Dolar

32,5172

Euro

34,7923

Altın

2.420,97

Bist

9.757,55

PKK-KCK-HDP’de “Dersim’in Kışla Kişiliğinin” Darbesi (mi?)

9 Yıl Önce Güncellendi

2015-12-15 12:38:54

PKK-KCK-HDP’de “Dersim’in Kışla Kişiliğinin” Darbesi (mi?)

PKK, Marksist-Leninist ilkelere göre kurulmuş bir örgüt olmasına rağmen, PKK'lılar arasında din ve mezhep eksenli tartışmalar ve karşılıklı suçlamalar hep olagelmiştir. Bunun nedeni, PKK'lıların köken olarak Sünni ve Alevilerden oluşmasıdır. Komünizmi içselleştirmiş olmaları birbirilerini “Sünni kalmakla” veya “Alevi kalmakla” suçlamalarına engel olamamıştır. Bu tartışmalara PKK'nin kurucusu Abdullah Öcalan da katılmıştır. Öcalan'ın Alevi kökenli PKK'lılara getirdiği en önemli eleştiri; “Dersim'in kışla kişiliği!” tanımıdır. Ancak biz burada bu tartışmaların ayrıntılarına girmeyeceğiz.

PKK'nin çekirdek kadrosundan militanlarına kadar kimlerin Marksist-Leninist ilkeleri (sosyalizm ve komünizmi) içselleştirdiklerini ve kimlerin içinden geldikleri Sünni veya Alevi topluma olan aidiyetlerini koruduklarını, yani Marksizm-Leninizm'i içselleştiremediklerini görmek mümkün. Özellikle Cami ve Cem Evi bunun için birer turnusol kâğıdıdır. Bu iki değer, PKK'lılardan kimlerin Marksizm-Leninizm'i içselleştirdiklerini ve kimlerin içinden geldikleri topluma olan aidiyetlerini koruduklarını çok açık bir şekilde bize gösterirler. PKK'ye daha yakından baktığımızda, Sünni kökenden gelen PKK'lıların Cami ile ilişkilerini kestiklerini ve hatta en büyük düşman olarak da Camileri ve cemaatini gördüklerini ve buna karşılık Alevi kökenli PKK'lıların kendilerini Alevi olarak tanımlamaktan vaz geçmediklerini ve Cem Evi ile ilişkilerini kesmediklerini gözlemleyebiliriz. Her iki kesimden de üç-beş istisnanın olması bu gerçeği değiştirmez.

PKK, yayılmasının önünde en büyük engel olarak İslam'ı gördüğü için, hedef tahtasına da İslami değerleri ve dolayısıyla Müslümanları koyar. Ancak Kürtlerden beklediği katılımı bulamayınca stratejisinde bir değişiklik yapar; Müslümanlara karşı cephe savaşı vermek yerine, tıpkı devletin yaptığı gibi, İslam'ı istismar etme yoluna gider. Abdullah Öcalan'ın o zamanlar kaleme aldığı “Din Sorununa Devrimci Bir Yaklaşım” adlı makalesi buna bir örnektir.

PKK içerisindeki mezhep eksenli tartışmalar bitmek yerine bir iç rekabet şeklinde büyüyerek devam eder. Bu tartışmaların Alevi kökenli PKK'lıların lehine gelişmesi Öcalan'ın Türkiye'ye teslim edilmesinden sonradır. Bir zamanlar Marksizm-Leninizm'i içselleştiremedikleri için Öcalan tarafından “Dersim'in kışla kişiliği” diye eleştirilen Alevi kökenli PKK'lılar bu fırsatı iyi değerlendirdiler ve örgütü kontrollerine almayı başardılar.   

Süreci dikkatle okuyanlar, Dersim'in Kışla Kişiliğinin ilk önce Avrupa'daki PKK'yi ve ikinci hamle olarak Kandil'i ele geçirdiğini rahatlıkla görebilirler. PKK'nin siyası kanadının (BDP-HDP vd.) ise zaten kendisine özgü bir iradesi hiçbir olmadı. 

