İki ayda bir yayımlanan jeopolitik dergi Limes'in "ıl Ritorno delsultano" (Padişahın Geri Dönüştü) adı altında Türkiye'ye ayrılan Ekim 2010 sayısında, Umberto De Giovannangeli imzasıyla yayımlanan makalede özetle şunlara yer verildi;
Gazze'nin yeni kralı... Nasrallah'dan daha fazla rağbet görüyor. Ahmedinejat'tan daha fazla göz önünde. Gazze halkı için, "yeni Selahaddin." Hamas'ın içindeki liderler için sağlam bir referans noktası. Sözünü ettiğimiz bu kişinin adı, Recep Tayyip Erdoğan; Türkiye'nin Başbakanı. Eğer Barack Obama'nın Orta Doğu'daki yeni başlangıcı, eylül ayı başında Washington'da gerçekleştirilen iki günlük görüşmenin ötesinde bir gelişme kaydetmek istiyorsa, karar verenlerin oturduğu o masada Türkiye Başbakanına da bir yer verilmesi gerekecek. Gazze'de herkes bundan emin.
Sembollerle beslenen bu topraklarda, Özgürlük Filosunun Türk gemisi Mavi Marmara'ya İsrail'in saldırısından sonra, Erdoğan'ın popülaritesi yükseklere fırladı. Türkiye'den gelen ve İsrail'in Gazze'ye uyguladığı deniz ablukasını zorlamaya çalışırken öldürülen Filistin yanlısı o dokuz aktivist, Gazze Şeridi sakinlerinin kolektif imgeleminde hem saygı duyulması gereken birer şehit hem de Orta Doğu'nun kalabalık sahnesinde Türkiye'nin birinci planda bir rol oynama arzusunun ifadesi hâline geldi.
Mavi Marmara gemisine yapılan saldırıyı izleyen günlerde Gazze şehrinde bulunan dükkânlarda Türk bayraklı eşarplardan, üzerinde Erdoğan'ın fotoğrafı olan fincanlara kadar envai çeşit hediyelik eşya bulunuyordu. Hamas'ın iç yönetimi de Türk Başbakana olumlu bakıyor. Hamas'ın Gazze Şeridi'ndeki lideri ve hareketin pragmatik kanadının önde gelen kişisi kabul edilen İsmail Haniye, "Erdoğan, kararlılığı sayesinde Filsitin'in direnişi bakımından önemli bir muhatap hâline geldi." şeklinde açıklama yaparken, Hamas'ın Dışişleri Bakanı Mahmut el Zahhar şunları ekliyor: "Yeniliği temsil eden kişi odur. İslam'ın yeni merkezi Türkiye'dir."
Erdoğan da bu sözlerin altında kalmıyor: "Hamas, topraklarını savunmak için mücadele eden insanlardan oluşmaktadır. Seçimleri kazandılar. Amerikalı yöneticilere de söyledim: Ben, Hamas'ı bir terör örgütü kabul etmiyorum." (Erdoğan'ın 4 Haziran 2010 tarihinde Konya'da düzenlenen bir mitingde yaptığı konuşmadan) Bursa'da yaptığı bir başka konuşma sırasında da "Gazze bizim için bir tarihî davadır. Gazze halkını bir açık hava hapishanesinde yaşamak zorunda bırakanlara itiraz ediyoruz. Gazze ablukası kaldırılıncaya, katliamlar durduruluncaya ve devlet terörü Orta Doğu'da böyle kabul edilinceye dek durmayacağız. Nasıl Gazze'nin kaderi Ankara'nınki ile aynıysa, Kudüs'ün kaderi de İstanbul'unki ile aynı. Eğer dünya İsrail'i ve katliamları görmezlikten gelirse, biz buna izin vermeyeceğiz." dedi.
