre kadar ne içli dışlı oldu, ne onlarla konuştu, ne onların hüsn-ü kabulünü talep etme durumunda oldu…”Ben birilerinin ayağıyla yürüyor olduğum kanaatini vicdanımda tutsam, Allah şu hizmeti alt üst eder” dedi. “Ben Allah’tan bekliyorum, Allah’tan istiyorum ve bizim işlerimizi Allah yapıyor.” Dolayısıyla hiç birimizin yüzüne yerinde bakmaz. İstersen bir ülkede 30 tane okul aç. Bir gün ben dedim kendisine:” Hocam biz aptal değiliz, aklımızı peynir ekmekle yemedik, İstanbul’da kendime bir villa yaparım, kiralarda oturuyorum, Azerbaycan’da 50 milyon dolarlık üniversite kurmuşum. Belli ki bu benden değil. Ben Haydar Aliyev’den bir ev yeri isteseydim, verir miydi, vermezdi sanıyorum. Ama üniversite yeri istemişim, 200 dönüm üniversite yeri vermiş. Kişisel değil.” Yine büyüklerin sözü, “ İnsanların elindekine(parasına, makamına) gözün oldu mu, insanların gözü de, seni dışlamakta olur”

“HOCA EFENDİNİN MÜSTAĞNİLİĞİ BİZİ ÖLDÜRECEK.”,

“BİRŞEYİ CEMAAT YAPTI DEMEK, FIKRALAŞTI”

Hoca Efendinin bu müstağniliği bizi öldürecek. “Kimseden bir şey istemeyin, bir makam istemeyin, bir yere müracaat etmeyin, birileri size bir şey verecek olursa, bunun altında ne olduğunu hesap edin, eğer altından bir şey çıkmayacak ise kabul edin” der. Hoca Efendiyi tanımak lazım, hoca efendiyi bizim entelektüelimiz tanısa, asla yadırgayacak şey yazmalar, hatırını aziz tutarlar. Eskiden yiyip, içip sonradan arkasından konuşana karşı sadece “Eskiden bir kahvenin 40 yıl hatırı olurdu, bizim kahvenin 40 gün hatırı bile olmadı” diye serzenişte bulunmuş. Bu hadisi şeriftir:” İnsan tanımadığı şeyin düşmanıdır” Tanırsanız; sevecenliğini, dostluğunu, müsamahasını, insancıllığını görürsünüz. Ama tanımazsanız, kurgular, kafanızda bir Fethullah Gülen oluşturursunuz. Kafanızda oluşturduğunuz Fethullah Gülen, Fethullah Gülen’in asla kendisi değildir. Hükümet kurar, devleti ele geçirir, polis teşkilatını, yargıyı ele geçiren bir Fethullah Gülen olur...Geçen akşam güldüm, Acun’un programlarından birinde, bir kız jüriye alınmamış, Fethullah Gülen benim jüriye girmeme mani oldu diye gülünç bir şey ortaya açmış. Artık fıkralara dönüştü. Çocuğun biri evde annesinin çok kıymetli bir sürahisini kırmış, sürahi kırılınca, annesi kızmış, çocuğun üzerine vurmak için bir hışımla yürüyünce, çocuk, “Yemin ediyorum ben yapmadım, cemaat yaptı” demiş. Bunlar doğru değil. Hoca Efendinin çevresinde her seviyeden entelektüel bir yapı var. Ben kendimi bu manada zurnanın son deliği göreyim. Göreyim ama birisi çıkıp, hadis için Hoca Efendi şunu diyor ama ben tahmin etmiyorum, desin. Söylediğini ispat edemez. Hoca Efendi diyor ki, “Keşke mihraba geçen imamımız kütüb-i sitteyi ezbere bilse de, Allah resulunun mihrabına öyle geçse”. Bu zor değil mi diye sorduğumuzda, kolay, zor değildir, Allah’tan isteyince verir.

“HOCA EFENDİ, HZ. MUHAMMED’E YAKIN OLDU DENMEYİ ZÜL ADDEDER”

1977 ve 1980 yılları arası Gülen Hocaefendi’yi İzmir Bozyaka'daki bir yurdun 5. katında ziyarete gittiğinizi, odasının karşısındaki koridorun duvarında Itrî'nin Efendimiz Hz. Muhammed'e ithafen yazdığı bir şiiri okuduğunuz ve büyülendiğinizi belirtmişsiniz. O şiirde, “Sensin ol şâh kim Süleymanlar kapında mûrdur” şeklinde bir mısra var. Gülen’in üstün bir irade olması, Peygambere bağlılığını nasıl etkilemiştir sizce?

Itri, Süleymanları kastederek, “Süleymanlar senin kapında ölüdür” diyor. Hz. Muhammed’in bastığı toprağı, gözüne sürme diye çekecek olan bir insan, onun yerinde olabilmeyi, ona yakın olabilmeyi kendine zül addeder. Bu kadar açık ve net. Hoca efendiden senelerce gördüğümüz, duyduğumuz, Allah resulü anıldığında gözleri yaşarak, Allah resulünün hayatını tane tane vicdanında sindirmiş bir insan, ancak onun kapısında bir kul olmayı Allah bana nasip etsin diyen bir insan. Hoca Efendinin “Derd-i isyana müptelayım, kapında bir baht-ı karayım Ya Resulallah, umardım hep cemalinden tecelliler, ya şimdi kovarsan halim ne olur ya Resulallah” manalarıyla Allah resulüne öyle yakarışları vardır ki, onları tarif etmek bana göre zordur. O şiiri hep orada okur, hep gözyaşlarımı tutamazdım, bu da bana Hoca Efendi ile alakalı şiir yazmamda ilham oldu.

