Dolar

32,5825

Euro

34,7950

Altın

2.511,68

Bist

9.693,46

Sam Amca'nın nefesi kesiliyor

George Floyd adlı siyahi vatandaşın polis tarafından boğularak öldürülmesi sonrası başlayan eylemler, 'Amerikan rüyası'nı kabusa çevirdi. ABD, salgın sürecinde de sınıfta kaldı. Washington bırakın küresel gelişmelere müdahale etmeyi, kendi içindeki krizle bile baş edemiyor.

4 Yıl Önce Güncellendi

2020-06-01 12:14:41

Sam Amca'nın nefesi kesiliyor

Dünyada koronavirüs salgınının merkez üssü haline gelen Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) vaka sayısı 1.7 milyonu aşarken, ölüm sayısı ise 104 binin üzerine çıktı. Bir yandan korona krizi ile diğer yandan da ekonomik kriz ile boğuşan ülke, George Floyd adlı siyahi vatandaşın polis tarafından boğularak öldürülmesi üzerine yangın yerine döndü.

Minnesota, Detroit, New York, Kaliforniya, Kentucky, Texas, Oregon, Florida, Georgia, Washington… Farklı eyaletlerde binlerce gösterici ‘adalet' için sokağa çıktı. Bazı eyaletlerde polis merkezleri ateşe verildi. Atlanta'da göstericiler CNN binasını bastı. Washington'da ise Beyaz Saray önünde toplanan binlerce gösterici, barikatları devirdi, polisle çatıştı. ABD bayrağını yakan göstericiler, yanan bayrağı Beyaz Saray'a doğru salladı. Protestoların şiddetlenmesi üzerine Beyaz Saray tecrit altına alındı. Olaylar karşısında Pentagon'un, askeri polise hazır olma emri verildiği duyuldu. Gösterilerin ilk başladığı, Floyd'un öldürüldüğü Minnesota eyaletinde ise sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

58181163-c2a4-43c2-8ba7-e734b9c12533

Aydınlık Gazetesinden Elif İlhamoğlu'nun haberine göre; koronavirüs krizi ile baş edemeyen ülkede, Beyaz Saray önünde yakılan bayrak görüntüleri akıllara aynı soruyu getirdi: ‘Amerikan Rüyası' bitiyor mu? Yarattığı maddi ve manevi krizle tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs salgını mevcut dünya düzenini tartışmaya açarken, yeni dünya düzenine dair öngörüleri de beraberinde getirdi. Salgının özellikle de Batı'da yol açtığı yıkım küreselleşmeci neoliberal ekonomi politikalarının, emperyalist-kapitalist sistemin ve onun yarattığı kültürel-ahlaki değerlerin sorgulanmasını sağladı. Avrupa Birliği Sözcüsü içinde bulunduğumuz dönemi, “Asya yüzyılının şafağındayız” diye tarif ederken, Amerikalı ideologlar, “ABD'nin küresel hegemonyası sona erdi” tespitleri yapıyor.

George Foyd'un öldürülmesi ile ateşlenen ve tüm ülkeye yayılan olaylar aslında ABD sisteminin ve küresel hegemonyasının çöküşünün bir sonucu. Öyle ki koronavirüs salgını ülkenin sağlık, ekonomi, siyaset, askeri vb. alanlarda yaşadığı krizi gün yüzüne çıkardı. Amerikan New York Times gazetesi, “Salgın ABD sisteminde krize yol açmadı, zaten var olan krizi açığa çıkardı” diye yazdı. Bu süreçte ülkede farklı alanlarda yaşanan çarpıcı krize göz atalım:

SAĞLIK KRİZİ

Koronavirüs salgını tüm dünyada sağlık sistemlerini test ederken, ABD bu testte en başarısız olan ve Amerikan gazetelerinin deyimiyle ‘çuvallayan' ülke oldu. Dünyada salgının merkezi haline gelen ülke, hala aynı konumunu koruyor. ABD genelinde vaka sayısı 1 milyon 750 bini geçti, 104 binden fazla kişi hayatını kaybetti.