Bu sözlerin, Mavi Marmara'ya saldırı nedeniyle sarsılan kamuoyuna yönelik olduğuna şüphe yok. Ancak aynı zamanda İsrail'e, hem kardeş hem düşman Araplara, Barack Obama'ya ve Avrupa kançilaryalarına da yönelik. Erdoğan şu uyarıda bulunuyor: "Türkiye ile dostluğunu kaybetmek, ödenmesi gereken bir bedeli de beraberinde getirir. Yahudi halkıyla her zaman tarihî bir dostluk ve iş birliğimiz oldu. Dolayısıyla, bu kanlı saldırıyı kınayan İsraillilerin bunun büyük bir hata olduğunu ve iki ülke arasındaki dostluğa ağır bir darbe vurduğunu gayet iyi idrak ettiklerini düşünüyorum."
Gazze'nin yeni kralı, bundan bir yıl önce Davos'ta da kendisini göstermişti. Gelen haberlerde, vatana dönüşünde İstanbul'da bir kahraman gibi karşılandığı anlatılıyordu. Olaydan birkaç ay sonra, Fransa'ya yaptığı resmî bir ziyaret sırasında Erdoğan aynı konuya değinmişti: "Eğer bir ülke orantısız güç kullanırsa, elbette biz de ona 'aferin' diyemeyiz."
Erdoğan, Gazze'de kasırga gibi esiyor ama bunu Hizbullah'ın ya da Ahmedinejat'ın İran'ının fanatik tonuyla yapmıyor. Bir "mayfa babası" gibi değil, bir müttefik gibi kendisini öne sürüyor. Filistinli gazeteci ve Londra'da yayımlanan el Kuds el Arabi gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Abdulbari Atwan, "Osmanlıların torunu Erdoğan, kendi ülkesinde ve tüm İslam aleminde kararlılık ve adalet sembolü hâline geldi." şeklinde yazıyor. Bunu olağan birtakım gelişmelerde de gözlemek mümkün: Türkiye Başbakanı Erdoğan, Gazze Şeridi'nde ulusal kahramanlık mertebesine o denli erişti ki, el Hayat gazetesinin verdiği habere göre Han Yunus şehrinde yaşayan bir kişi, üçüncü çocuğuna Recep Tayyip adını vermeye karar verdi. Dünyaya gelen son torununa Recep Tayyip ismini veren Hamas'ın lideri İsmail Haniye tarafından da aynı kararın alınmış olması, çok daha büyük anlam taşıyor.
Bu noktada, 2006 yılının Ocak ayında, Hamas'ın seçimlerde elde ettiği zaferi izleyen günler akla geliyor. O zamanlar, hükûmet deneyiminin Hamas'ı, Türkiye'de Erdoğan'ın İslami partisi AK Partinin karakterize ettiğine benzer bir siyasi evrime doğru itebileceği ümidini besleyenlerin sayısı fazlaydı. Bu yeni Selahaddin rolünden ziyade, hem İsrail ile Arap-Müslüman dünya arasında hem de Filistin alanı dâhilinde büyük ara bulucu rolüne heves ediyor gibi görünen Türk Başbakanın desteklemeye devam ettiği bir evrimdi. Nitekim Türkiye, Hamas (Gazze'yi kontrol altında tutuyor) ile El Fetih (Batı Şeria'da iktidarda) arasında bir uzlaşma elde etmek için hareket etmeye hazır durumda. Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esat ile birlikte İstanbul'da düzenlenen (7 Haziran 2010) bir basın toplantısı sırasında bunu bizzat Erdoğan ifade etti: "Barışa ulaşabileceğimizi düşünüyorum ama ulaşmak için tarafların bunu istemesi gerekir."
