Devrimlerin kaderi Suud'da belirlenecek
İngiliz The Independent gazetesi yazarı Robert Fisk, Arap isyanlarını değerlendirdiği son yazısında, 'Bu temsili törenin kaderi Petrol Krallığı’nda belirlenecek' dedi.
15 Yıl Önce Güncellendi
2011-02-27 17:57:03
Robert Fisk* / TİMETURK
Son beş haftanın Ortadoğu depremi, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden beri bölge tarihindeki en patırtılı, en yıkıcı ve en zihin-uyuşturucu olaydı. Bir kereliğine de olsa, “Şaşırt ve dehşete düşür” doğru tanımlamaydı.
Uysal, miskin, inatçı, dalkavuk Oryantalist Araplar, biz Batılıların dünyada her zaman bize özgü bir rol olarak varsaydığımız özgürlük, bağımsızlık ve haysiyet savaşçılarına dönüştü. Birbiri ardına sömürge valililerimiz düşüyordu ve para vererek kontrol ettirdiğimiz halk kendi tarihini yazıyordu. İşlerine burnumuzu sokma hakkımız (elbet, yapmayı sürdüreceğiz) sonsuza dek yok oluyordu.
Tektonik tabakalar, trajik, cesur ve hatta kara mizahi sonuçlarla hareket etmeyi sürdürüyor. Orta Doğu’da demokrasi istediğini öne süren Arap hükümdarları saymakla bitmiyor. Suriye Kralı Beşir, memurların maaşlarını iyileştiriyor. Cezayir Kralı Buteflika, birdenbire sıkıyönetimi kaldırıyor. Bahreyn Kralı Hamad, hapishanelerin kapılarını açıyor. Sudan Kralı Beşir, tekrar başkanlığa aday olmuyor. Ürdün Kralı Abdullah, meşruti (anayasal) monarşi fikrine kafa yoruyor. Bu arada el-Kaide’nin sesi çıkmıyor.
Kim inanırdı, yaşlı adam dışarı adımını atsın, alıştığı Mani karanlığı yerine özgürlük güneşi ile gözü kamaşsın, kör olsun. Müslüman dünyada şehitler boldur- fakat görülecek bir İslamcı bayrağı değildir. Diktatörlerinin işkencelerine son veren genç erkek ve kadınların ekserisi Müslüman’dır fakat insan ruhu ölüm arzusundan daha ziyadedir. Evet, onlar İnananlardır. Fakat onlar daha önce Mübarek’i devirdi. Bin Ladin’in yandaşları tarihi geçmiş videokasetlerde devrilmesini isteyip durmaya devam ede dursun.
Ancak şimdi bir uyarı. Henüz bitmedi. Şu an yaşadığımız şimşek ve yıldırımdan önceki ılık, hafif rahatlatıcı bir his. Orta Doğu’da alışık olduğumuz kan ve maskaralığın korkunç karışımına rağmen Kaddafi’nin korku filminin sonuna daha var. Söylemeye gerek yok, onun eli kulağında sonu, bizim kendi yetkililerimizin rezil yalakalığını daha-keskin perspektif içine sokuyor. Birçok yönden Kaddafi’nin beti-benzi-atmış maskarası olan Berlusconi, Sarkozy ve İsfehan’ın Lord Blair’i, sanıldığından çok daha fazla pejmürde görünmeye başlıyor. Bu güvene-dayalı gözler katil Kaddafi’yi kutsadı. Blair ve Straw’un “hoppala” faktörünü unuttukları o zaman yazdım. Bu ucube ampulün mutlak surette kafadan kontak olduğu ve efendilerimizi utandıracak çok kötü edimler yapacağı şüphesizdi. Gerçekten de, her gazeteci dizüstü bilgisayarı klavyesine artık “Blair’in ofisi geri dönmedi”yi eklemek zorunda.
Herkes Mısır’a, demokrasinin ve dikkatlice kontrol edilen İslam’ın hoş bir kokteyli “Türkiye modelini” izlemesini söylüyor. Fakat eğer bu doğruysa, Mısır ordusu gelecek on yıllar boyunca kendi halkı üzerinde istenmeyen, demokrasi dışı bir göz olacak. Avukat Ali Ezzatyar’ın işaret ettiği gibi: “Mısır ordu liderleri “Mısır tarzı hayatın” tehlikelerinden bahsediyor”… İhvan tehdidine çok da nazik olmayan göndermelerle. Bu Türk oyunkitabından alınan bir sayfada görülebilir”. Modern Türk tarihinde Türk ordusu dört kez kral atayıcısı oldu. Nasır’ın yapıcısı, Sedat’ın kurucusu, oyun bittiğinde eski-ordu generali Mübarek’ten kurtulan kimdi, Mısır ordusu.