Ülkenin sağlık sistemi salgının başlangıcında çöktü, merkezi hükümetten eyaletlere yardım ulaştırılamadı. ABD'de salgının merkez üssü olan New York eyaletinde, salgının kurbanları için toplu mezarların kazıldığı görüntüler şok etkisi yarattı. Eyalette herkesin aklına kazınan bir diğer ürkütücü görüntü ise morg kapasitesinin dolup, cesetlerin binalarda koridorlarda üst üste bekletilmesi olmuştu. Ardından cesetler için ek çadırlar ayarlanmış ve yurtdışından mobil morg siparişi verilmişti. Salgının etkisi devam ederken, Film yapımcısı Eugene Jarecki tarafından kentin en ünlü merkezi olan Times Meydanı'na kurulan panoya, ''Trump Ölüm Saati'' adı verildi.

Salgının pik noktasına ulaştığı dönemde koruyucu sağlık malzemelerine ulaşamayan, önlük bile bulamayan sağlık çalışanları ise çöp poşetinden kendilerine önlük yaptı. Beyaz Saray önünde hemşireler protesto düzenledi. Parası olmadığı için hastaneye alınmayıp hayatını kaybeden 18 yaşındaki genç ise hala akıllarda. Sağlık Bakanlığı verilerine göre ülkede 62 bin 690 sağlık çalışanı virüse yakalandı, bunlardan 294'ü hayatını kaybetti. Bunların sadece kayıtlı sayılar olduğu, virüse yakalanan sağlık çalışanlarının sayısının daha fazla olduğu tahmin ediliyor. Ülkenin en büyük hemşire birliği olan Ulusal Hemşireler Birliği, sadece halka açık bilgileri kullanarak yaptığı hesaplamada 530 sağlık çalışanının hayatını kaybettiğini saptadı. Yine Ulusal Hemşireler Birliği'nin aktardığı verilere göre, salgın boyunca 23 bin hemşirenin yüzde 87'si, Kovid-19 hastalarını tedavi ederken tek kullanımlık ekipmanı yeniden kullanmak zorunda kaldığını ve yüzde 72'si, Kovid-19 hastalarını tedavi ederken malzeme yetersizliğinden dolayı hastalarla temasa maruz kaldıklarını belirtmiş. Sağlık çalışanları bu krize hala bir alternatif üretilmediğini kaydediyor.

EKONOMİK KRİZ

ABD Çalışma Bakanlığı'nın açıkladığı verilere göre, 23 Mayıs ile biten haftada işsizlik maaşı başvurusu 2 milyon 123 bin olurken, son 10 haftada bu sayı toplam 40 milyon 746 bine ulaştı.

Konut satışları, nisanda yıllık yüzde 33,8 azalarak verinin açıklanmaya başladığı Ocak 2001'den bu yana en yüksek düşüşü gösterdi.

ABD Merkez Bankası FED Başkanı Jerome Powell, ülke ekonomisinin bu yılın ikinci çeyreğinde yüzde 30'a kadar küçülebileceği öngördüklerini açıkladı. Powell, ABD gayri safi yurt içi hasılasının (GSYH) yüzde 20 ila 30 arasında düşmesinin mümkün olduğunu dile getirdi. FED Başkanı, Amerikan ekonomisinin kendini krizden tamamen kurtarabilmesi için söz konusu virüse karşı bir aşı bulunması gerektiğini belirtmişti.

FED eski Başkanı Ben Bernanke ise, koronavirüs etkisi altındaki ülke ekonomisi adına "çok kötü bir yıl" değerlendirmesini yaptı. Bernanke'ye göre ABD ekonomisinin eski gücüne ulaşması için uzun yıllar gerekiyor.