Diğer yandan, Hamas açısından Türkiye (bir ayağı Avrupa'da, iki ayağı NATO'da bulunan bir ülke), işlenmesi gereken bir müttefik. Cambridge Üniversitesinde Arab Media Project'in Müdürü olan Halit Hroub'un bu konudaki düşüncesi şöyle: "Geçen yıllar zarfında Hamas, Arap dünyasının dışında Pakistan, Malezya, Endonezya ve Türkiye ile ilişki kurdu. Türk görüş açısından bakıldığında, Hamas ile resmî ilişki içinde olmak, kendi içinde gizli bir ağın oluşmasına engel olmanın bir yolu olarak kabul ediliyor. Ayrıca Erdoğan'ın maiyetinde oluşan ve Hamas'ın iç yönetiminin bu ülkede Avrupa ve Barack Obama'nın Amerika'sıyla bir iletişim kanalı görerek, 'İslamlaşmış' bir Türkiye üzerine yatırım yapmaya büyük istek duyduğu şeklindeki kanaat da buna ekleniyor."
Hamas açısından Erdoğan'ın Türkiyesi, aynı zamanda Filistin meselesinde İran'ın müdahalesine karşı koymak için de önemli bir destek. Mavi Marmara'ya karşı İsrail'in giriştiği kanlı baskını izleyen günlerde Tahran, İran Kızılayı tarafından organize edilen ve ablukayı zorlamaya hazır iki yardım gemisinin yola çıkacağını duyurmuştu. Bu, Hamas tarafından geri çevrilen bir yardımdı çünkü Hamas'ın siyasi büro sorumlusunun izah ettiği gibi "Hamas, İsrail dışında başta Avrupa ülkeleri olmak üzere diğer devletlerle siyasi ilişkiler oluşturmaya büyük önem veriyor."
Türkiye'nin başrol oyuncusu olma emelleri, Amerikan planlarıyla ihtilaf içine girmiyor. Bilakis, Erdoğan'ın aktivizmi, hem İran'ın yayılmacılığını kontrol altına almakta hem de İsrail'in aşırıcılığını hafifletmekte Obama'nın işine yarayabilir. Zaten Erdoğan, ayaklar altına alınan uluslararası hukuka atıfta bulunmak suretiyle, İsrail'i siyasetin silahlarıyla sıkıştırıyor ve Yahudi karşıtı ideolojik bir kampanya tonu kullanmaktan itinayla kaçınıyor. Erdoğan, pek çok kez şu sözleri yineledi: "Kullandığımız ağır sözler İsrail halkına, Yahudilere karşı değildir, İsrail hükûmetine karşıdır." ve şunu hatırlatmayı da asla ihmal etmedi: "İsrail, Orta Doğu'da barış arayışına herkesten fazla katkıda bulunan bölgedeki yegane dostunu (Türkiye) kaybetme tehlikesi yaşıyor."
Erdoğan'ın Orta Doğu sahnesine girişi, Filistin'in çeşitlilik gösteren alanında ve bizzat Hamas'ın dâhilinde kartları yeniden karıştırmaya aday görünüyor. Erdoğan, Ahmedinejat, Suudi hanedanlığı, Nasrallah, Filistin meselesi, ucunda Orta Doğu'da egemenlik olan bir oyunun her geçen gün daha önemli bir parçası hâline geliyor. En radikal olanlardan daha ılımlılara kadar çeşitli Filistinli parti grupları, Filistin toprakları haricindeki aktörlerin elinde birer araca dönüşüyor. Bu şekilde, Hamas'ın pragmatik kanadının Türkiye'ye yaklaşması, cihat yanlısı kısmın anında tepkisine yol açıyor. Hamas'ın aşırılık yanlısı kısmının silahlı kolu İzzeddin el Kassam'ın üstlendiği El Halil saldırısı, hem İsrail-Filistin müzakerelerine yeniden başlanmasına diyalog düşmanlarının gönderdiği bir mesajhem de Erdoğan gibi bölgede ilk planda bir siyasi rol oynamak isteyenlere gönderilmiş bir uyarı niteliği taşıyordu.