Sâyesi düşmez yere bir böyle nahl-i Tûr'sun

Mihr-i âlem-gîrsin başdan ayağa nûrsun

Târik-ı gülzâr-ı âlem mâlik-i mülk-i adem

Münkirine mahz-ı mâtem mü'minîne sûrsun

Sensin ol şâh kim Süleymanlar kapunda mûrdur

On sekiz bin âleme hükmetmeğe me'mûrsun

El benim dâmen senin ey rahmeten li'l-âlemîn

Şöhretim isyân benim sen afv ile meşhûrsun

Pâdişâh-ı evvelin ü kıblegâh-ı âhirin

Evvel ü âhir imâmü'l-enbiyâ mezkûrsun

Yâ Resûlallah umarım diyesin rûz-i cezâ

Gerçi cürmüm çoktur ammâ, Itrî'ya mağfûrsun!..

“HOCA EFENDİNİN BULUNDUĞU YERDE, MALAYANİ KONUŞULMAZ”

Sizce Gülen, bulunduğu her yeri menba-i feyz-i ilâhîye nasıl dönüştürüyor? Ona verilen en büyük özellik ne sizce?

Feyzin kaynağı önemli. İslam’da feyzin kaynağı, Kuran, sünnet, büyüklerin kuran ve sünnetten anladıkları, birinci asırdan itibaren ümmete naklettikleri eserleri ve bunların hepsini kapsayan kulluk. Hoca Efendinin bulunduğu yerde, malayani(lüzumsuz söz) konuşulmaz. Bu İslam’ın bir emridir. Hadisi şerifte buyruluyor ki, kişinin İslam’ının güzelliği, malayaniyi terk etmesidir. Hoca Efendi buna son derece riayet eder ve son derece riayet ettirir. Kaldığı yerin duvarlarında, lüzumsuz şeyler konuşma, kuran oku, ibadet et, tefekkür et ya da sus gibi şeyler yazılıdır. Susma da şüphe vardır. Bir hadiseyi gördün, dinen şahitlik yapacaksın, yapmıyor, susuyorsun, o doğru değil. Ona cevap vereceksin. O susmak en büyük zulümdür, kuran-ı kerim hak şahitlik yapmaya bizi mecbur ediyor. Bir de senin İslami bir bilgin var, cevap vermezsen adam doğruyu yapacak, vermezsen yanlışı yapacak. Ona cevap verilmediği zaman, ağzına demirden gem vurulur deniyor. Onun dışında susmak bir fazilettir.

“İSLAMCI DEMEK AYIPTIR, İSLAM KİMSENİN BABASININ MALI DEĞİL”,

“HOCA EFENDİNİN, CIA VE MOSSAD İLE ALAKASI YOK”


Susmayanlar da var…Mesela Mehmet Şefket Eygi, cemaatin, ABD ve İsrail tarafından manipüle edildiğini hatta onların hesabına çalıştığı iddiasında bulunmuş, Siyonistler’in ve ABD’nin Gülen’i halife ilan edeceğini iddia etmişti. Bu açıklamayı yapan da bir İslami yazar.

Maalesef bunların kıskançlık sendromu var. Kıskançlık sendromu bir, bilmeme iki, kendini büyük görme, kibir üç. Başkasını kabul etmeye en büyük mani, kibirdir. Şeytan Âdem’i, kibrinden kabul etmedi. “Beni ateşten yarattın, onu topraktan yarattın” dedi. Kibriya-u azamet hakka yarar, kul olanda bu sıfatlar ne arar? Kulsun sende. Bir mümin olarak acıyıp, bir mümin olarak yadırgadığım şey, bir gün pişman olup, helallik alıp, hakkın huzuruna temiz gitmek istememeleri. Hizmetin peşinden koşan 3-5 milyar insanın ve yurt dışlarında Allah için başı secdede, 5 vakit namazının ardından ümmeti Muhammed’e dua eden binlerce öğretmenin hakkını alma, küçük bir olay değildir. İslamcı demek de ayıptır, İslam kimsenin babasının malı değil. Mehmet Şefket, elindeki delilleri, Türkiye’nin bağımsız yargı organlarının eline verir. Dünya bu teknolojiye sahipken, Fethullah Hoca’nın sevenleri kadar sevmeyenleri var iken bu zatlar açığa çıkartsınlar. Ben Çevik Bir’e, “Ne istiyorsunuz Allah aşkına, ola ki bizim bilmediğimiz şeyler vardır, açıklayın, devletsiniz, elinizde herşey var, Batı Çalışma gurubunu kurdunuz, bize Fethullah Hocanın hatalarını anlatın” dedim. Dedi ki, “Benim öyle bir şey bildiğim yok”, “Bildiğiniz yoksa ne bu düşmanlık?” diye sordum, “Valla birileri beni bu düşmanlığın içine itti” dedi. Mehmet Şefket Eygi’nin hesaba Allah’a aittir. Benim tanıdığım, bildiğim, binlere yakın insanın ne CIA ile ne MOSSAD ile hiçbir alakası yok. İslam Hukukunda şöyle bir kaide var, “İddia eden delil gösterir, inkar eden yemin eder” Biz bunlara delil göstermelerini söylüyoruz. İspat edemezse mahşerde milyonların hesabını vermeye kendilerini hazır etsinler.

