Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Takdim - tehir sendromu

Hükümetin, sorunları çözme biçiminde bir 'takdim?tehir' sorunu yaşadığı ve bunun bir sendroma dönüştüğü önce Suriye sürecinde, sonra özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasına dair ani kararda görüldü.

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-06-07 13:09:49

Takdim - tehir sendromu
Erol Erdoğan*

Hükümetin, sorunlara yaklaşma ve onları çözme biçiminde bir “takdim–tehir” sorunu yaşadığını ilk olarak Suriye sürecinde fark etmiştim. Sonrasında gördüm ki, AK Parti Hükümeti, birçok konuda benzer sorunlu durumu yaşıyor. Özel Yetkili Mahkemelerin (ÖYM) kaldırılmasına dair hükümetin isteği basına yansıyınca “takdim–tehir” tarzının basit bir “sorun” olmaktan öte hükümet için “sendrom” anlamına geldiğini düşünmeye başladım.

Ciddi bir yönetim –organizasyon hatası olan takdim- tehir (erkene alma – geciktirme) yöntemi; bir nevi, arabayı atların arkasına değil atları arabanın arkasına bağlayarak yolda ilerlemeye çalışmaktır. Belki bir miktar mesafe alırsınız ama yolun sonunda elinizde at da kalmayabilir, araba da.

Hükümetin takdim–tehir sendromunu sadece dört örnekle detaylıca anlatmak istiyorum.

SURİYE SORUNU


Olayların tırmanmaya başladığı Haziran-Temmuz 2011’deBaşbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye’ye söylenebilecek tüm sözleri bir hafta gibi kısa bir sürede söylediler. Bu sözlerin etkisiyle öyle bir kamuoyu oluştu ki, Türk Ordusu Hatay’dan girerek bir haftada Şam’a ulaşacak ve bir ay içinde Esad yıkılarak yeni rejim kurulacak sanıldı. Hükümet, Haziran–Ağustos 2011 döneminde diplomasi anlamında neredeyse hiçbir şey yapmadı, sadece Esad’a yönelik ağır sözlerle “Çek git, sen gitmezsen zaten birkaç hafta içinde yıkılacaksın, öldürüleceksin” mesajları verdi.

Aradan aylar geçtikten sonra Başbakan Erdoğan , BM’yi harekete geçirmeyi denedi, İran, Çin, Rusya, Suudi Arabistan üzerinden diplomatik ataklar başlattı. Suriye’nin Dostları, Arap Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı gibi kuruluşlar/platformlar nezdinde girişimlerde bulundu.

Bu diplomatik adımların faydası oldu ama şu ana kadar sorunu çözücü sonuçlar alınamadı. Özetlediğimiz gibi hükümetin Suriye sürecindeki politikası “ilk adımda köprüleri atmak sonra diplomatik adımlar denemek” şeklinde gerçekleşti. Bu da, ilk andan itibaren tüm güçlerin Türkiye’yi diplomatik açıdan bloke etmesine sebep oldu. Hâlbuki yöntem “önce akıllı diplomatik adımlar denemek” şeklinde olsaydı, Türkiye sürecin başat aktörü olacak üstelik çözüm daha da erken gelecekti.

ULUDERE OLAYI

28 Aralık 2011 tarihinde Uludere ’nin Ortasu ve Gülyazı köyleri kırsalında meydana gelen acı olayda, çoğunluğu 13 – 28 yaş aralığındaki 34 vatandaşımız kaçakçılıktan dönerken F16’larla vurularak öldürüldü. Ölenlerin 8’i ilköğretim çağında ve halen okula gitmekte olan çocuklardı. Başbakan Erdoğan , ilk günlerden itibaren orduyu korumaya, devletin savaş uçaklarıyla öldürülen insanlarını ise kötülemeye dönük bir dili tercih etti. Bir taraftan da yükseltilmiş tazminatla gönül alınmaya çalışıldı.

Toplumsal baskı artmaya başlayınca da, “özür dileriz” şeklinde resmi veya kişisel bir açıklama yapılmadan “özür dilendi ya” gibi bir beyanda bulunuldu. Başbakan son yaptığı Uludere konuşmalarında ise “yargı sürecinin devam ettiği”ni ısrarla vurguladı ve yargının her şeyi açığa çıkaracağını söyledi.

Yine bir takdim–tehir sorunu ile karşı karşıyayız. Başbakan ve hükümet, açıklamalarıyla bölge halkını terör taraflısı ilan ediyor, mağdurlara tazminat ödeme kararı veriyor, özür dilenmiş gibi yapıyor, Genel kurmay’a teşekkür ediyor, bütün bunların sonunda “yargı” sürecinden bahsediyor. Yargı, sürecin sonunda TSK’nın ilgili birimlerini suçlu bulursa zaten yapılması gerekenler; özür dilemek, tazminat ödemek, suçluları cezalandırmak değil mi?