Arap dünyasının en nüfuzlu gazetecileri arasında bulunan Zaki Chehab şunları söylüyor: "Cihat yanlısı bir Hamas, bu hareketi kurumsallaştırma çabalarını boşa çıkarabilir ve bu evrimi hedef alanları Orta Doğu müsabakasının dışına taşıyabilir." Bunlar arasında Erdoğan'ın Türkiyesi de var. Chehab'a göre Türk lider Erdoğan, bir gerçeği kendisine mal etti: "Siyasi kaderi ne olursa olsun Hamas asla ortadan yok olmayacak ve hiçbir askerî eylem onu kökünden sökemeyecek. Uzaylıların dünyasından gelen bir güç değil. Hamas, kardeşin, komşunun ya da çocuğuna bir eğitim garantisi veren insanın ta kendisi. Bu insanlar sandık başında Filistin halkını temsil ettiği sürece, Batı ve gelecek her türlü Filistin Ulusal Yönetimi onlarla müzakere etmek zorunda kalacak." Ve bu gerçeğe bir dayanak sunmaya niyet edenle (Erdoğan'ın Türkiyesi)...
Türkiye'nin hedefi, Obama'nın şart koştuğu bir müzakereyle kesişiyor: Geçtiğimiz 2 Eylül'de Washington'da başlatılan müzakere. Filistinli akademisyen Muhaymar Ebu Sa'da'ya göre Ebu Mazen'in esas mücadelesi, müzakerelerin uğrayacağı muhtemel başarısızlığın sorumluluğunu Batı kamuoyunun önünde Netahyahu'nun üzerine yüklemek olacak. Böylece ABD ve AB'de gelecek Filistin Devleti'nin BM tarafından tanınması talebi üzerine kurulu bir B planı ihtimaline (yarı resmî şekilde Erdoğan tarafından destekleniyor) doğru bir ümit ışığı açılabilir.
Bunun bekleyişi sürerken, Hamas ret cephesinin başını çekiyor. Hamas'ın Gazze'deki güçlü ismi Mahmut el Zahar'ın ifadesine göre Washington'daki müzakereler, "Daha başlarken başarısızlığa uğradı. (...) Washington'da çirkin bir oyun oynanıyor ve bu oyun, geçmişteki gibi bugün de Filistin'in zararına hedeflerini izlemeye devam etmek için İsrail'e bir bahane sunuyor."
Obama'nın oynadığı bahis, Filistin alanının dâhilinde ve haricindeki ittifakları yeniden belirliyor. Washington'un diplomatik hücuma geçtiği anda, Orta Doğu sahnesinde aktif bir fonksiyon görebilecek müttefiklere daha fazla ihtiyacı var. Dolayısıyla bu gereksinim, Türkiye'nin değerini yükseltiyor. Ancak Binyamin Netanyahu ile Ebu Mazen görüşmelerini bitirirken, Hamas'ın silahlı kolu, Filistinli 12 muharip oluşumla birlikte bir iş birliği anlaşmasına vardıklarını duyuruyordu. Bu oluşumlardan ikisi (İslami Cihat ve Halk Direnişi Komiteleri) El Kassam Tugaylarının etrafında dönmeye başlamıştı bile.
Retçilerin müttefikleri arasına Tahran da hemen katıldı. Hizbullah'ın lideri Şeyh Hasan Nasrallah, Ahmedinejat'ın yanında yer aldı: "Akdeniz'den Ürdün'e tüm Filistin, Filistinlilere, Araplara ve Müslümanlara aittir ve hiç kimsenin onun bir santimetresini bırakma hakkı yoktur."
Filistin tarafının Başmüzakerecisi Şaib Erekat, şayet Filistin Ulusal Yönetimi, İsrail ile bir barış anlaşması imzalamayı başarırsa, Hamas'ın ortadan kaybolacağını söylüyor. Ama, eğer bir kez daha başarısızlık kaydedilirse, ortadan kaybolacak olan taraf Filistin Ulusal Yönetimi olabilir. Bu nedenle de Filistin Ulusal Yönetimi'nin Türkiye'ye yakınlaşmaya ihtiyacı var. Nablus'taki Filistin Araştırma Merkezi Müdürü Halil Sikaki şu konuya dikkati çekiyor: "Erdoğan'ın gerçekleştirmeye çalıştığı, Türkiye'yi Batı'nın geleneksel Arap ortakları (en başta Mısır ve Ürdün) ile Suriye gibi kendi gereksinimlerini baskın çıkaracak bir müzakerenin açılması yanlısı ülkeler arasında bir köprü hâline getirebilmek. Ancak Erdoğan, bu iddialı planı gerçekleştirebilmek için İran'ın emellerini küçültmek ve Washington-Tel Aviv imtiyazlı eksenini kırmak zorunda."