“BİR MÜSLÜMAN’IN, TÜRKİYE’DE BANKALARI BOŞALTTIĞINI BİZ DUYMADIK”,

“GÜLEN’İN 60 YILLIK KOMŞUSUYUZ”


Peki Çevik Bir’e sorduğunuz sorunun cevabını siz verebildiniz mi, Sayın Gülen’in, 21. yüzyılda insanlığın barış içinde yaşamasını, ortak insani değerlere sahip çıkmasını sağlamaya çalıştığı, eğitim-öğretimin uluslararası bir dil olduğunu belirttiği ve bu hususta talebelerini dünyanın dört bir tarafına gönderdiği halde, neden kendi halkının takdiri açısından yeterli olmuyor?

Böyle düşünenlerin bir arka planları var, ajandaları var. İslami hayatın yaşanıyor olması, kendi menfaatlerini kısıtlayacağını bildikleri için, ülkede har vurup harman savuramayacaklarını bildikleri için ne hükümet kanadı ile ne millet kanadı ile insanlığının ortak değerlerine Türkiye gençliğinin sahip çıkmasıyla, senelerden beri sömürdükleri ülkenin ellerinden gideceğini sanarak, paranoyak hareketlerle insanlara saldırıyorlar. Bir Müslüman’ın, Türkiye’de bankaları boşalttığını biz duymadık, görmedik. Milyon dolarların aktığı bir yerde, talebenin sabununa el sürmüyorum diyen bir insan, onu boğazından aşağı geçirmez. 30-40 yıllık hayatı gözümüzün önünde cereyan ediyor, yediğini de, içtiğini de, ailesini de, kardeşlerini de çok iyi biliyoruz. Babam, babasını, amcalarını tanır, dedelerim dedeleriyle 60 yıl köy komşuluğu yaptılar, birbirlerine geldiler, gittiler. İnsanlara kötülük verecek zerre kadar bir tavırlarının görülmediği herkesin kabul ettiği bir gerçek.

“HOCA EFENDİYE BABASI, “ACAYİP ÇOCUK” DERMİŞ”

“HOCA EFENDİ ÇOCUKLUĞUNDAN BERİ ETRAFINA EMNİYET TELKİN ETMİŞ”,

“HOCA EFENDİ, İTİMAT EDİLEBİLİRLİK GİBİ BİR PEYGAMBER VASFINA SAHİP”,


Dedeleriniz o yıllarda Gülen’in büyük bir zat olacağını görmüşler mi?

Elbette hepsi görmüş. Babam, Hoca Efendiden 15-20 yaş büyüktü. Anadolu’da büyük küçüğün elinden öpmez ama babam 86 yaşında rahmetli oldu, ben her Hoca Efendinin yanına gittiğimde, “Selamlarımı söyle, ellerinden öperim” derdi. Hoca Efendinin babası da kendisini çok takdir ederdi: “Bu çocuk-Hacı Efendi bir acayip çocuk” derdi. Peygamberimizin önemli vasıflarından bir tanesi, “Emin olma” vasfı idi. Daha çocukluğundan beri etrafına hep emniyet telkin etmiş. Kimsenin bir şeyine tenezzül etmemiş, kimsenin emanetine hıyanet etmemiş. Hoca Efendi de, asrımızda, ailesi içinde, emniyetin timsali oldu. Emniyetin temsilcisi oldu. Hoca Efendi, “İnsanlar bize itimat ediyor, itimat edilir konumunu muhafaza etmezsek, Allah insanların gönlünden itimadı kaldırır ve itimatsız bir cemaat olursunuz” Bir mahalle ufak ufak toplayarak bir camiyi ancak inşa ediyorlar. Fakat Hoca Efendi, talebelerine bir şey yapın diyor, bir bakıyorsunuz, 15 trilyona anında dev bir kuruluş yapılıyor. Bu Hoca Efendinin itimat edilirliğinin eseri. İtimat edilmese, insanlar milyon dolarlarını verirler mi? Vermezler. İtimat edilebilirlik, peygamber vasfı. Hoca efendi bu peygamber vasfını en mükemmel temsil ettiği gibi, Türk halkı Hoca Efendiye, hizmetlerine, talebelerine itimat etti. Cemaat içinde olanlar, bu itimadı suiistimal etmezler ise, kıyamete kadar devam eder. “Önde olanların evi, arabası olmasın” Bu zamanda da bir araba olmadan bir yere gidilmiyor, herkesin hanı apartmanı olduğu yerde, bir arabası olsun’a zar zor ikna ediyoruz. Bu kadar hassas olan bir insanın, nelerle itham edilmesi insana ne kadar üzücü geliyor.

“BİZ HOCA EFENDİ İLE AKRABALIK BAĞINDAN ÖTÜRÜ YAKIN DEĞİLİZ”,

“HOCA EFENDİ, ERZURUMLULARA TAVİZ VERMEZ”


Hoca Efendi ile akrabalık bağınız da var… Kızlarınızı gelin verdiniz. Kemal Gülen, Haluk Örgün…damatlarınız.

Bizim akrabalık bağımız çok öne çıkan bir şey değil. Biz Hoca Efendi ile akrabalık bağından ötürü yakın değiliz. Nice insanlar var, benden daha yakın, daha samimi. Hoca Efendi, Erzurumlulara taviz vermez. Hz. Ömer’in yolda torununu tanımadığı gibi (Çamurluklar içinde aç-susuz bir çocuk görür, -şu zavallı çocuk kimin? diye sorunca, oğlu Abdullah, “Babacığım torununuz” der) ben Ömeriyim der Hoca Efendi. Ali Efendi nereden çıktı diye sordular, “Ali Efendiyi kapıdan kovduk, bacadan girdi, kendi ayakları üzerinde duran bir insanı kovmak da bana ait bir keyfiyet değil” dedi.