SİYASİ KRİZ

Ülkede her alanda yaşanan derin kriz halkın tepkisini yönetime yönlendirdi. Krize çözüm bulamayan, gerekli önemleri almayan ve üstelik vaka-ölüm sayılarının yüksekliğine rağmen biran önce ekonomiyi açma derdinde olan hükümete yönelik büyük bir tepki var. Ülke bu atmosferde başkanlık seçimlerine hazırlanıyor. Dolayısıyla kriz siyasi alanda da kendisini gösteriyor.

Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasında krizin sorumluluğunu birbirine yüklemeye çalışan bir yarış yaşanıyor. Bu yarış merkezi hükümet ile eyaletler arasında adeta bir kavgaya dönüştü. Kimi eyaletler önlemleri gevşetip ekonomiyi açarken, kimi eyaletler ise karantina uygulamalarını devam ettirmekten yana. Geçen ay Michigan eyaletinde silahlı kişiler valilik binasını basarak önlemlerin kaldırılmasını istemişti.

ABD'li siyasetçilerin Başkanlık yarışında üzerlerindeki sorumluluğu atma yöntemlerinden biri de Çin'i ve Dünya Sağlık Örgütü'nü (DSÖ) suçlamak. New York Times gazetesi 18 Nisan'da yayımladığı makalede bu durumu ‘Amerikan seçim stratejisi Çin'i suçlamak' başlığı ile vermişti. Makalede Amerikalı siyasetçilerin, ülkede insan kayıpları ve koronavirüsün ekonomik acıları üzerine gelişen öfkeyi kendilerinden uzaklaştırarak Çin'e yöneltmek istedikleri ifade edilmişti.

Ülkede yapılan bir araştırmada ise katılımcıların yüzde 42'si Beyaz Saray'da kaosun hüküm sürdüğünü öne sürerek güveninin azaldığını belirtiyor. Araştırmaya katılanların sadece yüzde 11'i ABD yönetimini iyi buluyor.

Diğer yandan ülkedeki yönetim krizi kurumların birbirine girmesine de yol açtı. ABD Başkanı Trump ile ülkenin önemli hegemonya araçlarından olan sosyal medya kanalları Twitter ve Facebook arasında adeta soğuk savaş başladı. Trump, Twitter ve Facebook gibi sosyal medya kanallarının daha yoğun hukuki denetime tabi tutulmalarını öngören kararnameyi imzaladı, “elimde olsa Twitter'ı kapatırım” dedi. Twitter ise önceki gün Trump'ın paylaşımını durdurmuştu.

KÜRESEL KRİZ

Kendi içerisinde krizlerle baş edemeyen ABD, küresel gelişmelere de müdahale edemiyor. ABD'nin ‘küresel hegemonyasını kaybettiği' artık herkesçe dillendirilen bir gerçek. Küresel gücünü kaybeden ABD söylemsel olarak saldırganlaşırken, Avrupa ile arası da giderek açılıyor.

En son düzenlenen 73. Dünya Sağlık Asamblesi'nde 140 ülkenin ortak iradesiyle işbirliği ve dayanışma kararı alınırken, buna karşı çıkan ABD'nin yalnızlaştığına tanık olduk. Avrupa Birliği Sekreteri, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, Avrupa ülkelerinin liderleri tek tek konuşmalarında ABD'nin saldırgan ve düşmanca tavrını eleştirdi. Almanya Başbakanı Merkel iki gün önce yaptığı açıklamada, AB'nin ABD ile ilişkilerinin zorda olduğunu vurgulayarak Avrupa'ya sorumluluk üstlenme çağrısı yaptı. Merkel ayrıca, Beyaz Saray'da düzenlenecek olan G7 zirvesine de katılmayacağını açıkladı.

AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Borrell, Asya yüzyılının ABD'nin liderliğindeki küresel sistemin sonunu getirdiğini ve Avrupa'nın Washington ile Pekin arasında taraf seçme baskısıyla karşı karşıya kaldığını itiraf etti.

ABD'nin dış politikada etkili yayın organı Foreign Policy, “Salgın sonrası Soğuk Savaş'ta ABD Avrupa'yı kaybediyor” diye yazdı.