Bunların son hamlesi de Abdullah Öcalan'ın tasfiyesidir. Nevruz kutlamalarına gönderdiği mesajlarda barış dilini kullanan ve bundan sonraki mücadelelerinde silaha yer olmadığını yalın ve kesin bir dil ile ifade eden Öcalan'ı tasfiye eden bu zihniyet, bununla da yetinmedi, devlet ile Öcalan'ın uzlaşarak başlattıkları çözüm sürecini de sonlandırdı. Alınan büyük mesafeye inat, HDP'nin 7 Haziran 2015'teki siyasi başarısını da yedeğine alan bu zihniyet, tercihini şiddet ve terörden yana yaptı ve Türkiye'ye karşı savaş ilan etti. HDP'nin içinden cılız bir şekilde çıkan bir iki ses de yine diğer HDP'liler tarafından bastırıldı. Oysa Kürtler, başlatılan çözüm süreci barışla taçlandırılsın diye HDP'ye yönelmişlerdi.

PKK-KCK-HDP'den bazı yetkililerin Öcalan için zaman zaman “bizim irademiz” türündeki beyanları gerçekçi değil ve sadece mümkün olduğunca Öcalan'ın adını kullanmaktan ibarettir.

Şu bir gerçek ki, PKK-KCK-HDP'nin önceliği ve hedefi Kürtleri daha müreffeh bir hayata götürecek bir siyaset geliştirmek değil, Kürtleri İslami değerlerinden uzaklaştırmaktır. Bu yapı CHP'den de daha tehlikeli olup, Kürtlere laik bir yaşamı dayatmakta ve bütün imkânlarını Kürtlerin değerlerine karşı kullanmaktadır. Milletvekillerinden belediye başkanlarına kadar hepsinin seçiminde belirleyici olduğunu söylemek abartı değil. Ayrıca milletvekili ve belediye başkanlığı adaylarının belirlenmesi de Alevi ve Sünnilerin oranına göre değil, Alevi kökenliler ile Türk Solu daha baskındır. Bu dengesizliğe herhangi bir itiraz Sünnilik olarak görüleceği için, kimse ses çıkaramaz. Çünkü her şey sosyalizm adına yapılmaktadır. Bu iddialarımızı doğrulayan çok sayıda örnek var. Bunlardan biri, Alevi kökenli olan Gülten Kışanak'ın Diyarbekir Büyükşehir Belediye Başkanlığına seçtirilmesidir. PKK-KCK-HDP içerisinde kimse buna itiraz edemeyeceği gibi, örneğin, Leyla Zana gibi ömrü bu mücadelenin içinde geçmiş bir şahsiyeti Dersim'de belediye başkanlığına aday gösteremez. Hakeza hiç kimse Selahattin Demirtaş'ı ve hatta Abdullah Öcalan'ı da Dersim'den milletvekili adayı olarak öneremez.

PKK'nin üst düzeyinden militanlarına kadar kökeni Sünni olanlardan herhangi birinin bunu ifade ettiği, namaz ve oruç gibi dini vecibelerini yerine getirdiği veya Camiye gittiği çok istisnai bir durumdur. Çünkü bu Marksist-Leninist dünya görüşü bunu gerektirir. Fakat Alevi kökenli PKK'lılar istedikleri kadar kökenlerini dile getirebilirler ve yine Cem Evi ile şu veya bu düzeyde ilişkilerini sürdürürler. Ve kimse de kalkıp kendilerine, kendilerini Alevi olarak tanımlamalarının ve Cem Evine gitmelerinin Marksizm-Leninizm ile çeliştiği uyarısında bulunamaz.