“ZAMAN GAZETESİNİN YANLIŞLARI VAR”,

“ZAMAN GAZETESİNDE, GENEL MÜDÜR OLSAM ABONELİKLERİ İPTAL EDERDİM”


Zaman Gazetesinin, Erzurum’da kuruculuğunu siz yaptınız. Gazetede sizin tecrübelerinize neden yer verilmiyor, gazetenin yayıncılık anlayışını ve potansiyelini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet Marmara Bölgesinin 5-6 yıl temsilciliğini yaptık. Zaman Gazetesi her türlü iyi niyetle, Hocamızın öncülüğü ile kurulmuş, evlat gibi bugünlere getirmeye çalıştığı bir gazete. Zaman’ı, kurumsal olarak tenkit etmeye hakkımız olmayabilir ama kişisel olarak, bazı yanlışlarını hissediyorum. Bizde hizmet, isteyerek verilmez, sana getirirler verirler. Hoca Efendi bana bir gün Zaman Gazetesinin Genel Müdürlüğünü verse, yapacağım ilk iş, sür manşetle şunu duyururum: “Bütün abonelikler iptal edilecek, abonelik büroları dağıtılacak, abone dağıtıcıları kendilerine iş bulsun, belli süre sonra işten çıkartılacaklardır, Türkiye’de A Gazetesi nasıl bayide satılıyor ise, gazetemiz de orada satılacak.”

“ZAMAN GAZETESİNİN BAŞARISI, YÖNETİMDEN DEĞİL”

Niye buna karşısınız?

Türkiye’de okuma bilincini arttırma yerine, okuma bilincini köreltiyor. Bakıyorum, kapıma hazırlop gazete gelmiş, ben baksam da bakmasam da. Gazetemi almaya zaman ayırmam lazım, gazetemi okumam lazım, ona ihtiyaç hissetmem lazım. İhtiyaç hissedilir noktaya gazeteyi getirebilirsem, basında bir yeri olacağına kanaat getiririm. Eğer gazete birilerine zorla veriliyorsa, bir adam 2 tane gazete alıyorsa, ben buna karşıyım. İnsanların alıp, okuması için bir AR-GE mi, bir danişment heyeti mi kurmamız gerekiyor, bir bilim heyeti mi kurmamız gerekiyor, bu gazetenin kendisini biz halkımıza nasıl aldıttırırız? Hâlbuki diğer gazeteler bayiden satıyor. En fazla dağıtıcıya, dağıtım bürolarının kiralarını hesap ederim, yılda belli bir miktar onlara veririm, gazetenin maliyetinden ne götürüyorsa, onu hesap eder, gazetemin maliyetini ona göre hesaplarım. 50 kuruş yerine 20 kuruşa satarım. Ama bayiden satarım. İkincisi, gazete yurt dışına açılmış bir gazete. Türkiye’nin bir dili. Diğer yönüyle, Türkiye’de hiçbir basına nasip olmayan bir kurum. Bu gazete mevcudiyetindeki başarıyı, gazete yönetimi efkar-ı umumiye nezdinde kendinde görüyor. Gazete yönetimi, bunu kendinde görmediğini samimi olarak Allah’a izah etmeli ve insanlara da göstermeli.

“ZAMAN GAZETESİNİN TRAJINDA YÖNETİMİN KATKISI YOK”

Cemaatin, yayıncılıktaki gücü, arkasına aldığı kitle, ardında gerçekten iyi bir gazetecilik olduğunun göstergesi mi, bir başka deyişle, yönetim, Zaman’ın başarısının ne kadarlık bölümünü temsil ediyor?

Yönetimin tirajda katkısı yok. Arkasında koca bir kitle var, Hoca Efendinin manevi hüsnü kabulürlüğü var. Bir de Anadolu’da her yerde gazete kampanyaları yapılır, insanlar canını dişine takar gazeteye abone bulurlar.

“EKREM DUMANLI, GAZETENİN KAZANCI DEĞİL KAYBIDIR”

Ekrem Dumanlı’nın gazeteyi belli bir noktaya getirdiğini düşünmüyor musunuz?


Düşünmüyorum. Belki kayıpları vardır da, kazandıklarını düşünmüyorum. Bana ait bir düşünce sistemi. Doğru da olmayabilir. Fakat cemaat (öyle diyoruz biz Hoca Efendiyi seven insanlar, hareket) Hoca Efendinin arkasında durduğunu bildikleri için herkesin o tiraja çıkmasında emeği vardır. Bu emek, zaman gazetesini 1 milyonun üzerinde tutmuştur. Ama ben arzu ederim ki, Zaman Gazetesi bu performansla satsın ama bayiden satsın, okunur konumda olsun. Bu kadar satılıyor fakat bu kadar okunuyor kanaatim yok. Bu da belki okuyucuya ait bir kabahat. Keşke okuyucular, bu kadar emekle, bu kadar gayretle çıkartılan bir gazeteyi okusalar.

“ŞİMDİ ZEMİN, OSMALIDAN DAHA HAREKETLİ”

Hoca Efendinin peygamber vasfı taşıdığını söylemiştiniz. Tayyip Erdoğan da bir padişahlık vasfı taşıyor olabilir mi? Başbakan Erdoğan’ın bir çok icraatını destekliyorsunuz. Özellikle, hanedan evlatlarına taziye ziyaretinde bulunmasındaki inceliği dile getirmiştiniz. Sizce Tayyip Erdoğan’ın, Osmanlı padişahlarını aratmayan özellikleri var mı?