Doğrusu şöyleydi; öldürülen 34 kişinin terörist değil köylüler (hatta korucu köyü mensupları) olduğunun anlaşılması üzerine devlet hemen bölgeye gitmeli, “insani süreç” oluşturmalı, cenazeler bu insani sürecin ikliminde defnedilmeli, soruşturma hemen başlatılmalı, soruşturmanın güvenilirliği açısından ilgili komuta kademesi açığa alınmalı, siyasi sorumluluk gereği Milli Savunma Bakanı istifa etmeli... Yargı süreci hızlıca işletilmeli, bombalamada devletin ilgili birimleri suçlu bulunursa, TBMM ve Hükümet resmen özür dilemeli, tazminatlar ödenmeli, süreçte payı bulunan tüm siyasi – askeri yetkililer görevden tamamen el çektirilmeliydi.

Bütün bu süreç yaşanırken de hükümet, “insani süreç” şeklinde tanımladığımız adalet, merhamet ve temkin içeren dili hiç ama hiç terk etmemeliydi.

KÜRTAJ MESELESİ 
 Başbakan bir gün aniden “Kürtaj cinayettir” dedi. Sonrasında hükümete yakın birçok kuruluş, birim, uzman bu açıklamanın altını doldurmaya, Başbakan’ın sözünü anlamlı – gerekçeli hale getirmeye çalıştı. Göreve başladığı günden beri soğukkanlı ve mutedil duruşu ile dikkat çeken Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez bile alelacele açıklamalarda bulundu.

Yaşanılan yine takdim – tehir sorunu idi. Hâlbuki, ilahiyatçılar dahil öncelikle bilim adamlarının ve ilgili sivil - resmi kuruluşların tezleri, teklifleri, raporları amaca uygun yöntemlerle tartışılmalı, sonrasında ihtiyaç duyuluyorsa –Başbakan’ın çıkışına bile gerek duymaksızın- bir takım düzenlemelere gidilmeli veya halka yönelik bilgilendirme – bilinçlendirme çalışmalarına başlanmalıydı. Başbakan’ın ifadesiyle söylemek gerekirse, maksat bağcıyı dövmek değil de üzüm yemekse yol, yöntem bu olmalıydı.

ÖYM’LERİN KALDIRILMASI 

Takdim – tehir sendromuna son örneğimiz ise henüz dumanı tüten bir konu olan Özel Yetkili Mahkemelerin (ÖYM) kaldırılmasına dair hükümetin karar aşamasına doğru hızla giden talebi olacak. ÖYM’lerin kaldırılmasını doğrusu ben de istiyorum. HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş da özel yetkili mahkemelerin kaldırılması gerektiğine dair çok sayıda açıklama yapmıştı. Ancak bizim talebimiz; bir dizi demokratikleşme aşamasından sonra ÖYM’lerin kaldırılması şeklindedir.
10 yıllık iktidarı boyunca AK Parti Hükümetinin, askeri – bürokratik vesayeti azaltmaya ve millet egemenliğini sağlamaya dönük yasal ciddi hiçbir gelişmeye imza atmazken, bir demokratikleşme adımı olarak ÖYM’leri kaldırmaya hızlıca girişmesi, sorunlu bir sürecin başlayacağına işaret ediyor. Sözgelimi, tüm darbelerin kanuni gerekçesi sayılan TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesini değiştirmek, Askeri Yargıtay – Yargıtay şeklinde sürüp giden yargıdaki çift başlılığı sona erdirmek gibi esas demokratikleşme adımlarını atmak, yeni anayasa sürecine yoğunlaşmak yerine hükümetin ÖYM kartını açması doğrusu siyasetin pragmatist yönü ile de izah edilebilir bir durum değil.

Hükümetin takdim – tehir sendromuna dört örnek verdik. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Kaldı ki, başkanlık tartışması da bu kategoriye dahil edilebilir.
Hükümetin bu “erken kalkan yol alır” veya “baskın basanındır” mantığından vazgeçerek “takdim–tehir” sendromundan kurtulması gerekir. Her şey yerli yerinde olmalı ki adalet sağlansın, makul olan galip gelsin.
Canlı, cansız her şeyin “hakkı” vardır; zamanın da, süreçlerin de hakkı vardır.

* Radikal  

(EROL ERDOĞAN: HAS Parti Genel Başkan Yardımcısı. İlahiyatçı, Sosyolog)
SON VİDEO HABER

Uçakta olay çıkarıp, 'Türkiye'yi satın alırım' diye tehdit etti

Haber Ara