Tüm dünyada küresel hegemonyasını kaybeden ABD, en yakın müttefiklerini de kaybediyor. Hatta bir zamanlar kendi kontrolünde olan kurumlar da ABD yörüngesinden çıkıyor. Donald Trump, önceki gün Dünya Sağlık Örgütü'nün ABD'nin "esaslı reform" taleplerini yerine getirmediğini belirterek, "Bugün Dünya Sağlık Örgütü ile ilişkimizi sonlandırıyoruz" açıklamasında bulundu.
Bu salgın süreci ise ABD'nin yalnızlığını daha da pekiştirdi.

SON 20 YILDIR BÜTÜN SAVAŞLARI KAYBETTİ

ABD'deki iç krizin dış politikadaki başarısızlıklarla da doğrudan ilgisi var. Savaşlardan beslenen ABD ekonomisi bir türlü dikiş tutturamıyor. ABD'nin 1991 yılından itibaren dünyada tek süper güç olarak at koşturduğu en fazla 10 yıllık bir dönemden söz etmek mümkün. 11 Eylül olaylarının ardından Afganistan ve Irak işgalleri, aslında bugünkü çöküşü öteleme çabasının sonuçlarıydı. ABD, yeni bir düzen kurmak için değil kendi karşısında yükselen kutupları önlemek için bu işgalleri gerçekleştirmişti. Ancak hem Afganistan'da hem de Irak'taki operasyonlarıyla istediği hedefe ulaşamadı. Afganistan'da Taliban ile masaya oturmak zorunda kaldı, Irak'ta ise Avrasya güçlerinin ağırlık kazandığı bir tablo ortaya çıktı. ABD'nin, Rusya'ya karşı Çin, Çin'e karşı Rusya ile yakınlaşma politikaları da iflas etti. Aynı şekilde İran'a karşı Türkiye, 2011'den önce Türkiye'ye karşı Suriye'yi, sonra Suriye'ye karşı Türkiye'yi kullanma çabası da duvara tosladı.

En önemlisi, ABD'nin bütün bu stratejisinin merkezinde olan İkinci İsrail projesi fiyaskoyla sonuçlandı. Irak'ın kuzeyinden Suriye'nin Akdeniz sahiline uzanacak ve oradan Türkiye'nin güneydoğusuna doğru genişletilecek Kukla Devlet hayali Türkiye'nin askeri kararlılığı ve Batı Asya güçleriyle ittifakı sayesinde çöktü. Türkiye'nin Atlantik kampından koparak Avrasya'ya yönelmesinde en kilit adım olan Astana süreci dünya çapında dengeleri değiştiren bir etki yarattı. Türkiye'nin ekonomik çıkarları açısından yönelmeye başladığı Rusya ve Çin aynı zamanda ulusal güvenlik çıkarları için de bir müttefik haline geldi. Bu sayede ABD'nin Suriye'yi parçalama operasyonu durduruldu. 

ABD'nin Rusya'ya ve İran'a yönelik saldırgan politika dayatması, Avrupa ülkelerinde de itirazlara neden oldu. ABD-Avrupa ilişkilerinde ikinci dünya savaşından bu yana en ciddi kopuşun, ekonomik ve jeostratejik hedeflerde ayrışmanın yaşandığı bir dönem yaşanıyor. Bu durum Trump yönetimiyle başlamadı, onun döneminin sona ermesiyle de bitmeyecek. Avrupa ülkeleri liderleri, NATO'yu tartışmaya açtı. Avrupa güvenliği için ayrı bir oluşum uzun süredir gündemde.

ABD Venezuela'daki son darbe girişiminde ise tüm dünyaya rezil oldu. Bir zamanlar arka bahçesi olarak adlandırılan Güney Amerika'da da artık askeri müdahaleleri geri tepiyor. En son İran'ın petrol tankerlerinin Venezuela'ya ulaşmasını engelleme girişimleri de başarısız oldu.

Kaynak: Aydınlık Gazetesi

Haber Ara