Osmanlı dönemi, Sultan Hamit Han Hazretlerini bir tarafa alırsak, bu kadar hareketli bir zemin değildi. Sultan Hamit Han Hazretlerinin zamanı çok hareketli, düşmanların dört bir taraftan saldırıp, tarihe mal etmeye çalıştıkları ayrı bir dönemdi. Fakat Sultan Hamit Han Hazretlerinin gerek icraatları, gerekse dünyaya açılması, gerekse birliği, vahdeti temin etmekteki gayretleri dünya kamuoyunun taktirini kazanmış durumda. Bizi katmıyorum, biz ‘Kızıl Sultan’ diye senelerce yerlere vurup kaldırdık. Geçen Filipinlere gitmiştim, orada güzel bir okulumuz varmış, Zamboanga isimli bir yer, güneye doğru en uç ada. Arkadaşlar dediler ki, “Burada Hamidiye cami var hocam, Sultan Hamit Han Hazretleri zamanında adamlarını göndermiş, burada bir cami yaptırmış, orada lokal Müslümanlar var” Gittim camiyi gördüm, bahçe içinde, pırıl pırıl bir cami, ruhu şad olsun diye dua ettim, gözyaşlarımı tutamadım.

“TAYYİP ERDOĞAN’IN USULÜ, PADİŞAHLIK YÖNTEMİNE GÖRE DEĞİL”,

“TAYYİP ERDOĞAN, TÜRKİYE’NİN BİR KAZANIMIDIR”,

“ TÜRKİYE SON 10 SENEDE, İTİBAR GÖRÜR OLDU”,

Tayyip Erdoğan’a gelince, Belediye Başkanlığından itibaren tanıyorum; istikrarlı, kararlı, attığı adımdan geri dönmeyen, girecekse de hapse giren bir insan. Ben şiir okuduğunu,Topkapı’da bir otelde yüzüne tenkit ettim: “Ne işin vardı senin, koca Belediye Başkanı, gidip Siirt’te şiir okuyorsun, Osmanlı Padişahları mümkün mertebe dışarıya çıkmamışlar” Ali bey, dedi. “Bir tarafı öyle de, bu insanların da bazı şeylere alışması lazım, bazı şeyleri birilerinin söylemesi lazım” Evet bence de birilerinin söylemesi lazım. Hep çekinceli, hep verdiği karardan geri dönen, attığı adımı geri atmak durumda olan birisi olsaydı, Türkiye’de böylesine iki dönem, halkın desteğini alan bir hükümet olmazdı. Usulünü padişahlık yöntemine göre yapmıyor. Babayiğitçe sandığa gidiyor, milletin karşısına çıkıyor, “Yaptıklarım şunlar” diyor, blok halinde bir iki cılız ses, Erbakan Hocayı dinlemedi, kendi başına parti kurdu diye tepkisel olarak yaptıklarını eleştirdi. O da aslan gibi çıktı, demokrasi kullarına uyarak, partisini de kurdu, yasak olmasına rağmen partisini seçime soktu, kazandı geldi. Türkiye’nin bana göre Tayyip Erdoğan bir kazanımı oldu. Tayyip Erdoğan’dan evvel de biz yurt dışına çıkardık, Arap ülkelerine giderdik, doğu bloğuna da giderdik, batıya da giderdik, bazen Türkiye Cumhuriyeti pasaportunu taşıma utancı duyduğumuz yerler olurdu, şimdi itibar görüyoruz. Son 10 senede Türkiye, itibar görür oldu. Arap ülkelerine gidiyorum, Katar Havaalanından itibaren, “Erdogan” diyorlar, Dubai’ye gidiyorsun öyle vs…Görenler de Türkiye çağ atlamış diyorlar. Bazı şeylere gücü yetmemiş olabilir, normaldir. Ticarette başarı, %10’un üzerine çıktı mı, başarıdır. Bu ülkede, bu iktidarın başarısı, %60 oluyorsa, o da üstün bir başarıdır, muhalefet de çıkıyor laf söylüyor.

“TAYYİP ERDOĞAN, BİRİLERİNİN BANKALARDAN ÇARÇUR ETTİKLERİNİN YERİNİ DOLDURMAK ÜZERE ZAM YAPMIYOR”,

“VATANDAŞ OLARAK; ŞEKERİN, MAKARNANIN FİYATININ ARTTIĞINI BİZ BİLMİYORUZ”


Sky Tv’de kürtaj konusunu değerlendiriyorlar, birisi kadın doğumcu, birisi çocukcu. Çocuk doktoru Aytuğ Atıcı. Kürtajın bilimsel yanını değil, siyasi yönünü tartışıyor. Gündem değiştirildiğini, bazı konuları unutturmaya çalışıldığını iddia ediyor. CHP’nin okumuş, yazmış bir kitlesi vardır ama onu bastıran bir inançları vardır. Dedikleri dediktir, Kılıçdaroğlu süte kara diyorsa, onlar için öyledir. Sütün karalığını, aklını bilimsel olarak düşünmezler. Bilimselliği hakkında sadece şunu dedi:” Bir ihtiyaç olduğu için yapılıyor, normal de yapılmaz da” “Ben 10 binlerce sezaryen ameliyatı yaptım” diyor. 10 binlerce denen sözün arkasında, biz edebiyatçıyız, bu toplumda yaşıyoruz, Türkçe’nin misyonunu, alayını biliyoruz. Çok dedin mi, 2’den yukarıdır. 10 binlerce dedin mi, bunun en asgarisi 30’dur. Sen kaç yıl hekimlik yapmışsın? Kaldı ki çocukcu. 30 bin sezaryeni bir insan kaç yılda yapar? Ben bunların alanına girmem ama biri kalkıp, milletin gözünün içine baka baka yalan söylüyorsa, bu ayıptır. Sonra Başbakan’ın niye bununla ilgilendiğini soruyorlar.Başbakan, bir ülkenin %50’sinin her şeyini emanet ettiği bir insan ise şayet, halkının açlığından sorumludur. Niye bağırıyorsunuz, memura şu verilsin, diye. Vatandaş olarak şekerin ve makarnanın fiyatının arttığını biz bilmiyoruz. Benzin artıyor ama o da Türkiye’nin şartlarına en uygun olanın yapıldığına inanıyoruz biz. Yoksa Tayyip Erdoğan, birilerinin bankalardan çarçur ettiklerinin yerini doldurmak üzere zam yapmıyor. Siz dün öyle yapıyoruz.