PKK'nin eylem alanı olarak seçtiği yerler de PKK-KCK-HDP'nin anılan zihniyetin kontrolünde olduğuna diğer bir delil olduğunu şu sorulardan anlıyoruz. PKK-KCK-HDP;

  1. a)     Devrimci halk savaşını nerede başlattı?
  2. b)   Öz yönetimi nerelerde ilan etti?
  3. c)     Hendekleri nerede kazdı?
  4. d)   Mayınları nerelerde döşedi?
  5. e)     Ve suikast, saldırı ve cinayet gibi terör eylemlerini nerelerde gerçekleştirmekte?
  6. f)     Yukarıda saydığımız bu eylemlerin gerçekleştirildiği yerler neden sadece Sünni Kürtlerle meskûn köy, kasaba, ilçe ve illerdir?
  7. g)     Dersim ve ilçeleri de HDP'nin elinde olduğu halde, neden hiçbir yerinde devrimci halk savaşı, öz yönetim ilanı, yol ve köprülere mayın döşeme ve hendek kazma gibi eylemler gerçekleştirilmemektedir?

Bu arada kardeşçe bir uyarımız da, kimi maslahatlardan hareketle HDP'de yer alan veya destek olan başta din adamları olmak üzere mütedeyyin Kürtleredir: Müslüman Kürt toplumunun ifsadına ve İslam'dan uzaklaştırma politika ve çalışmalarına karşı feraset ve basiretle mücadele etmek durumundayız. Gençlerimize Hz. Muhammed (sav) ve Selahaddin gibi şahsiyetleri değil de Marks ve Lenin gibilerini örnek ve önder olarak telkin edenlere karşı onurlu bir duruş sergilemeliyiz.

PKK-KCK-HDP'nin oynadığı oyun oldukça açık: Halkı iki ateş arasında bırakacak şekilde terör eylemleri gerçekleştirmek ve böylece devletin halka zulmetmesini sağlamak. Hepimizin hayrına olacak biricik çıkış yolu hak ve adaleti esas alan gerekli düzenlemeleri ivedilikle yapmaktır.

Elbette ki her birey üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmekle yükümlüdür. Ancak şüphe yok ki, en büyük görev ve sorumluluk devlete ve hükümete düşmektedir. Çünkü gasp edilmiş hakların iadesi ve temel insani hakların garantisi ancak hükümetin ve devletin bu yönde atacağı samimi adımlarla mümkündür.

Doğrusunu söylemek gerekirse, Kürtler için devlet hala bir aidiyet duygusu verememektedir. Çünkü Kürtler son zamanlara kadar devletin sadece şiddetini ve envaiçeşit zulümlerini gördüler. Kürtlere inkârı, imhayı ve asimilasyonu reva gören Türkiye Cumhuriyeti, yüzlerce yıllık Kürt-Türk kardeşliğinde ve Kürt-Türk ittifakında zulüm ve kıyımlarla dolu bir fetret döneminin diğer adıdır hala. Aidiyet duygusunun oluşmasının da yolu adaletten ve hakkın gözetilmesinden geçmektedir.

PKK-KCK-HDP'nin eylem ve söylemleri devleti gerekli adımları atmaktan alıkoymamalı, aksine hızlandırmalıdır. Aksi halde önümüzdeki zorlukları aşmamız mümkün olamayacaktır. Emperyalistlerin bölgede arttırarak ve yayarak sürdürdükleri savaş bölgedeki bütün halkların ve devletlerin zararınadır ve amaç bölgeyi her yönü ile sömürüye açık hale getirmektir. PKK-KCK-HDP gibi yapıları ise bulundukları ülkelerde emperyalistlerin birer ileri karakoludur. Dikkat edilirse, bu şövalyeleri silahlandıranlar da bölgeyi işgal etmiş emperyalistlerdir.

Bizim de bu topyekûn saldırılara karşı topyekûn bir savunmaya geçmemiz gerekmektedir.  Bunun için de bizi biz yapan değerlerimizi kuşanmalı ve bu yeni Haçlı saldırılarına karşı birer Selahaddin gibi direnmeliyiz.

Haber Ara