Ahmet Hakan'dan Altan'a ''okkalı'' soru!
Türk Medyasının polemik yazarı Ahmet Hakan, bugünkü köşesinde Ahmet Altan'a 28 Şubat sürecindeki bir yazısını hatırlattı ve sordu..?
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-07-26 14:47:00
Ahmet Altan, geçen gün yazdığı yazıda “tarafsızlık” masalını yıkmış geçmiş...
Şunları yazmış Ahmet Altan:
“Çıkarcılığı ve korkaklığı bir ‘tarafsızlık’ kisvesinin altına saklayıp, bir de bu tarafsızlığın ‘ideolojisini’ yapmayı anlamam. Bu bana kurnazca bir sahtekârlık gibi görünür. Bir ormanda silahlı bir adamla silahsız bir adam arasında mesele çıktığında nasıl ‘tarafsız’ kalabilirsin? Tarafsızlık, ancak ‘iki eşit güç’ arasında olabilir. Bir güçlüyle bir güçsüz çatıştığında ‘tarafsız’ kalmak, güçlü olanı, silahlı olanı desteklemek anlamına gelir. Böyle bir durumda ‘tarafsızlığın propagandasını’ yapmak ise güçlüye yandaş devşirmek için piyasaya sürülmüş sahtekârca bir kurnazlıktır”.
Tanrım! Ne muhteşem saptamalar bunlar!
Fakat... Gelin görün ki... Bu muhteşem saptamaları okuyunca...
İnsanın aklına ister istemez şu meşhur “Cami ile kışla arasına sıkışıp kalmak” saptaması geliyor.
* * *
Hatırlatalım:
Dönem 28 Şubat’tı... Dönemin meşru hükümeti, Silahlı Kuvvetler tarafından alaşağı edilmek isteniyordu...
Gözler kısılıp demokrat yazarlara bakılıyordu... Onların ağızlarından ise “Cami ile kışla arasına sıkışıp kalmayız” cümlesinden başka cümle çıkmıyordu.
Cami: Refah Partisi idi... Kışla: Askerdi...
Güçler eşit değildi... “Cami”nin elinde silah yoktu, fakat “kışla” pür silahlı idi...
Yani “bir ormanda silahlı adam ile silahsız adam arasında mesele çıkmıştı”.
İşte böyle bir ortamda Çetin Altan, Mehmet Altan ve Ahmet Altan, “Cami ile kışla arasına sıkışmayız” diyerek “tarafsız” kalıyorlardı...
Şimdi soruyorum Ahmet Altan’a: Sizin bu yaptığınız sahtekârca bir kurnazlık mıydı?
Hurriyet
Köşesindeki diğer başlıklar;
'Savcı’ya soruyorum:Ben ne yapmalıyım
“Sabah” adı verilen gazetede bir iddia yer aldı...
Denildi ki: “Ahmet Hakan askere gitmemek için dümen çevirmiştir... Delilimiz var, tanığımız var... Kanıtlamaya hazırız...”
Bu iddia bir kere, iki kere, üç kere falan yer almadı o gazetede...
“Bohçacı kadın” üslubuyla, bin bir hakaretlerle bezeli olarak, belki 40 kez yazıldı...
Ne yapabilirdim bu durum karşısında?
Birinci seçenek şuydu:
“İhbar yazıları” yazan bu “bohçacı kadın üslubu”yla elde kalem cenk edebilirdim...
Bunu yapmadım...
Çünkü “bohçacı kadın üslubu”na, kabil-i hitap muamelesi çekemezdim...
Peki susacak mıydım? “Hiç kaale almıyorum” havası mı basacaktım?
Ama o zaman da...
“Kim yazıyor? Ne yazıyor? Niye yazıyor?” meselelerine zerre kadar kafa yormayanların nezdinde...
“Mücrim” gibi algılanmam söz konusu olmaz mıydı?
* * *
İşte bu yüzden...
Yani “mücrim” gibi algılanmayayım diye...
Tuttum, bu iddiayı mahkemeye taşıdım...
İstedim ki:
“Askere gitmemek için dümen çevirdi” iddiası, mahkemede soruşturulsun...
Ben “dümencinin teki” miyim, yoksa iddiayı ortaya atan şahıs “müfterinin teki” mi ortaya çıksın...
Avukatlarım “Savcı”ya başvurdu... Dosyalar sunuldu, ifadeler verildi...
Ve sonunda “Savcı” karar verdi:
“Bu konuda bir kovuşturmaya yer yoktur.”
Yani...
İddianın “gerçek” mi “iftira” mı olduğu konusunun mahkemede ele alınmasına gerek yok imiş...
Savcı Bey’in takdiri böyle imiş...
* * *
Şimdi Savcı Bey’e soruyorum:
Savcı Bey...
Biri size “Hırsız” dese... Elinde birtakım belgeler olduğunu söylese... Tanıklarının olduğunu söylese...
Söylemekle kalmayıp, bunu yazılı basın organında defalarca tekrarlasa... Ve size hakaretler etse...
Siz de mahkemeye başvurup, “Bana hırsız diyor... Ben hırsız değilim... Benim hırsız olduğumu ispatlasın” deseniz...
Ve mahkemeden de “takipsizlik kararı” çıksa... Yani “Kovuşturmaya gerek yoktur” denilse...
Ne yaparsınız?
“Bu nasıl adalet?” diye haykırmaz mısınız?
* * *
Yine soruyorum Savcı Bey’e...
“Askere gitmemek için dümen çevirdi” gibi hem onur kırıcı, hem de hedef gösterici bir iddiayla karşı karşıya kalan bir vatandaş ne yapacak?
Ben buradan...
Başbakan’a seslendim: “Aleyhimde soruşturma açtır” diye...
İçişleri Bakanı’na seslendim: “İnceleme başlat” diye...
Sağlık Bakanı’na seslendim: “Raporlarımı incelet” diye...
Genelkurmay Başkanı’na seslendim: “Olaya el koy” diye...
Hiçbirinden ses çıkmadı...
En sonunda mahkemeye gittim...
Siz de savcı olarak bana “Bu iftira senin sırtına yapışıp kalacak” anlamına gelen bir karar verdiniz?
Söyler misin Savcı Bey... Ben şimdi ne yapmalıyım?
En berbat 10 yaz işi
BİR: Lerzan Mutlu’nun yardımcı elemanı olmak...
İKİ: Eda Taşpınar’ın şezlongcusu olmak...
ÜÇ: Ahsen Yenge’ye şoförlük yapmak...
DÖRT: Kebapçıda yamak olmak...
BEŞ: Recep Tayyip Erdoğan’a danışman olup “metalciler” hakkında brifing vermek durumunda kalmak.
ALTI: Ev köpekleri gezdiriciliği...
YEDİ: Halk oyunlarında “kolbastı” ekibinde görev yapmak.
SEKİZ: İbrahim Tatlıses’in çiğ köftecisi olmak.
DOKUZ: İslami kapitalizm hakkında teori üretmek...
ON: Bülent Ersoy’un elbise taşıyıcılığı...
Haber Ara