“BAŞBAKAN, ÜLKESİNİN NESLİNİ KORUMAZSA, ATEŞLER İÇİNDE YANACAKTIR”

Kürtaj meselesine de eğilmesi lazım gelebilir ama bunu özgürlük alanına müdahale olarak yorumluyorlar. Kadınlar, İslami açıdan bu kadar özgür mü?

Bakan “Genç kız kürtaj olup çocuğunu aldırmasın, gerekirse doğumunu yapsın, devlet o çocuğa bakar babası olmadığı için” demişmiş. Bir kişi de tutuyor, Sağlık Bakanına ‘Sapık Bakan’ diye yazıyor. “O kız çocuğu onu niye aldırmasın da doğursun, başına bela mı olsun?” Bir kız, gayri meşru ilişkiden bir çocuk yaptıysa, bu çocuğunu doğursun. Ben de inanan ve dinini bilen bir insan olarak ben de diyorum ki, “O çocuğu doğursun” Belki ilişkide bulunduğu insanın insafıyla bunlar belki bir araya gelirler karı-koca olurlar. Günahı da Allah affetsin. Bir de, karnında çocuk teşekkül ettikten sonra onu aldırmak konusunda Başbakan yerden göğe kadar haklı diyor, “Katildir, cinayettir!” Batı mecmualarında, anne karnında ‘Ceninin çığlığı’ diye yazdılar bunu. çocuğun ayağını kıskaca alıp, çekip alırken, ceninin çığlığı diye mikroorganizmadan ses duyulduğunu okudum. Birisiyle zina etti hamile kaldıysa, bir günah o. İkinci günah da katil günahı. Üçüncü günah da, bunun devamı. Kız bir kere yaptı, belki bir daha yapar, aynı insanla bir daha yapar, aynı insanla yapmaması için, “Bu senin çocuğun gel sahip ol” demek lazımdır. Bir de toplum baskısı onu ıslah etme yönüne gidecek. Fakat insanlar çok yönlü düşünmeden, sadece siyasi menfaatten ötürü Başbakan’ın ak dediğine hemen kara diyorlar. Başbakan, bu ülkenin neslini korumakla mükelleftir. Korumasa, Allah onu ateşler içinde yakacaktır tabi. Ufuk Güldemir’in, Pentagon’un raporları kitabında okumuştum, “2000’li yıllara doğru, Türkiye’de genç, dinamik ve İslami hayatı yaşayan bir nüfusun olması ne Avrupa’nın, ne Amerika’nın işine gelmez, onun için ne yapıp edip bunu kontrolde tutmamız lazım” diyorlardı. Nüfus yoğunluğunu azaltmak için az mı doğum kontrol hapı vererek kadınlarımızın sıhhatini, huzursuzluğunu, yuvaların yıkılmasını temin ettiler?

Soyumuzun tükenmemesi anlayışı yine padişahlardan geliyor gibi…

Ben padişah olarak görmüyorum, onu peşinen söyleyeyim.

“TAYYİP, BİR DÖNEM DAHA BAŞBAKAN OLSAYDI, İYİ OLURDU”


Ama Tenzile Hanımın hatırasına yazdığınız şiirde, “Terbiye kazanında yoğurup büyüttüğün; Tayyib'in, Yavuz gibi olacaktı bu gün!” diyorsunuz.

Herşeyi bir tarafa bırakıp, millete hizmet için gecesini gündüzüne katan bir insan konumunda. 4-8 yılsa kendine yeter, bu kadar uğraşmasına gerek yok. Ahmet Nejdet Sezer, 5 yıl içinde hiç Çankaya’dan aşağıya inmedi. Bu insanlar dolaşıyorlar. Bugün Tayyip; Yavuz’un interlantını genişlettiği gibi, Medine-i Münevvere’de, Mekke-i Mükerreme’de, sürre alaylarıyla, onların göz bebeği konumunda olduğu manada. Bir padişah değil ama o manada Tenzile Hanımın da bunda muhakkak payı vardır. “Amine hatun Muhammed annesi, Ol sadeften doğdu ol dür danesi“ Nasıl Süleyman Çelebi, mevlid-i nebide, Efendimizin hissesini, anasının da hissesi olarak görüyorsa, bizim bayrak şairimiz, Arif Nihat Asya, “Hadi kızım sen de Fatihleri doğuracak yaştasın” sözüyle ifade ediyorsa, ananın evlat yetiştirmede çok hakkı vardır. Tayyip’in padişah statüsünde olmadığını düşünüyorum fakat kanunlar müsaade etseydi, bu ülkeye bir dönem daha Başbakan olsaydı, iyi olurdu diye sanıyorum.

Başkanlık sistemi ile Başkan olması aynı şey değil mi?

Başkanlık sistemi ile muhalefete rağmen Başkan olursa, 4-5 yıl daha Tayyip Erdoğan’ın bu memlekete hizmeti taraftarıyım.