Filistin'de bu, tüm Hamas'ın Tahran tarafından dışarıdan yönetilmesine engel olmak anlamına geliyor. Filistin istihbarat servisi sözcüsü Adnan Dmayri, "Filistin Ulusal Yönetimi'ni yıkma şeklindeki ortak amaç İran, Hamas ve aşırı uç Yahudi kolonileri bir araya getiriyor." diyor. Bu, İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman'ın da paylaştığı bir görüş: "Batı Şeria'daki Yahudi yerleşim yerlerinin inşasına resmî geciktirme, bir dakika bile uzatılmayacak. Daha fazla taviz vermeyeceğiz."
İsrail'e, "hain" Ebu Mazen'e, Barack Obama'ya olduğu gibi Erdoğan'ın Filistin'deki emellerine de meydan okuyan Lieberman'ın beyanları retçiler cephesini güçlendiriyor. Erdoğan'ın bu emelleri, Türkiye'nin yaptığı gibi Filistin Ulusal Yönetimi'nden ziyade, Hamas'ın kurumsallaştırılmasını hedefleyen Rusya'nınkilerle de kesişiyor. Türk Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, kısa süre önce Rus mevkidaşı Dimitri Medvedev ile ortak düzenlediği bir basın toplantısı sırasında şunları vurguladı: "Hamas görmezlikten gelinemez; onlar olmadan barışa ulaşılamaz."
Şeyh Ahmet Yusuf, Hürriyet gazetesine verdiği bir mülakatta, Hamas'ın siyasi kanadı açısından Türkiye'nin ne anlama geldiğini izah ediyor: "Gazze'de herkes, Erdoğan'ın kendi ülkesi için istediğini istiyor. Erdoğan'ın değişiklik yapma cesareti var ve toplumunun dinî ögeleriyle laik ögeleri arasında iyi ilişkiler kurmayı hedefliyor. Erdoğan, demokrasi ve insan hakları için çalışıyor ve bizim dengimiz, açık bir toplum istiyor."
2009 yılının Temmuz ayında, Gazze olaylarından çok önce, Su'un el Ewsat (Orta Doğu'daki gelişmeler) adlı dergi, Türkiye'nin Araplar nezdinde sahip olduğu imaja ilişkin bir anket yayımladı. Çıkan sonuca göre bu imaj son derece olumluydu: Filistinliler ve özellikle de Suriyeliler arasında Türkiye'yi beğenenlerin oranı yüzde 87'lere yaklaşıyor. Ankete katılanlar, İslam ile demokrasiyi bir araya getiren Türkiye modelinin memnun edici ve bu ülkenin Orta Doğu sorunlarının çözümü bağlamında iyi bir ara bulucu olduğu konusunda hemfikirler.
Türkiye'nin "İslami dönüşümü" konusunda, Orta Doğulu analistler tarafından sunulan başlıca iki yorum mevcut: Ümit boşluğu (yani Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmekten vazgeçmiş ve tekrar Doğuya bakmaya başlamış olması) ve Türk-İran rekabeti (bu teoriye göre Türkiye'nin, Filistin meselesini Tahran'ın Şii etkisinin elinden alıp Sünni liderlik altına döndürmeye karar verdiği ileri sürülüyor). Ankara, Müslümanların sempatisini toplamak için Filistin'in bir araç olduğunu ve Gazze'nin bunun kaynağını temsil ettiğini biliyor. Ancak Hamas'ın sempatisi İran yönünde. Türkiye, bir mutabakata varmak için Hamas'ı ikna edebilecek mi? Müsabaka daha yeni başladı.
BYEGM