Ve demokrasi- gerçek, kısıtlamasız, kusurlu fakat biz Batıdakilerin şimdiye dek severek (ve haklı olarak) kendimiz için geliştirdiğimiz parlak çeşidi-, Arap dünyasında yürümüyor. İsrail’in Filistinlilere ölümcül davranışları ve Batı Şeria’da toprak hırsızlığıyla uyuşmuyor. Artık “Ortadoğu’daki tek demokrasi” olmayan İsrail, Suudi Arabistan’la birlikte, can havliyle Mübarek’in tiranlığını sürdürmek zorunda olduğunu, Tanrı aşkına, öne sürüyor.
Washington’daki Müslüman Kardeşler düğmesine basıyor ve her zamanki İsrail lobisi Obama ve La Clinton’u bir kez daha yoldan çıkarmak için korkuyu besliyor. Zulmün topraklarındaki demokrasi-yanlısı göstericilerle yüzleştiğinde, çok geç olana dek zalimleri layıkıyla desteklemeyi sürdürdüler. Sadece tek bir İsrailli gazeteci Gideon Levy hakkını verdi: “Hepimiz ‘Mebruk Mısır” demeliyiz. Tebrikler, Mısır!
Yine de Bahreyn’de hüzünlü bir deneyim yaşadım. Kral Hamad ve Veliaht Prens Salman, yüzde 70 (yüzde 80?) Şii nüfusa boyun eğip, hapishane kapılarını açtılar, anayasal reform sözü verdiler. Manama’daki bir hükümet yetkilisine bunun mümkün olup olmadığını sordum. Halife kraliyet ailesi üyesi yerine seçilmiş bir başbakan neden olamıyordu? Cıkladı, “İmkânsız” dedi: “GCC asla buna izin vermez”. GCC yani, Körfez İşbirliği Konseyi için Suudi Arabistan’ı okuyun. Burada, korkarım, hikâyemiz karanlıklaşıyor.
Bu dikta hırsız prensler takımına çok az dikkat ediyoruz. Onların arkaik, modern siyaset cahili, zengin (evet, “Karun’un rüyalarından bile fazla ) sanıyoruz. Kral Abdullah Washington’un Mübarek rejimine vereceği kefalet için telafi sözü verdiğinde hepimiz güldük.
Yine eski kral vatandaşlarına ağızlarını kapatması için 36 milyar verdiğinde de gülüyoruz. Fakat gülünecek bir şey değil bu. Arap dünyasından Osmanlıları atan Arap devrimi, Arabistan çöllerinde başladı. Kabile üyeleri Lawrence, McMahon ve çetenin diğer üyelerine güveniyordu. Arabistan’dan Vehhabilik geldi. Derin ve baş döndürücü bir iksir. Siyah üzerindeki beyaz köpük. Sararmış basitliği, Sünni Müslüman dünyada herkesi intihar bombacısı ve İslamcı olmaya çağırdı. Suudiler, Usame bin Ladin, el-Kaide’yi ve Taliban’ı besledi. Ekseri 9/11 bombacılarını temin ettiklerinden hiç bahsetmeyelim. Ve Suudiler şimdi aydınlanan dünyada tek silahlı Müslümanlar olduklarına inanıyor. Önümüzde gerçekleşen Orta Doğu tarihinin temsili töreninin kaderinin petrol, kutsal yerler ve yozlaşma krallığında belli olacağına dair keyifsiz bir şüphem var. Aman dikkat!
Fakat küçük, hafif bir not. Arap devriminden en ezberlenebilir alıntıları topluyorum. Mübarek-karşıtı göstericiden, “Geri gel Başkan, şaka yapıyorduk” var elimde. Saif el-İslam el-Kaddafi’nin Goebbels tarzı konuşması “Petrolü unutun, Gazı da. İç savaş olacak”. En favori, en bencil ve kişisel alıntım eski dostum The New York Times’tan Tom Friedman Kahire’de müsekkin gülümsemesiyle kahvaltıya iştirak ettiğinde geldi. “Fisky” dedi, “Bu Mısırlı bana dün Tahrir Meydanı’nda geldi ve bana Robert Fisk olup olmadığımı sordu”. Hah şimdi ben buna devrim derim işte.
*The Independent Köşe Yazarı ve Orta Doğu Muhabiri
Bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.
Haber Ara