“TÜRKİYE’DE BİR GÜÇ, BATI USULÜYLE HÜKÜMETLE CEMAATİ BİRBİRİNE DÜŞÜRMEYE ÇALIŞIYOR”,

“ONLAR BİZ, BİZ ONLARIZ”


Cemaatin hükümet ile ters düştüğü hatta en sert muhalefetin aralarında geçtiği iddialarına ne diyeceksiniz? Gülen ve cemaatinin, Erdoğan ve ekibinden ayıran noktalar neler?

Ayrıldığını ben düşünmüyorum. Bizim kendi cephemizde de bu soru soruluyor. Hoca Efendinin yanında mevzubahis edildiğinde, Hoca efendi kendileri için hep dua eder, kendileri için bu ülkeye ciddi manada hizmet ettiklerinden bahseder, kul hatasız olmaz, hataları olmuş olabilir, hatta bize der ki, “Hükümetten bir talepte bulunmayın, onları müşkülata sokmayın, sizin talebinizi karşılasalar bir türlü karşılamasalar bir türlü, kendilerine göre planları vardır, o planlarına sizler çomak sokmayın, onlar eğer size danışırlarsa, sorarlarsa bildiğiniz şeyler konusunda yardımcı olursunuz ama onların karşısında dilenci konumunda olmayınız” Biz duamızı ederiz, bugün seçim olursa, bizim bu konuda tavrımız açıktır, kendileri zaten bunu biliyorlar. Fakat Türkiye’de bir gücün, tek başlarına cemaati, tek başlarına Erdoğan’ı, hükümeti halledemedikleri için, Batı tandanslı bir usulle, “Eğer biz Fethullah Gülen cemaati ile Tayyip Erdoğan’ın partisini birbirine düşürürsek bunları zayıflatırız, bunlar birbirine sahip çıkmazlar, sarı öküze sahip çıkma konumuna geldiklerinde de, diğerlerine sahip çıksaydınız, diğerlerini elinizden almazlardı” prensibine göre hareket ettiklerini Batı kaynaklı yazarlar yazdıklar. Tek hedef şu anda, cemaatle, iktidarı birbirine düşürmek. Bunun için önce ihtilaf senaryoları, ardından da bunları tatbikata koyma. Hükümet atamalarda F tipi uygulamalarını yapmıyormuş söylemleri, bu tarafı kinlendirecek. Onların, Hoca Efendi şöyle dedi, böyle dedi diye o tarafı kinlendirecek. Halbuki onlar biz, biz onlarız. Hoca da böyle düşünüyor diye duyuyoruz, dualarından eksik etmiyor. Tayyip Erdoğan’a sordular, dedi ki, “Cemaat, bizim camide kardeşimizdir”

“SOĞUK SAVAŞ DÖNEMLERİ BİTTİ, DİYALOG ZAMANI GELDİ”

Peki bahsettiğiniz o karanlık eller, senaryoyu yazan eller kimler? Türkiye’nin bu kadar rüştsüz, mesnetsiz bir ülke olduğunu düşünebiliyor musunuz gerçekten?

Maalesef ki düşünüyorum. Bir misal vereyim size. Moskova’da Türk okulları kapatılıyor. Nahazi’de, Rusya’da bir basın gösteriliyor. Biz bunun üzerine gittik. Moskova’da da iyi tanıştığımız bir büyükelçi vardı, bu haberleri duyunca Kurtuluş Bey, o gazetenin editörünü çağırıyor, Türkiye’ye kaynak yaptırıyorlar, diyor ki, “ Ben bu ülkenin büyükelçisiyim, nerede Türk okulu kapandı” diyor. Adam diyor ki, “Biz Türkiye’den aldık bu haberi, Türkiye’den arkadaşlar öyle istediler, biz de öyle yazdık” Orada kapatılan bir Türk okulu yok, fakat Türkiye’de kocaman manşet, “Moskova’da Türk okulları kapatılıyor” Moskova Milli Eğitim Bakanı ile görüştüm, çat pat Rusçamızla, bir dosya hazırladım, “Allah kabul ederse biz Hoca Efendinin talebeleriyiz, sizin basın bizimkilerden alarak şunları yazıyor, bu işin doğruluğu şu dosyadadır, biz komşuyuz, karşılıklı birbirimizden biraz rahatsız olabiliriz, siz bizden biraz rahatsız olduğunuzda, Karadeniz’den Türkiye’yi aşağı itme gücünüz var mı? bizim de size yok. Biz birbirimizi komşuluk hakları, gerekleri gereği idare edeceğiz, soğuk savaş dönemleri bitti, diyalog zamanı geldi, dünya hepimize yeter.” dediğimde, “Sen filozof musun, nesin, biz de basına inanmıyoruz” dedi. Cemaatle hükümeti birbirine düşürmek açısından bunlar çok somuttur belki ama söylemeye geldiğinde, basına, hukuka geldiğinde soyut hale dönüşebiliyor. Bugün hukukun karşısına çıktı, somut hale geldi, niye Balyoz? Niye camiler bombalanacaktı? Neden okulların önünde hala bombalar patlatılıyor? Neden hala kilo kilo patlayıcılar yakalanılıyor? Nerede kullanılıyor bunlar? Karakolların taranmasını, otobüs duraklarına atılan şeyler, gazi olayları…bunları aynı güç yapıyor. Bu ülkenin kalkınmasını istemeyen güçler. Bediüzzaman Hazretlerinin bir teşhisi var, “Her hayrın bir mani var fakat ilmin, kalkınmanın yüzlerce mani vardır” Bu millet, o yüzlerce mani ile cebelleşe cebelleşe bugünlere geldi. Tayyip Erdoğan’ın şu andaki Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetiyor olması, Gül gibi hoşgörülü, bilen, alim bir insanın Cumhurbaşkanlığı makamında olması bir Türkiye için, iki dıştaki Türk nüfusu için, üç komşularımız için, dört dünya için şanstır. Bu şansı basın olarak siz de görün. Yanlışa yanlış deyin.

Dış güçlerin ülkemiz için tehdit olması söz konusuyken, aynı zamanda içerideki gücün de Fethullah Gülen’den kaynaklı olduğu iddiaları yayılıyor. ABD dergisi TİME, Fethullah Hocayı, ‘Gizemli vaiz’ ve ‘Müslüman misyoner’ olarak tanımlarken “Gülen’in hayat misyonu, teknoloji ve bilim konusunda bilgili, küresel pazarda başarılı ve dini bütün yeni bir Müslüman Türk eliti yaratmak.” diye yazıyor.

Bugünkü ihtilalle, ülkeye karanlığa götürmekle yargılanan insanlardan bir tanesi diyor ki, “Türkiye’nin ekonomisi kaldı kaldı da bir Hocaya mı kaldı? Onu parmaklıkların ardına koymadan ben bu dünyada rahat etmeyeceğim” Herkesin akıbeti ortada. Türkiye, Afrika’yı, Afrika Türkiye’yi tanımazken, şu anda Türkiye’nin ihracatının büyük bir bölümü Afrika’ya yapılıyor, bilseydim bu soruyu soracağını rakamlarını alırdım.

“CEMAAT İÇİN 6 MİLYON RAKAMI AZ”

Sayısını verebileceğiniz bir şey sorayım o halde size. Aynı dergi, Hoca Efendinin müritlerinin net sayısının net olmamakla birlikte, 6 milyon kişi olduğunu belirtti. Bu konuda bir netlik var mı?

Türkiye Cumhuriyetinin hepsi Hoca Efendiyi sayıyor. Buna birkaç itiraz eden olursa ona ne diyeyim? 6 milyon az demiş.

“HOCA EFENDİYİ BİREBİR SEVMEYENİ HİÇ GÖRMEDİM”

Nihat Özdemir de, 'Fenerbahçe'de 2 milyon cemaat mensubu var' demiş.

Seven ise 2 milyon olur, normaldir. Fenerbahçe’nin bütün taraftarlarının Hoca Efendiyi seveceği kanaatindeyim. Ben Hoca efendiyi birebir sevmeyeni hiç görmedim. Sevmeyen de, icraatlarını beğenmiyoruz, diyor. Arka planından korkuyorlar. Acaba arkasında ne var diye.

“CEMAATİN EN BÜYÜK İHTİYACI, HOCA EFENDİNİN TÜRKİYE’YE GELMESİ”

Ülke kalkınmasında, gelişmesinde Fethullah Hocaya yardımcı olunması konusunda çağrılarınız oluyor. Şu anda Hareketin en büyük ihtiyacı ne?

Ben bu soruya cevap veremiyorum, desem ki, birlik-beraberlik. Cemaat birlik-beraberlik içinde. Maddi imkanları müsait. En büyük ihtiyacı, Hoca Efendinin Türkiye’ye gelmesini arzu ediyoruz. “Mehazin Kutsiyeti” diyor kendisi de. Allah resulu, Mekke’den, Medine’ye çıktı ama Allah’ın emri ile çıktı. Sanırız, Hoca Efendi’nin de, büyük çaplı bir insan olması dolayısıyla, Erzurum’dan, İzmir’e gelmesi hicreti az geliyor. Allah da, dünyanın merkezi Amerika olduğu için, onun hicretini oraya taktir etti. Dolayısıyla, “Mehazin Kutsiyeti”sözüyle anlattığı, Türkiye’de olması, 75 milyon Türk Halkının sanırım temennisidir. İhtiyacımız olan en çok budur.

“FETHULLAH HOCA, 28 ŞUBAT’TAN SONRA GELECEK FELAKETLERİ HİSSETTİ”

Uzun süre Fethullah Gülen’in izinde eğitim faaliyeti içinde Güney Amerika’da yer aldınız. Türk Kültür Merkezleri ve Okulları açma teşebbüsünde bulundunuz. Bu girişim Gülen’in çektiği zorlukların ne kadarını fark etmenizi sağladı?

Büyüklerin çektiği sıkıntıyı, küçükler küçük sıkıntılarla anlayamaz. “24 saatin içerisinde gamsız, kasavetsiz, milletin derdinden azade bir saat uyku uyuyabilsem kendimi mutlu hissedeceğim” diyen Hoca Efendi’nin, memleketimin başına gelecek bir musibetten ötürü vücut dengem bozuluyor, diyecek kadar manevi hassasiyeti var. Hele şu 99 depreminin akşamında bir düğündeydik. O düğün günü düğünü olan arkadaşın amcası rahmetli olmuştu, Türk örf ve adetlerine göre, bir evden cenaze olursa, aynı gün düğün olmaz, bize de sordular, olsun dedik. Düğünde masamıza Amerika’dan bir arkadaş geldi, Hoca Efendinin yanından gelmiş, hal hatır vs…”Herşey tamam da Hoca Efendi, Türkiye’nin akıbeti için çok endişe ediyor, çok üzülüyor”dedi. İmana, Kuran’a saldırı karşısında, o bildiğimiz 28 Şubat sürecinin uygulandığı dönemde yapılanlardan ötürü, ülkemin başına bir şey gelmesinden endişe ediyordu, başlarına yıkılacak, felaket gelecek diye endişe ediyordu ama bunları söyleyen birisini bile içeri attılar. Bunlar Allah’tan bilinmeyecekmiş. Tabiat olayları olarak değerlendirilecekmiş, bunlar fay kırılmalarıymış. Fay kırılsın, adam ölüyor, sebep oluyor.

Haber Ara